 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
Y A R G I T A Y
Hukuk Genel Kurulu
E. 1991/2-283
K. 1991/403
T. 3.7.1991
* BOŞANMA
* EVLİLİK BİRLİĞİNİN SARSILMASI
* MÜŞTEREK HAYATIN YENİDEN
KURULAMAMASI
ÖZET : Mevcut fiili ayrılık ister 3444 sayılı Kanundan önce, isterse sonra
gerçekleşsin Medeni Kanunun 134/son maddesinin yasal unsur ve şartlarının
varlığı halinde boşanmaya karar verilmesi gerekir.
Fiili ayrılık sebebiyle boşanmada asıl hüküm geçmişe yönelik Medeni Kanunun
134/son maddesidir. 3444 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesi 134/son maddenin
uygulanmasının sözkonusu olmadığı hallerde ve şartları varsa, başvurulacak
daha kapsamlı bir atıfet olanağıdır.
(743 s. MK. m. 134/son, geçici m. 1)
Taraflar arasındaki "boşanma" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;
(İzmir Asliye Dokuzuncu Hukuk Mahkemesi)nce davanın reddine dair verilen
21.12.1989 gün ve 429-1108 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili
tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi'nin 18.9.1990
gün ve 2914-8446 sayılı ilamıyla; (...Davacının mahkemeye arz ettiği olaylar
MK.nun 3444 sayılı Kanunla değişik 134/4. maddesine uygun düşecek
niteliktedir. Olayların yanlış yorumu ile MK.nun 3444 sayılı Kanunla eklenen
geçici 1. maddesine göre dava açıldığından ve hak düşürücü süreye
uyulmadığından söz edilerek davanın reddi doğru görülmemiştir) gerekçesiyle
bozularak, dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda;
mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden: Davacı vekili.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği
anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, gerek dava dilekçesinde ve gerekse davacı vekilinin dosyada mevcut
yazılı açıklamalarında belirtildiği üzere Medeni Kanunun 3444 sayılı Kanunla
değişik 134/son maddesinden kaynaklanan boşanma istemine ilişkindir.
Bilindiği üzere fiili ayrılık maddi olgusuna dayalı boşanma sebebi, ilk kez
3444 sayılı Kanunla kabul edilmiş Medeni Kanunun 134. maddesine eklenen son
bir fıkra ile, evvelce "boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış
bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten
itibaren üç yıl geçmesi halinde, her ne sebeple olursa olsun müşterek hayat
yeniden kurulmamışsa", eşlerden birinin talebi üzerine boşanmaya karar
verileceği hükme bağlanmıştır. Yerel Mahkeme ile Yargıtay Özel Dairesi
arasındaki uyuşmazlık, söz konusu Yasa hükmünün yorumunda toplanmaktadır.
Direnme kararında da açıkca belirtildiği üzere yerel mahkemece, boşanmaya
karar verilebilmesi için üç yıllık fiili ayrılığın 3444 sayılı Kanunun
yürürlüğe girmesinden sonra meydana gelmesi (geçmesi) zorunlu görülmekte ve
3444 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki fiili ayrılıklara boşanmayı
sağlayıcı hukuksal nitelik ve sonuç tanınmamaktadır.
Kuşkusuz yasa hükümleri yorumlanırken öncelikle yasaların sevk amacını, genel
ve özel madde gerekçelerini ve daha sonra da, yasa koyucunun kabul
gerekçesini dikkate ve önemle gözönünde tutmak gerekmektedir. Ancak bu
takdirde sağlıklı bir sonuca ulaşılabilir ve yasa koyucunun gerçek amacı
belirlenebilir. Bilindiği gibi 3444 sayılı Kanun, eşlerin uzun süredir ayrı
yaşamalarının, olayın tüm şartları dikkate alındığında evlilik birliğinin
devamında yarar kalmadığını gösteren en önemli unsurlardan biri olduğu
düşüncesinden, (3444 sayılı Kanun "hükümet tasarısı genel gerekçesi") hareket
ederek ve ayrıca toplumumuzda beş hatta on yıl ve daha fazla bir süre ayrı
yaşamakta olan karı kocalara rastlandığı gerçeğini kabul ederek Medeni
Kanunun 134. maddesinin son bir fıkra ilavesini uygun bulmuştur. (3444 sayılı
kanun "hükümet tasarısı 4. madde gerekçesi"). Çünkü boşanma davası açan
tarafın davası reddolunduğunda, o taraf müşterek hayata geri dönmek
istemediği takdirde kanuni müeyyideler hiçbir zaman onu bu hayata geri
dönmeye zorlayamıyacaktır (3444 sayılı Kanun "hükümet tasarısı 4. madde
gerekçesi"). Diğer taraftan evlilik birliği bitmiş ve çökmüş aileleri bir
ömür boyu davalı halde bekletmenin lüzumu olmadığı (Adalet Bakanının Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin 4.5.1988 tarihli 64. birleşiminde tasarı ile ilgili
sunuş konuşması) ve hiç kimseye bir fayda sağlamadığı düşünceleri de böyle
bir değişikliğin önemli unsurlarını oluşturmuştur. Görülmektedir ki, fiili
ayrılığın bir boşanma sebebi olarak kabul edilmesinin tek ve önemli amacı
geçmişe yönelidir. Eşlerin bir araya gelmedikleri ve bir daha da bir araya
gelmeyi istemedikleri evlilikleri yasal olarak sona erdirmeye dayalıdır. Bu
nedenle yerel mahkemenin direnmeye konu yorumu 3444 sayılı Kanunun sevk
amacına ve açıklanan gerekçelerine tamamen ters düşmektedir. Diğer taraftan,
yasanın açıklanan amacına ve kaleme alınan gerekçelerine rağmen, ileride
uygulamada ortaya çıkabilecek her türlü tereddütlerin ortadan kaldırılması
için, tasarıya bir geçici madde ilave edilmiş ve 743 sayılı Türk Kanunu
Medenisinin 134. maddesinin son fıkrası hükmünün bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten önce açılmış olan davalar hakkında da uygulanacağı hükme
bağlanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından da
aynen benimsenen söz konusu geçici 1. madde ile ilgili hükümet tasarısı,
madde gerekçesinde aynen "Bu geçici madde ile bu kanunun yürürlüğe
girmesinden önce açılıp reddedilmiş boşanma davası açılabilmesine olanak
sağlanmıştır. Yani bu Kanunun yürürlüğünden önce, boşanma davası açılıp
reddedilmiş ve red kararının kesinleşmesi tarihinden beş yıl geçtiği halde
müşterek hayat yeniden kurulmamış ise, taraflardan birinin müracaatı üzerine
mahkemece boşanmaya karar verileceği gibi bu Kanunun yürürlüğe girmesinden
önce dava açılmış olup da, o davanın reddolunması halinde beş yıllık süre
geçmemiş olanlar bu Kanunun yürürlüğünden sonraki bakiye süre hitamında
boşanmak için mahkemeye başvurabileceklerdir. Bu maddenin bu Kanunun
yürürlüğünden önce açılmış bulunan boşanma davalarında uygulanacağı da
açıktır "denilmek suretiyle 3444 sayılı Kanundan önceki fiili ayrılık
sürelerinin de Medeni Kanunun 134/son maddesinin uygulanmasında gözönünde
tutulacağı açık ve kesin bir şekilde vurgulanmıştır.
Hemen söylemek gerekir ki, 3444 sayılı Yasanın hükümetçe öngörülen sevk amacı,
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (yani yasa koyucu tarafından) tamamen
benimsenmekle birlikte, Yasama organı hükümetten daha önde ve daha istekli
olarak Yasanın (dolayısıyla boşanmanın) kapsam ve sınırlarının genişletilmesi
için çok ciddi bir çaba içinde görülmüştür. Nitekim, beş yıllık fiili
ayrılığı öngören hükümet tasarısı daha Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet
Komisyonu'nun 10.3.1989 tarihli oturumda beş yıllık süre "fazla bulunarak üç
yıla indirilmiştir. Diğer taraftan söz konusu 134/son maddenin unsurlarını
oluşturan "evvelce boşanma davası açılması", "açılan davanın redle
sonuçlanması", "kesinleşmeden başlayarak üç yıllık süre ile müşterek hayatın
yeniden kurulamaması" şartları, milletvekillerince, ağır bulunarak bunlardan
bir veya bir kaçının yokluğunda dahi boşanmaya karar verilebilmesinin
sağlanması için hükümetçe de benimsenen bir değişiklik önergesi verilmiş ve
geçici 1. madde ile belli bir süreyle sınırlanan ek bir olanak sağlanarak
tasarı bu şekilde kanunlaşmıştır.
İşte yerel mahkemenin, en büyük yanılgısı 3444 sayılı Kanunun geçici 1.
maddesi ile MK.nun 134/son maddesini aynı doğrultuda benzer hükümler olarak
yorumlamasıdır. Oysa TBMM.'de verilen bir önerge sonucu yasalaşan ve hükümet
tasarısında bulunmayan geçici 1. madde, Medeni Kanunun 134/son maddesinden
tamamen farklı unsur ve şartları taşıyan, fiili ayrılık sebebiyle boşanmayı
belli bir süre içinde daha da kolaylaştıran bir tasfiye hükmüdür. Bu hüküm,
geçmişe yöneli olarak Medeni Kanunun 134/son maddesinin varlığını ortadan
kaldırmayan bir uygulamadır. Tasarının geçmişe yöneli amacını, daha da
genişleten ve boşanmada daha fazla kolaylık sağlamayı amaçlayan yasama
organının ifadesinin daraltıcı bir yorumla değerlendirilmesi ve Geçici 1.
maddenin yasalaşmış biçiminin Medeni Kanunun 134/son maddesinin geçmiş
süreleri kapsayacağına ilişkin geçici maddenin, ilk sevk biçiminden
vazgeçildiğini gösterdiğinin düşünülmesi doğru değildir.
Bütün bu düşüncelerin ışığında mevcut fiili ayrılık ister 3444 sayılı Kanundan
önce, isterse sonra gerçekleşsin Medeni Kanunun 134/son maddesinin yasal
unsur ve şartlarının varlığı halinde boşanmaya karar verilmesinin
gerekeceğinin kabulü zorunlu bulunmaktadır. Ne varki üç yılık fiili ayrılığın
varlığına rağmen MK.nun 134/son maddesinin diğer unsur ve şartları oluşmamış
ise; örneğin evvelce hiç dava açılmamış, ya da açılmasına rağmen henüz
sonuçlanmamış, yahut reddedilmesine rağmen red kararı kesinleşmemiş ve
nihayet kesinleşmeden itibaren üç yıl geçmemiş olanlar, davanın süresinde
açılması halinde boşanma için ek bir hukuksal olanağa sahip olabileceklerdir.
Öyle ise fiili ayrılık sebebiyle boşanmada asıl hüküm geçmişe yönelik Medeni
Kanunun söz konusu 134/son maddesidir. 3444 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesi
ise, 134/son maddenin uygulanmasının söz konusu olmadığı hallerde ve şartları
varsa başvurulabilecek daha geniş kapsamlı bir atıfet olanağıdır.
İşte bütün bu nedenlerle Yasanın özüne ve sözüne uygun Özel Daire bozma
kararına uyulması gerekirken Yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek
istemin reddi yönüne gidilmesi doğru değildir. O halde usul ve yasaya uygun
bulunmayan direnme kararı bozulmadılır.
S o n u ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme
kararının yukarıda açıklanan, Özel Daire bozma ilamındaki nedenlerden dolayı
HUMK.nun 429. maddesi uyarınca (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin
harcının geri verilmesine, 3.7.1991 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
* Hukuk uygulama ve anlayışına hakim olan eğilim her olayın kendi döneminde
yürürlükte bulunan yasal kurala tabi olmasıdır. Buradan hareketle yasaların
yürürlüğe girmesinden önceki olaylara ulgulanamıyacağı gerçeğine varılır.
Hukuka olan güven duygusu hukukçuları bu kuralı ortaya atmaya zorlamıştır
(Prof. Ş. Şakir Ansoy, HUMK. 1950, S. 5; Prof. Y. Postacıoğlu, M. Hukuk
Dersleri, 1966, Sh. 12; Prof. Bülent Köprülü, Medeni Hukuk, 1974, Sh. 92).
Yürürlükte bulunan hukuk normlarına göre ayarlanan davranış biçimleri ile
kazanılan hakları yeni bir yasal düzenleme ile zedelenmesine göz yummak
belirtilen güven duygusunu ortadan kaldırır. Hayatın geleceğine olan iyi
duyguları yok eder.
Yasal kuralların yürürlüklerinden öncesine ait olay ve ilişkilere hangi
koşullarla uygulanacağını belirleyen genel bir düzenleme bulunmamaktadır.
Genel kural gereği yasalar Resmi Gazete'de yayınlandığı veya yayınlandığından
belirli bir süre sonra veya 25.5.1928 gün, 1332 s. (Kanunların Sureti Neşir
ve İlanı ve Mer'iyet Tarihleri Hakkındaki) Yasanın 3. maddesi uyarınca yayımı
takib eden 45 gün sonra yürürlüğe girer. Genel kural bu olmakla beraber, her
yasa ayrıca yürürlüğe gireceği günü ve kendinden önceki olay ve ilişkilerden
hangilerini etkileyeceğini de belirleyebilir. Yasada böyle bir hüküm yer
almamış ise bu boşluğun MK.nun 1. maddesiyle öngörülen ilkeler doğrultusunda
hakim tarafından doldurulması gerekir. Hakim öncelikle konuya yasa yapıcı
gibi düşünerek çözüm getirmeye çalışacaktır. Yasa koyucunun bu konuya ışık
tutacak irade açıklaması varsa hakim bundan yararlanacak, kıyas metoduyla
olaya yaklaşacaktır.
Yasa koyucu 864 sayılı (Kanunu Medenin Sureti Mer'iyet ve Şekli Tatbiki
Hakkında Kanun) Yasanın 1. maddesiyle bu konudaki düşüncesini açıklamış ve
bunu bugüne dek değiştirme gereği duymamıştır (864 s.Y. mad. 1: Kanunu
Medeninin mer'i olmaya başladığı tarihten önceki hadiselerin hükümleri mezkur
hadiseler hangi kanun mer'i iken vaki olmuş ise yine o kanuna tabi
kalır....). Yasa 2-3 ve 4. maddeleriyle kuralın istisnalarını
(ayrıcalıklarını) düzenlemiştir. Bunlar kamu düzeni, genel ahlak ve adabı
düzenleyen hükümlerle taraf iradelerinin dikkate alınmıyacağı durumlardır.
Ancak hangi düşünce ile olursa olsun yasalar kazanılmış hakları zedeleyecek
biçimde öncesine ait olay ve ilişkilere uygulanır tarzda düzenlenemezler.
Kazanılmış hakların zedelenemiyeceği HUMK.nun 578/1. maddesiyle yasallaşmış,
22.5.1946 gün, 26/9 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararıyla da "...yasaların
geriye doğru yürümesi kazanılmış hakları bozmamak koşuluyla olanaklı görmüş
ve bu husus kural olarak her olayın yasal hükümleri o olayın oluşturduğu
günde yürürlükte bulunan yasa hükümlerine bağlıdır..." şeklinde ifade
edilmiştir. Bu itibarla yasada öncesine etkili olabilme hükmü olsa bile
kazanılmış haklara dokunulamaz. Zira yasaların öncesini etkilemesi kuralı
usuli bir kuraldır. Usuli kurallar ise kazanılmış hakları zedelememe
koşuluyla öncesine etkili olabilir (HUMK. 578; 22.5.1946 gün, 26/9 sayılı
İçtihadı Birleştirme Kararı). HGK.nun 30.9.1964 gün, 258/588 s.; 9.3.1988
gün, 1987/2-860, 232 sayılı kararları). Sayın Ord. Prof. Ş. Şakir Ansay Usul
Şerhinde (...Hukuk ilminin bütün esasları ihlal edilmiş olacağı düşüncesiyle
hiç bir yasa koyucu müktesep hakların ihlalini caiz görmemiş buna izin
vermemiştir...) şeklinde izahı ile kazanılmış hakların zeledenmiyeceğini
açıklamak istemiştir. YHGK.nun 1987/2-800-232 sayılı ve 9.3.1988 günlü
kararında bu hususa değinilirken (...yasaları uygulama durumunda bulunanlar
başta mahkemeler olmak üzere onları geriye yürür sonuçlar doğuracak yolda
yorumlamamakla yükümlüdürler...). Tamamlanmış hukuki durumları yeni yasa ve
düzenleyici kuralın etkilenememesi onlar üzerinde hukuki sonuçlar doğurmaması
kazanılmış hakların saklı tutulması amacını gütmektedir. Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 2. maddesi hükmünce Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk
devletidir. Kazanılmış haklar her ne kadar açık bir biçimde Anayasada
özellikle belirtilmemiş ise de bunun Hukuk Devletinin temel taşlarından biri
olduğu ve bünyesinde mündemiş bulunduğu Türk Kamu hukukunda öğretici ve
yargısal kararlarda benimsenmektedir... Anayasanın tanıdığı kanun yapma
yetkisine dayanılarak bir yasayı genel kuraldan ayrılarak geriye de yürütme
imkanı var ise de, yasama organının bu yetkisi, Anayasa esaslarıyla
sınırlandırılmıştır. Bu sınırlardan bir tanesi de tartışmasız kazanılmış
hakların saklı tutulmasıdır. Bu yön az öncede açıklandığı üzere hukuk devleti
olmanın ayrılmaz bir niteliğidir. Yasa koyucunun kazanılmış hakları ortadan
kaldırıcı nitelikte bir yasa veya diğer düzenleyici bir kural koyması Hukuk
Devleti ilkesine ve bunun sonucu olarak Anayasaya aykırı bir düzenleme ve
davranış olarak tezahur eder...) çok anlamlı olan bu ifadeleri kullanmıştır.
Somut olayda davacı 3444 sayılı Yasa ile MK. eklenen ek geçici maddesinde
yararlanmamış, madde ile tanınan 6 aylık süre geçtikten sonra MK. 134/4.
madde olarak yeniden düzenlenen fiili ayrılık hukuksal nedeniyle boşanmak
istemiştir. Bilindiği gibi 3444 sayılı Yasa daha önce olmayan bir durumu
(fiili ayrılığı) boşanma nedeni olarak düzenlemiştir. Yasanın hükümet
tasarısında 134/4. maddenin öncesinede etkili olacağını gösteren bir geçici
madde vardır. Ancak geçici bu madde TBM. Meclisi'nde metinden çıkarmış,
yerine ek geçici 1. maddeyi bir tasfiye (arıtım) maddesi olarak düzenlemeyi
daha uygun bulmuştur. Yasama organı geçici bu madde ile gerçekten istenmeyen
evlilikleri sona erdirmeyi amaçlayarak madde metnindeki koşullarla sınırlı
olmak üzere öncesini etkileyecek biçimde yürürlüğe koymuştur. Yasanın bu
şekliyle yürürlüğe konulması dahi az önce belirtilen kazanılmış hakların
zedelenmemesi ilkesine aykırı isede bu hususu çekişme dışında kaldığından
ayrıntılarına girilmemiştir. Belkide arıtım amacı taşıdığından toplumun
yararı düşünülerek hoşgörü ile geçiştirilmiştir. 3444 sayılı Yasayı yürürlüğe
koyan 10. madde "Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer (12.5.1988)"
şeklinde düzenlenmiştir. Geçici 1. madde dışındaki maddelerinin geçmişe de
etkili biçimde uygulanmasını öngören bir maddeye yer verilmemiştir. Bütün
bunlara rağmen genel kurallar ve kararlılık kazanan uygulamalar bir yana
bırakılarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde söylenen ve az önce değinilip
metinden çıkarılan geçici 1. maddeyi ilgilendiren saylavların sözlerine değer
verilerek MK. 134/4. maddenin kendisinden önce oluşan ve hukuki sonuç
doğurmayan ve bu şekilde kazanılmış hak teşkil eden maddi olaylarada
uygulanması gerektiği hususu yorum yolu ile benimsenmiş bulunmaktadır.
Halbuki yasanın yürürlüğünü belirleyen 10. maddesi ek geçici 1. maddesi
dışında kalan hükümlerinin yasanın yayımından sonra yürürlüğe gireceğini
kabul etmekle yasama organının iradesini yasalaştırmış ve öncesine etkili
olmayacağını duraksamaya yer vermeyecek biçimde açıklamıştır. Medeni
Yargılama Hukuku, 1977, Sh. 621 isimli eseriyle bu konuya değinen Prof Dr.
Saim Üstündağ özet olarak; ayrıcalık konulmadığı takdirde çekişmeli maddi
olay kendi döneminde yürürlükte bulunan yasa hükümlerine tabidir. Başka bir
anlatımla maddi hukuk kuralları öncesine etkili olacak şekilde uygulanamaz.
Usul hukuku yönünden geliştirilen yasal kurallar ise genel de hemen yürürlüğe
girer. Zira getirilen yeni hükümler kişiler yararına daha iyileştirilmiş
kurallardır. Ancak usul hükümlerinin dahi kazanılmış hakları ortadan
kadıracak biçimde geriye yürütülemeyeceği HUMK.nun 578/1. maddesiyle
yasallaşmıştır. Sayın Üstündağ, "usule ilişkin düzenlemenin geçmişe geçerli
olmalarından değil, derhal yürürlüğe girmesinden söz edilebilir (Rozan Berg'e
yollamasıyla) bu nedenle HUMK.nun 578. maddesindeki ifade yanıltıcıdır."
Fransız Hukukçu Roubier'e göre kanunların makable şamil olduğu ve olmadığı
tarzındaki ifade yanlıştır. Eski bir düşünce tarzıdır. Kanunlar gerek maddi
hukuk gerekse usul hukukuna ilişkin bulunsunlar hiçbir suretle eski kanun
zamanında tekamül etmiş olan hukuki durum ve olaylar üzerinde etkili
olamazlar..... yeni kanun ancak yürürlüeğe girdiği andan sonraki işlem ve
hukuk durumları etkiler..... Prof. S. Üstündağ, age., sh. 63).
Belirtilen ilkeler 21.12.1967 gün, E: 1966/67, K: 1967/8 sayılı Danıştay
İçtihadı Birleştirme kararında da aynen "...ister özel hukuk ister kamu
hukuku dalında olsun kanunlar genel olarak derhal tesirlerini husule
getirirler. Bu ilkeye ancak zaman içinde devam eden muamele ve münasebetlerde
bir özellik tanınabilirki, bu husus kazanılmış hak kavramının bir sonucu
olarak ifade edilebilir.... Yeni kanuna tabi olmaları gerekeceğinden
istikrarı tesir amacı ile müktesep hak fikrine başvurarak mukavelenin
hükümlerinin yeni kanuna rağmen daha eski kanun çerçevesinde cari olacağının
kabulü gerekir) sözleriyle belirtilerek benimsenmiştir. YHGK.nun 7.12.1964
gün, 3/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında dava harcı ile ilgili sorunun
çözümünde de kazanılmış hakların yeri düzenlemelerle zedelenmeyeceğini
vurgulamıştır.
Tüm usul yazarları konuya aynı açıdan yaklaşmaktadırlar (Bilge Necip, HUMK.,
1978, Sh. 6). 3444 sayılı Yasadan önceki MK. hükümleri fiilen ayrı yaşamayı
bir boşanma nedeni olarak kabul etmiştir. Fiili ayrılık 3444 sayılı Yasayla
MK. 134/4 olarak yapılan düzenleme ile boşanma sebebi haline getirilmiştir.
Yasanın yürürlüğünden önce gerçekleşen karı koca arasındaki fiili ayrılık
hukuki sonuç doğurmayan bir olaydır. Önceki yasa döneminde hukuki sonuç
doğurmayan maddi olay ondan yararlanacak taraf için kazanılmış hak oluşturur.
Hukuki sonuç doğurmayan ve kazanılmış hak olarak gerçekleşen maddi olayın
yeni yasa kapsamına alınarak kazanılmış hakkı ortadan kaldırmaya yönelik
uygulama biçimine dönüştürülmesi, belirtilen ilkelerle bağdaşmaz.
Bir yasanın öncesine etkili olup olmamasını belirlerken öncelikle aynı yasa
ile bu konuda bir açıklama bulunup bulunmadığına bakılacaktır. Zira yasalaşan
kural doğumuyla birlikte, yapımcının hazırlık çalışmaları sırasındaki
amacından çıkarak ayrı bir kişilik kazanır. Açıklama yoksa genel ilkelere
göre çözüm getirilecektir. 3444 s. Yasanın 10. maddesi açıkca yasanın Resmi
Gazete ile yayımından sonra yürürlüğe gireceğini açıklamıştır. Bunun tek
ayrıcası geçici 1. maddede öngörülen hükümlerdir. Yasada açık hükümlerin
bulunması halinde yorum yoluna başvurulamaz. Örneğimizde olduğu gibi yasal
kural olarak şekillenen (Md. 10). Yasal koyucunun şekillenen iradesine göre
değil de meclisteki konuşmaları değerlendirilerek yasanın öncesini
etkileyecek tarzda ve kazanılmış hakları ortadan kaldırmaya yönelik bir
anlayışla yoruma tabi tutulamaz. Yasanın bu şekliyle uygulanması her şeyden
önce Anayasanın 2. maddesiyle benimsenen" insan haklarına saygılı olma....,"
5 madde ile düzenlenen.... kişilerin ve toplumun refah huzur ve mutluluğunu
sağlamak, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal devlet ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak suretle sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, ....10 madde ile şekillenen.... Hiçbir kimseye aileye
zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınmaz. Devlet organları ve idare makamları
bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadır....). Anayasal temel hak ve özgürlüklere ortadan kaldırılmış
olurki Anayasanın 11. maddesiyle öngörülen Anayasal kuralların yasama yürütme
ve yargı organlarını bağlayıcı nitelikte olduğuna ilişkin ve kanunların
Anayasaya aykırı olmayacağına ilişkin ilkelerine karşı çıkılmakla yasanın
Anayasaya aykırılığını gerektirecek bir sonuca ulaşılmış olunmaktadır. Yasal
kuralın çoğunluğun görüşü doğrultusunda uygulama kazanması, Anayasaya
aykırılık gerçeğini ortaya koyacaktır.
Sonuç olarak, yukarıdan beri açıklandığı üzere yasalar yürürlüğe girdikten
sonraki hukuki sonuç doğuran olay ve ilişkilere uygulanır. Kendinden önceki
yasal kurala tabi olaylarada ve hukuki sonuç doğurmayan olay ve ilişkilere
uygulanamaz. Bu anlayış Adalete duyulan güven, kazanılmış haklara
gösterilmesi gereken saygının bir ifadesi ve sonucudur. Bu nedenlerle
çoğunluğun görüşlerine katılmıyorum. Belirtilen ilkelere uygun olan hükmün o
n a n m a s ı gerektiği düşüncesindeyim.
Nedim TURHAN
2. Hukuk Dairesi Üyesi
|