 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E: 1987/9-722
K: 1987/203
T: 18.3.1987
- İŞVERENİN SORUMLULUĞU ( Trafik kazası )
- ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN TAM KUSURU
- KUSURSUZ SORUMLULUK
818/m.46
DAVA VE KARAR : ( .... Davacılar, müşterek miras bırakanları işçinin, işverenin taşıma sözleşmesi ile bağlılık kurduğu araçla fabrikaya gelirken yolda trafik kazası sonucu ölmesinde işverenin tamamen kusurlu bulunduğu iddiası ile manevi tazminat isteğinde bulunmuşlardır.
Gerçekten, kazanın, 5.11.1985 günü saat 7.15 sırasında işverenin işçilerini ikamet ettikleri yerlerden fabrikaya getirip götürmek üzere sözleşme yaptığı Fatma'ya ait 26 ... 934 plakalı olup, Niyazi'nin yönettiği otobüs, davacıların miras bırakan işçi ile diğer işçileri Çerkezköy'de bulunan işyerine getirdiği sırada karşı istikametten gelen ve ........ Köyü Belediyesi'ne ait olan 59 ... 662 plakalı münibüsün yol durumuna göre sür'atini ayarlamadan, trafiğin müsait olup olmadığına bakmadan önünde giden aracı sollamasıyla çarpışma sonucu meydana geldiği anlaşılmaktadır.
Gerek hadise akabinde, gerekse mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesinde, olayda kusurun tamamının ( % 100 ) sisli bir ortamda önündeki vasıtayı sollayarak geçmek isteyen 59 ...662 plakalı ...... Köyü Belediye minübüs sürücüsü Abdülkerim'de bulunduğu davalı şirket şoföründe ve şirketin kendisinde herhangi bir hizmet ve denetim kusurunun olmadığı tesbit edilmiş,bu kusur durumu mahkamece de kabul edilmiş ve dava kusur sorumluluğundan değil kusursuz sorumluluk türlerinden tehlike sorumluluğundan istek hüküm altına alınmıştır.
Bu şekilde oluşturulan karar davalı tarafından temyiz edilip kusura dayalı sorumluluk iddia eden davacı tarafından temyiz edildiğine göre esas yönünden sadece bu tür sorumluluk üzerinde durmak gerekecektir.
Hukukumuzda asıl olan, kusur şartına dayalı sorumluluktur. Ancak teknolojinin gelişmesi ve bu gelişen teknolojinin sanayimize uygulanması sonucu, meydana gelen bazı tehlikelerin doğurduğu zararların tazmininde kusur şartının aranması her zaman adeleti ve toplumsal düşünceyi tatmin etmediğinden, doğal hukuk görüşü ile Anayasalarda anlatımını bulan temel hak ve ilkelere yaklaşımı sağlayan tehlike sorumluluğu kuralı geliştirilmiştir.
Bu kuram 27.3.1957 gün, 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile yargısallaşarak açıklığa kavuşmuş ve ondan sonraki kararlarda bu insani düşüncenin takipçisi olmuşlardır.
Bu kuramın özü; işyerinde işin yürütülmesi ile ilgili olarak oluşan tehlikelerin meydana getirdiği zararlardan, işçinin ve işverenin kusurları bulunmaması halinde bile işçinin uğradığı zararın tamamının işçiye değilde hakkaniyet ölçüsünde bir kısmından onun faaliyet ve iş göremesinden en önde yararlanan işverenin de sorumlu tutulmasıdır.
Bu tanımlamaya göre, işverenin sorumluluğu için yeri ve zaman bakımından bağlantı yeterli olmayıp, tehlikenin, işin yürütülmesi ile ilgili olarak ortaya çıkmış olması ve bu bağlantının işçinin ya da üçüncü kişinin ağır veya tam kusuru ile kesilmemiş bulunması şarttır.
Dava konusu zararlandırıcı olay, işçilerin ikamet ettikleri mahallerden sosyal yardım amacıyla işyerine taşınması sırasında olmuştur. Bu halin işyerinde işin yürütülmesi ile ilgili bir tehlike sayılıp sayılamayacağından önce, karşıdan gelen belediye minübüs sürücüsünün ağır ve tam ( % 100 ) kusuru ile sonuç bağlantısı kesilmiş sebep sonuç bağlantısı üçüncü kişi ile kurulmuştur. Böyle durumda davalı işveren tehlike ( risk ) kuram sorumluluğu ile de sorumlu tutmak mümkün değildir.
Bu nedenlerle mahkemenin değişik görüşle davayı kabul etmesi hatalıdır. Karar bozulmalıdır... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargalama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden : Davalı vekili.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve Usülün 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/son maddesi gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra, gereği görüşüldü:
Dava, iş kazası nedeniyle manevi tazminat isteğine ilişkindir.
İşverenin işçilerini ikamet ettikleri yerlerden işyerine getirip götürmek için taşıma sözleşmesi ile temin ettiği araç, 5.11.1985 günü işyerine gitmekte iken karşı istikametten gelen ...... Köyü Belediyesi'ne ait minübüsün, yol durumuna göre hızını ayarlamadan ve trafiğe müsait olup olmadığına bakmadan önünde giden aracı sollaması üzerine kaza meydana gelmiş davacıların desteği işçi bu kaza sonucu ölmüştür.
Yaptırılan bilirkişi incelemesi sonunda, olayda kusurun tamamen ....... Köyü Belediyesi'ne ait araçta olduğu, işçinin bindiği aracı kullanan şoförün ve davalı şirketin bir hizmet ve denetim kusuru olmadığı anlaşılmıştır. Mahkeme de bunu böyle kabul etmiş, kusursuz sorumluluk türlerinden tehlike sorumluluğundan isteği hüküm altına almıştır.
Görüldüğü gibi, dava işverenin iş kazasından ileri gelen sorumluluğu konusuna ilişkin bulunmaktadır. Eskiden olduğu gibi bugün de yürürlükte bulunan yasalar, işyeri tehlikelerini olabildiğince ortadan kaldırmaz, karşılık koşullarına uygun bir çalışma ortamı hazırlayabilmek amacıyla buyurucu kurallar koymuştur. Bu kurallar arasında 1475 sayılı İş Kanununun 73. maddesinin konu bakımından özel bir önemi olduğu için kısaca üzerinde durulması yerinde olacaktır. Maddenin birinci fıkrasına göre, "her işveren, işyerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlüdür". Yine aynı maddenin üçüncü fıkrasında da işverenler, makinelerin kullanılmasından doğacak tehlikelerden, bu hususta önceden alınabilecek tedbirlerden, işçileri münasip bir şekilde haberdar etmek zorundadırlar" denilmektedir. Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 173-180 maddelerinde de, işçilerin sağlığı ile ilgili ayrıntılı kurallara yer verilmiştir.
İşyerinde meydana gelen iş kazaları nedeniyle işverenin hukuki sorumluluğunun niteliği sorunu, İsviçre ve Türk Hukuklarında tartışmalar ve birbirleriyle bağdaştırılması olanağı bulunmayan farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yargıtay'ın önceki kararlarında da benimsediği bir görüşe göre, işverenin bu açıdan sorumluluğu kusura dayanmaktadır. Çünkü İsviçre ve Türk Hukuklarında özel bir düzenleme sözkonusu olmadıkça asıl olan kusur sorumluluğudur. Sanayinin gelişmesi ve yurt düzeyine yayılması sonucunda işyerlerinde kullanılan teknik ve motorlu araçların her geçen gün daha fazla artması ve bu nedenle de alınabilecek her türlü önlemlerle dahi önüne geçilmesi olanağı bulunmayan tehlikelerin ortaya çıkması, dolayısıyla iş kazaları ve meslek hastalıklarının büyük artışlar göstermesi karşısında, kusura dayanan sorumluluk ilkesinin yetersiz kaldığı, modern toplum hayatının ihtiyaçlarına cevap vermediği görülmüştür. İşte son zamanlarda kendisini yoğun bir biçimde hissettiren teknik ve teknolojik alanlardaki bu gelişmeler, kusursuz sorumluluğun bir türü olan tehlike sorumluluğu kavramını ortaya çıkartmıştır. Tehlike sorumluluğunu savunan bilim adamları, işverenin özen borcunu ideal ölçüler içinde yerine getirmesi halinde dahi, meydana gelen zarardan yine de sorumlu tutulması gerektiğini savunmaktadırlar.
Yargıtay, ilk kararlarında işverenin iş kazalarından doğan sorumluluğunun haksız fiile dayandığını kabul etmişken, zamanla işçinin daha yararına olan akdi sorumluluk esasını benimsemiştir. Sosyal, ekonomik ve kültürel alanda meydana gelen gelişmeler nedeniyle akti sorumluluğun da yetersiz kalması üzerine Yargıtay, son uygulamaların da istikrarlı şekilde tehlike sorumluluğu görüşünü kabul etmektedir.
Tehlike sorumluluğu, en ağır bir kusursuz sorumluluk halini oluşturmaktadır. Az önce de değinildiği gibi, işveren her türlü özen borcunu yerine getirmiş olsa dahi, meydana gelen kazadan dolayı sorumluluktan kurtulma olanağı yoktur. Bu anlamda tehlike sorumluluğu mutlak bir sorumluluk olarak nitelindirilebilir. Bununla beraber belirtmek gerekir ki, tehlike sorumluluğu "bir" sonuç sorumluluğu da değildir. Gerçekten zarar, işletmeye özgü bir tehlikeden doğmamış, yani araya giren bir başka nedenden dolayı meydana gelmişse, işverenin bu zarardan sorumlu tutulmaması gerekir. Başka bir deyişle işverenin işletilmesi veya bundan doğan tehlikeler ile zarar arasında uygun bir illiyet bağı yoksa, işverenin sorumluluğundan söz edilemez.
Öteki sorumluluk hallerinde olduğu gibi, tehlike sorumluluğunda da üçüncü halde illiyet bağı kesilebilir. Bunlar, mücbir sebep, zarar görenin kusuru ve üçüncü kişinin kusurudur. Konu ile doğrudan ilgili olduğu için burada sadece üçüncü kişinin kusuru üzerinde durulmakla yetinilecektir. 3. kişinin kusuru ile zarar meydana gelmişse, illiyet bağının kesileceğinde kuşku yoktur. Bununla beraber, üçüncü kişinin kusuru zararın oluşmasında rol oynayan etkenlerden sadece biri ise ancak o takdirde, illiyet bağı kesilmediği için işvereni sorumlu tutmak mümkün olacaktır. Yapılan görüşmeler sırasında, hizmet sözleşmesi devam ederken üçüncü bir kişinin kusuru ile illiyet bağı kesilemeyeceği, tehlike sorumluluğunun özelliği nedeniyle işverenin bu durumda da sorumlu tutulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüşü çoğunluk tarafından paylaşılmamıştır. Öğretide illiyet bağını kesen nedenlerin bütün sorumluluk halleri ve bu arada tehlike sorumluluğu için de geçerli olduğu uygulanmaktadır. Yargıtay da illiyet bağının sadece kusura bağlı sorumlulukta değil, sebep ve özellikle tehlike sorumluluğunun kurulabilmesi içinde zorunlu olduğunu kabul etmektedir. ( HGK.nun 3.3.1971 gün ve esas 1969/9-874, karar 121 sayılı; 10.11.1976 gün ve esas 1975/15-1125, karar 1976/2773 sayılı ve 10.5.1978 gün ve esas 1977/10-807, karar 1978/374 sayılı; 26.12.1986 gün ve 1986/9-601 esas, 1986/1189 sayılı kararları ). Gerçekten de, kusurlu sorumululuk ile kusursuz sorumluluğun bütün halleri için gerekli olan nedenlerin tehlike sorumluluğunda niçin etkili olamayacağını açıklamak güçtür.
Aslında illiyet bağını kesmesi söz konusu olan bu çeşitli durumların evleviyetle tehlike sorumluluğunda kabul edilmesi gerekir. Zira kusurlu olmadığı gibi, kendisinden beklenen özeni gereği şekilde yerine getirmiş olan bir işvereni, işyeri ya da işletmesiyle uzaktan yakından ilgili bulunan bir üçüncü kişinin eyleminden giderek mücbir sebepten de sorumlu tutmak adalet ve hakkaniyet duygularını incitir.
Bu genel açıklamadan sonra, somut olay değerlendirilecek olursa; işyerine gitmek için işverence sosyal yardım amacı ile temin edelen araca binerek işyerine gitmekte olan işçinin karşıdan gelen başka bir aracın kusurlu çarpması sonucu ölümü ile sonuçlanan olayın, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 11. maddesine göre bir iş kazası olarak nitelendirilmesi, işverenin bu kazadan sorumlu tutulmasını gerektirmez. Başka bir anlatımla, kazanın işverenin işi görülürken gerçekleşmiş olması, sorumluluğu için yeterli değildir. Çünkü olay, üçüncü kişinin tamamen kusurlu davranışı sonucu gerçekleştiği için, işyerine özgü tehlike ile meydana gelen sonuç arasında uygun illiyet bağının varlığından söz edilemez. Başka bir deyişle, olay üçüncü kişinin % 100 kusurlu davranışıyla meydana geldiğine göre, illiyet bağı kesilmiştir. Bu itibarla, davalı işvereni bu iş kazasından sorumlu tutmak olanağı yoktur.
Açıklanan nedenlerle Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. O halde direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), oyçokluğuyla karar verildi.