 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1987/427
K: 1987/819
T: 04.11.1987
DAVA : Taraflar arasındaki "alacak" davacından dolayı yapılan yargılama sonunda İzmir 1. İş Mahkemesi'nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 18.3.1987 günlü, esas 1986/720, Karar 1987/79 sayılı Karar'ın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay dokuzuncu Hukuk Dairesi'nin 2.4.1987 günlü, 3644-3976 sayılı ilamı ile;
"1 - Dosyadaki yazılarla toplanan delillere ve kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2 - Kıdem tazminatına mevduata uygulanan en yüksek faiz uygulamasını getiren 2869 sayılı Kanun, 30.7.1983 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu nedenle ve davalı temerrüde de düşürülmemiş olduğuna göre hüküm altına alınan kıdem tazminatının 30.7.1983 tarihinden itibaren mevduata uygulanan en yüksek faize karar verilmesi gerekirken daha önceki bir tarih olan fesih tarihinden itibaren faize hükmedilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.
3 - İhbar tazminatı ile hüküm altına alınan diğer işçilik hakları için de yine davalı temerrüde düşürülmediğine göre dava tarihinden itibaren % 30 faize karar verilmesi gerekirken, bunun da fesih tarihinden itibaren başlatılması doğru değildir", gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yarğılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : 1 - Taraflar arasındaki hizmet akdinin, kıdem tazminatı bakımından mevduata uygulanan en yüksek faiz ödenmesini öngören 2869 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 30.7.1983 tarihinden sonra, 5.4.1986 da sona erdiği dosya işeriğinden açıkca anlaşılmaktadır. Bu nedenle, kıdem tazminatına 5.4.1986 fesih tarihinden itibaren mevduata uygulanan en yüksek faiz yürütülmesi doğru olup, mahalli mahkemenin bu konuya ilişkin direnmesi usul ve yasaya uygundur.
2 - Hüküm altına alının ihbar tazminatı ve hafta ve genel tatil ücretleri için de, yine 5.4.1986 fesih tarihinden itibaren % 30 faiz yürütülmesi kabul edilmiştir. Mahalli mahkeme, sözü geçen alacaklar bakımından varılan bu sonucun, 25.8.1971 günlü, 1475 sayılı İş Kanunu'nun 2869 sayılı Yasa ile değişik 26.maddesinin son fıkrasında yer alan "Hizmet akitlerinin sona ermesinde, işçinin ücreti ile sözleşme ve kanundan doğan para ve parayla ölçülmesi mümkün menfaatlerin tam olarak ödenmesi zorunludur" biçimindeki kurala uygun olduğunu vurgulamaktadır.
Kıdem tazminatı dışındaki işçilik haklarına yürütülen % 30 oranındaki faizin başlangıç tarihinin fesih mi yoksa dava tarihi mi olması gerektiği sorununun çözümlenebilmesi için, önce genel biçimde borçlunun temerrüdünün şartları, sonra da 1475 sayılı Yasa'nın değişik 26. maddesinin son fıkrasının anlam ve kapsamı konularının ele alınmasında yarar görülmüştür.
Borçlar Kanunu'nun borçlunun temerrüdünün şartlarını gösteren 101.maddesi aynen şöyledir :
"Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtariyle, mütemmerrit olur.
Borcu ifa edileceği gün müttefiken tayin edilmiş ve muhafaza edilen bir hakka istinaden iki taraftan birisi bunu usulen bir ihtarda bulunmak suretiyle tepit etmiş ise, mücaret bu günün hitamı ile borçlu mütemerrit olur."
Görüldüğü gibi bu maddenin birinci fıkrası, borçlunun temerrüdü için, borcun muacceliyeti ve ihtar olmak üzere iki şart aramaktadır. 2. fıkrası da, ihtarın gerekli olmadığı halleri saymaktadır. Bu hallerden, borcun ifa zamanının sözleşmede taraflarca tayin edilmesinin, çözümlenmesi gereken sorunla doğrudan ilgisi vardır.
Sözleşmede, borcun vadesinin taraflarca açıkca belirlenmesi, borçluyu ifa zamanı konusunda tereddüde düşmekten kurtarır. Şayet vade sözleşmede değil de, Kanun'da belirlenmişse, borçlunun temerrüde düşmesi için ihtara yine gerek vardır. Borçlar Kanunu'nun 326. maddesinin "Hizmet akdinin hitam ile ücret herhalde muacceliyet kesbeder" biçimindeki son fıkrası, ifa zamanının kanun tarafından tayin edilmesine örnek olarak gösterilebilir. Az önce de belirtildiği gibi, 326. maddenin son fıkrası kapsamına giren bir alacak bakımından borçlu, hizmet akdinin hitamında kendiliğinden temerrüde düşmez. Temerrüdün gerçekleşmesi için, ayrıca ihtara gerek vardır. Öğretide baskın görüş bu doğrultudadır (Kemal Oğuzman, Borçlar Hukuku Dersleri, Borçların ifası- ifa Edilmemesi-Sona Ermesi, 3. Bası, İstanbul, 1979, sayfa 97-98 H.Oser -w.Schönenberger, Borçlar Hukuku, ikinci Kısım Çev.: Recai Seçkin, Ankara, 1950 sayfa 756-757 ; A. van tuhr,Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, Cilt: 1-2, Çev.: Cevat Edege, Ankar Hükümler, İstanbul, 1972, sayfa: 541 Selahattin Sulhi Tekinay-Servet Akman-Haluk Borcuoğlu-Atilla Altop, Borçlar Hukuku Genel Hükümleri, Cilt: 2, 5. Bası, İstanbul 1985, sayfa: 1227-1228) .
Bu açıklamanın ışığı altında 1475 sayılı İş Kanunu'nun değişik 26. maddesinin son fıkrası ele alınacak olursa, hizmet akitlerinin son fıkrası ele alınacak olursa, hizmet akitlerinin sona ermesinde işçinin bütün haklarının tam olarak ödenmesinin zorunlu olduğunu belirten hüküm, soruna Borçlar Kanunu'nun 326. maddesi doğrultusunda bir çözüm getirir niteliktedir. Bu maddede tüm işçilik haklarının hizmet akitlerinin hitamında ödenmesinin zorunlu olduğunun belirtilmesiyle yetinilmiş, daha ileri gidilerek fesih terihinden itibaren faiz yürütülmesi biçiminde bir hükme yer verilmemiş olması karşısında, ihtar olmaksızın işverenin fesih tarihinde kendiliğinden temerrüde düşeceği sonucuna varılamaz. Daha önce de belirtildiği gibi, Borçlar Kanunu'nun 101. maddesinin ikinci fıkrası, ifa gününün sadece sözleşmede belirlenmesi halinde ihtarın gerekli olmadığını kabul etmiş, bunun kanunda tayin edilmesini yeter görmemiştir. Böylece borçlunun ifa zamanı bakımından tereddüte düşmesi önlenmiş, onun açısından açıklık getirilmiş olmaktadır.
Bu açıklamaya göre somut olay değerlendirildiğinde, 26. maddenin son fıkrasında belirtilen vadenin geçmiş olması, işverenin temerrüdünü göstermez ve bunun sonucu olarak da fesih tarihinden itibaren davalı işverenden geçikme faizi istenemez.
Açıklanan nedenlerle Özel Daire bozma kararının üçüncü bendine uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu bölüme ilişkin direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 4.11.1987 gününde oyçokluğuyla karar verildi.