 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C
Y A R G I T A Y
Ceza Genel Kurulu
E. 1991/5-340
K. 1991/367
T. 23.12.1991
* MEMURLARIN YARGILANMASI
* DURMA KARARI
ÖZET : Yargılama birliğine aykırı olması bir yana, C. Savcısının dava açma
tekeline ayrıcalık oluştursa da 4 Şubat 1329 tarihli Memurin Muhakematı
Hakkında Kanun-u Muvakkat (MMHK) yürürlüktedir. Bu yasaya göre memur olan
failin 3628 sayılı Yasa ile getirilen ayrıcalık dışında görevinden dolayı
veya görev sırasında, bir başka deyimle görev suçu işlemesi halinde MMHK
hükümleri uyarınca kovuşturma yapılması zorunludur.
Bu durumda 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde sınırlı biçimde sayılı suçlar
nedeniyle, C. Savcısı tarafından doğrudan doğruya açılan davalarda yapılan
soruşturma sonucunda suç niteliğinin değişmesi halinde, gündeme gelen suç
MMHK.na göre kovuşturulması gereken suçlardan ise, mahkemece CMUK.nun 253/4.
maddesi uyarınca durma kararı verilerek gereği yapılmak üzere dosya MMHK.
uyarınca görevli idare kuruluna gönderilmelidir.
(1412 s. CMUK. m. 253/4) (3628 s. RYMK. m. 17)
İrtikap suçundan sanık Süleyman'ın eyleminden görevi kötüye kullanmak suçunu
oluşturduğunu kabul eden (Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi)nce sanığın TCY.nın
240/2, 59/2; 647 sayılı Yasanın 4. maddesi gereğince de iki ay 15 gün süre
ile memuriyetten geçici olarak yoksun bırakılmasına ilişkin, 24.10.1990 gün
ve 101-182 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine,
dosyayı inceleyen Yargıtay Beşinci Ceza Dairesi'nce, 8.5.1991 gün ve
1146-2405 sayı ile;
(Sanığa yükletilen suçun duruşmada ortaya çıkan niteliğine göre yargılamaya
devam edilebilmesi MMHK.na göre merciinden alınacak lüzumu muhakeme kararına
bağlı olduğu gözetilerek CYUY.nın 253. maddesi gereğince yargılamanın
durmasına karar verilmesi gerekirken duruşmaya devamla yazılı şekilde karar
verilmesi) isabetsizliğinden bozulmuş,
Yerel Mahkeme ise, 10.7.1991 gün ve 115-117 sayı ile; (4 Mayıs 1990 tarihinde
yürürlüğe giren 3628 sayılı Yasanın 23. maddesine göre irtikap, rüşvet,
ihtilas, zimmet, görev sırasında kaçakçılık resmi açık artırma ve eksiltme ve
alım satıma fesat karıştırmak, Devletin Dış Politikasına ait gizli belgeleri
veya şifreleri açıklamak veya açıklanmasına neden olmak ve bu suçlara
katılmaktan sanık olan memurlar hakkında MMHK. hükümlerinin uygulanamayacağı
hükme bağlanmıştır.
Bu duruma göre, hazırlık soruşturması sırasında sanığın eylemi irtikap olarak
değerlendirilmiş ve 3628 sayılı Yasa hükümlerine uygun olarak dava
açılmıştır.
Yapılan yargılama sonucunda, devlet memuru olan sanığın maddi ve manevi cebir
kullanmadan, memuriyet sıfatını kötüye kullanarak, ameliyat sonrası
şikakyetçiden para almaktan ibaret eylemi görevi kötüye kullanmak olarak
değerlendirilmiştir.
Bu durumda, değişen suç vasfına göre durma kararı verilerek MMHK. hükümlerinin
uygulanması olanaklı değildir. Biçimindeki açıklamalarla önceki hükümde
direnmiştir.
Bu hüküm de, sanık müdafii tarafından süresinde temyiz edildiğinden dosya,
Yargıtay C. Başsavcılığı'nın "Bozma" istekli 5.12.1991 gün ve 4174 sayılı
tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle; Ceza Genel Kurulu'nca
okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
İncelenen dosyaya göre;
Trabzon Numune Hastanesi'nde 657 sayılı Devlet Memurları Yasasına bağlı ve
Devlet Memuru olarak Beyin Cerrahi görevini yürüten sanık, şikayetçinin
kızının acilen hastaneye götürülmesi üzerine, onun ameliyatını
gerçekleştirmiş, bilahare kızını ziyarete gelen şikayetçiden bu ameliyat
nedeniyle 750.000 lira isteyerek, kabule göre bu parayı aldıktan sonra
görevli polis memurlarınca yakalanmıştır.
Hazırlık soruşturması sırasında C. Savcılığı irtikap suçunun oluştuğu
iddiasıyla doğrudan doğruya iddianame ile sanık hakkında kamu davası açmış,
Yerel Mahkeme ise yaptığı yargılama sonucunda eylemin görevi kötüye kullanmak
suçunu oluşturduğunu benimseyerek TCY.nın 240. maddesi uyarınca mahkumiyet
hükmü kurmuştur. Özel Daire ise, kabule göre, MMHK. hükümleri uygulanmak
üzere durma kararı verilmesi gerektiğini kabul etmektedir.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, 3628 sayılı Yasanın 17.
maddesinde açıklanan suçların memur tarafından işlenildiği iddasıyla doğrudan
doğruya C. Savcısı tarafından açılan davalarda yapılan yargılama sonucunda
suç vasfının değişmesi halinde MMHK. hükümleri uyarınca bir karar verilmesi
için mahkemece durma kararı verilmesi gerekip gerekmediği hususundadır.
Soruna ışık tutabilmek bakımından 4 Mayıs 1990 tarihinden önceki dönemde
yürürlükte bulunan 1609 sayılı Yasa uyarınca yapılan uygulamaya göz atmak
gerekir. Şöyle ki, 1609 sayılı Yasanın yürürlükte bulunduğu dönemde,
"İrtikap, rüşvet, zimmete para geçirme, gerek doğrudan doğruya ve gerek
memuriyet görevini kötüye kullanmak suretiyle kaçakçılık, resmi ihale ve alım
satımlara fesat karıştırmak ve Devletin dışişlerine ait gizli belgeleri veya
şifreleri açıklamak veya açıklanmasına sebebiyet vermek ve bu suçlara
katılmaktan" sanık olan memurlar hakkında MMHK. uygulanmıyor, ancak, bu
suçların memur sanıkları hakkında Vali veya ilgili Bakan'ın İZNİ gerekiyordu.
İzni alan C. Savcısı yukarda açıklanan suçlar nedeniyle iddianame
düzenleyerek dava açtıktan sonra yapılan yargılama sırasında görevli mahkeme,
suç vasfının değiştiğini ve eylemin bu suçlar dışındaki bir suçu
oluşturduğunu kabul ederse, izin İl veya İlçe İdare Kurulu ya da Danıştay
İkinci Dairesi kararı yerine geçtiğinden MMHK. uyarınca işlem yapılmasına
gerek görülmeden, değişen suç vasfına göre davanın sonuçlandırılması
gerektiği benimseniyordu.
Ancak, 4 Mayıs 1990 tarihinde yürürlüğe giren 3628 sayılı Yasanın 23. maddesi
ile 1609 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılarak bu yasada yazılı suçlar ile
bazı suçlardan dolayı soruşturma usulü yeniden düzenlenmiştir.
Buna göre; 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde, "Bu yasada yazılı suçlarla,
irtikap, rüşvet, intilas, zimmete para geçirme, görev sırasında veya
görevinden dolayı kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma,
Devlet sırlarının açıklanması veya açıklanmasına sebebiyet verme suçlarından
veya bu suçlara iştirak etmekten sanık olanlar hakkında MMHK. hükümlerinin
uygulanmayacağı hüküm altına alınmıştır.
Yasanın 19. maddesinde ise; "C. Savcısı 17. maddede yazılı suçların
işlendiğini öğrendiğinde sanıklar hakkında doğrudan doğruya ve bizzat
soruşturmaya başlamakla beraber durumu, atamaya yetkili amirine veya Yasanın
8. maddesinde gösterilen mercilere bildirir" hükmüne yer verilmiştir.
O halde, yukarda açıklanan hükümlere göre; 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde
sınırlı biçimde sayılan suçlar hakkında MMHK. hükümlerinin uygulanmayacağı
kuşkusuzdur. C. Savcısı bu tür bir suçun işlendiğini öğrenir öğrenmez
doğrudan doğruya iddianame ile dava açmak durumundadır.
Ancak, yargılama birliğine aykırı olması bir yana, C. Savcısının dava açma
tekeline ayrıcalık oluştursa da, 4 Şubat 1329 tarihli MMHK. yürürlüktedir. Bu
Yasaya göre memur olan failin 3628 sayılı Yasa ile getirilen ayrıcalık
dışında görevinden dolayı veya görev sırasında, bir başka deyimle görev suçu
işlemesi halinde MMHK. hükümleri uyarınca kovuşturma yapılması zorunludur.
Bu durumda 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde sınırlı biçimde sayılı suçlar
nedeniyle, C. Savcısı tarafından doğrudan doğruya açılan davalarda yapılan
soruşturma sonucunda suç niteliğinin değişmesi halinde, gündeme gelen suç
MMHK.na göre kovuşturulması gereken suçlardan ise, Mahkemece, CYUY.nın 253/4.
maddesi uyarınca durma kararı verilerek, gereği yapılmak üzere dosya MMHK.
uyarınca görevli idare kuruluna gönderilmelidir.
Bu tür uygulama, memurların yargılanma usulünü düzenleyen ve halen yürürlükte
bulunan MMHK. hükümlerinin doğal sonucudur. Zira, MMHK. memurun görevi
bakımından bir çeşit güvencedir. Böylece kamu görevinin daha iyi işleyeceği
düşünülmektedir. Zira, memurlar görevleri sırasında, sık sık isnat ve
iftiralara uğrayabilirler. Görevliye ilgili olarak üzerinde suç isnat edilen
memurun hemen adliyeye gönderilmesi, hem memurları tedirgin eder ve hem de
kamu görevinin aksamasına neden olur. Bu nedenle memurlar hakkındaki
iddiaların öncelikle, kamu görevinin gereklerini ve memurluk psikolojisini
bilen bir kurulun süzgecinden geçirilmesi kamu görevinin yararınadır.
Nitekim, TBMM. Üyeleri, Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu Üyeleri, Yüksek
Mahkemeler Başkan ve Üyeleri ilh... hakklarında da paralel düzenlemeler
ilgili yasalarında yer almaktadır.
Kaldı ki 3628 sayılı Yasanın 19. maddesi; MMHK. hükümleri uyarınca
kovuşturulmayacakları 17. maddede belirtilen suçlar bakımından durumun,
memuru atamaya yetkili amirine veya 8. maddede sayılan mercilere
bildirileceğini öngörmekle, idareyle memur arasındaki bağlantının korunması
gerektiğini vurgulamıştır.
Bu görüşün aksini benimsemek MMHK.nun uygulanma alanını tamamen daraltabilir.
Şöyle ki; memuru tedirgin etmek amacıyla haklarında 3628 sayılı Yasanın 17.
maddesinde sayılan suçların oluşabileceği tarzında şikayetlerde bulunularak
veya C. Savcıları MMHK.na tabi suçların 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde
öngörülen suç biçiminde değerlendirerek, MMHK.nu uygulama dışı bırakabilirler
ki, bu durum mevcut hukuk düzenine aykırı sonuçlar doğurur.
Bu itibarla, direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
* Üyelerden V. Savaş; (Memurlar, görevlerinden doğan veya görevlerinin yerine
getirilmesi sırasında suç işlemeleri halinde kural olarak, Osmanlı
İmparatorluğu zamanında çıkarılmış ve hala yürürlükte bulunan 4 Şubat 1329
tarihli Memurin Muhakematı Hakkında Kanuna göre muhakeme edilirler.
Özellikle devlet idaresi aleyhindeki suçlarla mücadelede MMHK.nun zaman zaman
olumsuz sonuçlara neden olduğunun görülmesi üzerine, söz konusu Kanunun
uygulama alanının daraltılmasına çalışılmış, bu amaçla 1609 sayılı Kanun
çıkarılmıştır -Bahri ÖZTÜRK, Ceza Muhakemeleri Kanununu değiştiren 206 sayılı
Kanunun Memurların Muhakemesine Etkileri-. Gerçekten, anılan Kanunun 1.
maddesinde "İrtikaptan, rüşvet alıp vermekten, ihtilas ve zimmete para
geçirmekten, gerek doğrudan doğruya ve gerek memuriyet görevini kötüye
kullanmak suretiyle kaçakçılıktan ve resmi açık eksiltme ve artırmalara ve
alım satıma fesat karıştırmaktan ve devletin dış politikasına ait gizli
evrakı veya şifreleri açıklamak veya açıklanmasına neden olmaktan ve bu
suçlara katılmaktan sanık olanlar hakkında Memurin Muhakematı Kanunu
uygulanmaz" denilmek suretiyle, önemli bazı suçlar hakkında idarenin muhakeme
yapması kabul edilmemiştir. Bu Kanuna göre, Bakan veya Vali ceza davasının
açılması için izin verirse Savcı ceza davası açabilecektir.
1609 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılmadan önce, olayımızda olduğu gibi, 1609
sayılı Yasanın kapsamında olduğu düşünülerek Vali veya ilgili Bakandan izin
alınarak, irtikap, rüşvet alıp vermek veya zimmete para geçirmek gibi
suçlardan iddianame düzenlenerek kamu davası açıldıktan sonra, eylemin görevi
kötüye kullanmak niteliğinde olduğu anlaşılırsa, Yerel Mahkemenin yapacağı
işlem ne idi? Ceza Genel Kurulu'nun uyum gösteren ve oybirliği ile verdiği
bazı kararlar konuya ışık tutacak niteliktedir. Mesela, 30.3.1987 gün ve
577/166 sayılı kararda "irtikap suçundan hakkında kamu davası açılan sanık
hakkında, son soruşturma aşamasında davaya bakan mahkemece, İl İdare Kurulunu
suç niteliğini kabule zorlar biçiminde görevsizlik kararı verilmesi, 1609
sayılı Yasanın amacına aykırı düşer. Belirlenecek suç niteliğine göre gereken
kararın, kamu davasının açıldığı mahkemece verilmesi gerekir" denilmektedir.
Ceza Genel Kurulu'nun 29.12.1986 gün, 442/652 sayılı kararı ve sonraki birçok
kararı aynı mahiyettedir.
Gerçi 3628 sayılı Yasa ile, 1609 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılmışsa da;
3628 sayılı Yasa, Ceza Genel Kurulu'nun yukarıda açıklanan ve yasaya uygun
olan içtihatlarından ayrılmasını gerektirecek yeni bir unsur getirmemiştir.
Şöyle ki:
a- 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde, "Bu Kanunda yazılı suçlarla, irtikap,
rüşvet, ihtilas ve zimmete para geçirme, görev sırasında veya görevinden
dolayı kaçakçılık, resmi ihale ve alım ve satımlara fesat karıştırma, Devlet
sırlarının açıklanması veya açıklanmasına sebebiyet verme suçlarından veya bu
suçlara iştirak etmekten sanık olanlar hakkında Memurin Muhakematı Hakkında
Kanunu Muvakkat hükümleri uygulanmaz" hükmüne yer verilmek suretiyle yasa
koyucu, tıpkı 1609 sayılı Yasada olduğu gibi, 17. maddede yazılı suçların
sanıklarını MMHK.na tabi tutmak istemediğini açıkça belirtmiştir.
b- "İl İdare Kurulunun suç niteliğini kabule zorlar biçimde görevsizlik kararı
verilmesinin yasanın amacına ters düşeceği" yolundaki önceki Ceza Genel
Kurulu Kararlarındaki gerekçe, 3628 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden
sonra da geçerliliğini korumaktadır.
c- 3628 sayılı Yasanın 19. maddesinde "C. Savcısı 17. maddede yazılı suçların
işlendiğini öğrendiğinde sanıklar hakkında doğrudan doğruya ve bizzat
soruşturmaya başlamakla beraber durumu atamaya yetkili amirine veya 8.
maddede sayılan mercilere bildirir" hükmüne yer verilmek suretiyle, söz
konusu suçları işleyenler hakkında C. Savcısının soruşturma yapma yetkisi
genişletilmiş, 1609 sayılı Yasada olduğu gibi, Vali veya Bakandan izin
alınmadan kamu davası açılabilme imkanı sağlanmıştır.
Genel Kuruldaki müzakereler sırasında üyelerden bazılarının belirttiği gibi
"C. Savcısınca soruşturmaya başlandığının memurun amirine veya 8. maddede
sayılan mercilere bildirilmesi"ne ilişkin hüküm, soruşturmada memurlara
teminat sağlanması için değil, aksine sözkonusu suçları işleyen sanıklar
hakkında disiplin soruşturması yapılması ve gerekiyorsa işten el
çektirilmesini sağlamak için yasaya konulmuştur.
Ceza Genel Kurulu bu kararıyla, 1609 sayılı Yasanın bile memura tanımadığı bir
teminatı, 1609 sayılı Yasayı yürürlükten kaldırmakla birlikte, bu kanunda
yazılı suçları işleyen sanıkları daha kolay ve teminatsız bir soruşturma
usulüne tabi tutan 3628 sayılı Yasayı esas alarak memura tanımış olmaktadır
ki, bizce bunun mantıki bir açıklamasını yapmak imkansızdır.
d- Anayasa Mahkemesi'nin 14.11.1967 gün ve 14/36 sayılı Kararında belirtildiği
gibi "Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanun, memurlara bir zümre veya sınıf
olarak imtiyaz tanımakta değildir. Kanunun sağladığı, bir çeşit teminattır.
Bu da kamu hizmetinin iyi işlemesi için düşünülmüş, düzenlenmiştir. Memur,
gördüğü hizmet yüzünden sık sık isnat ve iftiraya uğrayabilir. Kendisine
memuriyetiyle ilgili suç isnat edilen her memurun, hemen adliyeye
sevkedilmesi, hem memurları tedirgin ederek hizmeti aksatır, hem de hizmetin
yürütülüşü üzerinde birtakım haksız şüphelere yol açabilir. Bu çeşit
iddiaların önce kamu hizmetinin gereklerini ve memurluk psikolojisini iyi
bilen kimselerin süzgecinden geçirilmesi ve ortada kovuşturmaya değer bir
eylem kalırsa, o zaman işin mahkemenin eline bırakılması, kamu hizmetinin
yararına bir tedbirdir ve Kanunun sağladığı da budur" denilmektedir.
Olayımızda ise, sanık hakkında "irtikap" gibi yüzkızartıcı ve görevi kötüye
kullanmak suçuna göre çok daha ağır cezai sonuçları olan bir suçtan kamu
davası açılmış, sanığın devlet hizmetini yürütüşü üzerinde haklı şüpheler
esasen doğmuştur. Bu şüphenin yenilmesi ve kamu davasının bir mahkeme
kararıyla sonuca bağlanmasında kamu yararı bulunmaktadır.
Ceza Genel Kurulu'nun Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun çıkarılış amacına
ve Anayasa Mahkemesi'nin anılan Kararında açıklanan ilkelere ters düşecek
sonuçlar doğuracak şekilde yorum yapması isabetli olmamıştır.
e- Ceza davasının konusu, fertlerin hayatlarından alınan belli bir kesitin,
ceza hukuku ve ceza yargılaması hukuku bakımından değerlendirilmesidir. Ancak
bu değerlendirme yapılırken, buna bir sınır çizilmesi de zorunludur... Bu
bakımdan ceza davasının konusu, iddianamede belirtilen maddi vakıalar
karışımı ile sınırlandırılan insan davranışlarıdır. Bu sınırlar içinde hakim,
araştırma ve tavsif etme yetkisine sahiptir -ERDENER YURTCAN, Ceza
Yargılaması Hukuku, 2. Bası, 1986, s. 177-. İddianamede yazılı olan hukuki
tavsiften mahkeme her zaman ayrılabilir -FARUK EREM, Ceza Yargılaması Hukuku,
6. Bası, 1986, s. 223, 265-. Hukuki tavsifin değişmesi, bazen olayın
sınırında ufak tefek değişiklik yapılmasını gerektirebilir. Bazı hallerde,
dava açılırken belirtilmiş olan sınırın açılmasında zaruret vardır. Hakim bu
sınırı ne kadar aşabilecektir? Hukuki tavsif ile hakimi bağlamak doğru
olmayacağına göre, hukuki tavsifin değişmesinin gerektirdiği nisbette sınır
değişikliği kabul edilmelidir, elverir ki yepyeni bir olay durumu hasıl
olmasın ve değişiklik dolayısıyla sanık müdafaasını yapabilecek hale
getirilsin -N. KUNTER, Ceza Mahkemesi Hukuku, 8. Bası, s. 259, 260-.
Olayımızda, Trabzon C. Başsavcılığı'nın 10.5.1990 gün ve 61 sayılı
iddianemesiyle, sanık doktor hakkında müştekinin kızı Ayla'nın düşerek
başından ağır şekilde yaralanması üzerine, müşteki babası tarafından Numune
Hastahanesi'ne getirilip, sanığın görevli olduğu beyin cerrahisi kısmında
ameliyat edildiği, ameliyattan sonra kızının durumunu soran müştekiye
hitaben: Durumu şimdi iyi, ancak kötüye gidebilir. Biz bu işi dışarıda üç
miylona yapıyoruz. Devlet Hastahanesinde yapıldığı için senden 750 bin lira
istiyorum diyerek, müştekiyi kendisine haksız yere para vermeye icbar
etmiştir..." gerekçesiyle, suç "Cebri irtikap" olarak nitelendirilerek ve
TCK.nun 209/1-son, 227/2. maddelerinin uygulanması istemiyle kamu davası
açılmıştır.
Gerek "İrtikap" ve gerekse "Görevi kötüye kullanmak", Türk Ceza Kanununun
"Devlet İdaresi Aleyhine İşlenen Cürümler" başlıklı Üçüncü Babında yer
almıştır ve "İrtikap" suçunu bir memurun "Memuriyet sıfatını veya
memuriyetine ait görevi kötüye kullanmadan" işlemesi mümkün değildir. Başka
bir deyişle "irtikap suçu", "Görevi kötüye kullanmak" suçunun TCK.nun 209.
maddesinde açıklandığı şekilde işlenmesiyle oluşur.
Tüm bu hususları gözönünde tutarak ve usulüne uygun şekilde açılan bir kamu
davasında, sanığın iddianamede yazılı TEK olan eylemine ilişkin olarak, suç
yörüngesinde "manevi cebir iddiasının kesin kanıtlanamadığı" gerekçesiyle,
eylemi görevi kötüye kullanmak şeklinde nitelendirerek, ek savunmasını da
aldıktan sonra, yazılı şekilde mahkumiyetine karar veren Yerel Mahkemenin
uygulamasında yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır) biçimindeki
açıklamalarla, Yerel Mahkeme hükmünün Özel Dairece esastan incelenmesi
gerektiği yolunda oy kullanmıştır.
S o n u ç : Açıklanan nedenlerle, sanık müdafiinin temyiz itirazları ile
tebliğnamedeki düşünce bu itibarla yerinde görüldüğünden direnme hükmünün
(BOZULMASINA), 23.12.1991 gününde 2/3'ü aşan oyçokluğuyla karar verildi.
|