 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E.1991/11-303
K.1991/567
T.13.11.1991
ÖZET : Ticari işlerde temerrüt faizi 30'dur. Ancak, ticari işin
yanları, 3095 sayılı Yasanın 2/3. maddelerinde öngörülen reeskont faizini de
isteyebilir.
Yolcu taşıma işlemi, bir ticari iştir. Yolcu taşıma sözleşmesinde,
taşıyıcının yolcuyu, varmak istediği yere sağ ve salim götürmesi asli bir
borçtur. Bu borcun ihlalinde, tazminat faizi değil, temerrüt faizi
istenebilir.
Taraflar arasındaki davadan dolayı, bozma üzerine direnme yoluyla;
Ankara Birinci Asliye Ticaret Mahkemesinden verilen 13.11.1989 gün ve 651/775
sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan
28.11.1990 gün, 1990/11-88 Esas, 1990/591 Karar sayılı ilamın, karar
düzeltilmesi yoluyla incelenmesi davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile
istenilmiş olmakla; Hukuk Genel Kurulu'nca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam
ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
1- Dava konusu uyuşmazlıkta, yolcu taşıma sözleşmesinden kaynaklanan
tazminat alacağına, mahkemece bu alacağın ticari işten kaynaklandığı
düşüncesiyle olay tarihinden itibaren ve istem de dikkate alınmak suretiyle
TTK.nun 1461. maddesinde öngörülen banka iskonto haddi üzerinden temerrüt
faizine hükmedilmiş olup, bu kararı bozan Özel Daire kararında ise, bu
alacağa, ticari temerrüt faizinin değil, BK.nun 72 ve 3095 sayılı Yasanın 1.
maddesinde öngörülen kanuni faiz oranının uygulanması gerektiği benimsenmiş
bulunmaktadır. Bu kısa açıklamadan da anlaşılacağı üzere, mahkeme ile Özel
Daire arasındaki görüş aykırılığı, taşıma işinden kaynaklanan tazminat
davalarında, tazminat alacağına yürütülecek faizin başlangıç tarihinde değil,
bu alacağı yürütelecek faizin niteliğindedir.
Nitekim, Hukuk Genel Kurulu'nda gerek temyiz gerekse karar düzeltme
incelemesi tartışmalarında da bu alacağı ister kanuni faiz adı altında
olsun, isterse temerrüt faizi adı altında olsun olay tarihinden itibaren faiz
yürütülmesi gerektiği oybirliği ile benimsenmiş bulunmaktadır. Tartışmanın
odak noktası, olay tarihinden itibaren yürütülecek faizin niteliğinde
toplanmış bulunmaktadır.
Temyiz inceleme aşamasında Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel
Daire kararında, muacceliyet ve temerrüt kavramlarına değinip, BK. nun 101.
maddesi hükmüne dayanılarak muaccel bir borcun borçlusunun ancak alacaklının
ihtarı ile temerrüt haline düşebileceği kuralından hareketle, dava konusu
olayda ihtar koşulu gerçekleşmediğinden, öncelikle bu koşul açısından olayda
temerrüt faizi yürütülemiyeceği sonucuna varılmış bulunmaktadır. Bu bakımdan
öncelikle dava konusu alacağa temerrüt faizi yürütülebilmesi için ihtar
koşulunun aranıp aranmayacağı üzerinde durulması gerekmektedir.
Bilindiği üzere, BK.nun 101/1. maddesinde konulmuş bulunan ana ilke
uyarınca muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarı ile temerrüt haline
düşeceği hükme bağlanmış ise de, aynı maddenin 2. fıkrasında borcun ifa
edileceği günün taraflarca birlikte saptanmış olması halinde veyahut saklı
tutulan bir hakka dayanılarak taraflardan birisince ihbarda bulunulmak
suretiyle borcun ifa edileceği gün saptanmışsa, bu günün bitimi ile borçlunun
mütemerrit olacağı hükmü getirilmek suretiyle ilk fıkradaki hükmün
istisnalarının da bulunabileceği yasa koyucu tarafından kabul edilmiş
bulunmaktadır. Yasa koyucu bu genel istisna kuralının dışında, yasalarda
getirdiği özel hükümlerle de bu istinai genişletmiştir. Örneğin, ticari
işlerde teslim için bir zaman tayin edildiği hallerde satıcının temerrüdünün
bu zamanın dolması ile gerçekleşeceği kabul edildiği gibi, (BK. md. 187-210),
TTK.nun 407/1. maddesinde de anonim şirketlerde sermaye koyma borcunu
süresinde yerine getirmeyen pay sahibinin ihtara dahi gerek görülmeksizin
temerrüde düşeceği açık bir şekilde hükme bağlanmış bulunmaktadır.
Bu yasal istisnaların dışında gerek uygulamada gerekse öğretide
borçlunun temerrüdü için ihtarın gerekli olmadığı diğer hallerde kabul
edilmiş bulunmaktadır. Bunlar, borçlunun borcunu ifa etmiyeceğini açık ve
kesin bir şekilde bildirmesi hali (BK.107/1 den örnekseme yolu ile bu sonuca
varılmaktadır), dürüstlük kurallarının ihtarı gereksiz kaldığı haller,
borçlunun ihtarı iyiniyet kurallarına aykırı davranışlarıyla engellemesi
halleri (BK.nun 154. maddesi hükmünden örnekseme yolu ile bu sonuca
varılmaktadır), sözleşmede temerrüt için ihtara gerek bulunmadığı
kararlaştırılan haller olarak sayılmaktadır. Yine, gerek uygulamada gerekse
öğretide borçlunun temerrüdü için ihtara gerek olmadığı hallerden biri olarak
da borçlunun, iade veya tazmin borcunun haksız fiili veya iktisabından
kaynaklanan hal olarak gösterilmektedir. Bu kuralın uygulanması meni
hukukumuzda bir yasa hükmü ile düzenlenmemiş ise de "gasbeden veya hırsız
daima temerrüt halindedir" şeklindeki müşterek hukuktan gelme genel ilkenin
haksız fiilden kaynaklanan tazminat borçlarında da uygulanması gerektiği
doktrinde benimsenip, kabul edilmektedir (Bkz. von Tuhr, Borçlar Hukukunun
Umumi Kısmı, Cevat Edege Tercümesi, Yargıtay Yayınları, Ankara 1983, sh.611;
Prof.Dr. F.N.Feyzioğlu, Borçlar Hukuku Genel hükümler, cilt 2, İstanbul 1977,
sh.235-240; Tekinay/ Akman/ Burcuoğlu/ Altop Tekinay Borçlar Hukuku, cilt II,
5.Baskı, İstanbul 1985, sh. 1227-1231). Esasen, bozma kararında dayanak
olarak gösterilen yazarlar dahi haksız fiil borçlusunun olay tarihinden
itibaren ödenmesi gereken tazminata bir faiz yürütülmesi gerektiğini kabul
etmekte, ne var ki bu nevi faize temerrüt faizi yerine tazminat faizi adı
verilmektedir. Yine, Özel Daire çoğunluk bozma kararında bu kavramdan hareket
edilerek tazminat faizine BK.nun 103. maddesindeki temerrüt faizin değil,
aynı Yasanın 72. maddesindeki faizin uygulanması gerektiği kabul
edilmektedir. Bu görüşe katılmak mümkün değildir. Zira, bu görüş öncelikle
ticari olmayan işlerde hiçbir pratik sonuç getirmemektedir.
3095 sayılı Yasadan önce BK.nun 72 ve 103/1. maddelerindeki 5 olan
faiz oranları arasında bir fark bulunmadığı gibi, anılan yasanın getirdiği
değişiklikten sonra da her iki faiz oranı da 30'a yükseltilmiş olup bu denge
bozulmamıştır. Diğer bir deyişle, bir ticari işletmeyi ilgilendirmeyen haksız
fiillerde tazminat faizi temerrüt faizi kavramları olay tarihinden itibaren
istenebilecek faiz oranları yönünden hiçbir farklılık meydana getirmemekte,
yani uygulama açısından hiçbir pratik faydası bulunmamaktadır. Ticari
işlerdeki temerrüt faizine esas alınacak 3095 sayılı Yasanın 2/3. maddesi
hükmüne göre ise, arada sözleşme bulunmasa bile ödeme yerinde ve zamanındaki
banka iskontosu oranı 30'dan fazla ise, T.C.Merkez Bankasının kısa vadeli
krediler için öngördüğü reeskont faiz oranı üzerinden temerrüt faizi
istenebileceği kabul edilmiş bulunmaktadır. Görüldüğü üzere BK.nun 72 ve 3095
sayılı Yasanın 1. maddesinde öngörülen faiz ile BK.nun 101 ve 3095 sayılı
Yasanın 2. maddesinde öngörülen temerrüt faizi yönünden oran itibari ile hiç
bir farklılık bulunmamakta sadece ticari işlerde ticari hayatın gerçekleri
dikkate alınarak daha yüksek oranda bir temerrüt faizi isteme olanağı
getirilmiş bulunmaktadır. Bir başka anlatımla, faiz oran farkı temerrüt için
çekilmesi gereken ihtarnameye bağlanmamış, işin niteliği dikkate alınarak
farklı faiz oranları uygulanması imkanı tanınmış bulunmaktadır.
Bu konuda doğru bir sonuca varılabilmek için, dava konusu alacağı,
yürütülecek faizin akdi ilişkinin sona ermesinden sonraki dönemle mi, yoksa
akti ilişkiyle ilgili dönemle mi ilgili olduğunun saptanması gerekir. Zira,
BK. nun 72 ve 3095 sayılı Yasanın 1. maddesinde öngörülen (Kanuni Faiz),
Borçlar Kanununa ve T.Ticaret Kanuna göre faiz ödenmesi gereken hallerde
miktarı sözleşme ile saptanmadığı takdirde ödenecek faizdir. Bu yasal
düzenlemelerden de açıkca belli olduğu gibi doktrinde (Kapital faizi) adı da
verilen kanuni faiz, borcun geç ödenmesi ile ilgili bir faiz niteliğinde
değildir. Borcun geç ödenmesiyle ilgili faiz düzenlemesi BK.nun 103 ve 3095
sayılı Yasanın 2/1. maddesinde öngörülen faizdir; yani temerrüt (direnim)
faizidir. Temerrüt, ticari bir ilişkiden doğduğu takdirde ise, yasa gereği
TTK.nun 9/2, 1461 ve 3095 sayılı Yasanın 2/3. maddelerinde belirtilen Ticari
Temerrüt faizi oranları uygulanacaktır (Bkz. Y.Karayalçın, Ticaret Hukuku,
Ticari İşletme, Ankara 1968, sh.557 vd.).
Dava konusu olayda, davacının da davalı idareye ait trenle yolculuk
yapmak için binerken trenden düşmesi ve altında kalması nedeniyle iki
bacağının kesilmesi sonucu taşıma sözleşme ilişkisi o anda sona ermiş ve
taşıyıcının TTK. nun 806. maddesinde öngörülen yolcuyu gideceği yere sağ ve
salim ulaştırma borcu o andan itibaren yine aynı maddede niteliği belirtilen
tazminat borcuna dönüşmüştür. O halde, ortada akdi ilişkinin sona ermesinden
ve derhal ödemesi gereken tazminat borcunda bir gecikme olduğuna göre, bu
tazminat borcuna yürütülecek faiz niteliği itibariyle (kapital) kanuni faiz
olmayıp, temerrüt direnim faizi olması gerekir. Bu kural, müşterek hukuktan
gelme (gaspeden daima temerrüt halindedir) ilkesinin bir uygulamasıdır.
Kanunun temyiz incelemesini yapan Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yerleşmiş
uygulaması bu yönde olduğu gibi, bu gibi durumlarda yürütülecek faizin bir
temerrüt faizi olduğu doktrinde de kabul edilmektedir (Bkz. Y.Karayalçın,
age, sh.569). Kaldı ki, (Tazminat faizi) kavramına Borçlar Hukuku adlı
eserinde değinen von Tuhr dahi bu faizi açıklarken (gaspeden, daima temerrüt
halindedir) ilkesine dayanmakta ve borçlunun (mütemerrit bir borçlu gibi)
faizden sorumlu olduğunu kabul etmektedir (Bkz. von Tuhr. age., sh.611).
Nitekim, direnmeye esas olan mahkeme ve Özel Daire kararları doktrinde
de tartışma konusu olmuş ve ".. karşıt kavram yolu ile (a contrario) hemen
teslim etmek gerekir ki haksız fiil tazminatı ya da haksız zenginleşme nedeni
ile iade edilecek miktarın ödenmesinin gerekeceği zaman, hiç tartışmasız olay
tarihidir. Bu tarihten sonraki her gün, eğer ödeme olmamışsa gecikmeyi
anlatır. O bakımdan olay tarihinden itibaren ödenecek faizin temerrüt faizi
olması son derece doğaldır" şeklinde açıklanan görüş ile yukarıda belirtilen
düşüncenin yerinde olduğu benimsenmiştir (Bkz. Prof.Dr. F.Tekil, Ticari
İşletme Hukuku, İst. 1990 sh.99-101).
Dava konusu tazminat alacağına yürütülmesi gereken geç ödeme faizinin
bir temerrüt (direnim) faizi olduğu ve bu nedenle olayda BK.nun 103/1. 3095
sayılı Yasanın 2. maddesi uygulanması gerektiği saptandığına göre, bu
temerrüt faizinin TTK.nun 9/2, 1461 ve 3095 sayılı Yasanın 2/3. maddelerinde
belirtilen talep edilen dönemlere göre iskonto veya reeskont faizine tabi
olup olmayacağı, yukarıda da değinildiği gibi işin ticari nitelikte olup
olmadığına göre değişecektir. Zira, TTK.nun 9/2 uyarınca ticari temerrüt
faizi ancak ticari işlerde uygulanacağı hüküm altına alınmış bulunmaktadır.
Yukarıda da değinildiği gibi, dava konusu alacak bir yolcu taşıma
sözleşmesinden doğmasına ve bu tür sözleşme ilişkisi ile taşıyıcının
sorumluluğu T. Ticaret Kanununda (TTK.. 798 vd.) düzenlendiğine göre, aynı
Yasanın 3. maddesi uyarınca uyuşmazlık ticari bir işten kaynaklanmaktadır.
Davalı taşıyıcı bakımından ticari iş olan bu uyuşmazlık sözleşmeden
kaynaklandığına göre TTK.nun 21/2. maddesi uyarınca tacir sıfatını taşımayan
yolcu bakımından da ticari bir iş sayılması gerektiğinden dava konusu alacak
için ticari temerrüt (Direnim) faizi istenebileceğinin kabulü ve ayrıca
alacağın dönemine, yani 3095 sayılı Yasanın yürürlüğe girme tarihine nazaran
iskonto ile reeskont faiz oranları üzerinden temerrüt (direnim) faizinin
istenebilmesi yasal olarak mümkündür. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu'nun taşıma sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlık hakkında oybirliği
ile verdiği 17.12.1986 gün ve 985/11-383 esas ve 1986/1099 karar sayılı karar
bu yolda olduğu gibi, doktrinde de aynı görüş ileri sürülmüştür (Bkz. Y.
Karayalçın, age., sh. 566-569; Prof.Dr. H.Domaniç, TTK. Şerhi cilt 1, İst.
1988, sh.130-132).
Kaldı ki, bu tür tazminat davalarında ülkemizde olduğu gibi yüksek
enflasyon yaşanan dönemlerde reeskont faiz oranı üzerinden ödenecek temerrüt
faizi, zararın geç tazmin edilmesinden doğan sakıncaları en aza indirecek
bir faiz oranı olmaktadır. Adaletin asıl amacı, haksız eylem veya sözleşmeye
aykırı davranış ile bozulan düzeni tekrar sağlamak ve bu şekilde tarafları bu
eylemin olmasından önceki duruma getirmek olmalıdır. Nitekim, tazminat faizi
kararını savunan yazarlar dahi tazminat faizi ile tazminatın geç ödenmesinden
kaynaklanan zararın tümünün ödenmesinin amaçlandığı kabul edilmektedir (Bkz.
M.Reşit Karahasan, Sorumluluk ve Tazminat Hukuku, Ank. 1981, sh. 1691-1620).
İsviçre Federal Mahkemesinin BGE öz 11512 sayılı kararında da bu tür
davalarda uygulanacak faizin (... zarar göreni, haksız fiilin işlendiği gün
zararı tazmin edilseydi hangi durumda olacak idiyse, o duruma getirmek
amacını güder), şeklinde tanımlamak suretiyle bu amacı açıkca vurgulamıştır
(Bkz. Kaneti, İsviçre Federal Mahkemesinin Borçlar Hukuk Kararları sh. 126).
Ayrıca, gerek BK.nun gerek TTK.nun ve gerekse 3095 sayılı Kanunlarda
gösterilen faize ilişkin hükümler tefsiri nitelikte olduklarından bu
hükümlerden bir boşluğu doldurmak için yararlanırken yasa hükümlerinden
hayatın gerçeklerine en uygun olanının seçilmesi ve uygulanması, uygulamacıya
düşen bir görev olmalıdır.
Karar düzeltmeye konu olan HGK.nun bozma karar gerekçesinde, tazminat
davalarında olay anından hüküm tarihine kadar alacak miktarının belirsiz
olduğu, bu nedenle bu tür borçlarda temerrüt olamayacağı da ileri sürülmüşse
de, aynı belirsizlik karmaşık alacak ve borç ilişkilerinde ve haksız
rekabetten doğan tazminat borçlarında da mevcut olduğu halde bu tür
alacaklarda dahi ticari temerrüt faizinin uygulanması gerektiği Yargıtay'ın
kökleşmiş içtihatlarında kabul edilmiştir. Bir an için böyle bir görüşün
yerinde olduğu kabul edilse dahi, aynı sakınca olay tarihinden yürütüleceği
kabul edilen tazminat faizinde de mevcuttur. Bu nedenle bu görüşe, bünyesinde
çelişki taşıdığı için de itibar edilmesi mümkün değildir.
Hukuk Genel Kurulu'nca direnme kararının bozulmasına ilişkin yukarıda
açıklanan ve benimsenen gerekçeye ilave olarak yolcu taşıma sözleşmesinde
yolcunun sağ ve salim taşınmasının taşıma sözleşmesinin asli edimi olmadığı
bunun bir yan yükümlülük olan özen gösterme yükümlülüğü olduğu, bu tür
yükümlülüklerde ise, temerrütten söz edilemeyeceği gerekçesi de benimsenmiş
bulunmaktadır. Oysa, yolcu taşıma sözleşmesinde taşıyıcının yolcusunu, varmak
istediği yere sağ salim götürme şeklinde ifade edilen özen borcu, TTK.nun
806/1. maddesinde asli edim olarak vazedilmiş bulunmaktadır. Nitekim,
doktrinde de taşıyıcının bu özen borcunun asli nitelikte bir edim olduğu
açıkca kabul edilmektedir (Bkz. Dr. S.Arkan, Yolcu Taşımalarında Karşılaşılan
Bazı Hukuki Sorunlar üzerine Düşünceler, Batıder, cilt:XII, sayı 1, sh.18
vd.).. O halde, aynı Yasa maddesinde taşıyıcının bu edimini tam olarak yerine
getirmediği takdirde yolcunun veya onun ölümü halinde desteğinden yoksun
kalanların isteyebilecekleri tazminat alacağı dahi yasada gösterildiğine
göre,özen borcunun ve dolayısı ile onun yerini alan tazminat alacağının bir
yan yükümlülük olarak nitelendirilmesi ve kabulü mümkün değildir.
Yukarıdan beri açıklanan nedenlerle mahkemece dava konusu alacağı olay
tarihinden itibaren ticari temerrüt faizi yürütülmesinde usul ve yasaya
aykırılık görülmediğinden davacı vekilinin karar düzeltme isteminin esas
itibari ile kabul edilmesi gerekmiştir.
2- Nevar ki, mahkemece dava konusu alacağa istek de gözönünde tutulmak
suretiyle TTK.nun 1461. maddesinde öngörülen banka iskonto oranı üzerinden
temerrüt faizine hükmedilmiş bulunmaktadır. Oysa, 19.12.1984 tarihinde
yürürlüğe giren 3095 sayılı Yasanın 2/3. maddesi hükmüne göre, ticari işlerde
temerrüt faizi bu tarihten itibaren T.C.Merkez Bankasının kısa vadeli
krediler için öngördüğü reeskont faiz oranına göre istenebilir ve
hükmedilebilir. Mahkemece olay tarihinden sonra bu yasanın yürürlüğe girmesi
gözönünde tutulmadan bu yasanın yürürlüğe girmesinden sonraki dönem içinde
iskonto haddi üzerinden temerrüt faizine hükmedilmesi doğru görülmediğinden
kararın sadece bu noktadan bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bendde açıklanan nedenlerle davacı
vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun
mahkeme kararını bozan 28.11.1990 gün ve 1990/11-88 Esas ve 1990/591 Karar
sayılı kararın kaldırılmasına ve mahkeme kararının yukarıda (2) numaralı
bendde açıklanan nedenlerle davacı yararına BOZULMASINA, 13.11.1991 gününde
oyçokluğuyla karar verildi.
Birinci Başkanvekili 14.H.D.Bşk. 2.H.D.Bşk. 11.H.D.Bşk.
İ.Teoman Pamir H.Özgüç İ.Yanıkömeroğlu N.Özkan
Red
15.H.D.Bşk. 18.H.D.Bşk. 19.H.D.Bşk. 20.H.D.Bşk.
M.Altay S.Rezaki C.Kostakoğlu F.Atbaşoğlu
Red
M.F.Ildız O.Yalçınkaya M.S.Aykonu M.N.Aryol
S.Çetinelli 4.H.D.Bşk.V. G.Eriş 3.H.D.Bşk.V.
Ç.Aşçıoğlu Y.Yılbaş
Red Red
E.Taylan G.Kaynak I.Ulaş D.Topçuoğlu
Red
16.H.D.Bşk.V. 1.H.D.Bşk.V. C.Çetiner T.Algan
N.Durak E.Özkaya
N.Turhan K.F.Çavga C.Sanin Ş.D.Kabukçuoğlu
A.T.Seçkin Ş.K.Erol K.Öge Y.Koru
Red Red
M.Oskay İ.Demirkıran M.H.Surlu 17.H.D.Bşk.V.
S.Sezen
M.Aygün O.İzgiey U.Araslı G.Nazlıoğlu
Red Red
M.Kaşıkçı N.Ertuğrul S.Ö.Çetinelli H.A.Bengü
Red Red Red
A.Özçelik A.E.Baçcıoğlu E.Doğu O.Özgürel
Red
T.Demirtaş M.S.Özer İ.Erdemir
KARŞI OY YAZISI
Davacı, davalı işletmeye ait trene yolcu olarak bindiği sırada, trenin
altında kalarak iki ayağının kesilmesi nedeniyle uğradığı zararının tazminini
istemiştir. Taşıma sözleşmesinin tarafı olan Devlet Demiryollarının Türk
Tİcaret Kanununun 806. maddesinde; "Yolcuyu gideceği yere sağ salim
ulaştırmak yükümlülüğü" ne aykırı davrandığında bur uyuşmazlık
bulunmamaktadır. Sorun, tazminat alacağına yürütülecek faizin niteliğinde
toplanmaktadır. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi "ticari iş niteliğinde bulunsa
dahi taşıma sözleşmesinden doğan tazminat alacağına temerrüt-ticari faiz
oranının uygulanmıyacağını" kabul ederken; yerel mahkeme, işin niteliğini
gözeterek "tazminat alacağına ticari-temerrüt faizi" uygulanacağı
gerekçesiyle kararında direnmiştir.
Türk Özel Hukukunda 1 Ocak 1957 gününde yürürlüğe giren Türk Ticaret
Kanununun 9. maddesiyle, geçmiş günler faizi için işin ticari olup olmamasına
göre değişik oranlar uygulanması kabul edilmiştir. Bu ayırım 19.12.1984
gününde yürürlüğe giren 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizi Hakkındaki
Kanunda (F.K.) da benimsenmiştir:
Borçlar Kanununun (BK.) 72. maddesinde "bir kimse faiz vermesine
mecbur olup da miktarı ne sözleşme ile ne de Kanun veya örf ve adetle muayyen
değilse bu faiz senelik yüzde beş olarak verilir" hükmü getirilmiştir. Türk
Ticaret Kanunu'nun (TTK) 9/1. maddesinde "ticari işlerde de BK.nun 72.
maddesinin yürürlükte olduğu kabul edilmiştir.
BK.nun 103. maddesinde özel olarak temerrüt faizi düzenlenmiş ve faiz
oranı 5 olarak kabul edilmiştir; TTK.nun 9/2. maddesinde ise ticari işlerde
temerrüt faiz oranını 10 olarak belirlenmiştir.
Olay tarihinden sonra 19.12.1984 gününde yürürlüğe giren 3095 sayılı
FK.nda da aynı düzenleme esas alınmış ve birinci maddede Kanuni faizin yüzde
otuz ikinci maddede ise (BK.nun 103. maddesinde olduğu gibi temerrüt faizi
düzenlenmiş ve faiz oranı kanuni faizde olduğu gibi yüzde otuz olarak kabul
edilmiştir; maddenin ikinci bendinde ise ticari işlerde temerrüt faizinin
"T.C.Merkez Bankasının kısa vadeli krediler için öngördüğü reeskont faizi
oranları da olacağı açıklamıştır.
Gerek BK.nun 72 ve gerekse FK.nun birinci maddesi faizle ilgili genel
kural niteliğindedir; özel bir kuralın unsurları grçekleşmedikçe tüm
alacaklara BK.nun 72. ve FK.nun 1. maddesindeki (Kanuni faiz) oranları
uygulanır. Temerrüt faizi ise 72. maddenin ve Kanuni faizin özel bir halidir;
burada temerrüt olgusu gerçekleştiği an Kanuni Faiz (BK.m.72) değil temerrüt
faizi veya iş ticari ise ticari faiz uygulanır. O halde olayımızda sorunun
sağlıklı olarak çözümlenmesi için temerrüt kavramı üzerinde durulmalıdır.
Borçlunun temerrüdü, henüz ifası mümkün olan muaccel bir borcun,
borçlusu tarafından gereken zamanda yerine getirilmemesidir (Tandoğan, Türk
Mesuliyet Hukuku, Sh.46). Başka bir tanımla "Borçlu edayı yerine getirme
yükümlülüğünü zamanında ifa etmediği takdirde temerrüt halinin oluşacağı"
kabul edilmektedir. (von Tuhr Borçlar Hukuku, sh.605).
O halde bir borç ilişkisinde temerrüt olgusundan söz edilmek için
"edayı yerine getirme yükümlülüğü" olmalıdır. Bunun için de borcun belirli
olması zorunludur. Belirli olmayan veya tarafların karşılıklı iradeleriyle
belirlenme olanağı bulunmayan borçlarda temerrütten söz edilemez. Nitekim,
Yargıtay (12.11.1979 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı) kira
tesbitiyle ortaya çıkan kira farkı alacaklarında; Temerrüdün, bu farkın
kapsamının kesin olarak belli olmasıyla söz konusu olacağını kabul etmiştir.
Uyuşmazlığın esası, sözleşme ilişkisinden kaynaklandığına göre
temerrüt kavramı borç ilişkisi içinde değerlendirilmelidir. Sözleşmeden doğan
borç ilişkisi alacaklı ile borçlu arasında bir veya daha çok alacak hakkı ve
dolayısıyla "edim yükümlülükleri" ile "yan yükümleri" ihtiva eder.
Edim yükümleri, borçlunun alacaklı yararına yerine getirmek zorunda
olduğu belirli bir sınırlı davranıştır; asli edim yükümü sözleşmenin tipini
belirleyen yükümlülüktür. Bir taşıma sözleşmesinde taşıyıcının taşınanı
belirli yere götürmesi, buna karşılık verilmesi gereken ücret (asli edim)
veya yolculara yolda yekem verilmesi (yan-tali edim) gibi, edim
yükümlülüklerinin olayımızı ilgilendiren önemli unsuru "belirli veya
tarafların iradelerine göre belirlenebilir olması" dır.
Yan yükümler (özen gösterme yükümleri- diğer davranış yükümleri) ise
asli edim yükümlerine bağlı yükümlerdir; taşıma sözleşmesinde taşıyıcının
yolcuları can ve mallarına zarar vermeden varacağı yere ulaştırmak gibi. Bu
yükümlerin ihlali halinde ortaya çıkan borç belirli değildir; bu nedenle
alacaklı edim yükümlerinde olduğu gibi bunu bir eda davası açarak yerine
getirilmesini isteyemez; ancak bundan doğan zararının tazminini isteyebilir.
Çünkü tazminat alacağı belirli nitelikte değildir; ancak açılacak tazminat
davası sonunda verilecek kararın kesinleşmesiyle belli olacaktır. Ondan önce
tazminatın miktarı hatta cinsinin ne olacağı belli değildir: Tazminat,
alacağının kapital olarak veya irat şeklinde ve kesin olarak ortaya çıkması
ancak hakim kararıyla olur, manevi tazminatlarda ise tamamen hakimin takdiri
söz konusudur.
Temerrüt olayı, ifa etmeme ve ifadan kaçınma şeklinde ortaya çıkan
"iradi bir davranış"tır. İfadan kaçınmadan söz edebilmek ve kişiyi bunun
sonuçlarından sorumlu tutabilmek için ifanın kapsamının ve niteliğinin
bilinebilir olması zorunludur. Bu nedenle temerrüt edim yükümlerinin (asli ve
yan edim) ifasındaki gecikmede söz konusu olur. Buna karşılık yan (özen)
yükümlerde temerrüt söz konusu olmaz. Zira yan yükümlerinin bağımsız varlığı
bulunmadığı gibi dava yoluyla ifalarının talep edilmesi de mümkün değildir.
Bunların ifalarında gecikme temerrüde değil koşulları varsa tazminat talebine
olanak verir (Eren, Borçlar, C:III, sh.265-266).
O halde tazminat alacağına temerrüt faizinin dolayısıyla ticari faizin
uygulanması olanağı yoktur. BK.nun 72 ve 103. maddeleri İsviçre Borçlar
Kanununun 73 ve 104. maddelerine uygun olarak düzenlenmiştir. Bu nedenle
oradaki uygulamanın bilinmesinde de yarar bulunmaktadır. İsviçre Federal
Mahkemesi de tazminat alacağının faizinin temerrüt faizi olmadığını ancak
karardan sonraki günler için temerrüt faizinin söz konusu olabileceğini kabul
etmektedir (BGE 82 II 512- Kaneti İsviçre Federal Mahkemesinin Borçlar Hukuku
Kararları, sh:126; BGE 97 II 123 124- Eren, Borçlar Hukuku, C:III, sh.304 ve
dipnot 22- Stauffer Scheatzle Bar Werttaeln sh.88). Karşılaştırılmalı hukuk
doktrininde de tazminat alacağına temerrüt faizi uygulanmıyacağı kabul
edilmektedir (Becker, İsviçre Medeni Kanun Şerhi, IV Fasikül, s.4, Dr. Saim
Özkök Çevirisi ve Eren age., sh.304 dipnot 22 de anılan yazarlar).
Von Tuhr (Borçlar Hukuku, sh:611-Yargıtay Yayını) "Gaspeden daima
temerrüt halindedir" ilkesinden hareketle "bir şeyi iadeye veya haksız bir
fiil sebebiyle zarar ve ziyan ödemeye mecbur olan kimse hakkında, hukukun
umumi prensiplerine göre temerrüt bir borçlu gibi muamele edilmesini" ileri
sürmektedir. Bundan amaç tazminat alacağına olay tarihinden itibaren faiz
yürütülmesini haklı bir nedene dayandırmaktadır. Von Tuhr, bunu aynı
paragrafta "... Borçlu haksız, fiilin işlenmesinden itibaren keza bu meblağın
faizinden de mesul olur" sözcükleriyle açıklamıştır. Nitekim yazar (age.,
sh.67), Kanuni faizleri işlerken tazminat faizi ile temerrüt faizinin ayrı
ayrı kavramlar olduğunu açıkca vurgulamıştır.
Diğer taraftan, tazminat alacaklarını ticari niteliği nedeniyle ayrıma
tabi tutup bir kısmına ticari faiz oranlarının uygulanmasını kabul etmek Türk
Özel Hukuku'ndaki ikili faiz oranının getirdiği adaletsizliği daha da
artıracaktır.
Tüm bu nedenlerle sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.
Çetin AŞÇIOĞLU
|