 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
Y A R G I T A Y
İçtihadı Birleştirme
Büyük Genel Kurulu
E. 1991/7
K. 1992/4
T. 10.4.1992
* KISA KARAR
* GEREKÇELİ KARAR
* ÇELİŞKİ
ÖZET : 1- Kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması bozma nedenini
oluşturur.
2- Yerel Mahkeme, bozmadan sonra önceki kararla bağlı olmaksızın, çelişikliği
kaldırmak kaydıyle, vicdani kanaatine göre karar verebilir.
(1086 s. HUMK. m. 382, 388, 389, 428)
Yargıtay Onuncu Hukuk Dairesi Üyesi Cahit Kadılar, kısa karara aykırı şekilde
yazılmış gerekçeli kararın esasa girilmeden sırf bu çelişki nedeniyle
bozulması gerekip gerekmediği konusunda Onuncu Hukuk Dairesi ile diğer
daireler ve Hukuk Genel Kurulu kararları arasında aykırılık bulunduğunu ileri
sürerek, bu aykırılığın içtihadı birleştirme yolu ile giderilmesini istemiş;
Birinci Başkanlık Kurulu'nca 17.10.1991 gün ve 51 sayı ile kararlar arasında
aykırılık bulunduğu sonucuna varılarak konunun İçtihadı Birleştirme Büyük
Genel Kurulu'nda görüşülmesine karar verilmiştir.
10 Nisan 1992 günü toplanan İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nda
raportör üyenin açıklamaları dinlenerek gereği görüşüldü:
Önce, kararlar arasında aykırılık bulunup bulunmadığı yönü üzerinde
durulmuştur.
Hukuk Genel Kurulu'nun 1.2.1969 gün ve 776/74 sayılı kararında ilamın tefhim
olunan karara uygun olması gerektiği; bunun kamu düzeni ile ilgili bulunduğu
belirtilerek karar, gerekçeli kararın kısa karara uygun bulunmaması sebebiyle
bozulmuştur.
Hukuk Genel Kurulu'nun 30.9.1970 gün ve 847/464 sayılı kararında: Konu İcra ve
İflas Kanunu'nun 18, 97 ve 363. maddeleri uyarınca basit yargılama usulü
açısından ele alınıp incelenerek tutanağa geçirilip tefhim edilen ilk kararın
geçerli olduğu, sonradan dosyaya konulan kararın ise bir örnek niteliğini
taşımakta olup, bu kararın tefhim olunan esas kararla çelişmesi halinde
hukuki sonuç doğurmayacağı; hukuki değeri taşımayan bu karar örneğindeki
yanlışlıkların düzeltilmesini ilgili tarafın her zaman isteyebileceği
belirtilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nun 10.2.1988 gün, 520/89 sayılı kararı: Bu karara esas
olan usulu durum şöyle gerçekleşmiştir: Yerel mahkeme 27.12.1984 günlü son
oturumda ittihaz ettiği kısa kararda "Davanın kabulüne" karar vermiş,
gerekçeli kararda ise davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine İkinci Hukuk
Dairesi kısa kararla gerekçeli kararın çelişik olmasına değindikten sonra
gerekçeli kararın tefhim edilen kısa karara uygun düzenlenmesinin zorunlu
bulunduğu gerekçesiyle kararı bozmuş; yerel mahkeme bozmaya uymuş, ancak bu
defa kısa kararda davanın reddine karar verdiğini açıklamış gerekçeli kararı
da buna uygun olarak davanın reddi şeklinde oluşturmuştur. Temyiz üzerine
İkinci Hukuk Dairesi davanın kabulü doğrultusunda gerekçeli karar
düzenlenmesine ilişkin bozma kararına uyulduğu halde davanın reddine karar
verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle kararı yeniden
bozmuştur. Yerel mahkeme önceki kısa kararın maddi hataya dayandığı; bu maddi
hatayı düzeltmek amacıyla bozmaya uyduğunu bozmadan sonra verdiği kısa
kararla daha sonra yazılan gerekçeli kararın aynı doğrultuda olduğu
gerekçesiyle kararında direnmiştir. Hukuk Genel Kurulu, bozmaya uyulmakla,
bozma kararında açıklanan biçimde araştırma ve inceleme yapılma ve gene
bozmada benimsenen hukuki esaslar uyarınca karar verilme konusunda taraflar
yararına usuli kazanılmış hak doğacağını; ancak maddi hata halinde bu kuralın
uygulanmayacağını açıkladıktan sonra olayın özelliği itibariyle usuli
kazanılmış hak doğmayacağını bu itibarla direnme kararı verilebileceğini
belirtmiş; bozmadan sonra mahkemece öncekinden farklı yeni bir kısa karar
oluşturulduktan sonra buna uygun gerekçeli karar oluşturulmasını da usul ve
yasaya uygun bulmuştur.
Birinci Hukuk Dairesi'nin 11.2.1988 gün, 11944/1415 sayılı; 24.2.1964 gün,
952/1008 sayılı; İkinci Hukuk Dairesi'nin 12.12.1990 gün, 7840/12913 sayılı
kararları Hukuk Genel Kurulu'nun yukarıda açıklanan 1.2.1969 günlü kararı
doğrultusundadır.
Üçüncü Hukuk Dairesi 27.9.1973 gün ve 4007/4016 sayılı kararında Hukuk Genel
Kurulu'nun 1.2.1969 günlü kararındaki esası benimsemiş ancak bunun yanında
mahkemece yapılacak işi de göstererek gerekçeli kararın duruşma tutanağına
yazılı kısa karara uygun olarak düzenlenip taraflara tebliğ edilmesi gereğine
değinmiştir.
Dördüncü Hukuk Dairesi'nin 28.4.1986 gün ve 3054/3674 sayılı kararında
gerekçeli kararın tefhim olunan kısa karara uygun olarak yazılmamış bulunması
bozma sebebi sayılmış ve aynen şu husus eklenmiştir: "Mahkemece yapılacak iş,
tefhim olunan kısa karara göre ve ona uygun olarak yazılacak gerekçeli
kararın taraflara tebliğ ve bu karara karşı kanun yoluna başvurulması halinde
dosyayı diğer temyiz itirazlarıyla birlikte incelenmek üzere Yargıtay'a
göndermekten ibarettir". Dördüncü Hukuk Dairesi'nin 24.12.1987 gün ve
7427/9508 sayılı kararı da aynı doğrultudadır.
Altıncı Hukuk Dairesi'nin 12.1.1962 gün ve 7638/149 sayılı kararında
"Mahkemenin son muhakeme celsesinde tarafların yüzlerine karşı tehfim ettiği
kararla sonradan yazdığı gerekçeli karar birbirine uymamaktadır. Halbuki
gerekçeli kararın kısa karara uygun şekilde yazılması iktiza eder"
gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.
Yedinci Hukuk Dairesi'nin 23.2.1976 gün ve 1732/2863 sayılı kararı Hukuk Genel
Kurulu'nun 1.2.1969 günlü kararı doğrultusundadır.
Sekizinci Hukuk Dairesi'nin 16.3.1987 gün ve 2760/2830 sayılı ve 20.2.1989
gün, 1425/1666 sayılı kararlarında kısa karara aykırı gerekçeli karar tesis
edilmesinin bozma sebebi oluşturacağına değinilmiştir.
Dokuzuncu Hukuk Dairesi'nin 21.11.1991 gün ve 10137/14580 sayılı kararında
"...kısa kararla gerekçeli karar farklıdır. Bu şekilde hüküm tesisi usul ve
yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir" denilmekle yetinilmiştir.
Onunucu Hukuk Dairesi'nin 18.11.1986 gün ve 5997/6166 sayı ve 9.3.1987 gün,
1239/1283 sayılı kararlarında tefhim olunan kararda davanın reddine;
gerekçeli kararda ise davanın kabulüne karar verilmesinin hükmün bozulmasını
gerektirebileceği de düşünülebilirse de denildikten sonra dava ekonomisi ve
uyuşmazlıkların en kısa yoldan ve en az masrafla çözümlenmesi ilkesi dikkate
alınarak hükmün sırf bu çelişki nedeniyle bozulmaması gerektiği esası
benimsenerek temyiz itirazları incelenerek işin esasına girilmiştir.
Onuncu Hukuk Dairesi'nin 5.5.1987 gün ve 1652/2732 sayılı kararında, kısa
kararda davanın kabulüne, gerekçeli kararda ise davalılardan biri hakkında
tamamen, diğeri hakkında ise kısmen redde karar verilmiş olan bir dosyada
temyiz üzerine bu yönden bir bozma yapılmadan gerekçeli karara itibar
olunarak işin esası yönünden temyiz incelemesi yapılarak sonuca gidilmiştir.
Onuncu Hukuk Dairesi'nin 2311.1987 gün ve 6250/6369 sayılı kararında kısa
kararla gerekçeli karar arasında açık çelişki bulunması bozma sebebi
sayılarak mahkemece kısa karara uygun gerekçeli karar yazılmak üzere hüküm
bozulmuştur.
Onuncu Hukuk Dairesi'nin 3.10.1988 gün ve 6327/5279 sayılı kararında,
mahkemece yapılacak işleme değinilmeksizin "kısa kararla gerekçeli karar
arasında çelişki bulunması usule ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir"
denilmekle yetinilmiştir.
Onbirinci Hukuk Dairesi'nin 27.1.1992 gün ve 5193/334 sayılı kararında,
"H.U.M.K.na göre asıl karar kısa karar olup, mahkemece gerekçeli olan kararın
kısa karara uygun olarak yazılması gerekir. Mahkemece, kısa kararda
davalılardan (A) aleyhine karar verildiği halde, gerekçeli kararda diğer
davalı aleyhine karar verildiği ve (A) hakkında ise yetkisizlik kararı
verildiği anlaşılmaktadır. Kısa kararla gerekçeli kararın farklı olması
önemli bir usul yanlışlığıdır. Bu itibarla mahkemece gerekçeli kararın kısa
karara uygun olarak yazılması gerekirken bu yönün gözden kaçırılması doğru
görülmemiş ve hükmün sadece bu yönden bozulması gerekmiştir" denilmiştir.
Onikinci Hukuk Dairesi 18.9.1989 gün ve 1327/1760 sayılı kararda, "Gerekçeli
kararın kısa karara uyması zorunludur" gerekçesiyle bozma yapılmıştır.
Onikinci Hukuk Dairesi'nin 16.10.1991 gün ve 9963/10620 sayılı kararında,
"Gerekçeli kararla kısa karar arasında çelişki vardır. Asıl olan kısa
karardır. Gerekçeli karar kısa karara uygun olmak gerekir. Kısa karara uygun
gerekçeli karar yazılmak üzere merci kararı bozulmalıdır" görüşü
benimsenmiştir.
Onüçüncü Hukuk Dairesi'nin 3.4.1975 gün ve 3110/2150 sayılı kararında,
"Anayasa'nın koyduğu yargılamanın aleniyet kuralı ve HUMK.nun 382- nci
maddesi gereği olarak kararların alanen tefhim edilmesi gerekir. Kısa kararla
gerekçeli kararda belirtilen kararın başka nitelikte olması aleniyet kuralına
aykırı düşer ki bu da mahkemelere olan güveni sarsar. Davanın tamamen reddine
karar verildikten sonra bundan dönülerek davanın kabulüne aksettiren bir ilam
düzenlenemez. İlamın tefhim edilen karara uygun olarak düzenlenmesi
zorunludur. Bu yön kamu düzeni ile ilgili olduğundan mahkemenin davanın
reddine karar verildikten sonra bundan dönüp davanın kabulü şeklinde ilam
düzenlemesi açıklanan ilkelere aykırı olup bozma nedenidir" görüşüne yer
verilmiştir.
Onbeşinci Hukuk Dairesi'nin 4.10.1990 gün ve 660/3842 sayılı kararında, kısa
kararla gerekçeli karar arasında çelişikliğe değinildikten sonra "... geçerli
bulunan kısa karar doğrultusunda hüküm kurulmak üzere karar bozulmalıdır"
denilmiştir.
Onsekizinci Hukuk Dairesi'nin 11.2.1992 gün ve 139/408 sayılı kararında,
"Yargıtay'ın yerleşmiş uygulamalarına göre tefhim edilen karar esas olup
gerekçeli karar tefhim edilen bu kısa karara aykırı olamaz. Bu husus kamu
düzeni ile yakından ilgili olup mahkeme kararlarına duyulan güvenin
gereğidir. Bu durumda mahkemece yapılacak iş, yeniden duruşma açarak kısa
karara uygun gerekçeli kararı yazıp taraflara tebliğinden ibarettir"
denilerek karar bozulmuştur.
Birinci Hukuk Dairesi'nin 24.2.1964 gün, 952/1008 sayılı, Sekizinci Hukuk
Dairesi'nin 20.2.1989 gün ve 1425/1666 sayılı ve 20.2.1975 gün, 4228/1057
sayılı; Onüçüncü Hukuk Dairesi'nin 13.9.1973 gün, 135/138 sayılı kararlarında
ise kısa karar - gerekçeli karar çelişikliğine ilişkin bozma yanında diğer
yönlerden de bozma yapılmıştır.
Birinci Başkanlık Kurulu'nun 17.10.1991 gün ve 51 sayılı kararında içtihadı
birleştirmenin konusu hakkında herhangi bir açıklamada bulunulmamış; sadece
kararlar arasında aykırılık olduğuna değinilmekle yetinilmiştir. Burada usul
yönünden öncelikle şu hususun açkılanmasında yarar görülmüştür; Kural olarak
içtihadı birleştirme kurulları ve Birinci Başkanlık Kurulu kendilerine
yetkililerce başvurulmadan re'sen içtihadı birleştirme kurumunu harekete
geçiremezler. Yasada öngörülenlerce bu konuda başvuru gerekir. Ancak,
kararların kapsamında kalmak kaydıyla aralarında aykırılık bulunan hukuki
konuları belirleme ve özetleme yetkisini içtihadı birleştirme kurulu haiz
olup bu konuda raportör üyenin özetlemesi dahi kurulu bağlamaz.
O halde, yukarıda özetlenen kararlar arasında aykırılık doğuran noktalar
öncelikle belirlenmelidir.
Aykırılık, evvela kısa kararla gerekçeli kararın çelişik olmasının bir bozma
sebebi oluşturup oluşturmadığı noktasında belirmektedir. Kararlardan bir
kısmında bu aykırılığın bozma sebebi oluşturacağı kabul edilmişken diğer
bazılarında bozma sebebi oluşturmayacağı esası benimsenmiştir. Bu yöndeki
uyuşmazlık çok uzun yıllar boyu devam etmiş ve etmektedir. Herhangi bir
nedenle kısa kararda benimsenen sonucu, gerekçeli kararı yazarken vicdanına
ve hukuki görüşüne uygun bulmayan hakim gerekçeli kararında kısa kararla
çelişen bir sonucu benimseme yoluna gitmektedir. Bu kararlarda, az önce
açıklanan aykırılık durumu ile sıkı sıkıya bağlı bir uyuşmazlık sebebi daha
meydana çıkmaktadır. Bozma görüşünü benimseyen Yargıtay kararları kısa kararı
esas almakta ve bozmadan sonra yapılacak işleme de bozma kararında açıkça yer
vermekte ve "mahkemece yapılacak iş kısa karara uygun gerekçeli kararı
yazarak taraflara tebliğ etmekten ibarettir" demektedir. Diğer bazı
kararlarda ise mahkemece yapılacak işlem hakkında herhangi bir açıklamaya yer
verilmediği görülmektedir. Çelişikliği bozma sebebi saymayan kararlarda ise
(gerekçeli karar) esas alınarak işin esası incelenmektedir. Diğer bazı
kararlarda ise çelişiklik bozma sebebi sayılmakla beraber işin esası da
incelenerek bu yönden de bir karar tesis edilmektedir. Bu iki sorunun
uygulamada birbiri ile sıkı sıkıya bağlı oluşu, içtihadı birleştirme konusu
belirlenirken her ikisinin birlikte ele alınması zorunluluğunu doğurmaktadır.
Öyleki uygulamada ve öğretide sorun özetlenirken kısa kararla gerekçeli
kararın çelişik olması bozma sebebi sayılır mı, sayılmaz mı sorunu; kısa
karar mı, gerekçeli karar mı esastır sorunu ile adeta özdeşleştirilmektedir.
Bu itibarla konuyu iki yönü ile birlikte ele alma zorunluluğunun kabulü
gerekli görülmüştür. Aksi halde ihtilaf sürüp gidecek tatbiki hiçbir yarar
sağlanmayacaktır. Böylece çelişiklik bozma nedeni sayıldığı takdirde,
bozmadan sonra önceki kısa kararın aksi doğrultuda bir kısa karar oluşturulup
oluşturulamayacağının da içtihadı birleştirmenin kapsamında düşünülmesi
benimsenmiştir. Kaldıki içhitadı birleştirme ilke kararlarına göre İçtihadı
Birleştirme Kurulları içtihadı birleştirmeye esas tutulan kararlarda beliren
görüşler dışında, raportör üyece dokunulmayan üçüncü bir çözüm yolunu da her
zaman benimseme yetkisini haizdir.
İşin esasına gelince: T.C Anayasası yargılamanın aleniyeti ilkesini
benimsemiştir. Bunun anlamı yargılama açık olacak, yargılamanın sonunda
mahkemece verilen karar da açıkça belirtilecektir. Sonradan yazılan gerekçeli
kararın da bu kısa karara uygun olması gerekir. Aksi halde yargılamanın
aleniyeti ilkesi zedelenmiş ve mahkeme kararlarına güven sarsılmış olacaktır.
Bu hukuki esasın doğal sonucu gerekçeli karar kısa karara uygun değilse
kararın bozulması icabedecektir. Bu görüş üzerinde oybirliği hasıl olmuştur.
Karar bozulduktan sonra acaba hakim evvelce verdiği kısa karara uygun
gerekçeli karar yazma zorunda mıdır; yoksa önceki kısa kararını değiştirip bu
değişikliğe uygun bir gerekçeli karar da yazabilir mi? Yukarıda bozma sebebi
esası benimsenirken gerekçeli kararın kısa karara uygun olma zorunluluğu,
yargılamanın aleniyeti ve mahkeme kararlarına güven ilkesinin doğal bir
sonucu olarak kabul edilmiştir. Bozma kararından sonra hakim taraflara
tebligat ile yeniden oturum açacaktır. Başka bir anlatımla hakimin, işten el
çektikten sonra davayı yeniden ele alamaması engeli Yargıtay bozma kararı ile
kalkmış olacaktır. Hakimi önceki kısa kararla bağlı tutmak onu vicdani
kanaatiyle bağdaşmaz bir karar vermeye zorlama sonucu doğuracaktır. Hakimin
vicdani kanaatine göre karar vermesi de Anayasal bir esastır. O halde hakim
bozmadan sonra vicdani kanaatine uygun olmayan önceki kısa kararını
değiştirebilmelidir; ancak bu kısa karara uygun gerekçeli karar yazma
zorunluluğunun da kabulü gerekir. Başka bir anlatımla hakim çelişikliği
ortadan kaldırırken önceki kısa kararla bağlı olmamalıdır.
Karşı görüşte olanlar, kısa kararın değiştirilebilip değiştirilemeyeceği
sorununun içtihadı birleştirme kapsamına girmediğini; çoğunluğun görüşünün
benimsenmesi ile hakimlere güvenin zedeleneceği; kısa kararla taraflar
yararına doğan usuli kazanılmış hak ilkesinin bozulacağını ileri
sürmüşlerdir. İçtihadı birleştirmenin konusuna ilişkin hususa yukarıda
yapılan usul yönünden açıklamalar nedeniyle çoğunluk katılmamıştır. Diğer
hususlara ise çoğunluk şu gerekçelerle katılmamıştır: Hakimin vicdani
kanaatine göre karar vermesi ona güveni daha fazla artıracaktır. Esasen
hakime güvensizilk düşüncesi esas alınarak içtihad oluşturulamaz. Çoğu zaman,
böyle bir çözüm yolunun benimsenmesi mahkemeleri adeta abesle iştigale
zorlama sonucu doğuracak ve dosyaların yararsız yere Yargıtay'la yerel
mahkeme arasında gidip gelmesine yol açacak bu da büyük ölçüde
uyuşmazlıkların çabuk ve ucuz çözümlenmesi ilkesini bozacaktır. Bunu şu
örneklerle kolaylıkla ortaya koymak mümkündür. İdari bir davanın kısa kararda
işin esasına girilerek davanın kabul edilmesi; gerekçeli kararda ise görev
yönünden reddi halinde karar çoğunluk ve azınlık görüşlerine göre çelişiklik
nedeniyle bozulacak, azınlık görüşüne göre bozmadan sonra hakim kısa karara
uygun olarak davanın esası yönünden kabulüne karar verecek ancak Yargıtay'ın
görevden ikinci bozmasından sonra davayı görev yönünden reddedebilecektir.
Çoğunluk görüşüne göre ise Yargıtay'ın çelişiklik nedeniyle ilk bozmasından
sonra önceki kısa kararla bağlı olmaksızın hakim çelişikliği gidererek davayı
görev yönünden reddedebilecektir.
Diğer bir örnek, hak düşürücü süreden reddi gereken bir davayı hakim esas
yönünden kısa kararda kabul edip, gerekçeli kararda hak düşürücü süreden
reddetmişse, çelişiklik nedeniyle Yargıtay bozmasından sonra azınlık görüşüne
göre önce davayı kısa karara uygun olarak gerekçeli kararda esas yönünden
kabul edecek, ancak Yargıtay'ın ikinci bozmasından sonra hak düşürücü süreden
reddedebilecektir; çoğunluk görüşüne göre ise çelişiklik nedeniyle ilk
bozmadan sonra hakim çelişikliği gidererek ikinci bozmayı beklemeden davayı
hak düşürücü süreden reddedebilecektir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Çağdaş
yargılama esasları bakımından bu şekilciliği savunmaya olanak bulunmamıştır.
Hakimin yanlışını gördüğünde temel usul kurallarını ihlal etmeden dönmesi bir
fazilettir. Ona saygıyı da bu davranış arttırır.
Usuli kazanılmış hak kuralının ihlal edildiği görüşüne gelince;
Usul kuralları gereği şu husus özellikle belirtilmelidir ki hakim, yargılamayı
bitirerek kısa kararını vermesiyle işten elini çekmiş olur ve karar
Yargıtay'ca bozulmadıkça hakim davayı yeniden ele alarak göremez. Ne varki
bizatihi bu kısa karar, hiçbir taraf yararına usuli kazanılmış hak doğurmaz.
Eğer karşı görüşte olanların ileri sürdükleri gibi usuli kazanılmış hak
doğsaydı bu karara Yargıtay dahi dokunamazdı. Zira, usuli kazanılmış hak
yerel mahkemeleri bağladığı gibi Yargıtay'ı da bağlar. Kararlara karşı usuli
kazanılmış hak ancak tarafların temyiz yoluna başvurmamaları ile doğabilir.
Bu durum ise ancak Yargıtay ve yerel mahkemelerce olayların özelliklerine
göre değerlendirilebilecek bir husus olup genel bir kurala bağlanamaz. Bütün
bu sebeplerle kısa kararla gerekçeli kararın çelişik olmasının mutlak bir
bozma sebebi oluşturacağı ve bozmadan sonra hakimin önceki kısa kararla bağlı
olmaksızın çelişikliği kaldırmak kaydıyla vicdani kanaatine göre karar
verebileceği yolunda içtihatların birleştirilmesi uygun bulunmuştur.
S o n u ç : 1) Kısa kararla gerekçeli kararın çelişik bulunmasının bozma
nedeni oluşturacağına; 2) Bozmadan sonra yerel mahkemenin önceki kısa kararla
bağlı olmaksızın çelişikliği kaldırmak kaydiyle vicdani kanaatine göre karar
verebileceğine İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nca 10.4.1992 gününde
yapılan ilk toplantıda Esas: 1991/7, Karar: 1992/4 sayı ile 1. bentte
oybirliği, 2. bentte üçte ikiyi geçen çoğunlukla karar verildi.
KARŞI OY
I- USUL VE YÖNTEM BAKIMINDAN
İçtihatların Birleştirilmesi konusu, sayın raportör üyenin raporunda
belirtilmiş olduğu üzere, "tefhim edilen kısa karar ile daha sonra kaleme
alınıp tebliğ edilen gerekçeli karar arasında farklılık bulunması ve kararın
temyiz edilmesi halinde sırf bu aykırılığın, temyiz incelemesinde esasa
girilmeden, bozma sebebi yapılıp yapılmayacağı"dır.
Bu konudaki görüşler iki ana noktada toplanmakta olup bir görüşe göre, açık
duruşma sonunda tefhim edilen karara uygun gerekçeli karar yazılması, mahkeme
kararlarına duyulması gereken genel saygı ve güven gereği, kamu düzeni ile
ilgili olduğu, kararın (gerekçeli kararın) sırf bu nedenle ve tefhim edilen
karara uygun gerekçeli karar yazılıp yeniden taraflara tebliğ edilmek üzere
bozulmalıdır. İkinci görüş ise, bu aykırılık halinde dahi temyiz
incelemesinin esastan yapılabileceği ve gerekçeli kararın sırf bu uyumsuzluk
nedeniyle bozulamayacağı şeklindedir.
İçtihat aykırılıkları bu noktalarda toplanmış, sayın raportörün raporu bu
konuyu ve buna ilişkin görüşleri dikkate alarak düzenlemiş, genel kuruldaki
görüşmeler bu hususlar üzerinde cereyan ederek tamamlanmış, yukarda sözü
edilen birinci görüş doğrultusunda genel kurulda oy birliğine varan bir
kanaat belirlenmiş iken sayın birinci başkan "bu doğrultuda (gerekçeli
kararın tefhim edilen kısa kararı uygun yazılması için) Yargıtay'ca yapılan
bir bozma üzerine mahkemenin bozulan gerekçeli karara uygun bir kısa karar;
ya da kısa karara uygun bir gerekçeli karar yazmakta serbest olup olmadığı"
konusunu oylamaya koymuştur. Görülüyorki oylamaya konulan husus tevhidi
içtihadın konusunun tamamen dışındadır.
Bu tutum ve müzakereler ile oylamanın böyle bir mecraya sokulması Yargıtay
Kanununun 45 inci maddesi ile Yargıtay Başkanlar Kurulunun 19.6.1975 günlü
"İçtihatların Birleştirilmesi İlke Kararı"na aykırıdır. Çünkü oylama konusu
yapılan husus, Birinci Başkanlık Kurulu'nda incelenmemiş, bu hususta raportör
tarafından bir rapor düzenlenmemiş ve bu konuda ilke kararında olduğu üzere
usulüne uygun bir müzakere zemini oluşturulmamıştır. Yargıtay Kanununun 45
inci maddesinin son fıkrasına göre İçtihadı Birleştirme Kurulunun, İçtihadı
Birleştirmeye konu genel kurulun veya dairelerin kararlarındaki gerekçe ve
görüşlere bağlı olmaksızın sorunu başka bir görüşle bağlayabilir ise de,
İçtihatları Birleştirme konusu edilen konudan başka bir konuyu karara
bağlayamaz. İçtihatları Birleştirme konusu, tefhim edilen kısa karar aykırı
olan bir gerekçeli kararın esasa girişilmeden önce sırf bu nedenle bozulup
bozulmayacağı konusunda iken, böyle bir bozma kararı üzerine, bozmaya uyan
mahkemenin dilerse gerekçeli karara uygun kısa karar; dilerse kısa karar
uygun gerekçeli karar verip veremiyeceğine ilişkin bir oylama yapılamaz. Bu
konularda bir içtihad aykırılığı dahi ortaya konulmamış iken "İçtihatların
Birleştirilmesi" görüntüsü altında bu nitelikte bir kural vaaz etmek
yanlıştır, yasalarımıza aykırıdır. Bu suretle verilmiş bir genel kurul
kararın Yargıtay Kanununun 45 inci maddeisinin 5. fıkrasındaki bağlayıcı
niteliği herzaman tartışma konusu edilebilecek ve uygulamada tereddütlere yol
açacaktır.
II- ESAS YÖNÜNDEN
Tehfim edilen kısa karara aykırılık nedeniyle Yargıtay'ca verilen bozma ilamı,
gerekçeli karara yönelik, onu bozan, bir karar olduğu açıktır. Bozma nedeni
ve gerekçesi ise, tefhim edilen kısa karara aykırı olmasıdır. Bozmanın
dayanağı başka herşeyin (temyiz sebepleri dahil) dışında ve üstünde tefhim
edilen kısa karar ve bunun içerdiği olgular ve yargısal saptamalardır.
Gerekçeli karar, bunlara aykırı olduğu için bozulmuştur. İçtihatları
Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun sayın birinci başkan tarafından ifade
edildiği üzere oy birliği ile kabul ettiği husus budur. Bu konuda Hukuk Genel
Kurulu'nun bir kararına (tevhid-i içtihat müzakerelerinde dikkate
alınmamıştır) dayanılarak Yargıtay bozmasının her iki kararı da (gerekçeli
karar ve kısa karar) kapsadığı ileri sürülerek belli bir sonuca varılmak
istenmiş ise de, bu konuda da tartışma açılmamış, raportör üyenin raporunda
dahi bu konulara değinilmemiştir. O halde bozma, tefhim edilen kısa karara
uygun gerekçeli karar yazılması konusunda olup, her iki karar arasındaki
çelişkinin giderilmesini içermemektedir. Büyük genel kurulca oybirliği ile
kabul edildiği bildirilen İçtihatların Birleştirilmesi kararı budur. Buna
rağmen, mahkemenin dilediği takdirde değişik bir kısa karar verip taraflara
tehfim edebileceğini (gerekçeli karara uygun hale getirmek için) ve bu
suretle Yargıtay bozmasının dayanağı hukuki sebebi bertaraf edebileceğini
kabul eden bir görüşü, ne usul hukukumuzdaki temyiz incelemesi ve bozmasının
esasları ne de usuli kazanılmış hak ilkesi ile bağdaştırmak mümkündür.
İçtihatların Birleştirilmesi müzakelerin sonunda kabul gören görüş, tefhim
edilen karara aykırı gerekçeli kararın, temyiz incelemesinin esasına
girilmeksizin sırf bu aykırılık nedeniyle bozulması gerektiğine ilişkindir.
Müzakereler sırasında ve sonunda sayın birinci başkanın müdahalesine kadar
Yargıtay bozmasının her iki kararıda ortadan kaldırdığına dair bir görüş
ileri sürülmemiş ve tartışılmamıştır. Büyük genel kurulca kabul edilen bu
görüşün dayanakları, kamu düzeni ve bununla iniltili olarak usulen kazanılmış
hak ilkesinin korunmasıdır.
Gerçekten Yargıtay'ın birçok kararında ısrarla vurgulanmış olduğu üzere,
yazılıp tebliğ edilen kararın daha önce duruşma tefhim edilmiş bulunan karara
uygun olmaması, HUMK. 382. maddesinde ifadesini bulan, alenen tefhim ilkesine
aykırı olduğu gibi bu ilkenin uygulanmasından kaynaklanan mahkemelere
duyulması gereken güveni de sarsıcı sonuç doğurur. Böyle bir mahkeme kararı
Yargıtay'ca bu nedenle bozulur. Bozma nedeni bu olunca, değiştirilmesi
gereken kararın tefhim edilen karar değil, buna aykırı olarak yazılan
gerekçeli karar olması gerektiği sonucuna varılmalıdır. Çünkü, Yargıtay bir
dava sonucunda iki çelişik karar verilmiş olduğu için bozma yapmadı; biri
(gerekçeli karar) diğerine (tehfim edilen kısa karar) aykırı olduğu için
bozma yaptı. Bozmanın gereği hukuken ve mantıken, kısa karar uygun karar
yazmakla yerine getirilir. Mahkemeye, kısa kararı, gerekçeli karara uygun
hale getirme seçeneğinin tanınması, bozmanın mantığıyla bağdaşmaz ve bozmanın
dayanağı olan alenen tefhim ve kamu düzeni esaslarına ters düşer. Yargıtay
bozmasının geneldeki dayanağı, HUMK.nun 382. maddesinde yer alan "alenen
tefhim" ilkesinin gereğidir.
Bu ilkeye muhalefet, HUMK.nun 428. maddesinin son fıkrasında belirtilmiş
olduğu üzere mahkemenin yargılama usulü yasası ile kendisine verilen görevde
hata etmiş olması ve bu hatanın sonuçta verilen hükmü değiştirir nitelikte
bulunması ile gerçekleşmiştir. O halde bu bozma, esas itibariyle HUMK.nun
430. maddesinde sözü edilen kuralın uygulanmasını gerektirir. Bu durumda
tefhim edilen kısa karara aykırı olan gerekçeli karar, bozma nedeniyle
geçersizdir. Geçersizlik, kısa kararın açık duruşmada tefhiminden sonraki
işlemlere yönelik olup bundan önceki işlemleri ve dolayısı ile tefhim edilen
kararı kapsamaz. Yasa gereği geçersiz olan gerekçeli karara, kısa karar
değiştirilip ona uygun hale getirilmekle hayatiyet verilmesi "bozma" kavramı,
sonuçları ve gerekleri ile bağdaşmaz.
Diğer taraftan, tefhim edilen kısa karara uygun olmadığı için bozulan
gerekçeli karara, bozmaya rağmen geçerlilik olanağı verilmesi, usulen
kazanılmış hak ilkesine de aykırıdır. Bu aşamada, bir hususu tekrar etmekte
yarar vardır. Bozulan karar gerekçeli karardır. Bozma nedeni, tefhim edilen
kısa karara aykırı oluşudur. O halde kısa karar geçerliğini korumaktadır.
Bozma kararı onu şamil değildir. Aksine, bozmanın dayanığıdır. O halde
gerekçeli kararı temyiz etmekle bozulmasını sağlayan tarafın, kısa kararla
öngörülen veya hüküm altına alınan hususlarda bozmayla kazandığı bazı hakları
vardır. Bozma ilamına uyulmakla bu haklar teyid edilmiştir ve bu suretle
usulen kazanmış olduğu hakların korunması lazımdır. Davası kısa kararda kabul
edildiği halde gerekçeli kararda reddedilen davacı, gerekçeli kararı
bozdurmakla (bozma nedeni, kısa karara aykırı olması) lehine verilen kararın
gerekçeye bağlanmasını ve bu suretle yazılacak ve taraflara tebliğ edilecek
kararın geçerli olmasını sağlamış olacaktır. Bu sonucu Yargıtay bozma
ilamıyla sağlamıştır. Bu aşamada bozma üzerine ve bozmaya uyulduğu halde
mahkemeye bozulan gerekçeli karara (örneğimizde red kararı) uygun bir kısa
karar tefhim etme olanağı ve seçeneği verilmesi, onun bozma ile elde ettiği
kazanılmış haklarını bertaraf edecektir.
Görülüyorki, bir taraftan tefhim edilen kısa karara uymayan gerekçeli kararın
yazılamayacağını, bunun bozma nedeni olacağını kabul ederken, diğer taraftan
böyle bir bozma kararı üzerine, bozmaya uyan mahkemenin dilerse bozulan
gerekçeli kararın uygun bir kısa karar yazmakta serbest olacağını içtihad
etmek, genel mantık kurallarına ve "bozma" kavramına ters düştüğü gibi usul
hukuku kuralları ile de bağdaşmaz. Bütün bu nedenlerle, İçtihadların
Birleştirilmesi konusunun bu konudaki Yargıtay Kanununun 45. maddesine uygun
olarak Birinci Başkanlık Kurulu'nca alınan kararlar kapsamında "tefhim edilen
kararla tebliğ edilen gerekçeli karar arasında farklılık bulunması halinde
sırf bu aykırılığın, temyiz incelemesinde esasa girilmeden bozma sebebi
yapılıp yapılmayacağı" ile sınırlı tutulup içtihadların "esasa girilmeden
bozulmalıdır" yolunda birleştirilmesine karar verilmesi ile yetinilmesi
gerektiği görüşüyle ve yukarıdaki nedenlerle çoğunluk kararına karşıyım.
Sait REZAKİ
Onsekizinci Hukuk Dairesi
Başkanı
MUHALEFET ŞERHİ
I- Usul Yönünden
Tarafımdan raportör üyeliği yapılmış bulunan içtihatları birleştirmenin konusu
şu şekilde tesbit edilmişti: "Usulüne uygun biçimde tefhim olunan ve
zabıtnameye geçirilen kısa kararla (HUMK. 381/II, 489/II), sonra kaleme
alınan gerekçeli karar (HUMK. 388/I-4, II) aralarında farklılık bulunması ve
kararın temyiz edilmesi halinde sırf bu aykırılığın temyiz incelemesinde
esasa girilmeden -hukuk usulü yönünden- bozma sebebi yapılıp yapılmayacağı".
Hatta bu özet, müzakelerenin başlangıcında, büyük genel kurulda, toplantı
sayın başkanınca şu şekilde vurgulanmıştır: "Usulüne uygun kısa karar var,
fakat gerekçeli karar buna aykırı".
Ne var ki daha sonra, müzakerelerin ilerlediği bir sırada, gene toplantı sayın
başkanınca, Hukuk Genel Kurulu'nun 10.2.1988 - 987/2-520; 988/89 tarih ve
sayılı kararında benimsenen görüş açıklanarak "kısa ve gerekçeli karar
aralarındaki aykırılık esasa girilmeden bozma sebebi yapıldığı ve bozmaya
uyulduğu taktirde mahkemenin ilk tefhiminden ayrılarak başka bir tefhimde
bulunmasının mümkün olup olamayacağı" şeklinde konu genişletilmiş, sonuçta
bozmanın tefhime aykırı gerekçeli kararla birlikte tefhim olunan kısa kararı
da ortadan kaldırdığı, hakimin serbest kaldığı, bozmadan sonra artık başka
bir kısa karar da tefhim edebileceği şeklinde oylama sonuçlanmıştır.
"Bozmadan sonra hakim serbesttir, ilk hükümden ayrı bir hüküm de tefhim
edebilir" veya "serbest değildir, ilk tefhimi değiştiremez, ancak ona uygun
bir gerekçeli karar yazabilir" şeklinde yapılan oylama öncelikle içtihadı
birleştirmenin konusu dışındadır. Bu konu ne içtihatları birleştirme
taleplerinde, ne Daire'lerden alınan görüşlerde, ne Birinci Başkanlık Kurulu
kararında, ne de raporda yer almadığı gibi özellikle bu konuda içtihat
aykırılığı da tesbit edilmemiştir. Ancak toplantıda ortaya getirilen ve başka
içtihatlarla aykırılığı ileri bile sürülmeyen henüz gelişmemiş bir tek Hukuk
Genel Kurulu içtihadının "birleştirme" haline getirilmesi mümkün değildir,
çünkü öncelikle içtihatlar arasında "aykırılık" ön şartı yoktur. Esasen bu
konuda içtihatların birleştirilmesi yoluna gidilip gidilmeyeceği bile
oylanmamıştır. Oylanan; tefhim olunan kısa kararla kaleme alınan gerekçeli
karar aralarında farklılık bulunması halinde bunun esasa girilmeden bozma
sebebi teşkil edip etmeyeceğidir ve tesbit edilen de 10. Hukuk Dairesi'nin
gerek kendi, gerekse Hukuk Genel Kurulu ve diğer Hukuk Daireleri içtihatları
arasında içtihat aykırılığı bulunduğudur. O halde büyük genel kurulun
toplanması sebebi olan konu dışına çıkılarak aykırılığı tesbit edilmeyen bir
tek başka içtihat (HGK) birleştirilmiştir? Bu, konu dışında kaldığı için
"yeni görüş" şeklinde de değerlendirilemez ve ele alınamaz (bkz. İçtihatların
Birleştirilmesi İlke Kararı, m. 10).
Kaldı ki, toplantıda ortaya getirilen ve "birleştirilen" Hukuk Genel
Kurulu'nun 10.2.1988 - 987/2-520; 988/89 tarih ve sayılı içtihadı maddi hata
konusuna ilişkin olup davanın kabulü tefhim olunduktan sonra gerekçeli
kararda dava reddedilmiş, Daire'ce bozulması üzerine de zabıt katibince
duruşma tutanağına hataen davanın kabulü yazıldığı belirtilerek maddi hatanın
düzeltilmesi amacıyla bozmaya uyulduğu belirtildikten sonra bu defa red
tefhim olunmuş, tekrar bozulduğunda da ısrar kararı Hukuk Genel Kurulu'nda
ikinci görüşmede oyçokluğuyla onanmıştır.
Görüldüğü gibi Hukuk Genel Kurulu'nun yukarıdaki içtihadında tefhime aykırı
zapta geçme maddi hatasına dayanılmıştır. Esasen maddi hata usuli müktesep
hakkın istisnalarındandır ve bir taraf lehine kazanılmış hak doğurmaz. Eldeki
içtihatları birleştirmenin konusunda ise böyle bir maddi hata söz konusu
edilmemiştir. Bu durumda konu dışına çıkılarak ve yukarıda sözü geçen Hukuk
Genel Kurulu içtihadından esinlenerek, tefhim ile gerekçeli karar ayrılığının
esasa girilmeden bozma sebebi yapılması halinde bozmaya uyan mahkemenin bu
defa ilk tefhimi de ortadan kaldırmakta serbest olduğu ve ilk tefhimi
değiştirebileceği sonucuna varmamak gerekir idi.
II- Esas Yönünden
İlmi ve kazai içtihatlarda ortaya konulan görüşler, tefhim olunan kısa karar
hüküm fıkrası niteliğine uygun ise bu tefhimle hükmün hukuki varlık kazandığı
noktasında yoğunlaşmaktadır. Özetlenirse "Henüz gerekçeli karar yazılmamış
olsa bile tefhim edilmekle hüküm ortaya çıkmış, doğmuş ve bir varlık
kazanmıştır. Gerekçeli kararın da tefhim edilen nihai karara uygun biçimde
kaleme alınması gerekir. Anayasa'nın 141 inci maddesi duruşmaların aleniyeti
kuralını getirmiştir. Bunun sonucu olarak da kararların alenen tefhimi
gerekir. Aslolan işte bu alenen tefhim olunan kısa karardır. Aslından ayrılan
gerekçeli karar kamu düzenine aykırıdır ve mahkemelere olan güveni sarsar.
Tutanağa geçirilip tefhim edilen ilk karar geçerlidir. Sonradan yazılan
gerekçeli kararın kısa karara aykırı olması temyiz ve esasa girilmeden bozma
sebebidir; tavzih yolu ile de giderilemez. Bu durumda mahkemece yapılacak iş
kısa karara uygun olarak düzenlenecek gerekçeli kararı taraflara tebliğ
etmek, bu karara karşı kanun yollarına başvurulması halinde gereğini
yapmaktan ibarettir" (Bkz., Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Ank., 1980,
C. II, s. 2034 vd.; Ank., 1982, C. III, s. 2328 vd.; Saim Üstündağ, Medeni
Yargılama Hukuku, İst., 1989, s. 652 vd.). Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nda
da benzer hükümler sevkedilmiştir (CMUK. 253/I, 266/I, II; 268/I...).
Bu bakımdan kısa karara aykırı ve esasen tefhim edilmeyen gerekçeli karar
yazılmamış gibidir. Kararın hangi hususları kapsayacağı HUMK.nun 388.
maddesinde sayılmıştır. Kısa karar bu unsurları kapsayamayacağına göre sırf
kısa karar üzerinde de inceleme yapılamaz. O halde temyiz mahkemesine kısa
karara uygun ve HUMK.nun 388. maddesindeki unsurları kapsayan karar
gönderilmelidir ki temyiz incelemesi yapılsın. Bu yok ise, incelenecek karar
da olmadığına göre işin esasına girilmeden kısa karara aykırı gerekçeli karar
bozulmakta, inceleme tekrar bu defa ilk kısa karara uygun olarak yazılıp
tekrar temyiz halinde gönderilecek gerekçeli karar üzerinde yapılmaktadır ki
doğru olan budur. Bu şekilde çelişkili karar kaleme alınması halinde, işten
elini çekmiş hakimin apayrı bir karar yazmış sayılması gerektiği, buna ise
yetkisinin bulunmadığı belirtilmektedir (Y. 8. HD., 16.3.1987 -
987/2760-2830). Dikkat edilirse, 10. HD.'nin bazı kararları dışında, hemen
bütün Daire'ler usulüne uygun olarak tefhim edilmiş kısa karara uygun olmayan
gerekçeli kararı bozmuşlar, işin esasına girmemişler ve fakat böylece tefhim
olunan kısa kararı inceleme dışında ve ayakta tutmuşlardır (misal: HGK.,
1.2.1969-776/74; HGK., 30.9.1970-847/464; 1. HD., 11.2.1988-11944/1415; 2.
HD., 27.5.1988-4192/5642; 3. HD., 29.6.1987-6882/7249; 4. HD.,
28.4.1986-3054/3674; 4. HD., 24.12.1987-7427/9508 burada açıkça tefhime
aykırı gerekçeli kararın bozulduğu vurgulanmıştır; 6. HD.,
12.1.1962-7638/149; 7. HD., 23.2.1976-1732/2863; 8. HD., 20.2.1989-1425/1666;
9. HD., 21.11.1991-10137/14580; 10. HD., 23.11.1987-6250/6369; 10. HD.,
3.10.1988-6327/5279; 11. HD., 27.1.1992-5193/334; 12. HD.,
14.1.1985-10738/50; 13. HD., 3.4.1975-3110/2150; 15. HD., 4.10.1990-660/3842;
15. HD., 25.11.1991-2214/5652; 15. HD., 24.2.1992-4536/808; 17. HD.,
11.2.1992-785/411; 18. HD., 11.2.1992-139/408; ... ...). Yani, usulüne uygun
olarak tefhim edilen ve zapta geçirilen kısa karar bozmanın şumulü haricinde
tutulmuştur.
Hatta bu husus, içtihatları birleştirme talebinin hazırlık safhasında bazı
Daire sayın başkanlarının yazılı cevaplarında da açıkca ifade olunmuştur:
"...kısa karara aykırı şekilde yazılmış gerekçeli kararın esasa girilmeden
sırf bu çelişki nedeniyle bozulması gerektiği... 1. HD. Bşk. Z. Özdil - ...
gerekçeli kararın duruşmanın sonuçlanması üzerine tefhim edilip tutanağa
geçirilen kısa karara aykırı olamayacağı... 3. HD. Bşk. N. A. Aysoy - ...
yargılamaya son veren kısa karar ile gerekçeli kararın biribirine aykırı
olması, başlı başına bozma sebebidir ve esasa girilmeden sırf bu çelişki
nedeniyle hükmün bozulması gereklidir... 7. HD. Bşk. C. Sonbay - ...işin
esasına girilmeden nazara alınması gerektiği... 8. HD. Bşk. S. Özdemir -
...işin esasına girilmeden kararın bozulması9. HD. Bşk. E. Çubukçu - ...işin
esasına girilmeksizin Daire'mizce mahkemelerin gerekçeli kararları
bozulmaktadır... 11. HD. Bşk. N. Özkan - ...kısa karara uygun biçimde
gerekçeli karar yazılmak üzere kararın bozulması gerektiği... 12. HD. Bşk. K.
G. Yelço - ...hüküm fıkrası niteliğindeki kısa karar tefhim edilmekle hüküm
hukuksal yönden varlık kazanmış olmaktadır. Bu nedenle gerekçeli kararın kısa
karara uygun olması gerekir... 13. HD. Bşk. A. S. Dura - ...mahkemece tefhim
edilen kısa kararla tebliğ edilen gekekçeli karar arasında çelişki bulunması
halinde işin esasını inceleme gereği bulunmadan bozma nedeni kabul
edilmektedir... 17. HD. Bşk. H. Karadoğan - ...asıl karar tehfim edilen karar
olduğu için gerekçeli kararın kısa karara uygun olması zorunlu
görülmüştürmünhasıran kısa karara uygun gerekçeli karar yazılmak ve taraflara
tebliğ edilmek üzere mahkeme kararının bozulmasına ilişkin olmalıdır... 18.
HD. Bşk. S. Rezaki - ...asıl olan kısa karardır zira tefhim olunan kısa karar
davanın özünü ve kesin sonucunu ifade eder gerekçeli kararda buna ters bir
yol izlenmesi kararın değiştirilmesi anlamına gelir ve bu olgu yasaya
aykırıdır bu sebeple kısa kararın esas alınması buna göre gerekçeli kararın
yazılması zorunludur... 20 HD. Bşk. F. Atbaşoğlu "Bütün bu görüşlerde
belirtilen "...gerekçeli kararın bozulması, gerekçeli kararın kısa karara
aykırı olamayacağı, işin esasına girilmeden nazara alınması, kısa karara
uygun gerekçeli karar yazılmak üzere bozulması, gerekçeli kararın kısa karara
uygun olması, kısa kararın esas alınması..." gibi ifadeler bozma ile kısa
karara aykırı gerekçeli kararın ortadan kaldırıldığını, usulüne uygun biçimde
tefhim edilen kısa kararın bozma kapsamı dışında tutulduğunu ve lehine olan
taraf için kazanılmış hak meydana getirdiğini belirtmektedirler.
Esasen bozma kararlarında ve görüşlerde geçen "işin esasına girilmeden"
ifadesi bu hususu işaret için kullanılmaktadır. Zaten, yukarıda da
belirtildiği gibi, tefhim olunan kısa karar HUMK. 388'in tüm unsurlarını
mühtevi bulunmadığından temyizen incelenmesi de mümkün değildir ve
incelenemeyen kısa kararın bozma şümulünde olduğu da söylenemez. Ne zaman ki
tefhime uygun gerekçeli karar yazılırsa tefhim olunan kısa karar bu uygunluk
halinde incelenecektir. Aksi halde Yargıtay, sadece kısa karara aykırı olan
"gerekçeli kararı'" bozar (Baki Kuru, age., C. II, s. 2034). Bozulan "kısa
karar" değildir. Mahkemece bozmaya uyulmakla da kısa karar lehine olan taraf
için kazanılmış hak ihlal edilemez.
Bu durumda bozmaya uyan mahkemece, bozmanın şumulü haricinde tutulmuş ilk
tefhimin tekrarlanması, müktesep hakkın ihlal edilmemesi ve bu tefhime uygun
gerekçeli kararın yazılması gerekir. Yoksa, çoğunluk kararında benimsendiği
gibi; esasa girilmeden, tefhime aykırı gerekçeli karara münhasır kalarak
yapılan bozmanın usulüne uygun tefhimi de ortadan kaldırdığı farz edilerek
hakimin apayrı bir tefhimde serbest kaldığının benimsenmesi -bazı istisnalar
dışında- müktesep hakları ihlal mahiyetinde ve amme intizamına aykırı olur.
Dosyanın Yargıtay ile mahalli mahkeme arasında gidip gelmesini önlemek için
bunun pratik çare şeklinde görülmesi de korunması gereken hukuki temel
müesseselerin önemi yanında geçerli bir gerekçe değildir.
Sonuç olarak; bozmanın usulüne uygun kısa kararı ortadan kaldırmadığı, esasa
girilmeden yapılan usulden bozma sebebiyle bu aşamada kısa kararın lehine
olan taraf için kazanılmış hak meydana getirdiği mahkemece bozmaya uyulduğu
taktirde ilk tefhim tekrarlanarak ona uygun gerekçeli kararın yazılması
gerektiği, çünkü bozmanın tehfime aykırı gerekçeli kararı ortadan kaldırdığı,
tefhim ile gerekçeli karar arasında uygunluk bulunmadığı için bunun bir tek
karar gibi görülerek bozmanın tefhimi de kaldırdığı gibi bir görüşün
benimsenemeyeceği, o halde hakimin ilkinden ayrılarak başka bir kısa karar
tefhim edemeyeceği, ancak tefhim ile gerekçeli karar uygunluğunun bulunması
halinde işin temyizen esasından incelenebileceği ve şartları varsa kararın o
zaman bütünü ile bozulabileceği, şimdiden ilk tefhimin mahkemece
değiştirilemeyeceği görüşüyle çoğunluk kararına muhalifim.
Hakkı S. TERZİBAŞOĞLU
Raportör Üye
(11. Hukuk Dairesi)
|