 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 1987/1-249
K. 1988/28
T. 20.01.1988
DAVA VE KARAR : Taraflar arasındaki "tapu iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 25.12.1984 gün ve 446-901 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 28.5.1985 gün ve 4962-6809 sayılı ilamiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Taraflar arasındaki muvazaa nedeniyle iptal ve tescil davası mahkemece 15.10.1981 günlü kararla murisin sağlığında tasarruf hakkında gabine dayanarak iptal davası açıp davacının da ayrıca daha önce tenkis davası açmakla intikalin sıhhatini kabul etmiş olduğu ve bu hususun kesin delil niteliğini kazandığı, şimdi bunun aksine akdin gerçekte mevcut olmadığı yolundaki iddianın dinlenemeyeceği gerekçesiyle reddedilmiştir. Temyiz üzerine 1. Hukuk Dairesi 16.2.1982 günlü kararla "Dava muvazaa nedenine dayanan iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Davacı miras bırakanın davalılara tapuda satış göstermek suretiyle yaptığı temlikin gerçekte bağış olduğundan bahisle, muvazaa nedeniyle iptalini istemiştir. Önceki açılan davalarda dayanılan hukuksal nedenler bu davada dayanılan hukukî nedenle aynı olmadığına göre olayda kesin hükmün varlığından söz etmek olanaksızdır. O halde davanın niteliğine göre uyuşmazlığın 14.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında saptanan ilkeler çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği düşünülmeden yazılı olduğu üzere davanın reddine karar verilmesi isabetsizdir" gerekçesiyle kararı bozmuştur. Bu karara karşı davalılar vekili, davacı tarafın daha önce satışın geçerli olduğunu kabul ile tenkis davası açtığını, bu tenkis davasının reddedilerek kesinleştiğini, bu durum karşısında davacının muvazaaya dayalı iptal ve tenkis davası açamayacağını, ileri sürerek karar düzeltme yoluna başvurmuş, bu istek 1. Hukuk Dairesi'nin 18.6.1982 günlü kararıyla reddedilmiştir. Bozmaya uyan yerel mahkeme işin esasını incelemiş ve sonuçta davacının payı oranında iptal ve tescile karar vermiştir. Davalılar vekilinin temyizi üzerine 1. Hukuk Dairesi kararı 28.5.1985 gününde şu gerekçelerle bozmuştur: ( Davacı, ortak miras bırakanın kendi miras payını ortadan kaldırmak amacı ile davalı mirasçılarına görünürde satış yolu ile yaptığı taşınmaz mal temlikinin örtülü bağış olup muvazaa ile illetli bulunduğundan bahisle iptal ve tescil istemiştir. Açıklanan bu içeriği ile dava B.K.'nun 18 inci maddesinden kaynaklanmaktadır. Mahkemece bu temlikî tasarruf için miras bırakanın sağlığında açıp red ile sonuçlanan gabin hukuksal nedenine dayalı dava ile davacı tarafından bundan önce tenkis isteği ile açılıp red edilerek kesinleşen davaların temyize konu dava için kesin hüküm veya en azından kesin delil oluşturacağından bahisle davanın reddine karar verilmiştir. Bu karar Dairenin 16.2.1982 tarih 211-1486 sayılı ilamı ile ( ...önce açılan davalarda dayanılan hukuksal nedenler ile bu davada dayanılan hukukî nedenler aynı olmadığına göre olayda kesin hüküm varlığından söz etmek olanaksızdır. ) gerekçesi ile bozulmuş, bozmaya uyan mahkeme, bu kere muvazaa iddiasının kanıtlandığını kabul ile davacının payı oranında iptal ve tescile karar vermiştir. Başka bir olaya ait Dairenin 1985/101-2246 sayı, 26.2.1985 günlü ilamında da vurgulandığı üzere, miras bırakanın gerçekleştirdiği temlikî tasarrufa karşı mirasçının kendi miras payına dayanarak B.K.'nun 18 inci maddesinden kaynaklanan muvazaa nedeni ile iptal veya M.K.nun 502 ve sonraki maddeleri gereğince tenkis isteğinde bulunabilmesi mümkündür. İleri sürülüş biçimleri, hukuksal dayanakları ve kapsamları birbirinden farklı olan bu iki dava türü, ayrı iki davaya konu olabileceği gibi aynı davada kademeli olarak da ortaya konulabilir. İki ayrı davada ileri sürülmeleri halinde bunlardan birinden verilecek hüküm diğeri için kesin hüküm teşkil etmeyeceği gibi bu iki istek hakkında derdestlik itirazı da dinlenemez. Bu nedenle yerel mahkemenin bozmadan önceki kararında özellikle önceki tenkis davasının işbu muvazaa iddiasına dayalı dava için kesin hüküm oluşturacağına ilişkin kabulünde isabet yoktur. Ne var ki, tenkis davaları, geçerli temlikî tasarruflar, muvazaaya dayalı iptal davaları, aksine temelde geçersiz tasarruflar için söz konusudur. Davacının önceden açıp temyiz bozmasından da geçerek kesinleşen red ile sonuçlanmış tenkis istekli 1978/357 esas sayılı davasında, miras bırakanın dava konusu 874 no'lu parseli için gerçekleştirdiği temlikin geçerli bulunduğu, ne var ki tasarrufun davacının saklı payını aşmadığı, bu cihetle tenkisin söz konusu olamayacağı olgusu kesinleşmiştir. Bu olgunun, anılan davanın yanı "tarafı" olması nedeni ile davacıyı bağlayacağı kuşkusuzdur.
Bu itibarla davanın reddine ilişkin yerel mahkemenin ilk kararı, açıklanan bu gerekçeler ile doğru olup, 16.2.1982 günlü bozma açık maddî hataya dayalıdır. Bu tür bozmaya uyulmuş olmasının yanlar için usulî kazanılmış hak oluşturmayacağı yargısal uygulamalar gereğidir.
Hal böyle olunca, dava konusu 874 parsel no'lu taşınmaza ilişkin olarak 1978357 esas sayılı tenkis davasında yanların miras bırakanı tarafından yapılan temlikin geçerli işlem bulunduğunun kabulüne ilişkin olgunun, temyize konu davasında davacıyı bağlayacağı gözönünde bulundurularak davanın reddine karar verilmesi gerekir iken kabulü doğru değildir... ) Yerel mahkeme son bozmaya karşı direnmiş, direnme kararını davalılar temyiz etmişlerdir.
9.5.1960 gün ve 21/9 sayılı içtihadı birleştirme kararı'nda açıklandığı üzere; bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukukî esaslar gereğince karar verme yükümlülüğü meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen temyiz kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arzetmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen bozma gereğince işlem yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisinin lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usulî kazanılmış hak denilmektedir. Uzun yıllardan beri Yargıtay uygulamaları ve öğretide benimsenen usulî kazanılmış hak müessesesinin usul hukukunun dayandığı ana esaslardan biri olduğuna ve doğrudan doğruya kamu düzenini ilgilendirmekle mahkemelerce görevden ötürü ( re'sen ) dikkate alınmasının zorunlu olduğundan kuşku duyulamaz. Genel esaslar böyle olmakla beraber az önce değinilen 9.5.1960 günlü İçtihadı Birleştirme Kararı usulî kazanılmış hak kuralına istisnaî bir durum getirmiş ve şu esası benimsemiştir: Sonradan çıkan İçtihadı Birleştirme Kararı, Yargıtay'ın bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait kazanılmış hak esasının istisnası olarak, henüz mahkemede veya Yargıtay'da bulunan bütün işlere uygulanması gereklidir. Demek ki, bu içtihadı birleştirme kararında benimsenen hukukî esasların sonucu olarak, mahkemece Yargıtay bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî kazanılmış hak karşısında, sonradan bir içtihadı birleştirme kararı çıkarsa bu son içtihadı birleştirme kararının uygulanması icabedecektir.
Usule ait kazanılmış hak kuralına diğer istisnai bir durum da 4.2.1959 gün ve 13/5 sayılı içtihadı birleştirme kararı ile görev konusunda getirilmiştir. Bu son karara göre; Yargıtayca bir kararın bozulması ve mahkemenin bozma kararına uyması halinde bozulan kararın bozma sebeplerinin kapsamı dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş sayılması, davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usulî hükümdür. Bir cihetin bozma kapsamının şumulü dışında kalması da iki şekilde olabilir: Ya o cihet açıkça bir temyiz sebebi olarak ileri sürülmüş fakat dairece itiraz reddedilmiştir yahut da onu hedef tutan bir temyiz itirazı ileri sürülmemiş olmasına rağmen dosyanın Yargıtay Dairesince incelendiği sırada dosyada bulunan yazılardan onun bir bozma sebebi sayılması mümkün bulunduğu halde o cihet dairece bozma sebebi sayılmamıştır. Her iki halde de, o konunun bozma sebebi sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemece uyulmuş olması, taraflardan birisi lehine usulî bir kazanılmış hak meydana getirir ki, bu hakkı ne mahkeme ne de Yargıtay halele uğratabilir. Zira genel kazanılmış hakkın tanınması da kamu düzeni düşüncesiyle kabul edilmiş bir esastır. Lakin, vazife konusunda usulî kazanılmış hak prensibinin kayıtsız, şartsız uygulanması usulün az önce anılan mutlak hükmünün değiştirilmesi neticesini doğuracaktır ki, söz konusu maddenin yazılışı ve kanuna konuluş gayesi itibariyle böyle bir netice kaideten caiz görülemez. Ancak ileri sürülen görevsizlik itirazının Yargıtay dairesince reddi ve kararın başka sebeplerden bozulması ve bozmaya uyulması halinde davanın yine görevsizlik sebebiyle reddi yoluna gidilebilmesi, usul hükümlerinin esas gayesini haleldar edebilecek bir mahiyet arz edeceği cihetle haddi zatında nadir olan böyle bir durumda istisnai olarak kanunun 7 nci maddesinin tatbikini kabul etmemek, menfaatlar vaziyetine gereği gibi uygun düşecektir. Bu gerekçelere dayanıldıktan sonra 4.2.1959 tarihli içtihadı birleştirme kararında kural olarak usulî kazanılmış hak kuralının görev konusunda uygulama yeri olmayacağı ve duruşmanın bittiği bildirilinceye kadar görevsizlik kararı verilebileceği esası benimsenmiştir.
Yargıtay bozma ilamına uyulmakla meydana gelen usulî kazanılmış hak kuralı usul hukukunun ana esaslarından olmakla ve Yargıtayca titizlikle gözetilmekle birlikte bu kuralın açık bir maddî hata halinde dahi katı bir biçimde uygulanması bazı Yargıtay kararlarında adalet duygusuyla, maddî olgularla bağdaşmaz bulunmuş ve dolayısıyle giderek uygulamada uyulan bozma kararının her türlü hukukî değerlendirme veya delil takdiri dışında maddî bir hataya dayanması halinde usulî kazanılmış hak kuralının hukukî sonuç doğurmayacağı esası benimsenmiştir. Örneğin bozma kararının, dava konusu taşınmazın her türlü değerlendirmenin dışında, tartışmaya yol açmayacak bir açıklıkla tapulu olduğu bir gerçek iken, tapusuz olduğu esasına dayanılarak yapılmış olması halinde olduğu gibi, ( Usulî kazanılmış hakkın maddî hataya dayalı bozmaya uyma halinde hukukî sonuç doğurmayacağı hakkında Hukuk Genel Kurulunun kararları: 15.10.1986 gün ve 491/876 sayılı kararla uyulan bozma kararında taşınmaz malın satış tarihi ile noterden gönderilen ihtarname tarihinin yazılı delillere rağmen yanlış belirlenmesi; 14.3.1986 gün ve 714/246 sayılı kararla tanık listelerindeki tanık isimlerinin yanlış belirlenerek sonuca gidilmesi; 9.4.1986 gün ve 61/376 sayılı kararla dava tarihinde reşit olan çocuğun adının yanlış belirlenmesi hallerinde Daire bozma kararlarının maddî hataya dayandığı kabul edilerek usulî kazanılmış hak kuralı Hukuk Genel Kurulunca uygulanmamıştır ). Burada şu husus özellikle belirtilmelidir ki, bozma kararında hukukî yönden bir değerlendirme yapılmış veya deliller belli bir doğrultuda değerlendirilerek bir bozma kararı verilmiş ise, bu bozmaya uyulması halinde, bozmayı yapan Daire hukukî görüş veya delil değerlendirmesinin yanlış olduğunu sonradan benimsese dahi burada maddi hatadan söz edilemeyeceğinden usulî kazanılmış hakkın doğduğunun kabulü gerekir. Ancak, Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısının dışında hiç bir suretle başka biçimde yorumlanamayacak tartışmasız bir maddî hataya dayanıyorsa ve onunla sıkı sıkıya bağlı ise o takdirde usulî kazanılmış hak kuralı hukukî sonuç doğurmayacaktır.
Olay yukarıdaki esaslar içerisinde değerlendirildiğinde görülmektedir ki uyulan bozma kararının herhangi bir maddî hataya dayandığından söz edilemez. Yapılacak değer yargılarına göre sonucu değişebilecek hukukî bir değerlendirmeye yer verilmiş ve buna göre bozma yapılmış, mahkeme de bu bozmaya uymuştur. O halde, bozma kararına uyulmakla orada açıklanan biçimde araştırma ve inceleme yapılması ve gene orada benimsenen hukukî esaslar uyarınca karar verilmesi konusunda usulî kazanılmış hak doğar kuralı uyarınca olayda usulî kazanılmış hak doğduğundan direnme uygun bulunmakla işin esasına ilişkin temyiz itirazları incelenmek üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan işin esası incelenmek üzere dosyanın 1. Hukuk Dairesi'ne gönderilmesine, oyçokluğuyla karar verildi.