Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


T.C
Y A R G I T A Y
Ceza Genel Kurulu

	E.	1991/5-340
	K.	1991/367
	T.	23.12.1991

*  MEMURLARIN YARGILANMASI
*  DURMA KARARI

ÖZET : Yargılama birliğine aykırı olması bir yana, C. Savcısının dava açma
 tekeline ayrıcalık oluştursa da 4 Şubat 1329 tarihli Memurin Muhakematı
 Hakkında Kanun-u Muvakkat (MMHK) yürürlüktedir. Bu yasaya göre memur olan
 failin 3628 sayılı Yasa ile getirilen ayrıcalık dışında görevinden dolayı
 veya görev sırasında, bir başka deyimle görev suçu işlemesi halinde MMHK
 hükümleri uyarınca kovuşturma yapılması zorunludur.

Bu durumda 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde sınırlı biçimde sayılı suçlar
 nedeniyle, C. Savcısı tarafından doğrudan doğruya açılan davalarda yapılan
 soruşturma sonucunda suç niteliğinin değişmesi halinde, gündeme gelen suç
 MMHK.na göre kovuşturulması gereken suçlardan ise, mahkemece CMUK.nun 253/4.
 maddesi uyarınca durma kararı verilerek gereği yapılmak üzere dosya MMHK.
 uyarınca görevli idare kuruluna gönderilmelidir.

(1412 s. CMUK. m. 253/4)  (3628 s. RYMK. m. 17)

İrtikap suçundan sanık Süleyman'ın eyleminden görevi kötüye kullanmak suçunu
 oluşturduğunu kabul eden (Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi)nce sanığın TCY.nın
 240/2, 59/2; 647 sayılı Yasanın 4. maddesi gereğince de iki ay 15 gün süre
 ile memuriyetten geçici olarak yoksun bırakılmasına ilişkin, 24.10.1990 gün
 ve 101-182 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine,
 dosyayı inceleyen Yargıtay Beşinci Ceza Dairesi'nce, 8.5.1991 gün ve
 1146-2405 sayı ile;

(Sanığa yükletilen suçun duruşmada ortaya çıkan niteliğine göre yargılamaya
 devam edilebilmesi MMHK.na göre merciinden alınacak lüzumu muhakeme kararına
 bağlı olduğu gözetilerek CYUY.nın 253. maddesi gereğince yargılamanın
 durmasına karar verilmesi gerekirken duruşmaya devamla yazılı şekilde karar
 verilmesi) isabetsizliğinden bozulmuş,

Yerel Mahkeme ise, 10.7.1991 gün ve 115-117 sayı ile; (4 Mayıs 1990 tarihinde
 yürürlüğe giren 3628 sayılı Yasanın 23. maddesine göre irtikap, rüşvet,
 ihtilas, zimmet, görev sırasında kaçakçılık resmi açık artırma ve eksiltme ve
 alım satıma fesat karıştırmak, Devletin Dış Politikasına ait gizli belgeleri
 veya şifreleri açıklamak veya açıklanmasına neden olmak ve bu suçlara
 katılmaktan sanık olan memurlar hakkında MMHK. hükümlerinin uygulanamayacağı
 hükme bağlanmıştır.

Bu duruma göre, hazırlık soruşturması sırasında sanığın eylemi irtikap olarak
 değerlendirilmiş ve 3628 sayılı Yasa hükümlerine uygun olarak dava
 açılmıştır.

Yapılan yargılama sonucunda, devlet memuru olan sanığın maddi ve manevi cebir
 kullanmadan, memuriyet sıfatını kötüye kullanarak, ameliyat sonrası
 şikakyetçiden para almaktan ibaret eylemi görevi kötüye kullanmak olarak
 değerlendirilmiştir.

Bu durumda, değişen suç vasfına göre durma kararı verilerek MMHK. hükümlerinin
 uygulanması olanaklı değildir. Biçimindeki açıklamalarla önceki hükümde
 direnmiştir.

Bu hüküm de, sanık müdafii tarafından süresinde temyiz edildiğinden dosya,
 Yargıtay C. Başsavcılığı'nın "Bozma" istekli 5.12.1991 gün ve 4174 sayılı
 tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle; Ceza Genel Kurulu'nca
 okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

İncelenen dosyaya göre;

Trabzon Numune Hastanesi'nde 657 sayılı Devlet Memurları Yasasına bağlı ve
 Devlet Memuru olarak Beyin Cerrahi görevini yürüten sanık, şikayetçinin
 kızının acilen hastaneye götürülmesi üzerine, onun ameliyatını
 gerçekleştirmiş, bilahare kızını ziyarete gelen şikayetçiden bu ameliyat
 nedeniyle 750.000 lira isteyerek, kabule göre bu parayı aldıktan sonra
 görevli polis memurlarınca yakalanmıştır.

Hazırlık soruşturması sırasında C. Savcılığı irtikap suçunun oluştuğu
 iddiasıyla doğrudan doğruya iddianame ile sanık hakkında kamu davası açmış,
 Yerel Mahkeme ise yaptığı yargılama sonucunda eylemin görevi kötüye kullanmak
 suçunu oluşturduğunu benimseyerek TCY.nın 240. maddesi uyarınca mahkumiyet
 hükmü kurmuştur. Özel Daire ise, kabule göre, MMHK. hükümleri uygulanmak
 üzere durma kararı verilmesi gerektiğini kabul etmektedir.

Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, 3628 sayılı Yasanın 17.
 maddesinde açıklanan suçların memur tarafından işlenildiği iddasıyla doğrudan
 doğruya C. Savcısı tarafından açılan davalarda yapılan yargılama sonucunda
 suç vasfının değişmesi halinde MMHK. hükümleri uyarınca bir karar verilmesi
 için mahkemece durma kararı verilmesi gerekip gerekmediği hususundadır.

Soruna ışık tutabilmek bakımından 4 Mayıs 1990 tarihinden önceki dönemde
 yürürlükte bulunan 1609 sayılı Yasa uyarınca yapılan uygulamaya göz atmak
 gerekir. Şöyle ki, 1609 sayılı Yasanın yürürlükte bulunduğu dönemde,
 "İrtikap, rüşvet, zimmete para geçirme, gerek doğrudan doğruya ve gerek
 memuriyet görevini kötüye kullanmak suretiyle kaçakçılık, resmi ihale ve alım
 satımlara fesat karıştırmak ve Devletin dışişlerine ait gizli belgeleri veya
 şifreleri açıklamak veya açıklanmasına sebebiyet vermek ve bu suçlara
 katılmaktan" sanık olan memurlar hakkında MMHK. uygulanmıyor, ancak, bu
 suçların memur sanıkları hakkında Vali veya ilgili Bakan'ın İZNİ gerekiyordu.
 İzni alan C. Savcısı yukarda açıklanan suçlar nedeniyle iddianame
 düzenleyerek dava açtıktan sonra yapılan yargılama sırasında görevli mahkeme,
 suç vasfının değiştiğini ve eylemin bu suçlar dışındaki bir suçu
 oluşturduğunu kabul ederse, izin İl veya İlçe İdare Kurulu ya da Danıştay
 İkinci Dairesi kararı yerine geçtiğinden MMHK. uyarınca işlem yapılmasına
 gerek görülmeden, değişen suç vasfına göre davanın sonuçlandırılması
 gerektiği benimseniyordu.

Ancak, 4 Mayıs 1990 tarihinde yürürlüğe giren 3628 sayılı Yasanın 23. maddesi
 ile 1609 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılarak bu yasada yazılı suçlar ile
 bazı suçlardan dolayı soruşturma usulü yeniden düzenlenmiştir.

Buna göre; 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde, "Bu yasada yazılı suçlarla,
 irtikap, rüşvet, intilas, zimmete para geçirme, görev sırasında veya
 görevinden dolayı kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma,
 Devlet sırlarının açıklanması veya açıklanmasına sebebiyet verme suçlarından
 veya bu suçlara iştirak etmekten sanık olanlar hakkında MMHK. hükümlerinin
 uygulanmayacağı hüküm altına alınmıştır.

Yasanın 19. maddesinde ise; "C. Savcısı 17. maddede yazılı suçların
 işlendiğini öğrendiğinde sanıklar hakkında doğrudan doğruya ve bizzat
 soruşturmaya başlamakla beraber durumu, atamaya yetkili amirine veya Yasanın
 8. maddesinde gösterilen mercilere bildirir" hükmüne yer verilmiştir.

O halde, yukarda açıklanan hükümlere göre; 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde
 sınırlı biçimde sayılan suçlar hakkında MMHK. hükümlerinin uygulanmayacağı
 kuşkusuzdur. C. Savcısı bu tür bir suçun işlendiğini öğrenir öğrenmez
 doğrudan doğruya iddianame ile dava açmak durumundadır.

Ancak, yargılama birliğine aykırı olması bir yana, C. Savcısının dava açma
 tekeline ayrıcalık oluştursa da, 4 Şubat 1329 tarihli MMHK. yürürlüktedir. Bu
 Yasaya göre memur olan failin 3628 sayılı Yasa ile getirilen ayrıcalık
 dışında görevinden dolayı veya görev sırasında, bir başka deyimle görev suçu
 işlemesi halinde MMHK. hükümleri uyarınca kovuşturma yapılması zorunludur.

Bu durumda 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde sınırlı biçimde sayılı suçlar
 nedeniyle, C. Savcısı tarafından doğrudan doğruya açılan davalarda yapılan
 soruşturma sonucunda suç niteliğinin değişmesi halinde, gündeme gelen suç
 MMHK.na göre kovuşturulması gereken suçlardan ise, Mahkemece, CYUY.nın 253/4.
 maddesi uyarınca durma kararı verilerek, gereği yapılmak üzere dosya MMHK.
 uyarınca görevli idare kuruluna gönderilmelidir.

Bu tür uygulama, memurların yargılanma usulünü düzenleyen ve halen yürürlükte
 bulunan MMHK. hükümlerinin doğal sonucudur. Zira, MMHK. memurun görevi
 bakımından bir çeşit güvencedir. Böylece kamu görevinin daha iyi işleyeceği
 düşünülmektedir. Zira, memurlar görevleri sırasında, sık sık isnat ve
 iftiralara uğrayabilirler. Görevliye ilgili olarak üzerinde suç isnat edilen
 memurun hemen adliyeye gönderilmesi, hem memurları tedirgin eder ve hem de
 kamu görevinin aksamasına neden olur. Bu nedenle memurlar hakkındaki
 iddiaların öncelikle, kamu görevinin gereklerini ve memurluk psikolojisini
 bilen bir kurulun süzgecinden geçirilmesi kamu görevinin yararınadır.
 Nitekim, TBMM. Üyeleri, Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu Üyeleri, Yüksek
 Mahkemeler Başkan ve Üyeleri ilh... hakklarında da paralel düzenlemeler
 ilgili yasalarında yer almaktadır.

Kaldı ki 3628 sayılı Yasanın 19. maddesi; MMHK. hükümleri uyarınca
 kovuşturulmayacakları 17. maddede belirtilen suçlar bakımından durumun,
 memuru atamaya yetkili amirine veya 8. maddede sayılan mercilere
 bildirileceğini öngörmekle, idareyle memur arasındaki bağlantının korunması
 gerektiğini vurgulamıştır.

Bu görüşün aksini benimsemek MMHK.nun uygulanma alanını tamamen daraltabilir.
 Şöyle ki; memuru tedirgin etmek amacıyla haklarında 3628 sayılı Yasanın 17.
 maddesinde sayılan suçların oluşabileceği tarzında şikayetlerde bulunularak
 veya C. Savcıları MMHK.na tabi suçların 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde
 öngörülen suç biçiminde değerlendirerek, MMHK.nu uygulama dışı bırakabilirler
 ki, bu durum mevcut hukuk düzenine aykırı sonuçlar doğurur.

Bu itibarla, direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

* Üyelerden V. Savaş; (Memurlar, görevlerinden doğan veya görevlerinin yerine
 getirilmesi sırasında suç işlemeleri halinde kural olarak, Osmanlı
 İmparatorluğu zamanında çıkarılmış ve hala yürürlükte bulunan 4 Şubat 1329
 tarihli Memurin Muhakematı Hakkında Kanuna göre muhakeme edilirler.

Özellikle devlet idaresi aleyhindeki suçlarla mücadelede MMHK.nun zaman zaman
 olumsuz sonuçlara neden olduğunun görülmesi üzerine, söz konusu Kanunun
 uygulama alanının daraltılmasına çalışılmış, bu amaçla 1609 sayılı Kanun
 çıkarılmıştır -Bahri ÖZTÜRK, Ceza Muhakemeleri Kanununu değiştiren 206 sayılı
 Kanunun Memurların Muhakemesine Etkileri-. Gerçekten, anılan Kanunun 1.
 maddesinde "İrtikaptan, rüşvet alıp vermekten, ihtilas ve zimmete para
 geçirmekten, gerek doğrudan doğruya ve gerek memuriyet görevini kötüye
 kullanmak suretiyle kaçakçılıktan ve resmi açık eksiltme ve artırmalara ve
 alım satıma fesat karıştırmaktan ve devletin dış politikasına ait gizli
 evrakı veya şifreleri açıklamak veya açıklanmasına neden olmaktan ve bu
 suçlara katılmaktan sanık olanlar hakkında Memurin Muhakematı Kanunu
 uygulanmaz" denilmek suretiyle, önemli bazı suçlar hakkında idarenin muhakeme
 yapması kabul edilmemiştir. Bu Kanuna göre, Bakan veya Vali ceza davasının
 açılması için izin verirse Savcı ceza davası açabilecektir.

1609 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılmadan önce, olayımızda olduğu gibi, 1609
 sayılı Yasanın kapsamında olduğu düşünülerek Vali veya ilgili Bakandan izin
 alınarak, irtikap, rüşvet alıp vermek veya zimmete para geçirmek gibi
 suçlardan iddianame düzenlenerek kamu davası açıldıktan sonra, eylemin görevi
 kötüye kullanmak niteliğinde olduğu anlaşılırsa, Yerel Mahkemenin yapacağı
 işlem ne idi? Ceza Genel Kurulu'nun uyum gösteren ve oybirliği ile verdiği
 bazı kararlar konuya ışık tutacak niteliktedir. Mesela, 30.3.1987 gün ve
 577/166 sayılı kararda "irtikap suçundan hakkında kamu davası açılan sanık
 hakkında, son soruşturma aşamasında davaya bakan mahkemece, İl İdare Kurulunu
 suç niteliğini kabule zorlar biçiminde görevsizlik kararı verilmesi, 1609
 sayılı Yasanın amacına aykırı düşer. Belirlenecek suç niteliğine göre gereken
 kararın, kamu davasının açıldığı mahkemece verilmesi gerekir" denilmektedir.
 Ceza Genel Kurulu'nun 29.12.1986 gün, 442/652 sayılı kararı ve sonraki birçok
 kararı aynı mahiyettedir.

Gerçi 3628 sayılı Yasa ile, 1609 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılmışsa da;
 3628 sayılı Yasa, Ceza Genel Kurulu'nun yukarıda açıklanan ve yasaya uygun
 olan içtihatlarından ayrılmasını gerektirecek yeni bir unsur getirmemiştir.
 Şöyle ki: 
a- 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde, "Bu Kanunda yazılı suçlarla, irtikap,
 rüşvet, ihtilas ve zimmete para geçirme, görev sırasında veya görevinden
 dolayı kaçakçılık, resmi ihale ve alım ve satımlara fesat karıştırma, Devlet
 sırlarının açıklanması veya açıklanmasına sebebiyet verme suçlarından veya bu
 suçlara iştirak etmekten sanık olanlar hakkında Memurin Muhakematı Hakkında
 Kanunu Muvakkat hükümleri uygulanmaz" hükmüne yer verilmek suretiyle yasa
 koyucu, tıpkı 1609 sayılı Yasada olduğu gibi, 17. maddede yazılı suçların
 sanıklarını MMHK.na tabi tutmak istemediğini açıkça belirtmiştir.

b- "İl İdare Kurulunun suç niteliğini kabule zorlar biçimde görevsizlik kararı
 verilmesinin yasanın amacına ters düşeceği" yolundaki önceki Ceza Genel
 Kurulu Kararlarındaki gerekçe, 3628 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden
 sonra da geçerliliğini korumaktadır.

c- 3628 sayılı Yasanın 19. maddesinde "C. Savcısı 17. maddede yazılı suçların
 işlendiğini öğrendiğinde sanıklar hakkında doğrudan doğruya ve bizzat
 soruşturmaya başlamakla beraber durumu atamaya yetkili amirine veya 8.
 maddede sayılan mercilere bildirir" hükmüne yer verilmek suretiyle, söz
 konusu suçları işleyenler hakkında C. Savcısının soruşturma yapma yetkisi
 genişletilmiş, 1609 sayılı Yasada olduğu gibi, Vali veya Bakandan izin
 alınmadan kamu davası açılabilme imkanı sağlanmıştır.

Genel Kuruldaki müzakereler sırasında üyelerden bazılarının belirttiği gibi
 "C. Savcısınca soruşturmaya başlandığının memurun amirine veya 8. maddede
 sayılan mercilere bildirilmesi"ne ilişkin hüküm, soruşturmada memurlara
 teminat sağlanması için değil, aksine sözkonusu suçları işleyen sanıklar
 hakkında disiplin soruşturması yapılması ve gerekiyorsa işten el
 çektirilmesini sağlamak için yasaya konulmuştur.

Ceza Genel Kurulu bu kararıyla, 1609 sayılı Yasanın bile memura tanımadığı bir
 teminatı, 1609 sayılı Yasayı yürürlükten kaldırmakla birlikte, bu kanunda
 yazılı suçları işleyen sanıkları daha kolay ve teminatsız bir soruşturma
 usulüne tabi tutan 3628 sayılı Yasayı esas alarak memura tanımış olmaktadır
 ki, bizce bunun mantıki bir açıklamasını yapmak imkansızdır.

d- Anayasa Mahkemesi'nin 14.11.1967 gün ve 14/36 sayılı Kararında belirtildiği
 gibi "Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanun, memurlara bir zümre veya sınıf
 olarak imtiyaz tanımakta değildir. Kanunun sağladığı, bir çeşit teminattır.
 Bu da kamu hizmetinin iyi işlemesi için düşünülmüş, düzenlenmiştir. Memur,
 gördüğü hizmet yüzünden sık sık isnat ve iftiraya uğrayabilir. Kendisine
 memuriyetiyle ilgili suç isnat edilen her memurun, hemen adliyeye
 sevkedilmesi, hem memurları tedirgin ederek hizmeti aksatır, hem de hizmetin
 yürütülüşü üzerinde birtakım haksız şüphelere yol açabilir. Bu çeşit
 iddiaların önce kamu hizmetinin gereklerini ve memurluk psikolojisini iyi
 bilen kimselerin süzgecinden geçirilmesi ve ortada kovuşturmaya değer bir
 eylem kalırsa, o zaman işin mahkemenin eline bırakılması, kamu hizmetinin
 yararına bir tedbirdir ve Kanunun sağladığı da budur" denilmektedir.

Olayımızda ise, sanık hakkında "irtikap" gibi yüzkızartıcı ve görevi kötüye
 kullanmak suçuna göre çok daha ağır cezai sonuçları olan bir suçtan kamu
 davası açılmış, sanığın devlet hizmetini yürütüşü üzerinde haklı şüpheler
 esasen doğmuştur. Bu şüphenin yenilmesi ve kamu davasının bir mahkeme
 kararıyla sonuca bağlanmasında kamu yararı bulunmaktadır.

Ceza Genel Kurulu'nun Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun çıkarılış amacına
 ve Anayasa Mahkemesi'nin anılan Kararında açıklanan ilkelere ters düşecek
 sonuçlar doğuracak şekilde yorum yapması isabetli olmamıştır.

e- Ceza davasının konusu, fertlerin hayatlarından alınan belli bir kesitin,
 ceza hukuku ve ceza yargılaması hukuku bakımından değerlendirilmesidir. Ancak
 bu değerlendirme yapılırken, buna bir sınır çizilmesi de zorunludur... Bu
 bakımdan ceza davasının konusu, iddianamede belirtilen maddi vakıalar
 karışımı ile sınırlandırılan insan davranışlarıdır. Bu sınırlar içinde hakim,
 araştırma ve tavsif etme yetkisine sahiptir -ERDENER YURTCAN, Ceza
 Yargılaması Hukuku, 2. Bası, 1986, s. 177-. İddianamede yazılı olan hukuki
 tavsiften mahkeme her zaman ayrılabilir -FARUK EREM, Ceza Yargılaması Hukuku,
 6. Bası, 1986, s. 223, 265-. Hukuki tavsifin değişmesi, bazen olayın
 sınırında ufak tefek değişiklik yapılmasını gerektirebilir. Bazı hallerde,
 dava açılırken belirtilmiş olan sınırın açılmasında zaruret vardır. Hakim bu
 sınırı ne kadar aşabilecektir? Hukuki tavsif ile hakimi bağlamak doğru
 olmayacağına göre, hukuki tavsifin değişmesinin gerektirdiği nisbette sınır
 değişikliği kabul edilmelidir, elverir ki yepyeni bir olay durumu hasıl
 olmasın ve değişiklik dolayısıyla sanık müdafaasını yapabilecek hale
 getirilsin -N. KUNTER, Ceza Mahkemesi Hukuku, 8. Bası, s. 259, 260-.

Olayımızda, Trabzon C. Başsavcılığı'nın 10.5.1990 gün ve 61 sayılı
 iddianemesiyle, sanık doktor hakkında müştekinin kızı Ayla'nın düşerek
 başından ağır şekilde yaralanması üzerine, müşteki babası tarafından Numune
 Hastahanesi'ne getirilip, sanığın görevli olduğu beyin cerrahisi kısmında
 ameliyat edildiği, ameliyattan sonra kızının durumunu soran müştekiye
 hitaben: Durumu şimdi iyi, ancak kötüye gidebilir. Biz bu işi dışarıda üç
 miylona yapıyoruz. Devlet Hastahanesinde yapıldığı için senden 750 bin lira
 istiyorum diyerek, müştekiyi kendisine haksız yere para vermeye icbar
 etmiştir..." gerekçesiyle, suç "Cebri irtikap" olarak nitelendirilerek ve
 TCK.nun 209/1-son, 227/2. maddelerinin uygulanması istemiyle kamu davası
 açılmıştır.

Gerek "İrtikap" ve gerekse "Görevi kötüye kullanmak", Türk Ceza Kanununun
 "Devlet İdaresi Aleyhine İşlenen Cürümler" başlıklı Üçüncü Babında yer
 almıştır ve "İrtikap" suçunu bir memurun "Memuriyet sıfatını veya
 memuriyetine ait görevi kötüye kullanmadan" işlemesi mümkün değildir. Başka
 bir deyişle "irtikap suçu", "Görevi kötüye kullanmak" suçunun TCK.nun 209.
 maddesinde açıklandığı şekilde işlenmesiyle oluşur.

Tüm bu hususları gözönünde tutarak ve usulüne uygun şekilde açılan bir kamu
 davasında, sanığın iddianamede yazılı TEK olan eylemine ilişkin olarak, suç
 yörüngesinde "manevi cebir iddiasının kesin kanıtlanamadığı" gerekçesiyle,
 eylemi görevi kötüye kullanmak şeklinde nitelendirerek, ek savunmasını da
 aldıktan sonra, yazılı şekilde mahkumiyetine karar veren Yerel Mahkemenin
 uygulamasında yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır) biçimindeki
 açıklamalarla, Yerel Mahkeme hükmünün Özel Dairece esastan incelenmesi
 gerektiği yolunda oy kullanmıştır.

S o n u ç : Açıklanan nedenlerle, sanık müdafiinin temyiz itirazları ile
 tebliğnamedeki düşünce bu itibarla yerinde görüldüğünden direnme hükmünün
 (BOZULMASINA), 23.12.1991 gününde 2/3'ü aşan oyçokluğuyla karar verildi.


    
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini