Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 



T.C.
Y A R G I T A Y
Hukuk Genel Kurulu

	E.	1990/1-333
	K.	1990/416
	T.	19.9.1990 

*  GAYRİMENKUL MÜKELLEFİYETİ
*  TAVİZ BEDELİ

ÖZET : Vakfın, ivaz alacağına yasa ile getirilen teminat bir gayrimenkul
 mükellefiyetidir.

Önceki kayıt ve belgelerden aslının vakıf taşınmaz olduğunun anlaşılması
 halinde, vakıf şerhinin intikal [gitti] kayıtlarına sonradan işaret edilmiş
 bulunması yeni maliki bu mükellefiyetten, yani taviz bedelini ödemekten
 kurtaramaz.

Yasadan doğan bu mükellefiyet karşısında sonraki malikin iyiniyet savunmasında
 bulunarak MK.nun 638 ve 931. maddelerinden yararlanmasına yasal olanak
 yoktur.

Sahih vakıflarda; özellikle icareteynli ve mukataalı vakıflarda, taviz
 bedelinin ödenmesi karşılığında vakıf şerhinin silinmesi gerekir.

Gayri sahih "tahsisat kabilinden, irsadi" vakıflarda ise, sadece aşar ve
 rusümatı vakfa tahsis edilmiş taşınmazlar için taviz bedeli alınmaz. Bunun
 dışındaki "tasarruf hakkı veya hem tasarruf hakkı hem aşar ve rusümatı tahsis
 ve vakfedilmiş" taşınmazlar için taviz bedelinin ödenmesi gerekir.

(743 s. MK. m 764)  (2762 s. Vakıflar K. m. 27)

Taraflar arasındaki "şerhin silinmesi" davasından dolayı yapılan yargılama
 sonunda, (Aydın İkinci Asliye Hukuk Mahkemesi)nce davanın kabulüne dair
 verilen 21.12.1988 gün ve 811-872 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili
 tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi'nin 29.6.1989
 gün ve 6812-8504 sayılı ilamı ile; (... Davacı, satın almak sure-tiyle
 edindiği taşınmaz malın (bağımsız bölümün) tapu kaydına sonradan "Mehmet Paşa
 Vakfı'ndan" şerhinin konulduğunu, bu şerhin haklı ve geçerli bir nedene
 dayanmadığını ileri sürmüş; sicilden silinmesini (terkinini) istemiştir.
Davalı Vakıflar Genel Müdürlüğü vekili, 2762 sayılı Yasanın 27 ve 30.
 maddelerinde sözü edilen "taviz bedeli" ödenmedikçe vakıf şerhinin
 silinemeyeceğini savunmuştur.

Tapu kayıtlarının incelenmesinden, çekişmeli taşınmazın vakıf malı olduğu ve
 silinmesi istenen şerhin tapu tesis tarihinde kayıtlı bulunduğu
 anlaşılmıştır. Sav ve savunmanın içeriğinden yanlar arasındaki uyuşmazlığın;
 davaya konu şerhin ilişkin bulunduğu haktan, özellikle taviz bedelinden
 kay-naklandığı açıktır. Kuşkusuz böyle bir uyuşmazlığın sağlıklı olarak
 çözümlenebilmesi mukataalı ve icareteynli vakıf malların mutasarrıfları adına
 hasıl tasfiye edileceğinin, taviz bedelinin hukuksal niteliğinin ne
 olduğunun, ayrıca bundan kimin yada kimlerin sorumlu tutulması gerektiğinin
 bilinmesine ve değinilen yönlerin açıkca ortaya konulmasına bağlıdır.
 Bilindiği üzere, Medeni Yasanın kabulünden sonra, bu yasada yer alan vakıf
 (tesis) ile eski vakıflar arasında bir ikilem (ikili uygulama durumu) meydana
 gelmiş ve eski vakıfların günün koşullarına uydurulma zorunluluğu doğmuştur.
 Bu nedenle 2762 sayılı Vakıflar Yasası yürürlüğe konulmuş, eski mülhak ve
 mazbut vakıflar yeni bir statüye alınarak, icareteynli ve mukataalı vakıflar
 tasfiyesi yoluna gidilmiştir.

Şöyleki; 2762 sayılı Vakıflar Yasasının yürürlüğe girdiği günden itibaren,
 vakfa ait taşınmaz malların icareteyne veya mukataaya bağlanması yasaklanmış
 ve eskiden konulmuş olanların da tasfiyesi için hükümler getirilmiştir. Bu
 hükümlerin olay yönünden önem arzedenleri Yasanın 27, 29 ve 30. maddelerinde
 yer almıştır. Öte yandan, vakıf malın mülke dönüşümü ve mutasarrıfına
 intikali için alınan taviz bedeli, icare ve mukataa karşılığı olup; bedel
 ödenmedikçe o mal üzerinde temliki tasarruf tapu idaresince tesçil
 olunamıyacağından, bunu (taviz bedelini) gayrimenkul mükellefiyeti olarak
 anlamak ve nitelendirmek gerekir. 12 Haziran 1940 günlü tefsir kararındaki
 nitelendirme bu yoldadır. Esasen öğretide ve yargısal uygulamalarda da
 değinilen nitelendirmeye yer verilmiştir. Nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesi'nin
 13.7.1981 tarih, 5/15 ve 28.12.1981 tarih, 13/22 sayılı kararlarında taviz
 bedeli için "gayrimenkul mükellefiyetidir" denilmiş; Dairenin, 13 Nisan 1939
 gün ve 2192/796 sayılı kararında ise gayrimenkul mükellefiyeti niteliğini
 alan taviz bedelinden, aksine bir sözleşme düzenlenmemişse alıcının (yeni
 malikin) sorumlu tutulacağı vurgulanmıştır. Ayrıca, yasadan doğan bir
 mükellefiyetin tapu kütüğüne sonradan işaret edilmiş olması da yeni maliki
 sorumluluktan kurtarmaz.

O halde, yukarıda açıklanan ilke ve olgular gözetilmek suretiyle araştırma
 yapılmalı, vakfa ilişkin şerhin yasaya uygun biçimde hukuksal dayanaktan
 yoksun kılındığının anlaşılması durumunda dava kabul edilmelidir. Aksi halde
 ise, davacının taviz bedeli ödemeden böyle bir şerhin silinmesini
 isteyemeyecekleri dikkate alınmalı ve davanın reddine karar verilmelidir.
 Yerel Mahkemenin bu içerikte (kapsamda) hükme yeterli bir inceleme yapmadan,
 noksan soruşturma ile yetinip, yazılı olduğu üzere hüküm kurması
 isabetsizdir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,
 yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz eden: Davalı vekilleri.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde tem-yiz
 edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
 görüşüldü:

Uzun süre topluma, insanlığa büyük yararlar sağlayan ve eski hukukumuzun en
 gelişmiş kurumlarından olan Vakıflara ait taşınmazların bir kısmı zamanla
 çeşitli tabii etkenler, yangın ve depremler sonucu yıpranmış, üzerlerinde
 bulunan binalar yıkılmış, bağ ve bahçeler yok olmuştur. Vakıf mallarının
 yeniden yaptırılması ve onarılması Vakfın gücünü aşıp, kısa süreli kiralamaya
 istekli de çıkmayınca sosyal ve ekonomik zorunlulukların baskısı ile Miri
 Arazi Hukukumuzun tevfiz usulünden esinlenilerek mukataalı ve icareteynli
 vakıf türleri oluşturulmuştur.

Mukataada; vakıf taşınmaz, bina yapmak, ağaç, bağ kütüğü veya bağ çubuğu
 dikmek ve bunların durması karşılığında, vakfa her sene maktu bir zemin
 kirası (icare-i zemin) ödemek suretiyle kişiye kiralamış, yapılan bina ve
 dikilen ağaçlar, yapanın ve dikenin (mutasarrıfın) malı sayılmış ve ölümü ile
 bunların varislerine geçeceği, mukataanın yani kira karşılığının verildiği
 sürece sözleşmenin bozulamayacağı, arazi üzerine yapılan muhtesatın
 kaldırılamayacağı kabul edilmiştir.

İcareteyn de ise; kiracısından (mutasarrıfından) icare-i muaccele (peşin kira)
 denilen vakıf malın gerçek kıymetine yakın veya eşit bir bedel alınıp yanan,
 harabolan bina Vakıf tarafından yeniden inşaa ve tamir ettirilerek her sene
 icare-i mueccele (veresiye kira) diye isimlendirilen küçük bir bedel
 karşılığında süresiz olarak vakıf taşınmaz kiracıya (mutasarrıfa)
 bırakılmıştır. Bu yararlanma hakkı ise kiracının (mutasarrıfın) mirasçılarına
 geçmiştir (Bk. Ali Himmet Berki, 2. Kitap, Ankara, Sh: 106 vd.; Dr. Suat
 Bertan, Ayni Haklar, Cilt:1, Sh: 74 vd.). Peşin ve her yıl alınan icar (kira)
 usulüne de "iki, çift icare" anlamında icareteyn adı verilmiştir.

Medeni Kanunun kabulünden sonra Miri Arazi Hükümlerine, buna bağlı olarakta
 "rekabe" "tasarruf hakkı" ayırımına son verilmiş tasarruf hakkı, kuru
 mülkiyet hakkı "rekabe" ile birleştirilmiştir. Diğer bir söyleyişle, tasarruf
 hakkı sahibi tam mülkiyetin maliki olmuştur. Medeni Kanunun bu hükümleri ve
 yeni düzenlediği vakıf (tesis) ile eski vakıflar arasında bir ikilem (ikili
 uygulama) meydana gelmiş, eski vakıfların günün koşullarına uydurulma
 zorunluluğu doğmuştur. Bu amaçla 13.12.1935 tarihinde 2762 sayılı Vakıflar
 Kanunu yürürlüğe konulmuştur. Sözkonusu Yasanın 26. maddesi ile Vakfa ait
 taşınmaz malların icareteyn ve mukataaya bağlanması yasaklanmış, 27, 28, 29,
 30. maddelerinde de özetle (....mukataalı toprakların ve icareteynli
 taşınmazların mülkiyetlerinin yirmi misli taviz karşılığında mutasarrıfına
 geçeceği, on yıl içerisinde taviz verilmek yoluyla icareteyn veya mukataa
 ka-yıtları terkin edilmemiş olanlarının mülkiyetinin ise on yıl sonunda
 kendiliğinden mutasarrıfına geçeceği vakfın hakkının ivaza dönüşerek
 taşınmazın ivaz karşılığında birinci derecede ve birinci sırada ipotekli
 sayılacağı, ayrıca tavizler tamamen ödenmedikçe o mallar üzerindeki temliki
 tasarrufların tapu dairelerince tescil olunamayacağı hükümleri getirilmek
 suretiyle eski vakıfların tasviyesi cihetine gidilmiştir. Öngörülen 10 yıllık
 süre içerisinde pek çok vakfın taviz bedeli ödenip sicilleri terkin
 olunmayınca bu süre, 13.6.1945 tarih, 4755 sayılı Yasa ile 13.12.1955
 tarihine kadar uzatılmıştır. Madde metninden açıkça anlaşılacağı üzere
 aslolan ivazın peşin veya süresi içersinde faizi ile birlikte ödenmesidir.
 Ancak, 20 yıllık süre içerisinde ödenmemesi halinde kanun koyucu mülkiyetin
 mutasarrıfa kendiliğinden geçmesini kabul etmekle beraber, vakfın ivaz
 alacağını teminat altına alma zorunluluğunu duymuş, 29. maddenin birinci
 fıkrasında "gayrimenkulün tamamı bu ivaz karşılığında birinci derecede ve
 birinci sırada ipotekli sayılır" hükmünü koymuştur.

Sözü edilen maddede, vakıf yararına getirilen teminatın niteliği kesin olarak
 belirtilmemiş, daha ziyade yol gösterici bir ifade kullanılmıştır. O halde bu
 yön üzerinde durmak, tarafların iradesi dışında, yasa ile konan bu teminatın
 gayrimenkul mükellefiyeti mi, yoksa gayrimenkul ipoteği mi olduğunun
 belirlenmesi gerekmektedir. Bilindiği üzere bir alacağın ödenmesini temin
 etmeleri bakımından her iki mülkiyetin gayri aynı hak birbirlerine çok
 benzemektedir. Ne varki gayrimenkul rehninde veya ipoteğinde ipotekli borç
 senedi ile irad senedi dışında kalan ipotek hakkının bağımsız bir varlığı
 olamaz. İpotek hakkı ancak bir alacak hakkının fer'i olur. İpoteklerde ana
 hak kişiler arasında bir hukuki bağdan doğan kişisel bir borç münasebetidir.
 İpotekte aynı hak bir amaç değil bir emniyet sağlama aracıdır. Gayrimenkul
 mükellefiyetinde ise aynı hak ana haktır. Yüklü taşınmazın mülki-yetine bağlı
 bulunan bir şeyi yapmağa veya vermeğe dair olan bir borç o taşınmaz ile
 emniyet altına alınmış olur. Ayrıca ipotekte sorumluluk taşınmaz değeri ile
 sınırlı değildir. İpotek konusu taşınmazın değeri borcu ödemeye yetmeyince
 ana borcun ödenmeyen kısmı için asıl borçlunun borçluluğu sürer. Gayrimenkul
 mükellefiyetinde ise borçluluk yüklü taşınmaz ile sınırlıdır (Dr. Suat
 Bertan, Ayni Haklar, Cilt: 2, sayfa 1576, 1577). Vakfın ivaz alacağı ister
 rekabe "kuru mülkiyet", ister icare ve mukataa veya bunlara ilişkin şerhin
 kaldırılması karşılığı kabul edilsin mutasarrıfın ivaz borcunun vakıf
 taşınmazın değerini aşacağı ve fazla kısım için mutasarrıfın diğer malları
 ile sorumlu olacağı düşünülmez. Öte yandan,  İİK.nun 45. maddesine göre
 rehinle temin edilmiş bir alacağın borçlusu, iflasa tabi şahıslardan olsa
 bile alacaklı yalnız rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapabilir. Ancak
 rehnin tutarı borcu ödemeye yetmezse alacaklı kalan alacağını iflas ve haciz
 yoluyla takip edebilir. Oysa Vakıflar Kanununun 29. maddesinin 1. fıkrasında,
 "...tavizlerle vaktinde ödenmeyen taksitleri mutasarrıfın başka mallarına
 müracaat yoluyla Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkındaki Kanuna göre
 tahsile dahi yetkilidir" hükmü konmak suretiyle sorumluluk ve tahsil
 açısından tamamen ipotekten ayrı bir teminat getirilmiştir. Bunun yanında
 kural olarak ipotek edilmiş bir taşınmaz alacaklının muvafakatını almağa
 gerek kalmaksızın başkasına satılarak tapusu devredilebilir. Meğerki aksine
 sözleşme olsun, Vakıflar Kanununun 30. maddesi ise taviz bedelinin tamamı
 vakfa ödenmedikç temliki tasarrufu men etmiştir.

Kısaca belirtmek gerekirse, vakfın ivaz alacağına yasa ile getirilen
 teminatın, taraflar arasındaki bir sözleşmeden doğan asıl alacak hakkının bir
 fer'i olmayıp, ana hak olarak doğması, sorumluluğun vakıf taşınmaz ile
 sınırlı bulunması, fakat vakfın alacağının taşınmazla bağlı kalınmaksızın
 mutasarrıfın başka mallarına müracaat yoluyla da tahsil edilebilmesi, temliki
 tasarrufun ancak borcun ödenmesine yani mükellefiyetin kalkmasına bağlı
 tutulması, teminatın bir gayrimenkul mükellefiyeti olduğunu açıkça
 göstermektedir.

Nitekim; 12 Haziran 1940 gün, 1188 sayılı TBMM. Tefsir Kararındaki
 nitelendirme bu şekilde olduğu gibi Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 13.7.1981 tarih,
 5/15 ve 28.12.1981 tarih, 13/22; 10.6.1985 tarih, 8/13 sayılı kararlarında,
 Birinci Hukuk Dairesi'nin 13.4.1989 tarih, 2192/796 sayılı ve diğer birçok
 kararlarında ivaz alacağı için konan teminatın bir gayrimenkul mükellefiyeti
 olduğu kabul edilmiştir. Öğretide baskın görüşte aynı yöndedir.

Medeni Kanunun 764. maddesinin, "takyit edilen gayrimenkulün maliki değiştiği
 takdirde yeni malik başka bir muameleye hacet kalmaksızın gayrimenkul
 mükellefiyetinin mevzuuna dahil şeylerle borçlu olur" biçimindeki açık
 hükmüne göre önceki kayıt ve belgelerden aslının vakıf taşınmaz olduğunun
 anlaşılması halinde vakıf şerhinin intikal (gitti) kayıtlarına sonradan
 işaret edilmiş bulunması yeni maliki bu mükellefiyetten yani taviz bedelini
 ödemekten kurtaramaz. Yasadan doğan bu mükellefiyet karşısında sonraki
 malikin iyiniyet savunmasında bulunarak Medeni Kanunun 638 ve 931.
 maddelerinden yararlanmasına yasal olanak bulunmamaktadır.

Hemen belirtmek gerekirki, vakıf şerhini taşıyan tapu kayıtlarının kapsamında
 kalan tüm taşınmazların taviz bedeli ile sorumlu olduğu da söylenemez. Özel
 mülkün kuru mülkiyeti ve tasarruf hakkının vakfedilmesi ile oluşan sahih
 vakıflar da özellikle icareteynli ve mukataalı vakıflarda taviz bedelinin
 ödenmesi karşılığında Vakıf şerhinin silinmesi gerektiği gerek uygulamada
 gerekse bilimsel görüşlerde tartışmasız olarak kabul edilmektedir. Padişah
 veya onun izni ile yetkili kişi tarafından miri arazinin aşar ve rusümatı
 "resim ve vergileri"nin, yalnız hukuki tasarrufiyesi "tasarruf hakkı"nın veya
 hem aşar ve rusümatı "vergi ve resimleri"nin hem de hukuki tasarrufiyesi
 "tasarruf hakkı"nın vakfedilmesi ile meydana gelen gayri sahih "tahsisat
 kabilinden, irsadı" vakıflarda ise Vakıflar Kanununda tam bir açıklık
 bulunmamasına karşın sadece aşar ve rusümatı vakfa tahsis edilmiş,
 taşınmazlar için taviz bedelinin alınmayacağı bunun dışındaki "tasarruf hakkı
 veya hem tasarruf hakkı hemde aşar ve rusümatı tahsis ve vakfedilmiş"
 taşınmazlar için taviz bedelinin ödenmesi gerektiği uygulamada ortak bir
 görüş olarak belirmiştir (Şurayı Devlet Tazminat Dairesinin 31.12.1937 tarih,
 52/76 sayılı; Şurayı Devlet Umumi Heyetinin 21.1.1938 tarih, 19/18 sayılı; 4.
 Hukuk Dairesi'nin 16.2.1988 tarih, 931/1459 sayılı; 1. Hukuk Dairesi'nin
 29.12.1989 tarih, 13736-15918 sayılı kararları gibi). Bu durumda Vakfın
 türünün saptanması sorunun çözümlenmesinde büyük önem taşımaktadır. Ayrıca
 uygulamada sık rastlanan bir hususu da açıklamakta yarar vardır: Vakıf
 taşınmazların tapu kaydındaki "mukataa" şerhi bozan yukarda belirtildiği
 anlamda vakfın türünü belirtirken bazende gayri sahih vakıflarda özellikle
 Adalar Vakıflarında olduğu gibi yıllık belirli bir bedelin tediyesi "bedel-i
 öşr mukataasını" göstermektedir.

Belirtilen tüm yasa hükümleri ve ilkelerin ışığı altında taşınmaza ilişkin
 tapu kaydının ilk geldisinden itibaren bütün intikalleri ile birlikte
 şahsiyet ve vakfiyet durumlarını gösterir kayıt ve öteki belge "vakfın
 icareteyn ve mukataa hesap ve defter) örnekleri ile ilgili merciilerden
 getirtilmeli; Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nden ve Vakıflar Genel
 Müdürlüğü'nden kayda işaret edilmiş vakfın türü hakkında bilgi alınmalı,
 toplanan delillerden vakfın tavize tabi olduğunun kesin olarak anlaşılması
 halinde 2762 sayılı Yasanın 2888 sayılı Yasa ile değişik 27. maddesi hükmü
 gözetilerek belirlenecek taviz bedeli üzerinden şerhin silinmesine
 (terkinine) karar verilmelidir. Dosyaya getirtilen bilgi ve belgelerden
 sonuca varılamadığı takdirde ise konunun uzmanı bilirkişilerden seçilecek
 bilirkişi kuruluna inceleme yaptırılmalı, kendilerinden ayrıntılı rapor
 istenmeli ve en sonra tüm deliller raporla birlikte yeniden değerlendirilerek
 hüküm kurulmalıdır.

Yerel Mahkemenin açıklanan yasal düzenlemelerle ve ilkelere yanıt verecek
 nitelikte bir araştırma yapmadan noksan soruşturma ve yanılgılı değerlendirme
 ile yazılı olduğu şekilde direnme kararı vermesi doğru değildir. Bu nedenle
 direnme kararı bozulmalıdır.

S o n u ç : Davalı vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme
 kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden
 dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz
 peşin harcının geri verilmesine, 19.9.1990 gününde oyçokluğuyla karar
 verildi.

KARŞI OY YAZISI

*  A- Dava konusu taşınmaza ait Eylül 1340 tarihli tapu kaydı üzerinde
 "Mehmetpaşa Vakfı senevi 16 kuruş, mukataalı", şerhi yer almaktadır.

Bu şerhten, sözü edilen taşınmazın sahih vakıflardan olduğu anlaşılmaktadır.

Sahih vakıfta, vakfedilen taşınmaz mülk arazi olup ancak taşınmazın maliki onu
 bir amaca vakfedebilmektedir. Vakfedilen kimsenin ölümü halinde füruğunun
 bulunmaması durumunda taşınmaz mahlul hale gelmekte olup mülkiyeti vakfa
 dönmektedir. Bu özet açıklamadan anlaşılacağı üzere bu tür vakıflarda,
 taşınmaz maliki, taşınmazını bir amaca vakfetmek suretiyle mülkiyetini
 vakıflara geçirmektedir. Vakıf, ancak mülk sahibinin ifadesi doğrultusunda
 taşınmazı bir mutasarrıfa vermektedir. Böylece mülkiyet vakfa geçmekte,
 kullanımı da mutasarrıf adı verilen kişidedir. Mutasarrıf vakfın amacına
 uygun kullandığı sürece irtifak hakkına benzer güçlendirilmiş bir kişisel
 hakkı bulunmaktadır. O kişinin adı tapu kaydında yer almakta ve miras yoluyla
 da bu kullanım hakkı mirasçılarına geçmektedir. Ne varki kullanan yeni
 mutasarrıf buna karşılık vakfa bir bedel ödemektedir.

Sahih olmayan vakıflara gelince; bu türdeki vakıfların amacına tahsis edilen
 taşınmaz Hazineye ait arazi olup, buna miri arazi denirdi. Bu türdeki
 taşnmazlar Padişah veya onun yetkili kıldığı kişi tarafından vakfedilirdi.
 Bununla taşınmazın kullanımı mutasarrıfa bırakılmakta, mutasarrıfta buna
 karşılık öşür veya resim adı altında bir bedeli vakfa öderdi.

Ne var ki, zaman içinde 2762 sayılı Yasa yürürlüğe girdi. Bu Yasanın 26.
 maddesi ile bu tür vakıfların kurulamıyacağı hükme bağlandı ve mevcut olan
 vakıfların tasfiye edilmesi hukusu yöntemi ve sonuçları aynı Yasanın 27, 28,
 29 ve 30. maddelerinde hükme bağlandı. Tasfiye ile vakıf arazisi üzerinde
 kullanma hakkı bulunan mutasarrıfın bu hakkı mülkiyete dönüşecek buna
 karşılık mutasarrıfta, "taviz bedeli" adı altında bir meblağı vakfa
 ödeyecektir. Sözü edilen yasa 1935 yılında yürürlüğe girmiştir. Tasfiye
 süresi, 29. madde ile on yıl olarak düzenlenmişti. Sonradan ve 13.6.1943 gün
 ve 4745 sayılı Yasa ile bu süre on yıl  daha uzatılmıştır. Böylece bu süre de
 1955 yılında dolmuş bulunmaktadır.

Bu süre içinde taviz bedeli ödenmemiş olan vakıfların mülkiyetinin
 kendiliğinden mutasarrıfına geçeceği, taviz bedelinin de birinci derecede,
 birinci sırada ipotek sayılacağı Yasanın 29. maddesinde açıkca ifade
 edilmiştir.

Burada ilk olarak çözümü gereken husus, en son olarak 1955'te tasfiye edilmesi
 gereken bu tür vakıflarla ilgili bulunan "taviz bedelinin" niteliğinin
 saptanmasıdır.

İnceleme konusu olan Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi'nin kararında, taviz
 bedeli gayrimenkul mükellefiyeti olarak nitelendirilmiştir.

Bize göre bu nitelendirme doğru değildir. Çünkü, yasa koyucunun kendisi 2762
 sayılı Yasanın 29. maddesinde vakfın on yıl içinde taviz bedeli ödenip
 üzerindeki icareteyn veya mukataa kayıtları kaldırılmamışsa mülkiyetin
 kendiliğinden mutasarrıfına geçeceği, vakfın hakkının da ivaza dönüşerek
 gayrimenkulün tamamı bu ivaz karşılığında birinci derece, birinci sırada
 "ipotekli" sayılacağı ifade edilmiştir.

Bilindiği gibi, ipotek ile gayrimenkul mükellefiyetinin kapsam ve sonuçları
 farklıdır. Önemli ayrım, ipotek belli bir alacağı ifade ettiği halde,
 gayrimenkul mükellefiyeti ise şahsi bir alacakla ilgili olmayıp, ancak
 yükümlü taşınmazın değeri üzerinden yararlanma hakkı verir. Yine gayrimenkul
 mükellefiyeti yükümlü gayrimenkule bir şeyi yapma veya yapmama borcunuda
 yükler. Olayımızda ise, hakkı tavize dönüşen vakfın bir alacak hakkı söz
 konusu olmakta ve bu hakta belli veya belirlenebilir miktardaki bir paradır.
 Bundan dolayı özel daire kararında taviz bedelinin çeşitli gerekçelerle
 gayrimenkul mükellefiyeti olduğu hususundaki düşüncesine katılmak mümkün
 değildir.

B- Dava konusu olan taşınmaza ait tapu kaydı Eylül 1340 tarihinde oluşturulmuş
 olup, cinsi arsadır. Kayıt üzerinde "Mehmet Paşa vakfı senevi 16 kuruş
 mukataalı" şerhi vardır. 1951 yılında bu kayıt ifraz ve intikal görür. Şerhte
 aynen kayıt üzerinde yer alır. Ondan sonra pek çok devirler yapılır. En son
 1973 yılında tevhit edilerek intikal eden kayıt üzerindeki şerh yer almaz ve
 yerde 64 bağımsız bölüm yapılarak kat irtifakı kurulur. Bu bağımsız
 bölümlerde 1974 ile 1986 yılları arasında pek çok kişiye satılarak tapuya
 bağlanır. Sonradan ve nasıl olduğu anlaşılmayan biçimde şerh 1984 yılında
 tapu idaresince re'sen bağımsız bölümler üzerine yazılır. İşte davacı da 65
 nolu bağımsız bölümün sahibi olarak 1983 yılında şerhsiz aldığı bu yer
 üzerine yasalara aykırı olarak konulan şerhin silinmesini ister.

Bilindiği üzere MK.nun 931. maddesinde tapu sicilindeki kayda dayanan
 iyiniyetli kişinin iktisabının geçerli olacağı düzenlenmiştir. Buna tescilin
 olumlu hükmü denilmektedir. Bundan çıkan sonuç şudur. İyiniyetli üçüncü kişi
 taşınmazı iktisap ettiği anda, (ki bu an, tapuda adına tescilin yapıldığı
 tarihtir) tapunun beyanlar ve şerhler hanesi ne durumda ise taşınmazı o
 yükümlülükleriyle kazanır. Sonradan taşınmazın evvelki kayıtlarında yeralan
 ve intikalde yer almayan bir şerhin varlığından bahisle kazanan iyiniyetli
 üçüncü kişiye karşı o şerhin varlığından bahisle taşınmazın takyitli olduğu
 ileri sürülemez.

Kazananın, tapunun evveliyatını inceleme zorunluğuda yoktur (1. HD.nin
 6.5.1955 gürn ve 955/3054-2650).

Yine, HGK.nun 20.11.1968 gün ve E: 968/1-1369, K: 968/765 sayılı kararında
 "gayrimenkulü iktisap eden kimse son kaydı ve ona ait krokiyi incelemekle
 mükellef isede evrakı müsbitesini incelemek zorunda değildir. Kuralı yer
 almıştır.

Federal Mahkeme'nin görüşü de o yoldadır. Örnek olarak, "Aynı hakkın şumulünün
 evrakı müsbite ile tayin edildiği hallerde dahi, evrakı müsbite çerçevesinde
 bir değer taşıdığı cihetle bunlara bakma mecburiyeti yoktur (BGE 82-II.
 103=jdt. 1956 vs.).

Görülüyorki, davacının önceki kayıtları inceleme zorunluğu olmadığı gibi
 incelemediği kötü niyetli olduğu savı da zaten mevcut değildir.

Genel Kuruldaki konuşmalarda, MK.nun 931. maddesinin sadece ayni hakların
 kazanılması ile ilgili olup, şerhleri kapsamadığı gibi bir düşüncede ileri
 sürülmüştür. Böyle bir düşünceye uygulamada ve yargısal kararlarda yer
 yoktur. Şerhlerin kaynağı MK.nun 919-921. maddeleridir. Bu nedenlerden çıkan
 sonuca göre her türlü şahsi hak için değil, yasanın öngördüğü konularda şerh
 konulabilecektir. 

Şerhin etkisi de yine MK.nun 920/son fıkrasında belirtilmiştir. Burada "tapu
 siciline şerh verilmekle gayrimenkul üzerinde sonradan iktisap olunan her
 nevi hakların sahiplerine karşı dermeyan olunabilir" hükmü yer almıştır.
 Bundan çıkan sonuca göre tapu kütüğünde yer almayan bir şerhin taşınmazı
 sonradan iktisap edenlere karşı varlığının ileri sürülemeyeceğidir. Bu da
 gösteriyorki, MK.nun 931. madde bu halde uygulanabilecektir.

Diğer bir husus; Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi'nin bozma ilamında yer alan
 sözü edilen şerhin yasadan kaynaklandığı, böylece intikal sırasında yer
 olmasada sonraki müktesipleri de bağlayacağı görüşüdür. Biz bunu böyle
 anlıyoruz. Zaten tüm şerhlerin dayanağı yasadır. Yasanın öngörmediği bir
 şerhin hukuken bağlayıcılığı olamaz. Sorun şerhin var olup olmadığı
 hususudur. Olayda, davacının taşınmazı kazandığı sırada şerh yok sonradan ve
 yasal dayanak olmadan işlenmiştir ki, bu davacının haklarına sınır
 getirmiştir. Kaldırılması gerekirdi.

Diğer bir sorun MK.nun 931. maddesini kamu malları hakkında uygulanma-yacağı
 düşüncesidir. Görüşmede, vakıf malının da kamu malı olduğu dolayısıyla MK.nun
 931. maddesinin uygulanmayacağı yönünde bir görüş belirtildi.

2762 sayılı Vakıflar Yasasının 8. maddesinde, "vakıfların doğrudan doğruya
 hayrattan olan gayrimenkulleri rehnedilemezler. Bunların mülkiyeti ve irtifak
 hakkı için iktisap müruru zamanı işlemez..." kuralında amaçlanan Hayrattan
 olan vakıf mallarıdır. Bunlar, bizatihi kendisi vakıf amacının konusudur. Bir
 çeşmenin, hanın, hamamın kullanılması gibidir. Yani geliri vakfa tahsis
 edilmiş değildir.

Olayımıza, konu olan taşınmaz zaten özel mülk konusu iken vakfa geçmiş,
 vakıfta MK.dan önceki hukuk sistemi içinde onu mutasarrıfına devretmiş, 2762
 sayılı Yasa ile bu tür vakıflar tasfiye edilerek vakfın mülkiyet hakkı sona
 erdirilmiş ivaza dönüşmüş bir alacak hakkı doğmuştur. Bu hak kişiseldir ve
 yine yasadan doğmaktadır. Bunun kamusal bir niteliği yoktur.

Ayrıca, MK.nun 931. maddesinin kamu malları hakkında uygulanmamasının nedeni,
 bu tür malların tapu siciline tescil edilmemesinden ileri gelmektedir. Bir
 mer'a, bir yayla veya orman olan bir yer şu veya bu yolla her nasılsa tapuya
 tescil edilipte üçüncü kişiye satılmışsa o kişinin MK. 931. maddeye dayanarak
 kazanma savında bulunamaması doğrudur. Çünkü bu tür taşınmazlar zaten tapuya
 bağlanabilecek yerlerden değildir. Kazanılmamanın nedeni yerle ilgili olarak
 tesis edilen tapunun başından beri geçersiz olmasıdır. Çünkü bu tür yerler
 tapuya bağlanan yerler değildir. Halbuki olayımızda konu taşınmaz özel
 mülkiyete konu olabilecek ve tapuya bağlanacak yerlerdendir. Bu nedenlede bu
 tür bir düşünceye katılmak mümkün değildir.

Öte yandan, Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi aynı yer ve aynı konuda 62 nolu
 bölüm hakkında Ahmet 24 ve 57 nolu bağımsız bölümler hakkında Sedat 20, 21 ve
 27 nolu bağımsız bölümler hakkında Vedat tarafından açılan ve kabul edilen üç
 ayrı dava 22.6.1987 gün ve 987/4863-6067; 2.12.1988 gün ve 988/13593-13711
 sayı ile 2.12.1988 gün ve 988/13660-13737 sayılı kararları ile onanmış ve
 karar düzeltme istemi de reddedilerek kesinleşmiştir.

Şimdi ise; eldeki dosyada aynı yer, aynı konu ve aynı sebebe dayalı olarak
 açılan davanın reddedilmesi biçiminde hüküm kurulması, yerel mahkemenin
 ısrarı üzerine Hukuk Genel Kurulu'nca da, Daire kararı doğrultusunda karar
 verilmesi hukuktaki birliği ve genelliği bozacak, adalette ikiliği yaratarak
 güvenliği sarsacaktır.

Belirtilen ve dosyadaki deliller itibariyle yerel mahkemenin direnme kararının
 yerinde olduğu düşüncesi ile hükmün  o n a n m a s ı  gerektiği kanaatinde
 olduğumuzdan çoğunluğun bozma görüşüne katılamıyoruz.

Çetin AŞÇIĞOLU
Üye 
    
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • Clicking Here TLO lookup 
  • 02.05.2025 08:42
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini