 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E.1991/10-576
K.1992/76
T.12.2.1992
ÖZET: Sebepsiz zenginleşen davacıdan, haksız ve fazla ödenen
aylıkların geri alınmasını SSK. isteyebilir.
Taraflar arasındaki "tespit" davasından dolayı yapılan yargılama
sonunda; (Ankara İkinci İş Mahkemesi)nce davanın reddine dair verilen
13.2.1991 gün ve 1989/2560- 1991/1002 sayılı kararın incelenmesi davacı
vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Onuncu Hukuk Dairesi'nin
30.5.1991 gün ve 1991/3142- 5323 sayılı ilamiyle; (... Davacı 24.9.1982 günlü
dilekçesi ile yaşlılık aylığı isteminde bulunduğu ve bu istemin yasaya uygun
görülerek, Kurumca 1.10.1982 tarihinde 1345 gösterge üzerinden aylık
bağlandığı ve 9.6.1989 tarihine kadar ödemelerin yapıldığı, 9.6.1989
tarihinden sonra ilk işe girişin 7.7.1957 olmayıp 1.6.1959 tarihi olduğunun
saptanması üzerine, 1345 gösterge üzerinden bağlanan yaşlılık aylığı iptal
edilerek 1.6.1989 tarihinden itibaren 700 gösterge üzerinden yaşlılık aylığı
bağlandığı, fazla ödenen yaşlılık aylığının, kesilmeye başlandığı uyuşmazlık
konusu değildir. Uyuşmazlık, Kurumun 17 yıl süreyle yanlış ödediği yaşlılık
aylığını geri alıp alamayacağını başka bir anlatımla, davacının yaşlılık
aylığı bağlanmasında, Kurumun yanıltıp yanıltmadığı kötü niyetli olup
olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Gerçekten, davacı, usulüne uygun olarak ve yasanın öngördüğü biçimde,
Kuruma 24.9.1982 tarihinde yaşlılık aylığı bağlanması için başvurmuş ve
Kurumca kendisine 1.10.1982 tarihinde geçerli olmak üzere yaşlılık aylığı
bağlanmış ve 7 yıl süreyle yaşlılık aylığı ödenmiştir. Davacının yaşlılık
aylığı bağlanması işleminde Kurumu yanılttığı giderek kötü niyetli olduğu
söylenemez. Zira, belirli bir yaşa gelmiş ve eğitim düzeyi sınırlı
sigortalıdan, 25 yıl öncesine ait ilk işe giriş tarihini hatırlayıp Kuruma
bildirmesinin istenmesi, hayatın olağan akışına ve yaşam deneyimlerine uygun
düşmeyeceği ortadadır. Esasen anılan görev, sigortalı ile ilgili tüm bilgi ve
belgeleri elinde bulunduran, davalı kuruma aittir. Kurum Anayasadan
kaynaklanan sosyal güvenlik ödevinin zorunlu sonucu bulunan gerekli araştırma
görevini yapmadan yaşlılık aylığı bağlamış ise, bunun sonuçlarına katlanması
gerektiği söz götürmez. Şu duruma göre, davacının iyiniyetli olarak kabul
edilmesi gerektiği ve durumu, bilerek yaşlılık aylığı almadığı, dosya
içerisinden anlaşılmaktadır. Kaldı ki, iyiniyet asıldır ve davalı Kurum
davacının kötüniyetli olduğunu da kanıtlamamıştır. Öte yandan, bir çok
Yargıtay kararında da anlatımını bulduğu üzere, iyiniyetle zenginleşen kimse
zenginleşmenin geri verilmesinden ötürü zenginleşme hiç olmasaydı bulunacağı
durumdan daha kötü duruma düşürülemez. Yaşam deneyimlerine göre, davacı
günümüzün koşullarına göre, günü gününe ve kıtı kıtına yaşayan kimse
olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda, özellikle yanlış ödemelerin geri
alınması durumunda, zenginleşme hiç olmasaydı davacı bulunacağı durumdan daha
kötü duruma düşeceği açık seçiktir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular ve özellikle Borçlar Kanununun
63. maddesinin koşullarının olayda oluştuğu gözönünde tutulmaksızın yazılı
şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır...) gerekçesiyle bozularak
dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece
önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davacı vekili Av.İsmail Saltık
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
görüşüldü:
Davacıya, 15.9.1982 tarihli dilekçesindeki isteği uyarınca, davalı
Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından, 1345 göstergeden yaşlılık aylığı
bağlandığı ve 7 yıl süreyle 4.6.1989 tarihine kadar ödendiği ve işe giriş
tarihinin 7.7.1957 tarihi olmayıp, 1.6.1959 tarihi olduğunun belirlenmesi
üzerine, işbu aylığın iptaliyle, prim ödeme gün sayısı ve sigortalılık
süresine göre, 15.6.1989 tarihinden itibaren 700 göstergeden yeniden aylık
ödenmesine ve yanlış aylık bağlamadan doğan ve davacıya ödenmiş bulunan
6.464.758.- liranın ayda 42.000.- liralık taksitler halinde aylığından
kesilmesine, 11.7.1989 günü karar verilmiştir. Bunun üzerine davacı aylığının
kesilmesi ve 2. defa bağlanması işlemlerinin iptali ve son aylığın ilk aylığa
uygun şekilde değiştirilmesi ve düzeltilmesini ve her ay kesilen 42.000.-
TL.nin ihtiyati tedbir olarak durdurulması istekleri ile temyize konu davayı
açmıştır.
Uyuşmazlık, haksız ödenen aylıkların, Kurum tarafından sebepsiz
zenginleşen davacı sigortalıdan geri alınıp alınamayacağı ve Kurumun taksitle
geri alma kararının iptali gerekip gerekmediği, gerekiyorsa, sebepsiz
zenginleşen davacının geri verme borcunun kapsamının ne olduğu
konularındadır.
Özel Daire özetle, sebepsiz zenginleşen davacının, iyi niyetli
olduğunu, kıtı kıtına geçindiğini, arada geçen zaman içerisinde bu paraları
tükettiğini, zenginleşme hiç olmasaydı bulunacağı durumdan daha kötü bir hale
düşürülemeyeceğini, Borçlar Kanununun m. 63 koşullarının olayda oluştuğunu,
bildirerek, Kurumun geri alma hakkı bulunmadığını ve dolayısıyla davacının bu
konuya yönelik davasının kabulü gerektiğini ileri sürmektedir.
Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle, aşağıdaki konuların vurgulanması
zorunludur.
Bir defa, davacının haksız olarak zenginleştiği, yukarıda açıklandığı
gibi, kesin hüküm ile sabittir. Davacı ile aynı isim ve soyadını taşıyan bir
başka kişinin sigorta belgelerinin, yanlışlıkla davacının dosyasının
içerisine girdiği ve o kağıtlarda işe giriş tarihi 7.7.1957 olarak yazılı
bulunduğundan ve bu tarihe göre yaşlılık aylığı bağlama koşulları var
sayıldığından dolayı davacıya aylık bağlanıp 7 yıl boyunca ve 6.464.758.-
TL.ye ulaşıncaya kadar ödendiği, 1/6/1959'da işe girdiği anlaşılınca, aylığın
kesildiği ve 700 göstergeye ayarlandığı ve bu işlemin iptaline ilişkin
davanın reddine dair yerel mahkeme kararının onandığı ve böylece davacının
söz konusu zenginleşmesinin, haksız olduğunun belirlendiği açık ve seçik
olarak ortadadır.
Öte yandan, davanın yasal dayanağının Borçlar Kanununun 63. maddesi
olduğunda da kuşku yoktur.
Anılan Kanunun 61. maddesi uyarınca, ilke olarak, sebepsiz
zenginleşenin haksız yere fazla aylık alma şeklinde gerçekleşen paraları geri
vermesi icabeder. Ne var ki, bu geri verme borcunun kapsamı, 63. madde ile
belirlenmiş olup, sebepsiz zenginleşen kötü niyetli ise, iadeye ilişkin ilk
çevresinde işlem yapılacak zenginleşmenin azaldığını savunamayacaktır. Şayet
iyi niyetli ise iade zamanında elinde kalanla sorumlu olacak, kendisinden
iade talep olunduğu andaki fazlalığı geri vermekle yetinecektir. Şu var ki,
zenginleşmenin azalması veya tamamen kalkması, düşmesi olgusu, bir iddia veya
def'idir. Zenginleşen tarafından iddia ve ispat olunmalı ileri sürülmelidir.
Böyle bir iddia ve savunma olmadıkça hakim tarafından kendiliğinden nazara
alınamaz. Böyle bir iddia ve ispat olmadıkça zenginleşmenin azaldığı ya da
kalktığı, resen kabul edilemez ve haksız zenginleşen zenginleşmenin basında
iktisap ettiği miktarla sorumlu olur (Bkz. Prof. Dr. F.Eren, Borçlar H.
Cilt:3, Sh.62-63; Doç.Dr. Turgut Öz, Sebepsiz Zenginleşme Sh. 146-147). Bu
görüş usul hukuku bakımından da doğrudur. Zira hakim Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu M. 74. gereğince iddia ve savunma ile bağlıdır. Öte yandan,
zenginleşmenin kalktığı, düştüğü ve azaldığı yollu bir iddia ve savunma, iade
borcunun kapsamı bakımından, bir takım incelikler taşımakta, harcamanın
özellikleri, ikame değerler söz konusu olabilmektedir. İade borcunu kaldıran
ve azaltan türden harcamaların oluştuğu yollu bir iddia ve savunma mahkemede
sebketmeden ve kanıtlanmadan, iade borcunun kalktığı, resen Yargıtay Özel
Daire tarafından kabul edilemez.
Davaya konu olayda davacı, Borçlar Kanunu m. 63/1 çevresinde bir iddia
ileri sürmemiştir. İyiniyetli olduğu, zenginleşmenin kalktığı, düştüğü,
azaldığı ve bu nedenle haksız aldığı aylıkları iade borcuyla sorumlu
tutulmaması gerektiğinden, yargılamanın hiç bir evresinde söz etmemiştir.
Davacının davası, göstergesinin 1345'den 700'e indirilmesinin yanlış
olduğu, aylığının tekrar 1345 göstergeden hesaplanması ve bu iddiaya bağlı
olarak aylık farklarının taksitle kendisinden geri alınması hakkındaki Kurum
kararının iptali ve uygulamanın durdurulmasına ilişkindir.
Böyle bir dava ve talep karşısında, Yargıtay Özel Dairesinin Borçlar
Kanununun 63/1. maddesinin resen uygulanmasını önermesi ve sanki anılan
maddeye göre ve sırf zenginleşenin işçi olduğundan bahisle, zenginleşmenin
kalktığı, düştüğünün kanıtlandığı yolunda bir sonuca ulaşması doğru değildir.
Kaldı ki iyiniyet ile zenginleşmenin kalkması, düşmesi, azalması konuları,
ayrı ayrı konulardır. Bir an için iyiniyet bulunduğu kabul edilse bile,
zenginleşmenin kalktığı, düştüğü ve azaldığı yollu iddia ve savunmanın
yöntemince kanıtlanması zorunludur.
Öte yandan olayda, davacının iyiniyetle zenginleşen muktesip olarak
kabulü de dosya içeriğine uymamaktadır.
Şöyle ki; haksız iktisap sigortalının işe giriş tarihinin 1/6/1959
yerine 7/7/1957 olarak kabulünden doğmuştur. Bilindiği gibi, işe giriş
tarihi, 506 sayılı Kanun m. 108 uyarınca, sigortalılık süresinin ve bu
sürenin hesabının başlangıç noktasıdır. Ayrıca prim ödeme gün sayılarına da
etkili olabilir. Sigortalılık süresi ve prim ödeme gün sayısı ise, aylık
bağlanmasının etkili ve önemli koşullarındandır. Bu nedenle, burada da aylık
bağlama ve göstergeyi 1345 olarak saptama olgusunu, işe giriş tarihinin
hatalı şekilde 7/7/1957 olarak kabulü etkilemiştir. Hayatın olağan akışına
göre; kişiler, hayatta belli olayları, bilir ve hatırlarlar. Örneğin; okula
gitme, askere gitme, okul bitirme, terhis olma, evlenme, boşanma ve ilk defa
paralı bir işe, memuriyete girme, emekli olma, gibi olaylar, hayat
deneyimlerine göre, ilgili kişi tarafından bilinir ve hatırlanır. Çünkü, bu
olaylar, insan hafızasında iz bırakırlar. Bu nedenle, davacı 15/9/1982
tarihli emekliye sevk dilekçesini verirken, 1/6/1959 tarihinde işe girdiğini
biliyordur, bilmesi gerekiyordu. Buna rağmen, o dilekçede, işe giriş
sigortalılık başlangıcını, 7/7/1957 olarak gösterdi. Dosyasına her nasılsa,
başka bir İsmail'in evrakının girmesi ve o İsmail'in de 7/7/1957'de işe
girmiş bulunması nedeniyle, bildirilen işe giriş tarihi ve isim ve soyadı
aynıyetini, yüzeysel bir incelemeyle saptayan, Kurum, haksız iktisaba yol
açan aylığı bağladı. Doğaldır ki, davacının baba-ana adı, doğum tarihi,
nüfusa kayıtlı olduğu, çalışmalarının geçtiği yer gibi konularda, detaylı
inceleme yapsaydı, bu hataya düşmeyecekti. Muhtemel ki, davacı kurum
nezdindeki şahsi dosyayı incelemek fırsatını buldu. Başka İsmail'in evrakını
kendi dosyasında gördü. Onun işe giriş tarihi 7/7/1957 olduğunu da öğrendi ve
aylık bağlanmasını isteyen dilekçeye, işe giriş tarihini, bundan faydalanmak
üzere, 7/7/1957 olarak yazdı. Böyle olmasa, öteki İsmail'e ait 7/7/1957
tarihini aynen ve hatasız, emekliye sevk dilekçesine 7/7/1957 olarak yazması
mümkün değildir. Herhangi bir yanlış tarih yazılmamış, öteki İsmail'in işe
giriş tarihi yazılmıştır. Bu durumun özel bir anlamı bulunduğu ortadadır.
Kaldı ki, davacının işe giriş tarihinin 1/6/1959 olduğunu, sadece hayatın
olağan akışı nedeniyle değil, aşağıdaki belgeler delaletiyle de gayet iyi
bildiği anlaşılmaktadır.
Zira, işverenden gelen şahsi dosyasında, mühimmat fabrikasında
çalışmak istediğine dair dilekçesi, 26/5/1959 tarihlidir. Davacının imzasını
taşımaktadır. Bu dilekçe üzerine 1/6/1959'da işe alınmıştır. 1/1/1964
tarihinde işverene verdiği dilekçede 5,5 senedir fabrikada çalıştığını (B)
sınıfı işçiliğe geçirilmesini istemiş..." ve isteği kabul edilmiştir.
Bilhesap, 1/6/1959'da işe başladığını bildirmiş olmaktadır. 20/6/1968
tarihinde, bağlı olduğu Askeri Fabrikalar Tekaüt ve Muavenat Sandığının,
Sosyal Sigortalar Kurumu'na devri nedeniyle, düzenlenen ve davacının imzasını
taşıyan işe giriş bildirgesinde, işe giriş tarihi, 1/6/1977 günü işverene
verdiği dilekçede "...18 hizmet yılını doldurduğundan kıdem ikramiyesi
verilmesini..." ve 21/5/1979 tarihli dilekçesinde "... 20 hizmet yılını
doldurduğundan işçi ve teşvik ikramiyesi verilmesini..." istemiş ve bu
istekleri kabul edilmiş olup, hesap sonucu 1/6/1959 günü işe girdiğini
bildiği ve işçilik haklarını almada, bu tarihi periyodik olarak, hatırladığı
ve kullandığı anlaşılmaktadır. Ayrıca aksi sabit oluncaya kadar geçerli ve
imzasını taşıyan müfettiş tutanağında "...1959 senesinde işe girdiğini..."
ifade etmiştir.
Böylece, 1/6/1959'da işe girdiğini bildiği halde, yaşlılık aylığı
bağlanmasını isteyen dilekçesinde, 7/7/1957'de işe girmiş gibi göstermesi ve
bu tarihi de, evrakı kendi dosyasına giren İsmail'in işe giriş tarihine tam
bir paralellik içerisinde 7/7/1957 olarak yazması dürütlüğe ve iyiniyete
uygun davranışlar değildir. Öte yandan Kurum, isteğini kabul edip kendisine
yaşlılık aylığı bağlayınca, aylık bağlama kağıdının bir nüshasını davacıya
tebliğ etmiş ve bu kağıttada işe giriş tarihi, açıkca 7/7/1957 olarak
gösterilmiş ve bu tarih esas alınarak gösterge ve aylığın bağlandığına
ilişkin detaylar gösterilmiştir. Buna rağmen davacı, 1/6/1959'da işe
başladığını bildiği halde, Kurumu, bu konuda uyarmamış ve 7 yıl boyunca,
haksız zenginleşmeyi kabul etmiştir. O kadar ki işbu davayı açarken dahi ve
hatta yargılamanın sonuna kadar gerçeğin ve hatanın yargı kararıyla ortaya
çıkmasına ve kesinleşmesine rağmen hata ve davranışını sürdürmüş, Kurumun
1345 göstergeden bağladığı aylığın doğruluğunu savunmuştur.
Borçlar Kanununun 63. maddesinde söz konusu edilen hüsnüniyet MK. m.
3'de yazılı subjektif hüsnüniyettir. Bilindiği gibi hüsnüniyet, deruni bir
olgudur. Varlığı ya da yokluğu, ilgili kişinin davranışlarıyla belli olur.
Halin icabına göre, kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse,
hüsnüniyetli sayılamaz. İşe giriş tarihini, gerçeğe aykırı bir şekilde
1/6/61959 yerine 7/7/1957 olarak bildiren ve isim ve soyadı benzeyen birisi
her nasılsa kendi dosyasına giren sigorta kağıtlarında yazılı 7/7/1957
tarihini kendi işe giriş tarihiymiş gibi kuruma verdiği aylık bağlama
dilekçesinde gösteren üstelik işe giriş ve sigortalılık süresi ve prim ödeme
gün sayısına göre aylık bağlandığını esasen bildiğinden başkasının işe giriş
tarihine göre bağlanan aylıkların günün birinde farkedileceğini, geçerli bir
sebebe dayanmadığını ve o zaman aldıklarını geri vermesi gerekeceğini,
düşünmek ve hesaplamak durumundadır. Asla kendisinden beklenen özeni sarfeden
bir kişi kabul edilemez. Bu davada olayın özelliği, zenginleşmenin iyiniyetle
olamayacağını açıkça göstermektedir. Zira, işin başında dürüst olsa, özenli
ve dikkatli davransa, zenginleşmenin geçerli bir sebebe dayanmadığını kolayca
anlaması gerekirdi.
Kötü niyetli muktesibin, iade borcu ise, halen elinde kalanlarla
sınırlandırılmış değildir (Bkz. Von Tuhr, Borçlar Hukuku, C.Edege çevirisi
sh:445 ve devam. Prof. Dr. F.Eren, Borçlar H.Cilt:3, Sh:62 ve Duru, Doç. Dr.
I.Ulusan İyi Niyetle Zenginleşmenin İade Borcunun Sınırlandırılması Sorunu,
sh:33 ve dvm. Doç. Dr. T.Öz Sebepsiz Zenginleşme Sh.146 ve dvm. Gauch/
Schluep/ Jaggi Schweizerisher Obligationen recht, Allegemeiner Teil, Bant 1,
Zurich, 1987 Nr.1144), Keller-Schaufelberger, Ungerechtfertigle Bereicherung
Bant 111- Frankfurt 1982, S.85).
O itibarla sebepsiz zenginleşen davacıdan, haksız ve fazla ödenen
aylıkların geri alınmasına ilişkin kurum kararı dahi doğrudur. Zenginleşmenin
iadesi gerekmektedir. Kurumun bu yöndeki kararının iptaline ve geri almanın
durdurulmasına hukukça olanak yoktur. Olayda iade borcunun davacının elinde
kalanla sınırlandırılması, zenginleşmenin kalkması, düşmesi, azalması söz
konusu değildir.
Bu durumda mahkemece mevcut delillerin değerlendirilmesi suretiyle
iade isteğinin de reddedilmesi doğrudur.
O halde usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararı onanmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme
kararının yukarıda açıklanan nedenlerle (ONANMASINA) ve temyiz ilam harcının
temyiz edenden alınmasına, 5/2/1992 günü yapılan ilk görüşmesinde ve
12/2/1992 günü yapılan ikinci görüşmesinde çoğunluk sağlanamadığı için,
19/2/1992 gününde yapılan üçüncü görüşmede oyçokluğuyla karar verildi.
Birinci Başkanvekili 8.Huk.D.Bşk. 9.Huk.D.Bşk. 16.Huk.D.Bşk.
İ.Teoman PAMİR Ş.Özdemir E.Çubukçu İ.Özmen
Bozma Bozma
11.Huk.D.Bşk. 15.Huk.D.Bşk. 10.Huk.D.Bşk. 17.Huk.D.Bşk.
N.Özkan M.Altay İ.T.Ozanoğlu H.H.Karadoğan
Bozma Bozma
7.Huk.D.Bşk. 14.Huk.D.Bşk. 12.Huk.D.Bşk.V. O.Yalçınkaya
H.Örmeci E.Özdenerol Ö.Göknar Bozma
Bozma
13.Huk.D.Bşk.V. R.Aslanköylü M.Elçin T.Alp
M.S.Aykonu Bozma
Y.M.Günel Ç.Aşçıoğlu G.Eriş D.Topçuoğlu
Bozma Değişik Bozma Bozma Bozma
A.Hamzaoğulları K.Kadıoğlu C.Çetiner H.Özdemir
Bozma Bozma
N.Turhan Ö.Bilen B.Kartal M.Yakuoğlu
Bozma
M.Tunaboylu M.Oskay S.Sapanoğlu O.Uzgören
Bozma
İ.Demirkıran M.H.Surlu S.Erçoklu M.Ulusoy
Bozma Bozma
U.Araslı Ş.Abik F.Kıbrıscıklı O.C.Yüksel
Bozma Bozma Bozma
Ü.Aydın O.G.Çankaya H.A.Bengü E.Ertekin
Bozma
A.İ.Özuğur B.Doğan T.Demir
Bozma
KARŞI OY YAZISI
Davada çözümlenmesi gereken hukuksal sorun kurumun yanlış bağlayıp
yedi yıl süreyle ödediği yaşlılık aylığını davacı sigortalıdan geri almaya
hakkının olup olmadığı meselesidir. Kuşkusuz bu aşamada ödenen aylıkları
iktisap eden davacının iyiniyetli mi yoksu kötüniyetli mi olduğu üzerinde
durulmalıdır. Kötüniyetli kabul edildiği takdirde geri ödeme yükümlülüğü
altında bulunduğu konusunda görüş birliği vardır.
Olayda, davacının kuruma verdiği yaşlılık aylığı istemini taşıyan
dilekçesinde sigortalılık başlangıcını 1959 yerine 1957 tarihini göstermesi,
ayrıca kurumun aylık bağlama kararında sigortalılık başlangıcını 1959 yerine
1957 tarihini yazmasına davacının ses çıkarmaması olgusunun onun
kötüniyetliliğine kanıt teşkil edip etmediği önem taşımaktadır. Davacı
yaşlılık aylığı dilekçesini vermeden önce çalışmakta olduğu silah fabrikası
müdürlüğüne hitaben yazdığı dilekçede kendisine itibari hizmet tanınmasını
istemiş ve orada sigortalılık başlangıcını 1959 olarak göstermiştir.
Sigortalılık başlangıcı yönünden her iki dilekçede ortaya çıkan çelişki en
azından davacının başlangıç tarihini kesin bir şekilde bilmediğini ortaya
koyar. Bu durum hiç değilse davacının sigortalılık başlangıcını bilip
bilmediği konusunda kuşku uyandırmaktadır. İş ve Sosyal Güvenlik Hukukunda
kuşkulu hallerin sigortalıya işçinin lehine yorumlanması gerektiği kabul
edilmiş temel ilkelerdendir.
Hal böyle olunca, davacıyı kötü niyetli saymak mümkün değildir. Esasen
Sosyal Sigortalar Kurumu başta ve sonda hiçbir zaman davacının kendisini
yanılttığını onun fiili ile hataya düştüğünü iddia etmiş değildir. Kurumun
dahi ileri sürmediği bir konuyu Yargıtay aşamasında irdelemeye kalkışmak
zorlamayla sigortalı aleyhine sonuç çıkarmak anlamını doğurur.
Kaldı ki, aylık bağlamaya dayanak teşkil edecek tüm belgeler Kurumda
bulunduğu için ve aylığı bağlayacak merci kendisi olduğundan yanlış aylık
bağlamanın kusuru tamamen kuruma aittir. Kurum bu konuda sigortalının
kendisini yanılttığını iddia ve isbat etmiş değildir.
Diğer taraftan, aylık bağlamaya ilişkin sosyal sigorta mevzuatı
karmaşık bir haldedir. Öğrenim seviyesi ekonomik ve sosyal durumu sınırlı
olan sigortalının aylık bağlama koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğini
biliyor farzetmek hayatın olağan akışına ve yaşam deneyimlerine aykırı düşer.
Bırakalım düz işçiyi yüksek düzeyde tahsil görmüş ve bürokrasinin önemli
kesimlerinde çalışmış olanların dahi emeklilik işlemlerini eksiksiz bildiği
söylenemez.
Öte yandan, davacı 3575 sayılı Yasaya göre kurulan askeri fabrika ve
tekaüt sandığına tabi bir kimse olup bu sandık 1968 yılında ilga edilerek
sosyal sigortalar kurumuna devredilmiştir. Anılan Yasanın 19. maddesinin son
fıkrası aynen "...hizmetlerde geçen müddetler bir buçuk misli hesap edilir.."
hükmünü getirdiği görülmektedir. Yasanın bu maddesi davacı gibi çalışanlara
çalıştıkları sürenin bir buçuk misli itibari hizmet getirmektedir. Davacının
yaşlılık aylığı alabilmesi için 25 yıldan beri sigortalı olması gerekir. 23
küsür yıllık iken hataen yaşlılık aylığı bağlanmıştır. Ancak, anılan sürenin
bir buçuk misli alınıp eklendiğinde 34 yıl ortaya çıkar. Gerçi olayın
özelliği itibariyle kendisi itibari hizmet zammından yararlanamaz. Ancak,
yararlanabildiğini zannederek kurumun aylık bağlama kararına ses çıkarmamış
olabilir. Bütün bunlardan başka olayda uygulanması gereken Borçlar Kanununun
63. maddesine değinme gereği duyulmuştur. Birçok Yargıtay Kararında da
anlatımını bulduğu üzere iyiniyetle zenginleşen kimse zenginleşmenin geri
verilmesinden ötürü zenginleşme hiç olmasaydı bulunacağı durumdan daha kötü
duruma düşürülemez. Yaşam deneyimlerine göre davacının günümüz koşullarında
günü gününe ve kıtı kıtına yaşayan kimse olduğunun kabulü gerekir. Açıklanan
bu ilke gereğince düz işçilikten yaşlılık aylığı almakta olan davacıdan dava
konusu 6.464.758.- lira geri alındığı takdirde zenginleşme olmasaydı
bulunacağı durumdan daha kötü duruma düşeceği açık seçik ortadadır.
Diğer yönden, gerçekten ilk aylığın bağlandığı 1982 yılında
sigortalılık süresi bakımından aylık bağlama koşulu oluşmamıştır. Ancak, 25
yıllık süre 1984 yılında dolmaktadır. O halde, Kurumun davacıya ilk aylık
talep dilekçesini dikkate alarak 1984 yılında aylık bağlanması gerekirdi.
Oysa Kurum, kendisine ikinci aylığı 1989 yılında bağlamıştır. Davacı kötü
niyetli sayılsa bile kendisinden ancak 1982-1989 tarihleri arasında ödenen
aylıkların tamamı değil 1982-1984 tarihleri arasındaki ödenen miktar geri
istenebilir. Özel Dairenin bu hususu bozma nedeni yapmaması hatalıdır.
Ancak, davacının 1984 yılında aylık bağlanması gerektiğinin tespitine
şekilde yeni dava açtığı takdirde kesin yargı itirazı ile karşılaşabilip
karşılaşamayacağı olgusu tartışma konusu edilebilir.
Baştanberi açıklanan bu ve bozma kararında değinilen nedenlerle
mahkeme kararının bozulması oyundayım.
Resul ASLANKÖYLÜ
10.Hukuk Dairesi Üyesi
|