Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 



       T.C.
     YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

E.1991/10-576
K.1992/76
T.12.2.1992

	ÖZET: Sebepsiz zenginleşen davacıdan, haksız ve fazla ödenen
 aylıkların geri alınmasını SSK. isteyebilir.

	Taraflar arasındaki "tespit" davasından dolayı yapılan yargılama
 sonunda; (Ankara İkinci İş Mahkemesi)nce davanın reddine dair verilen
 13.2.1991 gün ve 1989/2560- 1991/1002 sayılı kararın incelenmesi davacı
 vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Onuncu Hukuk Dairesi'nin
 30.5.1991 gün ve 1991/3142- 5323 sayılı ilamiyle; (... Davacı 24.9.1982 günlü
 dilekçesi ile yaşlılık aylığı isteminde bulunduğu ve bu istemin yasaya uygun
 görülerek, Kurumca 1.10.1982 tarihinde 1345 gösterge üzerinden  aylık
 bağlandığı ve 9.6.1989 tarihine kadar ödemelerin yapıldığı, 9.6.1989
 tarihinden sonra ilk işe girişin 7.7.1957 olmayıp 1.6.1959 tarihi olduğunun
 saptanması üzerine, 1345 gösterge üzerinden bağlanan yaşlılık aylığı iptal
 edilerek 1.6.1989 tarihinden itibaren 700 gösterge üzerinden yaşlılık aylığı
  bağlandığı, fazla ödenen yaşlılık aylığının, kesilmeye başlandığı uyuşmazlık
 konusu değildir. Uyuşmazlık, Kurumun 17 yıl süreyle yanlış ödediği yaşlılık
 aylığını geri alıp alamayacağını başka bir anlatımla, davacının yaşlılık
 aylığı bağlanmasında, Kurumun yanıltıp yanıltmadığı kötü niyetli olup
 olmadığı noktasında toplanmaktadır.
	Gerçekten, davacı, usulüne uygun olarak ve yasanın öngördüğü biçimde,
 Kuruma 24.9.1982 tarihinde yaşlılık aylığı bağlanması için başvurmuş ve
 Kurumca kendisine 1.10.1982 tarihinde geçerli olmak üzere yaşlılık aylığı
 bağlanmış ve 7 yıl süreyle yaşlılık aylığı ödenmiştir. Davacının yaşlılık
 aylığı bağlanması işleminde Kurumu yanılttığı giderek kötü niyetli olduğu
 söylenemez. Zira, belirli bir yaşa gelmiş ve eğitim düzeyi sınırlı
 sigortalıdan, 25 yıl öncesine ait ilk işe giriş tarihini hatırlayıp Kuruma
 bildirmesinin istenmesi, hayatın olağan akışına ve yaşam deneyimlerine uygun
 düşmeyeceği ortadadır. Esasen anılan görev, sigortalı ile ilgili tüm bilgi ve
 belgeleri elinde bulunduran, davalı kuruma aittir. Kurum Anayasadan
 kaynaklanan sosyal güvenlik ödevinin zorunlu sonucu bulunan gerekli araştırma
 görevini yapmadan yaşlılık aylığı bağlamış ise, bunun sonuçlarına katlanması
 gerektiği söz götürmez. Şu duruma göre, davacının iyiniyetli olarak kabul
 edilmesi gerektiği ve durumu, bilerek yaşlılık aylığı almadığı, dosya
 içerisinden anlaşılmaktadır. Kaldı ki, iyiniyet asıldır ve davalı Kurum
 davacının kötüniyetli olduğunu da kanıtlamamıştır. Öte yandan, bir çok
 Yargıtay kararında da anlatımını bulduğu üzere, iyiniyetle zenginleşen kimse
 zenginleşmenin geri verilmesinden ötürü zenginleşme hiç olmasaydı bulunacağı
 durumdan daha kötü duruma düşürülemez. Yaşam deneyimlerine göre, davacı
 günümüzün koşullarına göre, günü gününe ve kıtı kıtına yaşayan kimse
 olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda, özellikle yanlış ödemelerin geri
 alınması durumunda, zenginleşme hiç olmasaydı davacı bulunacağı durumdan daha
 kötü duruma düşeceği açık seçiktir.
	Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular ve özellikle Borçlar Kanununun
 63. maddesinin koşullarının olayda oluştuğu gözönünde tutulmaksızın yazılı
 şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır...) gerekçesiyle bozularak
 dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece
 önceki kararda direnilmiştir.

        Temyiz Eden: Davacı vekili Av.İsmail Saltık

	Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
 edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
 görüşüldü:
	Davacıya, 15.9.1982 tarihli dilekçesindeki isteği uyarınca, davalı
 Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından, 1345 göstergeden yaşlılık aylığı
 bağlandığı ve 7 yıl süreyle 4.6.1989 tarihine kadar ödendiği ve işe giriş
 tarihinin 7.7.1957 tarihi olmayıp, 1.6.1959 tarihi olduğunun belirlenmesi
 üzerine, işbu aylığın iptaliyle, prim ödeme gün sayısı ve sigortalılık
 süresine göre, 15.6.1989 tarihinden itibaren 700 göstergeden yeniden aylık
 ödenmesine ve yanlış aylık bağlamadan doğan ve davacıya ödenmiş bulunan
 6.464.758.- liranın ayda 42.000.- liralık taksitler halinde aylığından
 kesilmesine, 11.7.1989 günü karar verilmiştir. Bunun üzerine davacı aylığının
 kesilmesi ve 2. defa bağlanması işlemlerinin iptali ve son aylığın ilk aylığa
 uygun şekilde değiştirilmesi ve düzeltilmesini ve her ay kesilen 42.000.-
 TL.nin ihtiyati tedbir olarak durdurulması istekleri ile temyize konu davayı
 açmıştır.
	Uyuşmazlık, haksız ödenen aylıkların, Kurum tarafından sebepsiz
 zenginleşen davacı sigortalıdan geri alınıp alınamayacağı ve Kurumun taksitle
 geri alma kararının iptali gerekip gerekmediği, gerekiyorsa, sebepsiz
 zenginleşen davacının geri verme borcunun kapsamının ne olduğu
 konularındadır.
	Özel Daire özetle, sebepsiz zenginleşen davacının, iyi niyetli
 olduğunu, kıtı kıtına geçindiğini, arada geçen zaman içerisinde bu paraları
 tükettiğini, zenginleşme hiç olmasaydı bulunacağı durumdan daha kötü bir hale
 düşürülemeyeceğini, Borçlar Kanununun m. 63 koşullarının olayda oluştuğunu,
 bildirerek, Kurumun geri alma hakkı bulunmadığını ve dolayısıyla davacının bu
 konuya yönelik davasının kabulü gerektiğini ileri sürmektedir.
	Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle, aşağıdaki  konuların vurgulanması
 zorunludur.
	Bir defa, davacının haksız olarak zenginleştiği, yukarıda açıklandığı
 gibi, kesin hüküm ile sabittir. Davacı ile aynı isim ve soyadını taşıyan bir
 başka kişinin sigorta belgelerinin, yanlışlıkla davacının dosyasının
 içerisine girdiği ve o kağıtlarda işe giriş tarihi 7.7.1957 olarak yazılı
 bulunduğundan ve bu tarihe göre yaşlılık aylığı bağlama koşulları var
 sayıldığından dolayı davacıya aylık bağlanıp 7 yıl boyunca ve 6.464.758.-
 TL.ye ulaşıncaya kadar ödendiği, 1/6/1959'da işe girdiği anlaşılınca, aylığın
 kesildiği ve 700 göstergeye ayarlandığı ve bu işlemin iptaline ilişkin
 davanın reddine dair yerel mahkeme kararının onandığı ve böylece davacının
 söz konusu zenginleşmesinin, haksız olduğunun belirlendiği açık ve seçik
 olarak ortadadır.
	Öte yandan, davanın yasal dayanağının Borçlar Kanununun 63. maddesi
 olduğunda da kuşku yoktur.
	Anılan Kanunun 61. maddesi uyarınca, ilke olarak, sebepsiz
 zenginleşenin haksız yere fazla aylık alma şeklinde gerçekleşen paraları geri
 vermesi icabeder. Ne var ki, bu geri verme borcunun kapsamı, 63. madde ile
 belirlenmiş olup, sebepsiz zenginleşen kötü niyetli ise, iadeye ilişkin ilk
 çevresinde işlem yapılacak zenginleşmenin azaldığını savunamayacaktır. Şayet
 iyi niyetli ise iade zamanında elinde kalanla sorumlu olacak, kendisinden
 iade talep olunduğu andaki fazlalığı geri vermekle yetinecektir. Şu var ki,
 zenginleşmenin azalması veya tamamen kalkması, düşmesi olgusu, bir iddia veya
 def'idir. Zenginleşen tarafından iddia ve ispat olunmalı ileri sürülmelidir.
 Böyle bir iddia ve savunma olmadıkça hakim tarafından kendiliğinden nazara
 alınamaz. Böyle bir iddia ve ispat olmadıkça zenginleşmenin azaldığı ya da
 kalktığı, resen kabul edilemez ve haksız zenginleşen zenginleşmenin basında
 iktisap ettiği miktarla sorumlu olur (Bkz. Prof. Dr. F.Eren, Borçlar H.
 Cilt:3, Sh.62-63; Doç.Dr. Turgut Öz, Sebepsiz Zenginleşme Sh. 146-147). Bu
 görüş usul hukuku bakımından da doğrudur. Zira hakim Hukuk Usulü Muhakemeleri
 Kanunu M. 74. gereğince iddia ve savunma ile bağlıdır. Öte yandan,
 zenginleşmenin kalktığı, düştüğü ve azaldığı yollu bir iddia ve savunma, iade
 borcunun kapsamı bakımından, bir takım incelikler taşımakta, harcamanın
 özellikleri, ikame değerler söz konusu olabilmektedir. İade borcunu kaldıran
 ve azaltan türden harcamaların oluştuğu yollu bir iddia ve savunma mahkemede
 sebketmeden ve kanıtlanmadan, iade borcunun kalktığı, resen Yargıtay Özel
 Daire tarafından kabul edilemez.
	Davaya konu olayda davacı, Borçlar Kanunu m. 63/1 çevresinde bir iddia
 ileri sürmemiştir. İyiniyetli olduğu, zenginleşmenin kalktığı, düştüğü,
 azaldığı ve bu nedenle haksız aldığı aylıkları iade borcuyla sorumlu
 tutulmaması gerektiğinden, yargılamanın hiç bir evresinde söz etmemiştir.
	Davacının davası, göstergesinin 1345'den 700'e indirilmesinin yanlış
 olduğu, aylığının tekrar 1345 göstergeden hesaplanması ve bu iddiaya bağlı
 olarak aylık farklarının taksitle kendisinden geri alınması hakkındaki Kurum
 kararının iptali ve uygulamanın durdurulmasına ilişkindir.
	Böyle bir dava ve talep karşısında, Yargıtay Özel Dairesinin Borçlar
 Kanununun 63/1. maddesinin resen uygulanmasını önermesi ve sanki anılan
 maddeye göre ve sırf zenginleşenin işçi olduğundan bahisle, zenginleşmenin
 kalktığı, düştüğünün kanıtlandığı yolunda bir sonuca ulaşması doğru değildir.
 Kaldı ki iyiniyet ile zenginleşmenin kalkması, düşmesi, azalması konuları,
 ayrı ayrı konulardır. Bir an için iyiniyet bulunduğu kabul edilse bile,
 zenginleşmenin kalktığı, düştüğü ve azaldığı yollu iddia ve savunmanın
 yöntemince kanıtlanması zorunludur.
	Öte yandan olayda, davacının iyiniyetle zenginleşen muktesip olarak
 kabulü de dosya içeriğine uymamaktadır.
	Şöyle ki; haksız iktisap sigortalının işe giriş tarihinin 1/6/1959
 yerine 7/7/1957 olarak kabulünden doğmuştur. Bilindiği gibi, işe giriş
 tarihi, 506 sayılı Kanun m. 108 uyarınca, sigortalılık süresinin ve bu
 sürenin hesabının başlangıç noktasıdır. Ayrıca prim ödeme gün sayılarına da
 etkili olabilir. Sigortalılık süresi ve prim ödeme gün sayısı ise, aylık
 bağlanmasının etkili ve önemli koşullarındandır. Bu nedenle, burada da aylık
 bağlama ve göstergeyi 1345 olarak saptama olgusunu, işe giriş tarihinin
 hatalı şekilde 7/7/1957 olarak kabulü etkilemiştir. Hayatın olağan akışına
 göre; kişiler, hayatta belli olayları, bilir ve hatırlarlar. Örneğin; okula
 gitme, askere gitme, okul bitirme, terhis olma, evlenme, boşanma ve ilk defa
 paralı bir işe, memuriyete girme, emekli olma, gibi olaylar, hayat
 deneyimlerine göre, ilgili kişi tarafından bilinir ve hatırlanır. Çünkü, bu
 olaylar, insan hafızasında iz bırakırlar. Bu nedenle, davacı 15/9/1982
 tarihli emekliye sevk dilekçesini verirken, 1/6/1959 tarihinde işe girdiğini
 biliyordur, bilmesi gerekiyordu. Buna rağmen, o dilekçede, işe giriş
 sigortalılık başlangıcını, 7/7/1957 olarak gösterdi. Dosyasına her nasılsa,
 başka bir İsmail'in evrakının girmesi ve o İsmail'in de 7/7/1957'de işe
 girmiş bulunması nedeniyle, bildirilen işe giriş tarihi ve isim ve soyadı
 aynıyetini, yüzeysel bir incelemeyle saptayan, Kurum, haksız iktisaba yol
 açan aylığı bağladı. Doğaldır ki, davacının baba-ana adı, doğum tarihi,
 nüfusa  kayıtlı olduğu, çalışmalarının geçtiği yer gibi konularda, detaylı
 inceleme yapsaydı, bu hataya düşmeyecekti. Muhtemel ki, davacı kurum
 nezdindeki şahsi dosyayı incelemek fırsatını buldu. Başka İsmail'in  evrakını
 kendi dosyasında gördü. Onun işe giriş tarihi 7/7/1957 olduğunu da öğrendi ve
 aylık bağlanmasını isteyen dilekçeye, işe giriş tarihini, bundan faydalanmak
 üzere, 7/7/1957 olarak yazdı. Böyle olmasa, öteki İsmail'e ait 7/7/1957
 tarihini aynen ve hatasız, emekliye sevk dilekçesine 7/7/1957 olarak yazması
 mümkün değildir. Herhangi bir yanlış tarih yazılmamış, öteki İsmail'in işe
 giriş tarihi yazılmıştır. Bu durumun özel bir anlamı bulunduğu ortadadır.
 Kaldı ki, davacının işe giriş tarihinin 1/6/1959 olduğunu, sadece hayatın
 olağan akışı nedeniyle değil, aşağıdaki belgeler delaletiyle de gayet iyi
 bildiği anlaşılmaktadır.
	Zira, işverenden gelen şahsi dosyasında, mühimmat fabrikasında
 çalışmak istediğine dair dilekçesi, 26/5/1959 tarihlidir. Davacının imzasını
 taşımaktadır. Bu dilekçe üzerine 1/6/1959'da işe alınmıştır. 1/1/1964
 tarihinde işverene verdiği dilekçede 5,5 senedir fabrikada çalıştığını (B)
 sınıfı işçiliğe  geçirilmesini istemiş..." ve isteği kabul edilmiştir.
 Bilhesap, 1/6/1959'da işe başladığını bildirmiş olmaktadır. 20/6/1968
 tarihinde, bağlı olduğu Askeri Fabrikalar Tekaüt ve Muavenat Sandığının,
 Sosyal Sigortalar Kurumu'na devri nedeniyle, düzenlenen ve davacının imzasını
 taşıyan işe giriş bildirgesinde, işe giriş tarihi, 1/6/1977 günü işverene
 verdiği dilekçede "...18 hizmet yılını doldurduğundan kıdem ikramiyesi
 verilmesini..." ve 21/5/1979 tarihli dilekçesinde "... 20 hizmet yılını
 doldurduğundan işçi ve teşvik ikramiyesi verilmesini..." istemiş ve bu
 istekleri kabul edilmiş olup, hesap sonucu 1/6/1959 günü işe girdiğini
 bildiği ve işçilik haklarını almada, bu tarihi periyodik olarak, hatırladığı
 ve kullandığı anlaşılmaktadır. Ayrıca aksi sabit oluncaya kadar geçerli ve
 imzasını taşıyan müfettiş tutanağında "...1959 senesinde işe girdiğini..."
 ifade etmiştir.
	Böylece, 1/6/1959'da işe girdiğini bildiği halde, yaşlılık aylığı
 bağlanmasını isteyen dilekçesinde, 7/7/1957'de işe girmiş gibi göstermesi ve
 bu tarihi de, evrakı kendi dosyasına giren İsmail'in işe giriş tarihine tam
 bir paralellik içerisinde 7/7/1957 olarak yazması dürütlüğe ve iyiniyete
 uygun davranışlar değildir. Öte yandan Kurum, isteğini kabul edip kendisine
 yaşlılık aylığı bağlayınca, aylık bağlama kağıdının bir nüshasını davacıya
 tebliğ etmiş ve bu kağıttada işe giriş tarihi, açıkca 7/7/1957 olarak
 gösterilmiş ve bu tarih esas alınarak gösterge ve aylığın bağlandığına
 ilişkin detaylar gösterilmiştir. Buna rağmen davacı, 1/6/1959'da işe
 başladığını bildiği halde, Kurumu, bu konuda uyarmamış ve 7 yıl boyunca,
 haksız zenginleşmeyi kabul etmiştir. O kadar ki işbu davayı açarken dahi ve
 hatta yargılamanın sonuna kadar gerçeğin ve hatanın yargı kararıyla ortaya
 çıkmasına ve kesinleşmesine rağmen hata ve davranışını sürdürmüş, Kurumun
 1345 göstergeden bağladığı aylığın doğruluğunu savunmuştur.
	Borçlar Kanununun 63. maddesinde söz konusu edilen hüsnüniyet MK. m.
 3'de yazılı subjektif hüsnüniyettir. Bilindiği gibi hüsnüniyet, deruni bir
 olgudur. Varlığı ya da yokluğu, ilgili kişinin davranışlarıyla belli olur.
 Halin icabına göre, kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse,
 hüsnüniyetli sayılamaz. İşe giriş tarihini, gerçeğe aykırı bir şekilde
 1/6/61959 yerine 7/7/1957 olarak bildiren ve isim ve soyadı benzeyen birisi
 her nasılsa kendi dosyasına giren sigorta kağıtlarında yazılı 7/7/1957
 tarihini kendi işe giriş tarihiymiş gibi kuruma verdiği aylık bağlama
 dilekçesinde gösteren üstelik işe giriş ve sigortalılık süresi ve prim ödeme
 gün sayısına göre aylık bağlandığını esasen bildiğinden başkasının işe giriş
 tarihine göre bağlanan aylıkların günün birinde farkedileceğini, geçerli bir
 sebebe dayanmadığını ve o zaman aldıklarını geri vermesi gerekeceğini,
 düşünmek ve hesaplamak durumundadır. Asla kendisinden beklenen özeni sarfeden
 bir kişi kabul edilemez. Bu davada olayın özelliği, zenginleşmenin iyiniyetle
 olamayacağını açıkça göstermektedir. Zira, işin başında dürüst olsa, özenli
 ve dikkatli davransa, zenginleşmenin geçerli bir sebebe dayanmadığını kolayca
 anlaması gerekirdi.
	Kötü niyetli muktesibin, iade borcu ise, halen elinde kalanlarla
 sınırlandırılmış değildir (Bkz. Von Tuhr, Borçlar Hukuku, C.Edege çevirisi
 sh:445 ve devam. Prof. Dr. F.Eren, Borçlar H.Cilt:3, Sh:62 ve Duru, Doç. Dr.
 I.Ulusan İyi Niyetle Zenginleşmenin İade Borcunun Sınırlandırılması Sorunu,
 sh:33 ve dvm. Doç. Dr. T.Öz Sebepsiz Zenginleşme Sh.146 ve dvm. Gauch/
 Schluep/ Jaggi Schweizerisher Obligationen recht, Allegemeiner Teil, Bant 1,
 Zurich, 1987 Nr.1144), Keller-Schaufelberger, Ungerechtfertigle Bereicherung
 Bant 111- Frankfurt 1982, S.85).
	O itibarla sebepsiz zenginleşen davacıdan, haksız ve fazla ödenen
 aylıkların geri alınmasına ilişkin kurum kararı dahi doğrudur. Zenginleşmenin
 iadesi gerekmektedir. Kurumun bu yöndeki kararının iptaline ve geri almanın
 durdurulmasına hukukça olanak yoktur. Olayda iade borcunun davacının elinde
 kalanla sınırlandırılması, zenginleşmenin kalkması, düşmesi, azalması söz
 konusu değildir.
	Bu durumda mahkemece mevcut delillerin değerlendirilmesi suretiyle
 iade isteğinin de reddedilmesi doğrudur.
	O halde usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararı onanmalıdır.
	SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme
 kararının yukarıda açıklanan nedenlerle (ONANMASINA) ve temyiz ilam harcının
 temyiz edenden alınmasına, 5/2/1992 günü yapılan ilk görüşmesinde ve
 12/2/1992 günü yapılan ikinci görüşmesinde çoğunluk sağlanamadığı için,
 19/2/1992 gününde yapılan üçüncü görüşmede oyçokluğuyla karar verildi.

Birinci Başkanvekili  8.Huk.D.Bşk.  9.Huk.D.Bşk.  16.Huk.D.Bşk.
İ.Teoman PAMİR        Ş.Özdemir     E.Çubukçu     İ.Özmen
Bozma                                             Bozma

11.Huk.D.Bşk.         15.Huk.D.Bşk. 10.Huk.D.Bşk. 17.Huk.D.Bşk.
N.Özkan               M.Altay       İ.T.Ozanoğlu  H.H.Karadoğan
Bozma                                             Bozma

7.Huk.D.Bşk.          14.Huk.D.Bşk. 12.Huk.D.Bşk.V. O.Yalçınkaya
H.Örmeci              E.Özdenerol   Ö.Göknar        Bozma
Bozma

13.Huk.D.Bşk.V.       R.Aslanköylü  M.Elçin          T.Alp
M.S.Aykonu            Bozma

Y.M.Günel             Ç.Aşçıoğlu    G.Eriş           D.Topçuoğlu
Bozma                 Değişik Bozma Bozma            Bozma

A.Hamzaoğulları       K.Kadıoğlu    C.Çetiner        H.Özdemir
                      Bozma                          Bozma

N.Turhan              Ö.Bilen       B.Kartal         M.Yakuoğlu
                      Bozma

M.Tunaboylu           M.Oskay       S.Sapanoğlu      O.Uzgören
Bozma

İ.Demirkıran          M.H.Surlu     S.Erçoklu        M.Ulusoy
Bozma                               Bozma

U.Araslı              Ş.Abik        F.Kıbrıscıklı    O.C.Yüksel
Bozma                 Bozma                          Bozma

Ü.Aydın               O.G.Çankaya   H.A.Bengü        E.Ertekin
Bozma

A.İ.Özuğur            B.Doğan        T.Demir
                                     Bozma     

	 	KARŞI OY YAZISI

	Davada çözümlenmesi gereken hukuksal sorun kurumun yanlış bağlayıp
 yedi yıl süreyle ödediği yaşlılık aylığını davacı sigortalıdan geri almaya
 hakkının olup olmadığı meselesidir. Kuşkusuz bu aşamada ödenen aylıkları
 iktisap eden davacının iyiniyetli mi yoksu kötüniyetli mi olduğu üzerinde
 durulmalıdır. Kötüniyetli kabul edildiği takdirde geri ödeme yükümlülüğü
 altında bulunduğu konusunda görüş birliği vardır.
	Olayda, davacının kuruma verdiği yaşlılık aylığı istemini taşıyan
 dilekçesinde sigortalılık başlangıcını 1959 yerine 1957 tarihini göstermesi,
 ayrıca kurumun aylık bağlama kararında sigortalılık başlangıcını 1959 yerine
 1957 tarihini yazmasına davacının ses çıkarmaması olgusunun onun
 kötüniyetliliğine kanıt teşkil edip etmediği önem taşımaktadır. Davacı
 yaşlılık aylığı dilekçesini vermeden önce çalışmakta olduğu silah fabrikası
 müdürlüğüne hitaben yazdığı dilekçede kendisine itibari hizmet tanınmasını
 istemiş ve orada sigortalılık başlangıcını 1959 olarak göstermiştir.
 Sigortalılık başlangıcı yönünden her iki dilekçede ortaya çıkan çelişki en
 azından davacının başlangıç tarihini kesin bir şekilde bilmediğini ortaya
 koyar. Bu durum hiç değilse davacının sigortalılık başlangıcını bilip
 bilmediği konusunda kuşku uyandırmaktadır. İş ve Sosyal Güvenlik Hukukunda
 kuşkulu hallerin sigortalıya işçinin lehine yorumlanması gerektiği kabul
 edilmiş temel ilkelerdendir.
	Hal böyle olunca, davacıyı kötü niyetli saymak mümkün değildir. Esasen
 Sosyal Sigortalar Kurumu başta ve sonda hiçbir zaman davacının kendisini
 yanılttığını onun fiili ile hataya düştüğünü iddia etmiş değildir. Kurumun
 dahi ileri sürmediği bir konuyu Yargıtay aşamasında irdelemeye kalkışmak
 zorlamayla sigortalı aleyhine sonuç çıkarmak anlamını doğurur.
	Kaldı ki, aylık bağlamaya dayanak teşkil edecek tüm belgeler Kurumda
 bulunduğu için ve aylığı bağlayacak merci kendisi olduğundan yanlış aylık
 bağlamanın kusuru tamamen kuruma aittir. Kurum bu konuda sigortalının
 kendisini yanılttığını iddia ve isbat etmiş değildir.
	Diğer taraftan, aylık bağlamaya ilişkin sosyal sigorta mevzuatı
 karmaşık bir haldedir. Öğrenim seviyesi ekonomik ve sosyal durumu sınırlı
 olan sigortalının aylık bağlama koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğini
 biliyor farzetmek hayatın olağan akışına ve yaşam deneyimlerine aykırı düşer.
 Bırakalım düz işçiyi yüksek düzeyde tahsil görmüş ve bürokrasinin önemli
 kesimlerinde çalışmış olanların dahi emeklilik işlemlerini eksiksiz bildiği
 söylenemez.
	Öte yandan, davacı 3575 sayılı Yasaya göre kurulan askeri fabrika ve
 tekaüt sandığına tabi bir kimse olup bu sandık 1968 yılında ilga edilerek
 sosyal sigortalar kurumuna devredilmiştir. Anılan Yasanın 19. maddesinin son
 fıkrası aynen "...hizmetlerde geçen müddetler bir buçuk misli hesap edilir.."
  hükmünü getirdiği görülmektedir. Yasanın bu maddesi davacı gibi çalışanlara
 çalıştıkları sürenin bir buçuk misli itibari hizmet getirmektedir. Davacının
 yaşlılık aylığı alabilmesi için 25 yıldan beri sigortalı olması gerekir. 23
 küsür yıllık iken hataen yaşlılık aylığı bağlanmıştır. Ancak, anılan sürenin
 bir buçuk misli alınıp eklendiğinde 34 yıl ortaya çıkar. Gerçi olayın
 özelliği itibariyle kendisi itibari hizmet zammından yararlanamaz. Ancak,
 yararlanabildiğini zannederek kurumun aylık bağlama kararına ses çıkarmamış
 olabilir. Bütün bunlardan başka olayda uygulanması gereken Borçlar Kanununun
 63. maddesine değinme gereği duyulmuştur. Birçok Yargıtay Kararında da
 anlatımını bulduğu üzere iyiniyetle zenginleşen kimse zenginleşmenin geri
 verilmesinden ötürü zenginleşme hiç olmasaydı bulunacağı durumdan daha kötü
 duruma düşürülemez. Yaşam deneyimlerine göre davacının günümüz koşullarında
 günü gününe ve kıtı kıtına yaşayan kimse olduğunun kabulü gerekir. Açıklanan
 bu ilke gereğince düz işçilikten yaşlılık aylığı almakta olan davacıdan dava
 konusu 6.464.758.- lira geri alındığı takdirde zenginleşme olmasaydı
 bulunacağı durumdan daha kötü duruma düşeceği açık seçik ortadadır.
	Diğer yönden, gerçekten ilk aylığın bağlandığı 1982 yılında
 sigortalılık süresi bakımından aylık bağlama koşulu oluşmamıştır. Ancak, 25
 yıllık süre 1984 yılında dolmaktadır. O halde, Kurumun davacıya ilk aylık
 talep dilekçesini dikkate alarak 1984 yılında aylık bağlanması gerekirdi.
 Oysa Kurum, kendisine ikinci aylığı 1989 yılında bağlamıştır. Davacı kötü
 niyetli sayılsa bile kendisinden ancak 1982-1989 tarihleri arasında ödenen
 aylıkların tamamı değil 1982-1984 tarihleri arasındaki ödenen miktar geri
 istenebilir. Özel Dairenin bu hususu bozma nedeni yapmaması hatalıdır. 
	Ancak, davacının 1984 yılında aylık bağlanması gerektiğinin tespitine
 şekilde yeni dava açtığı takdirde kesin yargı itirazı ile karşılaşabilip
 karşılaşamayacağı olgusu tartışma konusu edilebilir.
	Baştanberi açıklanan bu ve bozma kararında değinilen nedenlerle
 mahkeme kararının bozulması oyundayım.

                                       Resul ASLANKÖYLÜ
                                       10.Hukuk Dairesi Üyesi
    
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • Clicking Here TLO lookup 
  • 02.05.2025 08:42
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini