Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 



      T.C.
Y A R G I T A Y
Hukuk Genel Kurulu

	E.	1991/2-283
	K.	1991/403
	T.	3.7.1991

*  BOŞANMA
*  EVLİLİK BİRLİĞİNİN SARSILMASI
*  MÜŞTEREK HAYATIN YENİDEN 
    KURULAMAMASI

ÖZET : Mevcut fiili ayrılık ister 3444 sayılı Kanundan önce, isterse sonra
 gerçekleşsin Medeni Kanunun 134/son maddesinin yasal unsur ve şartlarının
 varlığı halinde boşanmaya karar verilmesi gerekir.

Fiili ayrılık sebebiyle boşanmada asıl hüküm geçmişe yönelik Medeni Kanunun
 134/son maddesidir. 3444 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesi 134/son maddenin
 uygulanmasının sözkonusu olmadığı hallerde ve şartları varsa, başvurulacak
 daha kapsamlı bir atıfet olanağıdır.

(743 s. MK. m. 134/son, geçici m. 1)

Taraflar arasındaki "boşanma" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;
 (İzmir Asliye Dokuzuncu Hukuk Mahkemesi)nce davanın reddine dair verilen
 21.12.1989 gün ve 429-1108 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili
 tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi'nin 18.9.1990
 gün ve 2914-8446 sayılı ilamıyla; (...Davacının mahkemeye arz ettiği olaylar
 MK.nun 3444 sayılı Kanunla değişik 134/4. maddesine uygun düşecek
 niteliktedir. Olayların yanlış yorumu ile MK.nun 3444 sayılı Kanunla eklenen
 geçici 1. maddesine göre dava açıldığından ve hak düşürücü süreye
 uyulmadığından söz edilerek davanın reddi doğru görülmemiştir) gerekçesiyle
 bozularak, dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda;
 mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz eden: Davacı vekili.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği
 anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, gerek dava dilekçesinde ve gerekse davacı vekilinin dosyada mevcut
 yazılı açıklamalarında belirtildiği üzere Medeni Kanunun 3444 sayılı Kanunla
 değişik 134/son maddesinden kaynaklanan boşanma istemine ilişkindir.
 Bilindiği üzere fiili ayrılık maddi olgusuna dayalı boşanma sebebi, ilk kez
 3444 sayılı Kanunla kabul edilmiş Medeni Kanunun 134. maddesine eklenen son
 bir fıkra ile, evvelce "boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış
 bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten
 itibaren üç yıl geçmesi halinde, her ne sebeple olursa olsun müşterek hayat
 yeniden kurulmamışsa", eşlerden birinin talebi üzerine boşanmaya karar
 verileceği hükme bağlanmıştır. Yerel Mahkeme ile Yargıtay Özel Dairesi
 arasındaki uyuşmazlık, söz konusu Yasa hükmünün yorumunda toplanmaktadır.
 Direnme kararında da açıkca belirtildiği üzere yerel mahkemece, boşanmaya
 karar verilebilmesi için üç yıllık fiili ayrılığın 3444 sayılı Kanunun
 yürürlüğe girmesinden sonra meydana gelmesi (geçmesi) zorunlu görülmekte ve
 3444 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki fiili ayrılıklara boşanmayı
 sağlayıcı hukuksal nitelik ve sonuç tanınmamaktadır.

Kuşkusuz yasa hükümleri yorumlanırken öncelikle yasaların sevk amacını, genel
 ve özel madde gerekçelerini ve daha sonra da, yasa koyucunun kabul
 gerekçesini dikkate ve önemle gözönünde tutmak gerekmektedir. Ancak bu
 takdirde sağlıklı bir sonuca ulaşılabilir ve yasa koyucunun gerçek amacı
 belirlenebilir. Bilindiği gibi 3444 sayılı Kanun, eşlerin uzun süredir ayrı
 yaşamalarının, olayın tüm şartları dikkate alındığında evlilik birliğinin
 devamında yarar kalmadığını gösteren en önemli unsurlardan biri olduğu
 düşüncesinden, (3444 sayılı Kanun "hükümet tasarısı genel gerekçesi") hareket
 ederek ve ayrıca toplumumuzda beş hatta on yıl ve daha fazla bir süre ayrı
 yaşamakta olan karı kocalara rastlandığı gerçeğini kabul ederek Medeni
 Kanunun 134. maddesinin son bir fıkra ilavesini uygun bulmuştur. (3444 sayılı
 kanun "hükümet tasarısı 4. madde gerekçesi"). Çünkü boşanma davası açan
 tarafın davası reddolunduğunda, o taraf müşterek hayata geri dönmek
 istemediği takdirde kanuni müeyyideler hiçbir zaman onu bu hayata geri
 dönmeye zorlayamıyacaktır (3444 sayılı Kanun "hükümet tasarısı 4. madde
 gerekçesi"). Diğer taraftan evlilik birliği bitmiş ve çökmüş aileleri bir
 ömür boyu davalı halde bekletmenin lüzumu olmadığı (Adalet Bakanının Türkiye
 Büyük Millet Meclisi'nin 4.5.1988 tarihli 64. birleşiminde tasarı ile ilgili
 sunuş konuşması) ve hiç kimseye bir fayda sağlamadığı düşünceleri de böyle
 bir değişikliğin önemli unsurlarını oluşturmuştur. Görülmektedir ki, fiili
 ayrılığın bir boşanma sebebi olarak kabul edilmesinin tek ve önemli amacı
 geçmişe yönelidir. Eşlerin bir araya gelmedikleri ve bir daha da bir araya
 gelmeyi istemedikleri evlilikleri yasal olarak sona erdirmeye dayalıdır. Bu
 nedenle yerel mahkemenin direnmeye konu yorumu 3444 sayılı Kanunun sevk
 amacına ve açıklanan gerekçelerine tamamen ters düşmektedir. Diğer taraftan,
 yasanın açıklanan amacına ve kaleme alınan gerekçelerine rağmen, ileride
 uygulamada ortaya çıkabilecek her türlü tereddütlerin ortadan kaldırılması
 için, tasarıya bir geçici madde ilave edilmiş ve 743 sayılı Türk Kanunu
 Medenisinin 134. maddesinin son fıkrası hükmünün bu Kanunun yürürlüğe girdiği
 tarihten önce açılmış olan davalar hakkında da uygulanacağı hükme
 bağlanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından da
 aynen benimsenen söz konusu geçici 1. madde ile ilgili hükümet tasarısı,
 madde gerekçesinde aynen "Bu geçici madde ile bu kanunun yürürlüğe
 girmesinden önce açılıp reddedilmiş boşanma davası açılabilmesine olanak
 sağlanmıştır. Yani bu Kanunun yürürlüğünden önce, boşanma davası açılıp
 reddedilmiş ve red kararının kesinleşmesi tarihinden beş yıl geçtiği halde
 müşterek hayat yeniden kurulmamış ise, taraflardan birinin müracaatı üzerine
 mahkemece boşanmaya karar verileceği gibi bu Kanunun yürürlüğe girmesinden
 önce dava açılmış olup da, o davanın reddolunması halinde beş yıllık süre
 geçmemiş olanlar bu Kanunun yürürlüğünden sonraki bakiye süre hitamında
 boşanmak için mahkemeye başvurabileceklerdir. Bu maddenin bu Kanunun
 yürürlüğünden önce açılmış bulunan boşanma davalarında uygulanacağı da
 açıktır "denilmek suretiyle 3444 sayılı Kanundan önceki fiili ayrılık
 sürelerinin de Medeni Kanunun 134/son maddesinin uygulanmasında gözönünde
 tutulacağı açık ve kesin bir şekilde vurgulanmıştır.

Hemen söylemek gerekir ki, 3444 sayılı Yasanın hükümetçe öngörülen sevk amacı,
 Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (yani yasa koyucu tarafından) tamamen
 benimsenmekle birlikte, Yasama organı hükümetten daha önde ve daha istekli
 olarak Yasanın (dolayısıyla boşanmanın) kapsam ve sınırlarının genişletilmesi
 için çok ciddi bir çaba içinde görülmüştür. Nitekim, beş yıllık fiili
 ayrılığı öngören hükümet tasarısı daha Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet
 Komisyonu'nun 10.3.1989 tarihli oturumda beş yıllık süre "fazla bulunarak üç
 yıla indirilmiştir. Diğer taraftan söz konusu 134/son maddenin unsurlarını
 oluşturan "evvelce boşanma davası açılması", "açılan davanın redle
 sonuçlanması", "kesinleşmeden başlayarak üç yıllık süre ile müşterek hayatın
 yeniden kurulamaması" şartları, milletvekillerince, ağır bulunarak bunlardan
 bir veya bir kaçının yokluğunda dahi boşanmaya karar verilebilmesinin
 sağlanması için hükümetçe de benimsenen bir değişiklik önergesi verilmiş ve
 geçici 1. madde ile belli bir süreyle sınırlanan ek bir olanak sağlanarak
 tasarı bu şekilde kanunlaşmıştır.

İşte yerel mahkemenin, en büyük yanılgısı 3444 sayılı Kanunun geçici 1.
 maddesi ile MK.nun 134/son maddesini aynı doğrultuda benzer hükümler olarak
 yorumlamasıdır. Oysa TBMM.'de verilen bir önerge sonucu yasalaşan ve hükümet
 tasarısında bulunmayan geçici 1. madde, Medeni Kanunun 134/son maddesinden
 tamamen farklı unsur ve şartları taşıyan, fiili ayrılık sebebiyle boşanmayı
 belli bir süre içinde daha da kolaylaştıran bir tasfiye hükmüdür. Bu hüküm,
 geçmişe yöneli olarak Medeni Kanunun 134/son maddesinin varlığını ortadan
 kaldırmayan bir uygulamadır. Tasarının geçmişe yöneli amacını, daha da
 genişleten ve boşanmada daha fazla kolaylık sağlamayı amaçlayan yasama
 organının ifadesinin daraltıcı bir yorumla değerlendirilmesi ve Geçici 1.
 maddenin yasalaşmış biçiminin Medeni Kanunun 134/son maddesinin geçmiş
 süreleri kapsayacağına ilişkin geçici maddenin, ilk sevk biçiminden
 vazgeçildiğini gösterdiğinin düşünülmesi doğru değildir.

Bütün bu düşüncelerin ışığında mevcut fiili ayrılık ister 3444 sayılı Kanundan
 önce, isterse sonra gerçekleşsin Medeni Kanunun 134/son maddesinin yasal
 unsur ve şartlarının varlığı halinde boşanmaya karar verilmesinin
 gerekeceğinin kabulü zorunlu bulunmaktadır. Ne varki üç yılık fiili ayrılığın
 varlığına rağmen MK.nun 134/son maddesinin diğer unsur ve şartları oluşmamış
 ise; örneğin evvelce hiç dava açılmamış, ya da açılmasına rağmen henüz
 sonuçlanmamış, yahut reddedilmesine rağmen red kararı kesinleşmemiş ve
 nihayet kesinleşmeden itibaren üç yıl geçmemiş olanlar, davanın süresinde
 açılması halinde boşanma için ek bir hukuksal olanağa sahip olabileceklerdir.
 Öyle ise fiili ayrılık sebebiyle boşanmada asıl hüküm geçmişe yönelik Medeni
 Kanunun söz konusu 134/son maddesidir. 3444 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesi
 ise, 134/son maddenin uygulanmasının söz konusu olmadığı hallerde ve şartları
 varsa başvurulabilecek daha geniş kapsamlı bir atıfet olanağıdır.

İşte bütün bu nedenlerle Yasanın özüne ve sözüne uygun Özel Daire bozma
 kararına uyulması gerekirken Yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek
 istemin reddi yönüne gidilmesi doğru değildir. O halde usul ve yasaya uygun
 bulunmayan direnme kararı bozulmadılır.

S o n u ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme
 kararının yukarıda açıklanan, Özel Daire bozma ilamındaki nedenlerden dolayı
 HUMK.nun 429. maddesi uyarınca (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin
 harcının geri verilmesine, 3.7.1991 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

*   Hukuk uygulama ve anlayışına hakim olan eğilim her olayın kendi döneminde
 yürürlükte bulunan yasal kurala tabi olmasıdır. Buradan hareketle yasaların
 yürürlüğe girmesinden önceki olaylara ulgulanamıyacağı gerçeğine varılır.
 Hukuka olan güven duygusu hukukçuları bu kuralı ortaya atmaya zorlamıştır
 (Prof. Ş. Şakir Ansoy, HUMK. 1950, S. 5; Prof. Y. Postacıoğlu, M. Hukuk
 Dersleri, 1966, Sh. 12; Prof. Bülent Köprülü, Medeni Hukuk, 1974, Sh. 92).
 Yürürlükte bulunan hukuk normlarına göre ayarlanan davranış biçimleri ile
 kazanılan hakları yeni bir yasal düzenleme ile zedelenmesine göz yummak
 belirtilen güven duygusunu ortadan kaldırır. Hayatın geleceğine olan iyi
 duyguları yok eder.

Yasal kuralların yürürlüklerinden öncesine ait olay ve ilişkilere hangi
 koşullarla uygulanacağını belirleyen genel bir düzenleme bulunmamaktadır.
 Genel kural gereği yasalar Resmi Gazete'de yayınlandığı veya yayınlandığından
 belirli bir süre sonra veya 25.5.1928 gün, 1332 s. (Kanunların Sureti Neşir
 ve İlanı ve Mer'iyet Tarihleri Hakkındaki) Yasanın 3. maddesi uyarınca yayımı
 takib eden 45 gün sonra yürürlüğe girer. Genel kural bu olmakla beraber, her
 yasa ayrıca yürürlüğe gireceği günü ve kendinden önceki olay ve ilişkilerden
 hangilerini etkileyeceğini de belirleyebilir. Yasada böyle bir hüküm yer
 almamış ise bu boşluğun MK.nun 1. maddesiyle öngörülen ilkeler doğrultusunda
 hakim tarafından doldurulması gerekir. Hakim öncelikle konuya yasa yapıcı
 gibi düşünerek çözüm getirmeye çalışacaktır. Yasa koyucunun bu konuya ışık
 tutacak irade açıklaması varsa hakim bundan yararlanacak, kıyas metoduyla
 olaya yaklaşacaktır.

Yasa koyucu 864 sayılı (Kanunu Medenin Sureti Mer'iyet ve Şekli Tatbiki
 Hakkında Kanun) Yasanın 1. maddesiyle bu konudaki düşüncesini açıklamış ve
 bunu bugüne dek değiştirme gereği duymamıştır (864 s.Y. mad. 1: Kanunu
 Medeninin mer'i olmaya başladığı tarihten önceki hadiselerin hükümleri mezkur
 hadiseler hangi kanun mer'i iken vaki olmuş ise yine o kanuna tabi
 kalır....). Yasa 2-3 ve 4. maddeleriyle kuralın istisnalarını
 (ayrıcalıklarını) düzenlemiştir. Bunlar kamu düzeni, genel ahlak ve adabı
 düzenleyen hükümlerle taraf iradelerinin dikkate alınmıyacağı durumlardır.
 Ancak hangi düşünce ile olursa olsun yasalar kazanılmış hakları zedeleyecek
 biçimde öncesine ait olay ve ilişkilere uygulanır tarzda düzenlenemezler.
 Kazanılmış hakların zedelenemiyeceği HUMK.nun 578/1. maddesiyle yasallaşmış,
 22.5.1946 gün, 26/9 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararıyla da "...yasaların
 geriye doğru yürümesi kazanılmış hakları bozmamak koşuluyla olanaklı görmüş
 ve bu husus kural olarak her olayın yasal hükümleri o olayın oluşturduğu
 günde yürürlükte bulunan yasa hükümlerine bağlıdır..." şeklinde ifade
 edilmiştir. Bu itibarla yasada öncesine etkili olabilme hükmü olsa bile
 kazanılmış haklara dokunulamaz. Zira yasaların öncesini etkilemesi kuralı
 usuli bir kuraldır. Usuli kurallar ise kazanılmış hakları zedelememe
 koşuluyla öncesine etkili olabilir (HUMK. 578; 22.5.1946 gün, 26/9 sayılı
 İçtihadı Birleştirme Kararı). HGK.nun 30.9.1964 gün, 258/588 s.; 9.3.1988
 gün, 1987/2-860, 232 sayılı kararları). Sayın Ord. Prof. Ş. Şakir Ansay Usul
 Şerhinde (...Hukuk ilminin bütün esasları ihlal edilmiş olacağı düşüncesiyle
 hiç bir yasa koyucu müktesep hakların ihlalini caiz görmemiş buna izin
 vermemiştir...) şeklinde izahı ile kazanılmış hakların zeledenmiyeceğini
 açıklamak istemiştir. YHGK.nun 1987/2-800-232 sayılı ve 9.3.1988 günlü
 kararında bu hususa değinilirken (...yasaları uygulama durumunda bulunanlar
 başta mahkemeler olmak üzere onları geriye yürür sonuçlar doğuracak yolda
 yorumlamamakla yükümlüdürler...). Tamamlanmış hukuki durumları yeni yasa ve
 düzenleyici kuralın etkilenememesi onlar üzerinde hukuki sonuçlar doğurmaması
 kazanılmış hakların saklı tutulması amacını gütmektedir. Türkiye Cumhuriyeti
 Anayasasının 2. maddesi hükmünce Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk
 devletidir. Kazanılmış haklar her ne kadar açık bir biçimde Anayasada
 özellikle belirtilmemiş ise de bunun Hukuk Devletinin temel taşlarından biri
 olduğu ve bünyesinde mündemiş bulunduğu Türk Kamu hukukunda öğretici ve
 yargısal kararlarda benimsenmektedir... Anayasanın tanıdığı kanun yapma
 yetkisine dayanılarak bir yasayı genel kuraldan ayrılarak geriye de yürütme
 imkanı var ise de, yasama organının bu yetkisi, Anayasa esaslarıyla
 sınırlandırılmıştır. Bu sınırlardan bir tanesi de tartışmasız kazanılmış
 hakların saklı tutulmasıdır. Bu yön az öncede açıklandığı üzere hukuk devleti
 olmanın ayrılmaz bir niteliğidir. Yasa koyucunun kazanılmış hakları ortadan
 kaldırıcı nitelikte bir yasa veya diğer düzenleyici bir kural koyması Hukuk
 Devleti ilkesine ve bunun sonucu olarak Anayasaya aykırı bir düzenleme ve
 davranış olarak tezahur eder...) çok anlamlı olan bu ifadeleri kullanmıştır. 

Somut olayda davacı 3444 sayılı Yasa ile MK. eklenen ek geçici maddesinde
 yararlanmamış, madde ile tanınan 6 aylık süre geçtikten sonra MK. 134/4.
 madde olarak yeniden düzenlenen fiili ayrılık hukuksal nedeniyle boşanmak
 istemiştir. Bilindiği gibi 3444 sayılı Yasa daha önce olmayan bir durumu
 (fiili ayrılığı) boşanma nedeni olarak düzenlemiştir. Yasanın hükümet
 tasarısında 134/4. maddenin öncesinede etkili olacağını gösteren bir geçici
 madde vardır. Ancak geçici bu madde TBM. Meclisi'nde metinden çıkarmış,
 yerine ek geçici 1. maddeyi bir tasfiye (arıtım) maddesi olarak düzenlemeyi
 daha uygun bulmuştur. Yasama organı geçici bu madde ile gerçekten istenmeyen
 evlilikleri sona erdirmeyi amaçlayarak madde metnindeki koşullarla sınırlı
 olmak üzere öncesini etkileyecek biçimde yürürlüğe koymuştur. Yasanın bu
 şekliyle yürürlüğe konulması dahi az önce belirtilen kazanılmış hakların
 zedelenmemesi ilkesine aykırı isede bu hususu çekişme dışında kaldığından
 ayrıntılarına girilmemiştir. Belkide arıtım amacı taşıdığından toplumun
 yararı düşünülerek hoşgörü ile geçiştirilmiştir. 3444 sayılı Yasayı yürürlüğe
 koyan 10. madde "Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer (12.5.1988)"
 şeklinde düzenlenmiştir. Geçici 1. madde dışındaki maddelerinin geçmişe de
 etkili biçimde uygulanmasını öngören bir maddeye yer verilmemiştir. Bütün
 bunlara rağmen genel kurallar ve kararlılık kazanan uygulamalar bir yana
 bırakılarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde söylenen ve az önce değinilip
 metinden çıkarılan geçici 1. maddeyi ilgilendiren saylavların sözlerine değer
 verilerek MK. 134/4. maddenin kendisinden önce oluşan ve hukuki sonuç
 doğurmayan ve bu şekilde kazanılmış hak teşkil eden maddi olaylarada
 uygulanması gerektiği hususu yorum yolu ile benimsenmiş bulunmaktadır.
 Halbuki yasanın yürürlüğünü belirleyen 10. maddesi ek geçici 1. maddesi
 dışında kalan hükümlerinin yasanın yayımından sonra yürürlüğe gireceğini
 kabul etmekle yasama organının iradesini yasalaştırmış ve öncesine etkili
 olmayacağını duraksamaya yer vermeyecek biçimde açıklamıştır. Medeni
 Yargılama Hukuku, 1977, Sh. 621 isimli eseriyle bu konuya değinen Prof Dr.
 Saim Üstündağ özet olarak; ayrıcalık konulmadığı takdirde çekişmeli maddi
 olay kendi döneminde yürürlükte bulunan yasa hükümlerine tabidir. Başka bir
 anlatımla maddi hukuk kuralları öncesine etkili olacak şekilde uygulanamaz.
 Usul hukuku yönünden geliştirilen yasal kurallar ise genel de hemen yürürlüğe
 girer. Zira getirilen yeni hükümler kişiler yararına daha iyileştirilmiş
 kurallardır. Ancak usul hükümlerinin dahi kazanılmış hakları ortadan
 kadıracak biçimde geriye yürütülemeyeceği HUMK.nun 578/1. maddesiyle
 yasallaşmıştır. Sayın Üstündağ, "usule ilişkin düzenlemenin geçmişe geçerli
 olmalarından değil, derhal yürürlüğe girmesinden söz edilebilir (Rozan Berg'e
 yollamasıyla) bu nedenle HUMK.nun 578. maddesindeki ifade yanıltıcıdır."
 Fransız Hukukçu Roubier'e göre kanunların makable şamil olduğu ve olmadığı
 tarzındaki ifade yanlıştır. Eski bir düşünce tarzıdır. Kanunlar gerek maddi
 hukuk gerekse usul hukukuna ilişkin bulunsunlar hiçbir suretle eski kanun
 zamanında tekamül etmiş olan hukuki durum ve olaylar üzerinde etkili
 olamazlar..... yeni kanun ancak yürürlüeğe girdiği andan sonraki işlem ve
 hukuk durumları etkiler..... Prof. S. Üstündağ, age., sh. 63).

Belirtilen ilkeler 21.12.1967 gün, E: 1966/67, K: 1967/8 sayılı Danıştay
 İçtihadı Birleştirme kararında da aynen "...ister özel hukuk ister kamu
 hukuku dalında olsun kanunlar genel olarak derhal tesirlerini husule
 getirirler. Bu ilkeye ancak zaman içinde devam eden muamele ve münasebetlerde
 bir özellik tanınabilirki, bu husus kazanılmış hak kavramının bir sonucu
 olarak ifade edilebilir.... Yeni kanuna tabi olmaları gerekeceğinden
 istikrarı tesir amacı ile müktesep hak fikrine başvurarak mukavelenin
 hükümlerinin yeni kanuna rağmen daha eski kanun çerçevesinde cari olacağının
 kabulü gerekir) sözleriyle belirtilerek benimsenmiştir. YHGK.nun 7.12.1964
 gün, 3/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında dava harcı ile ilgili sorunun
 çözümünde de kazanılmış hakların yeri düzenlemelerle zedelenmeyeceğini
 vurgulamıştır.

Tüm usul yazarları konuya aynı açıdan yaklaşmaktadırlar (Bilge Necip, HUMK.,
 1978, Sh. 6). 3444 sayılı Yasadan önceki MK. hükümleri fiilen ayrı yaşamayı
 bir boşanma nedeni olarak kabul etmiştir. Fiili ayrılık 3444 sayılı Yasayla
 MK. 134/4 olarak yapılan düzenleme ile boşanma sebebi haline getirilmiştir.
 Yasanın yürürlüğünden önce gerçekleşen karı koca arasındaki fiili ayrılık
 hukuki sonuç doğurmayan bir olaydır. Önceki yasa döneminde hukuki sonuç
 doğurmayan maddi olay ondan yararlanacak taraf için kazanılmış hak oluşturur.
 Hukuki sonuç doğurmayan ve kazanılmış hak olarak gerçekleşen maddi olayın
 yeni yasa kapsamına alınarak kazanılmış hakkı ortadan kaldırmaya yönelik
 uygulama biçimine dönüştürülmesi, belirtilen ilkelerle bağdaşmaz.

Bir yasanın öncesine etkili olup olmamasını belirlerken öncelikle aynı yasa
 ile bu konuda bir açıklama bulunup bulunmadığına bakılacaktır. Zira yasalaşan
 kural doğumuyla birlikte, yapımcının hazırlık çalışmaları sırasındaki
 amacından çıkarak ayrı bir kişilik kazanır. Açıklama yoksa genel ilkelere
 göre çözüm getirilecektir. 3444 s. Yasanın 10. maddesi açıkca yasanın Resmi
 Gazete ile yayımından sonra yürürlüğe gireceğini açıklamıştır. Bunun tek
 ayrıcası geçici 1. maddede öngörülen hükümlerdir. Yasada açık hükümlerin
 bulunması halinde yorum yoluna başvurulamaz. Örneğimizde olduğu gibi yasal
 kural olarak şekillenen (Md. 10). Yasal koyucunun şekillenen iradesine göre
 değil de meclisteki konuşmaları değerlendirilerek yasanın öncesini
 etkileyecek tarzda ve kazanılmış hakları ortadan kaldırmaya yönelik bir
 anlayışla yoruma tabi tutulamaz. Yasanın bu şekliyle uygulanması her şeyden
 önce Anayasanın 2. maddesiyle benimsenen" insan haklarına saygılı olma....,"
 5 madde ile düzenlenen.... kişilerin ve toplumun refah huzur ve mutluluğunu
 sağlamak, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal devlet ve adalet
 ilkeleriyle bağdaşmayacak suretle sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
 engelleri kaldırmaya, ....10 madde ile şekillenen.... Hiçbir kimseye aileye
 zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınmaz. Devlet organları ve idare makamları
 bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
 zorundadır....). Anayasal temel hak ve özgürlüklere ortadan kaldırılmış
 olurki Anayasanın 11. maddesiyle öngörülen Anayasal kuralların yasama yürütme
 ve yargı organlarını bağlayıcı nitelikte olduğuna ilişkin ve kanunların
 Anayasaya aykırı olmayacağına ilişkin ilkelerine karşı çıkılmakla yasanın
 Anayasaya aykırılığını gerektirecek bir sonuca ulaşılmış olunmaktadır. Yasal
 kuralın çoğunluğun görüşü doğrultusunda uygulama kazanması, Anayasaya
 aykırılık gerçeğini ortaya koyacaktır.

Sonuç olarak, yukarıdan beri açıklandığı üzere yasalar yürürlüğe girdikten
 sonraki hukuki sonuç doğuran olay ve ilişkilere uygulanır. Kendinden önceki
 yasal kurala tabi olaylarada ve hukuki sonuç doğurmayan olay ve ilişkilere
 uygulanamaz. Bu anlayış Adalete duyulan güven, kazanılmış haklara
 gösterilmesi gereken saygının bir ifadesi ve sonucudur. Bu nedenlerle
 çoğunluğun görüşlerine katılmıyorum. Belirtilen ilkelere uygun olan hükmün o
 n a n m a s ı gerektiği düşüncesindeyim.

Nedim TURHAN    
2. Hukuk Dairesi Üyesi 



    
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini