 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E. 1991/15-340
K. 1991/467
T. 9.10.1991
ÖZET : Yüklenici olan davalıların, işi zamanında teslim etmemesinden
doğan cezai şartı davacıya hiçbir indirim yapılmaksızın ödemesi sözleşmeye,
Borçlar Kanununun 356/1. maddesindeki özen borcuna ve doğruluk ve güven
kurallarına uygun düşer.
Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama
sonunda; İzmir Altıncı Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair
verilen 8.3.1990 gün ve 1989/546- 1990/204 sayılı kararın incelenmesi
davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Onbeşinci Hukuk
Dairesinin 17.12.1990 gün ve 2493-5525 sayılı ilamıyle; (... Taraflar
arasındaki uyuşmazlık arsa karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanmaktadır.
Davacılar bu dava ile sözleşmede açıklanan teslim tarihinden itibaren
davacılara ait 9 bağımsız bölüme beher daire için aylık 300.000 TL. kira
tazminatı istemişlerdir.
Davacılar, Karşıyaka İkinci Noterliği aracılığı ile 11.5.1988 günlü
ihtarla teslim tarihinin 5 ay geçirildiği ileri sürülerek, ileriki aylar için
kira tazminatını saklı tutup beş aylık kira tazminatının ödenmesini
istemiştir.
Kural olarak, davacılar kendi davranışları ile davalıların durumunu
ağırlaştırmamak zorunluluğundadırlar "Borçlar Kanununun 98-44 md". Öyleyse
davacılar ihtar tarihinde Medeni Kanunun 2. maddesindeki doğruluk kuralı
uyarınca, Borçlar Kanununun 106. maddesindeki seçimlik haklarını kullanmaları
gerekir. Bu durumda 11.5.1988 tarihinden itibaren inşaattaki eksikliklerin ne
kadar sürede tamamlanabileceği uzman bilirkişi aracılığı ile tesbit edilerek
teslim tarihinden itibaren beklenen beş ay ve eksikliklerin giderilmesi için
gerekli süre eklenmek suretiyle bulunacak tarihler arasındaki dönem için kira
tazminatı istenebilir. Öte yandan davalıların 11.000.000 TL. kira tazminatı
ödedikleri uyuşmazlık konusu olmadığına göre bu miktar saptanacak kira
tazminatından düşülmek suretiyle hasıl olacak sonuca uygun bir karar
verilmesi gerekirken yazılı biçimde karar kurulması yasaya aykırıdır...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan
yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davalılar vekili
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
görüşüldü:
Davacı, kendisine ait taşınmazda kat karşılığı bina yapılması için
davalılarla eser sözleşmesi yaptığını; işin 36 ayda bitirilmesi gerekirken
dava tarihine kadar bitirilmediğini, bu 17 ay gecikme nedeniyle sözleşmede
kararlaştırılan (her daire için aylık 300.000 TL. üzerinden 9 daire için
45.900.000 TL.) tazminatın (cezai şart) tahsiline, karar verilmesini
istemiştir.
Mahkeme, hukuki konuda ve olguların değerlendirilmesinde bilirkişi
görüşüne başvurarak, (eleştirmeyi haklı kılacak düzeyde) işin 17 ay
geciktiğini kabul ve sözleşmeye göre belirlenen cezai şarttan (45.900.000
TL), 11.000.000 liralık ödemeyi düşerek 34.900.000 liranın tahsiline karar
vermiştir.
Yargıtay özel dairesi ile mahkeme arasındaki görüş ayrılığı, işin
tesliminin 17 ay gecikmesi nedeniyle taraflar arasında kabul edilen cezai
şartın, tamamının istenip istenmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Özel dairenin görüşüne göre: Eser sözleşmelerinde, işin belirli süre
sonunda bitirilmemesi (teslimde gecikme) halinde, iş sahibinin uygun bir süre
bekledikten sonra, (olayımızda davacının beş ay beklemesi uygun süre kabul
edilmiştir) "Borçlar Kanununun (BK) 106/II. maddesinde belirlenen seçimlik
hakkını kullanması gerekeceği" ve alacaklının (davacı) sözleşmenin yerine
getirilmesi ve tazminat istemesi halinde", işin teslimini geciktiren
eksikliklerin tamamlanması için gerekli olan süre de belirlenerek"; sonuçta,
"sözleşmeye göre teslim tarihi ile seçimlik hakkını davalıya bildirdiği
(ihtar) tarihi arasındaki uygun süre" ve ihtar tarihinden sonra" işin
tamamlanabileceği süreyle "sınırlı olmak üzere tazminata hükmedilmelidir.
Başka bir değişle, sözleşme eylemli olarak daha uzun sürede yerine getirilmiş
olsa bile, "uygun süre ve soyut olarak belirlenen bitiş için gerekli süreyi
aşan günler için" gecikme tazminatına (cezai şarta) hükmedilemiyecektir. Bu
yargının dayanağı ise BK.nun 44 ve Medeni Kanunun (MK) 2. maddesi olduğu
ileri sürülmüştür.
Taraflar arasındaki eser sözleşmesinin bitimi ve işin teslimi belirli
süreye bağlandığına göre, bu sürenin dolmasıyla, davalı yüklenicinin, borcunu
yerine getirmede direndiği (Mütemerrit) ve bu olgusunun hukuksal sonuçlar
doğurduğu kabul edilmelidir (BK.m. 101/1).
Borçlar Kanununun 106. maddesinde, karşılıklı yükümlülükleri içeren
sözleşmelerde borcun yerine getirilmemesi (ifada gecikme) halinde,
alacaklının hakkını, nasıl kullanacağı düzenlenmiştir.
Alacaklı, 106/II'de öngörülen seçimlik hakkını kullanabilmesi için
borcu yerine getirmemekte direnen (mütemerrit) borçluya mehil vermek
zorundadır (BK.106/1). Ancak 107. maddede yazılı hallerden birinin bulunması
halinde (1- Borçlunun hal ve vaziyetinden bu tedbirin tesirsiz olacağı
anlaşılırsa; 2- Borçlunun temerrüdü -direnmesi- neticesi olarak borcun ifası
alacaklı için faidesiz kalmış ise; 3- Akdin hükümlerine göre borç tayin ve
tesbit edilen bir zamanda veya muayyen bir mehil içinde ifa edilmek lazım
geliyorsa) mehil tayinine gerek yoktur. Davalı yüklenicinin, borcunu 36 ay
içinde yerine getireceği sözleşmede kabul edildiğine göre, BK.nun 106/1.
maddesi gereğince bir önel (mehil) belirlenmesine gerek yoktur. Buraya kadar
açıklanan hususlarda görüş ayrılığı bulunmamaktadır, sorun bundan sonra
ortaya çıkmaktadır.
1- BK. nun 106/II. maddesinde, (birinci bende göre önel verilsin veya
verilmesin), borcun yerine getirilmemesinde direnilmesi halinde alacaklıya,
üç seçimlik hak verilmiştir: 1- Her zaman gecikmiş işi yerine getirme (ifayı)
ve gecikme tazminatı isteme; 2- Sözleşmenin yerine getirilmesinden
vazgeçilerek olumlu (müsbet) zararını isteme; 3- Sözleşmeden dönme (fesih) ve
olumsuz (menfi) zararı isteme.
Seçimlik hakkı, gündeme geldiğinde şu soruya cevap aranması
gerekmiştir: İş sahibi alacaklı, direnen yüklenici davalıya uygun bir süre
bekleyip BK.nun 106/II. maddesindeki seçimlik hakkını kullandığını bildirmek
zorunda mıdır?
Onbeşinci Hukuk Dairesinin süreklilik kazanan görüşüne göre davacı
alacaklı, uygun bir süre bekledikten sonra borçluya seçimlik hakkını
kullandığını bildirmek zorundadır; bu bildirimin 106/1. maddesideki önel ile
bir ilgisi bulunmamaktadır.
Hukuk öğretisindeki yerleşmiş görüşe göre: Alacaklı, borcun yerine
getirilmemesi halinde, başka bir anlatımla yerine getirmede direnme halinde
(gecikmiş ifa) alacaklı, BK. 106/II'deki hakkını "her zaman" kullanabilir;
ancak kullanmak zorunda da değildir. Bu nedenle alacaklı borcun yerine
getirilmesini (ifayı) ve gecikme tazminatını zamanaşımına (kural olarak 10
sene içerisinde isteyebilir (Bkz. H.Tandoğan, Türk Mesuliyet Hukuku, sh.501;
Becker, İsviçre Medeni Kanun Şerhi Borçlar Kanunu 1. Kısım Genel Hükümler IV.
Fasikül, Dr. S.Özkök Çevirisi, sh:21; Oser Schönnenberger, Borçlar Kanunu,
Recai Seçkin Çevirisi, sh.777). Davacı olan alacaklı bu seçimlik hakkını
kullanmadığı takdirde, sözleşmenin yerine getirilmesini ve tazminat istediği
(birinci seçimlik) yolunda "bir karinenin varlığı kabul edilir (F.Eren,
Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C:III, 1.Bası, sh.292). Bu karine yasa
koyucunun alacaklının borcun ifasının ve gecikme nedeniyle zarar ve ziyanını
"her zaman" isteyeceğini kabul etmekle oluşmuştur.
Bu nedenlerle, Hukuk Genel Kurulunu oluşturan üyelerin çoğunluğu, hukuk
öğretisindeki yasaya uygun düşen yorumu benimseyerek, alacaklının BK.nun
106/II. maddedeki seçimlik hakkını kullanmak zorunda olmadığını ve bu halde
dahi gecikme tazminatı isteyebileceği sonucuna varmıştır.
2- Teslim borcunun yerine getirilmemesinde (teslimde gecikme), gecikme
tazminatının (cezai şart) gecikmenin belirli bir süreyi aşması halinde tamamı
istenebilir mi? Özel Onbeşinci Hukuk Dairesi, bu soruya BK.nun 44 ve MK.nun
2. maddesine dayanarak, olumsuz cevap vermek suretiyle yukarıda açıklanan
yöntemi benimsemiştir.
Bu konuyu tartışmaya almadan önce, eser sözleşmelerinde yüklenicinin
"özen borcu" üzerinde durulmalıdır: Eser sözleşmelerinde yüklenici, kural
olarak, işin görüşülmesi ve tesliminde işçiye göre "daha yüksek özen"
göstermelidir (BK.m.356/1). Yüklenici bir işi üstlenirken, kendi bilgisinin,
uzmanlığının ve parasal gücünün o iş için yeterli olduğunu iyice tartmak ve
bunlar yetersiz ise sözleşmeyi yapmaktan kaçınmak zorundadır. Aksi halde özen
borcuna aykırı davranış olur ve borçlu bundan sorumlu tutulur. Özen borcu,
işin teslimine kadar devam eder (Tandoğan., Borçlar Hukuku Özel Borç
İlişkileri, C:II, 1987 Bası, Sh.56,58).
A- BK.nun 44. maddesinin somut olayda uygulama alanı: Zarar görenin
kusuruna hukuki sonuçlar veren bu madde, BK.nun 98. maddesinin yaptığı
yollama ile sözleşme ilişkilerinde de uygulanır. BK.nun 44. maddesinde, kural
olarak, zarar görenin kusuru, tazminattan indirim sebebi olarak (tazminatın
tenkisi) kabul edilmiştir; buradaki kusur BK.nun 41. maddesindeki teknik
anlamdaki kusurdan farklıdır. Özel olarak belirlenen davranışlar tazminatın
saptanmasında etkili neden olarak kabul edilmiştir. Zarar görenin "zarara
razı olması" yahut "eylemi zararın oluşmasına" veya zararın artmasına yardım
etmesi". Bu özel nedenler olmadıkça zararın sonuçlarının bir kısmı davacı
işverene (davacıya) yükletilemez. Teknik anlamda bir kusur olmamakla beraber
zarar görenin kusuru belirlenirken kusuru belirlenmesine ilişkin yöntem ve
tanımlardan yararlanılmaktadır. Bu nedenle zarar görenin kusurundan
sözedebilmek için de, "başka türlü davranma olanağı varken ve zorunlu iken o
şekilde davranmayıp somut olaydaki gibi kınanabilen bir eylemin bulunması"
gerekir. Diğer taraftan kusuru belirlerken alınan objektif ölçü burada da
geçerlidir.
Davacının, zararın nedeni olan işin geç tesliminde kınanabilecek bir
eylemiyle zarara razı olduğu yahut zararın oluşmasına veya artmasına neden
olması kanıtlanmamıştır. Diğer taraftan davacının, sözleşmeye göre, davalı
yükleniciye vermesi gereken dairelerden bir tanesinin satış yetkisini
vermemiş olması gecikmeye neden olan kusur olarak nitelendirilemez. Çünkü, bu
dairenin satış yetkisi davalının işi bitirmede direnmesi nedeniyle meydana
gelecek zarara karşılık güvence olarak verilmemiştir; Kaldı ki, davalı
yükleniciler satış yetkisi verilseydi bu dairenin satılacağı satımın bu
nedenle engellendiğini kanıtlamamışlardır. Bu nedenle satış yetkisinin
verilmemesiyle gecikme arasında uygun illiyet bağı da yoktur. Son dairenin
satış yetkisinin verilmemesi olgusu ne mahkeme ve ne de, Onbeşinci Hukuk
Dairesinin bozma kararında tartışılmadığından davacı yararına kazanılmış hak
oluşmuştur. İş sahibinin 106/II. maddedeki seçimlik hakkını geç kullanması
kınanabilecek bir davranış olarak kabul edilemez. Çünkü, yukarıda açıklandığı
gibi seçimlik hakkını dilediği zaman ve zamanaşımı süresince kullanmak iş
sahibinin yasal hakkıdır; o nedenle bu kınanacak bir davranış değildir. Diğer
taraftan davacı sözleşmenin yerine getirilmesinde ve işin tesliminde davalıyı
duraksamaya düşürerek, işin gecikmesine neden olan bir eylemi de
bulunmamaktadır. Her iki tarafın, sözleşmenin yerine getirilmesi ve teslimi
konusundaki eylemli durumu bunun kanıtıdır.
Bu nedenlerle davacının, BK.nun 44. maddesindeki özel halleri oluşturma
yönünde bir eylemi bulunmadığı gibi Yasaya uygun davranışını tazminatın
indirilmesinin nedeni (kusur) olarak kabul etmek olanağı da yoktur.
B- MK.nun 2/I. maddesinde belirlenen "doğruluk ve güven kurallarının
(objektif hüsnüniyet) somut olayda tartışılması: Sözleşmelerde
kararlaştırılan hususların yerine getirilmesi, verilen sözün tutulması (Pacta
sunt serventa ahta vefa) ilkesi gereğidir. Çünkü, doğruluk ve dürüstlüğün
gereği budur. Bu nedenle olayımızda davalı eser sözleşmesiyle işin geç
tesliminden dolayı ve geç teslim süresinin bütünü için tazminat -cezai şart-
ödemeyi kabul etmiş olduğuna göre bunu davacıya eksiksiz olarak ödemek
zorundadır; bundan kaçınma sözleşmeye, doğruluk ve dürüstlük kurallarına
aykırı davranış olur. Ne var ki, bu kuralın ayrıcalıksız uygulanması bazı
durumlarda yine doğruluk, güven kurallarına aykırı olacak sonuçlar
doğurabilir. Bunun için "öngörülmeyen bir nedenin" sözleşmenin tamamının veya
bir koşulunun yerine getirilmesini taraflardan biri için çekilmez ve yıkım
teşkil edecek yoğunluğa getirmesi gerekir ( S.Edis, Medeni Hukuka Giriş ve
Başlangıç Hükümleri, sh.309).
Olayımızda, ne görülmeyen bir hal ve ne de yapılan işin kapsamı
gözetildiğinde 45.000.000 TL. tazminatın davalı için çekilmez ve ekonomik
yönden yıkım teşkil ettiği söylenemez. Kaldı ki, davalının sözleşmeye sadakat
göstermeyerek gecikme tazminatını (cezai şartı) ödememekte direnmekte, onun
yönünden doğruluk ve güven kurallarına (MK.m.2/1) aykırıdır.
Davacının gecikme süresinin tamamını kapsayan tüm tazminatı istemesi
"hakkın kötüye kullanılması olarak da nitelendirilemez (MK.2/2). Hakkın
kötüye kullanılması hakkın sırf başkasına zarar vermek için kullanıldığı
hallerin dışında "hem kendine yarar sağlamak ve hem de karşı tarafa zarar
vermek kastı ile hakkın kullanıldığı haller" de söz konusu olabilir (S.Edis,
age., sh.324). Davacı, sözleşmeden doğan hukuka uygun bir hakkını kullanmakla
kendine yarar sağlamaktadır; ancak bu hakkını davalıya zarar vermek kasdıyla
kullandığını söylemek olanağı yoktur.
Sözleşme ilişkilerinde; alacaklının, borcun uzun süre yerine
getirilmemesine göz yumması halinde: Sözleşmenin yerine getirilmesi ve
tazminat istemenin hakkın kötüye kullanılması olarak nitelendirilmesini
gündeme getirebilir. Ancak bu yola seyrek ve olağan üstü hallerin varlığı
halinde başvurulmalıdır; özellikle uzun süre bekleme nedeniyle fiyat
dalgalanmalarından yararlanma borçluyu zarara sokmak ve onun durumundan
yararlanma kastının varlığı aranmalıdır (Tandoğan, Mesuliyet, sh. 501,
Borçlar, sh.133-134; Becker, age., sh.21; Oser-Schönenberger, age., sh.777).
Yargıtay denetiminin yapıldığı bu davada ise, davacıyı sözleşmeden
doğan hakkını istemesinde ne eleştirilecek yan ve ne de davalıya zarar vermek
kastı olduğu söylenebilir. Davacının geç teslim nedeniyle gerçekleşen
zarararının karşılığını istediği de gözardı edilmemelidir.
C- Davalı, işin süresinde teslim edilmemesi halinde davacıya verilecek
her daire için aylık 300.000 lira ödeyeceğini kabul etmiştir. Bu, BK.nun
158/II maddesinde belirlenen bir cezai şart niteliğindedir. BK.nun 161/3.
maddesi gereğince cezai şartın, "fahiş olduğu gerekçesi ile tenkisi"
gerekeceği düşünülebilir. Ancak davalılar tacir olduğundan böyle bir indirim
söz konusu olamaz ( Türk Ticaret Kanunu madde 24). Özen borcuna aykırı
davranarak kusurlu durumunda bulunan davalı yüklenici teslim gününden
itibaren işleyecek cezai şartı tam olarak ödemek zorundadır (Tandoğan,
Borçlar, sh.133-135). Kaldı ki, davacının geç teslim süresince en az kabul
edilen cezai şart kadar zarara uğradığı da bir olgudur. Bu nedenle de davacı
hiç bir indirime tabi tutulmadan gerçek zararını isteyebilecek durumdadır
(BK. m.159/II).
Bu durumda, tüm bu nedenlerle yüklenici olan davalıların, işi zamanında
teslim etmemesinden doğan cezai şartı davacıya hiç bir indirim yapılmaksızın
ödemesi sözleşmeye, Borçlar Kanununun 356/I maddesindeki özen borcuna ve
doğruluk ve güven kurallarına uygun düşer.
3- Bir kısım üyeler, davacının isteyebileceği tazminatın BK.nun 360.
maddesinin ışığı altında belirlenmesini önermişlerdir. Ancak BK.nun 360.
maddesi, "tamamlanmamış, teslimi önerilmiş eserin kusurlu veya sözleşmeye
aykırı olmasını" düzenlemektedir. Borçlunun direnmesini düzenleyen özel hüküm
(BK.m.106) varken, örnekleme yoluyla BK.nun 360. maddelerine başvurmak
düşünülemez. Bu görüş açıklanan nedenlerle genel kurul çoğunluğunca
paylaşılmamıştır.
Bu itibarla, yerel mahkemece mevcut delillerin değerlendirilmesi
suretiyle kurulan hüküm doğrudur.
O halde usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararı onanmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme
kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı
peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 9.10.1991
gününde oyçokluğuyla karar verildi.
Birinci Başkanvekili 6.H.D.Bşk. 7.H.D.Bşk. 9.H.D.Bşk.
İ.Teoman Pamir A.Berksun İ.H.Güroğlu E.Çubukçu
5.H.D.Bşk. 12.H.D.Bşk. 11.H.D.Bşk. 13.H.D.Bşk.
A.H.Karahacıoğlu K.G.Yelço N.Özkan A.İ.ARslan
Değişik Bozma
Y.Z.Tanrıbilir B.C.Kadılar M.S.Aykonu M.Demirtürk
Değişik Bozma
10.H.D.Bşk.V. T.Alp Ç.AŞçıoğlu M.C.Kostakoğlu
R.Aslanköylü Bozma
Y.Yılbaş I.ULaş K.Öztekin O.Arslan
Bozma
N.Turhan K.F.Çavga Ö.Bilen 8.H.D.Bşk.V.
S.Sapanoğlu
N.Akman M.H.Surlu S.G.Erçoklu Ş.Abik
Bozma
C.Dikmen G.Nazlıoğlu K.Acar A.Ertürk
E.Doğu T.Demirtaş M.S.Özer S.Özyörük
A.Güneren
Bozma
KARŞI OY YAZISI
Taraflar arasında düzenlenen 26.12.1984 tarihli kat karşılığı inşaat
sözleşmesinde davacı arsa maliklerine bırakılan dairelerin 36 ay içinde, yani
engeç 26.12.1987 tarihinde bitirilip teslim edilmesi öngörülmüştür. Davacılar
bu tarihten yaklaşık birbuçuk yıl sonra 29.5.1989 tarihinde açtıkları bu dava
ile; 17 aylık gecikme tazminatı talep etmişlerdir. Davalı yükleniciler,
inşaatı 1988 yılı Mayıs ayı sonunda yapıp bitirdiklerini 5 aylık gecikme
tazminatını ödediklerini, ancak davacı arsa maliklerinin sözleşmenin 13.
maddesinde yazılı edimlerini ihtara rağmen yerine getirmedikleri gibi,
inşaatın 95 inden fazlasını yaptıkları halde davacıların teslim de
almadıklarını bildirerek davanın reddini savunmuşlardır.
Gerçekten, sözleşmenin 13. maddesinde bir üst katın kabası
yapıldığında, müteahhit firmanın yazılı talebi ile 10 gün içinde bir alt
katın satış yetkisinin verileceği kararlaştırılmıştır. Davalılar 26.5.1988
tarihli ihtarname ile davacılara bu hususta ihtarda bulunmuş iseler de;
davacılar bu daireyi teminat olarak tuttuklarını, satış yetkisi
vermiyeceklerini bildirmişlerdir. Oysa, sözleşmeye göre davacıların bu
dairenin satış inşaat tamamen bitmeden vermeleri gerekir. Davalılar da bu
daireyi satamadıkları için geri kalan 5 lik eksiklikleri
tamamlayamadıkları, gecikmeye davacıların sebebiyet verdiklerini
savunmuşlardır. Bu durumda davacıların, büyük bir bölümü bitirilmiş olan
inşaatı teslim alıp eksiklikleri kendileri giderip, borçlarından düşmeleri,
yahut bir dairenin satış yetkisini vererek eksiklikleri davalıların
tamamlamasını istemeleri gerektirdi. Bu iki seçenekten hiç birisini yapmadan
Mayıs 1988 tarihinhden dava tarihine kadar bir yıl bekledikten sonra gene
aynen ifa istemeden bütün bu süre için gecikme tazminatı istemeleri
hakkaniyet ve adaletle bağdaşmaz. Öte yandan, davacılar dava devam ederken
gönderdikleri 24.1.1990 tarihli ihtarname ile inşaatı eksiklikleri ile
birlikte teslim almaya hazır olduklarını bildirmişlerdir. Ancak, Borçlar
Kanununun 360 ncı maddesi gereğince bu isteklerini bir yıl beklemeden ve
gecikmeden bildirmeleri gerekirdi. Çünkü bu maddenin son fıkrası gereğince,
yapılan şey iş sahibinin arsası üzerine yapılmış olup yıkılması fazla bir
zararı mucip ise ve işin kusurlu olması veya sözleşmeye aykırı bulunması
önemli derecede değilse iş sahibi inşaatı kabulden imtiha edemeyip, ancak
işin kıymetinin noksan nisbetinde fiatı tenzil veya o işin islahı büyük bir
masrafı mucip değilse müteahhidi tamire mecbur edebilir. Bu hükümden de
anlaşılmaktadır ki; kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde, arsa maliki, büyük
bir bölümü biten inşaatı uzun süre teslim almaktan kaçınarak, sürekli bir
şekilde gecikme tazminatı talep edemez. Bu hüküm, olayda doğrudan doğruya
uygulama yeri bulmasa da, Kanunun bu konudaki ruh ve maksadını
göstermektedir. Büyük bir bölümü bitirilmiş olan inşaatta, o tarihe kadar
olan beş aylık gecikme tazminatını da kendi rızası ile ödeyen müteahhide,
ihtar üzerine bir dairenin de satış yetkisini vererek inşaatın süratle
bitirilmesine yardımcı olmaları gereken davacıların bunu yapmayarak bir yıl
daha bekleyip gecikme tazminatı istemeleri gerek inşaat sözleşmelerine ait
yasa koyucunun amacına gerekse M.K.nun 2. maddesindeki dürüstlük kuralına
uygun düşmez. Bu durumda, Mayıs 1988 tarihinden sonrası için gecikme
tazminatı talebinin tümüyle reddi gerekir ise de; 15. Hukuk Dairesince,
eksikliklerin ne kadar sürede tamamlanabileceği bilirkişi aracılığıyla tesbit
edilerek bu süre ile sınırlı olmak üzere tazminata hükmedilmesi gerektiğinden
bahisle hüküm bozulmuş ve davalılar karar düzeltme yoluna başvurmadıkları
gibi, bu bozma kararına uyulmasını da istemiş bulunduklarından; mahkemenin
direnme kararının bu gerekçelerle bozulması görüşündeyiz.
Sayın çoğunluğun gerekçeli onama kararına bu nedenlerle katılamıyoruz.
A.İ.Arslan M.Aykonu
13.H.D.Başkanı 13.H.D.Üyesi
KARŞI OY YAZISI
Taraflar arasındaki uyuşmazlık arsa karşılığı inşaat sözleşmesinden
kaynaklanmaktadır.
Davacılar arsa sahibi davalılar yüklenicidir. Yanlar arasındaki
26.12.1984 günlü sözleşme uyuşmazlık konusu değildir.
Davacılar bu davaları ile davalının davacılara ait bağımsız bölümleri
sözleşmede öngörülen sürede teslim etmediklerinden 17 aylık kira tazminatı
istemişlerdir.
Sözleşmenin 8. maddesine göre, inşaat süresi bu akdin imza tarihinden
itibaren 36 ay olduğu; davacılara arsaları karşılığı 9 bağımsız bölümün
verileceği ve sözleşmenin 11. maddesine göre her geçen ay için beher bağımsız
bölüm için 300.000 TL. gecikme tazminatı ödeneceği yanlarca kabul edilmiştir.
Sözleşmenin 11. maddesindeki beher ay için kabul edilen gecikme
tazminatı cezai şart olmayıp kira giderimi durumundadır. Zira taraflarca
sözleşmenin 18. maddesinde sözleşmenin feshi halinde ayrıca cezai şart
kararlaştırılmıştır. Öte yandan 11. maddenin ifade tarzından da anılan
miktarın kira tazminatı olduğu kuşkusuzdur. Öyleyse bahse konu edilen
tazminatın çoğunluk tarafından cezai şart olarak nitelenmesi yasaya uygun
düşmemektedir.
Borçlar Yasasının 98. maddesine göre davalı yükleniciler her kusurdan
sorumludurlar. Öte yandan sözleşme şekle uygun olarak düzenlenmiş olup
tarafları bağlar niteliktedir. Davalılar edimlerini sözleşmenin tanzim
tarihinden itibaren 36 ay içerisinde ifa etmekle yükümlüdürler. Ne var ki
anılan 36 aylık kesin süre sonunda davalı yükleniciler edimlerini yerine
getirmemişlerdir. O halde B.K.md. 101. göre davalılar direngen (Temerrüt)
duruma düşmüşlerdir.
Edimini ifa etmiyen mütemerrit borçlu (davalılar) hakkında alacaklı
davacılar gecikmeden Medeni Kanunun 2. maddesindeki doğruluk kurallarına göre
haklarını kullanmaları gerekir. Çünkü objektif iyiniyet kurallarına uygun
olarak davranma ödevi hukukun bütün alanları için konulmuştur (HGK. 1.7.1964
T. 836/D-T esas 500 K).
Tarafların ittifakı ile tayin edilen bir zamanda davalı yükleniciler
borçlarını ifa etmediklerine göre (B.K. md. 107/3. bent).
Davacılar davalılara BK. m.106/1 deki münasip süreyi tanımak ve vermek
zorunda değillerdir. O halde davacılar B.K. md. 106/2 deki haklarını münasip
bir süre tayin etmeden veya böyle bir sürenin hakim tarafından tayinini
istemeden seçimlik haklarını kullanmalıdırlar.
Davacılar 11.5.1988 günlü itirazlarından da anlaşılacağı üzere ifa ile
gecikme tazminatı yani kira tazminatı isteme hakkını seçmişlerdir. Bu konuda
yanlar arasında hiçbir uyuşmazlık da bulunmamaktadır. Öyleyse kural olarak
davalılar sözleşme ile bağlı olup ifada gecikmeleri sebebiyle davacıların tüm
zararlarını ödemelidirler. Ne var ki davacılarda hal ve davranışlarıyla
davalıların durumunu ağırlaştırmamak yükümlülüğü altındadırlar (BK. md.98/2
ve 44 yasa hükümleri burada yanların yararlarının dengelenmesini öngörmüştür.
O halde davacılar sözleşmede kararlaştırılan 36 aylık kesin süre sonunda
eksik işlerin davalılar hesabına kendileri tarafından yapılmasını istemeleri
gerekir. (B.K.md.97) İşte bu nedenlerle davacılar ancak ve ancak davalı
yüklenicilerin eksik bıraktıkları işlerin normal koşullarda tamamlanması
süresi kadar bir zaman dilimi için kira tazminatı istiyebilirler. Bu
nedenlerle çoğunluk görüşüne karşıyım.
Y.Z.Tanrıbilir
15.H.D.Üyesi
|