 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E: 1987/7-95
K: 1987/321
T: 1.6.1987
- KEŞİDE YERİ VE KEŞİDECİNİN AD VE SOYADI YAZILMAYAN ÇEK ( Çek Vasfının Kazanılmaması Nedeniyle Dolandırıcılık Suçunun Oluşması ve Vazgeçme )
- DOLANDIRICILIK SUÇU VE VAZGEÇME ( Karşılıksız Olsa Dahi Keşide Yeri ve Keşidecini Ad ve Soyadı Yazılmayan Belgeyi Çek Diye Tanzim )
- ÇEK VASFI TAŞIMAYAN BELGE VERMEK SURETİYLE DOLANDIRICILIK SUÇU ( Keşide Yeri ve Keşidecinin Ad ve Soyadı Yazılmaması )
- KARŞILIKSIZ ÇEK KEŞİDESİ SUÇU OLUŞMAMASI ( Keşide Yeri ve Keşidecinin Ad ve Soyadı Bulunmaması Nedeniyle Çek Vasfı Taşımayan Senet Tanziminde )
- VAZGEÇMENİN HUKUKSAL DEĞERİ ( Çek Vasfı Taşımayan Belge Tanzim Et mek Suretiyle Dolandırıcılıkta )
765/m.503
6762/m.692,693
DAVA : Karşılıksız çek vermek suçundan sanık A.N.`nin temyiz dilekçesinin reddine dair, Kadıköy 4. Asliye Ceza Mahkemesi`nden verilen 30.5.1986 gün ve 45/332 sayılı hüküm, sanık vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 7. Ceza Dairesi`nce incelenerek 26.12.1986 gün ve 17275/15513 sayılı ilamıyle bozulmasına karar verilmiştir.
C. Başsavcılığı`nın CMUK.nun 322. maddesi gereğince Özel Daire kararının kaldırılarak hükmün bozulması istemini bildiren 27.2.1987 gün ve 33 sayılı itiraznamesiyle dosyanın 1. Başkanlığına gönderilmesi üzerine; Ceza Genel Kurulu`nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Karşılıksız çek vermek suçundan sanık A.N.`nin, 3167 sayılı Yasanın 16. maddesi gereğince bir yıl hapis cezası ile mahkumiyetine ilişkin hükmü, Özel Daire:
( ...Dosyada mevcut çek olarak düzenlenen belgede keşide yeri belirtilmemiş bulunduğundan, bu belgenin TTK.nun 692 ve 693. maddeleri amir hükmüne göre çek olarak kabulü mümkün olmadığı cihetle, çek unsurlarını ihtiva etmeyen ve karşılığı bulunmayan dava konusu belgeyi lehdar müdahile ödeme vasıtası olarak vermek şeklinde tezahür eden eylemin dolandırıcılık niteliğinde suç teşkil edip etmediği karar yerinde tartışılmadan yazılı şekilde hüküm kurulması ) isabetsizliğinden bozmuştur.
Bu karara karşı itiraz yoluna başvuran C. Başsavcılığı`nca:
( Sanık ile yakınıcı arasındaki ilişkinin temeli alım-satım sözleşmesi olup; sanık, aldığı mal karşılığı olarak yakınıcıya ciro yoluyla çek vermiş ve ödemede bulunmuştur. Ancak; çek karşılığının bulunmaması nedeniyle sanık hakkında yakınıcının bavurusu üzerine kamu davası açılmış ve eylem gerçek görülerek sanığın cezasının 3167 sayılı Yasanın 16. maddesi gereğince cezalandırılması yolunda yargı kurulmuştur.
Kararın kesinleşmesinden önce yakınıcı vermiş olduğu dilekçe ile sanık hakkındaki şikayetinden vazgeçtiğini ileri sürmektedir.
Yasa koyucu, 3167 sayılı Yasa ile, karşılıksız çeklerden zarar gören kişiyi korumaya yönelik kuralları belirlemiştir. Davanın açılması ve düşürülmesi, müştekinin vazgeçmesi koşuluna bağlı tutularak suç şikayete bağlı niteliğe büründürüldüğünden, Özel Daire bozma kararının kaldırılarak, 3167 sayılı Yasanın 16. maddesi gereğince kamu davasının düşürülmesine karar verilmesi ) talep olunmuştur.
Dosya içeriğine göre:
Müdahil İ., Tanık A.R.`ya 200.000 liralık incir satmış, A.R.`da sanık tarafından kendisine verilen 200.000 liralık çeki müdahile ciro etmiştir.
19.8.1985 keşide tarihli, Fikirtepe ... Şubesi`ne keşide edilen ve keşide yeri belirtilmemiş bu çekin, aynı gün bankaya ibrazında karşılığının olmadığının tesbit edilmesi ve müdahilin 14.11.1985 tarihli dilekçesiyle şikayette bulunması üzerine, Kadıköy C. Savcılığı`nın 14.1.1986 gün ve 83 sayılı iddianamesiyle, "karşılıksız çek vermek" suçundan, 3167 sayılı Yasanın 16. maddesinin uygulanması istemiyle açılan kamu davasının yargılaması sonunda, sanığın yazılı şekilde mahkumiyetine ilişkin Yerel Mahkeme hükmünü sanık vekili, 21.7.1986 tarihli dilekçesiyle temyiz etmiştir.
Bu dilekçeye ekli, Yerel Mahkemeye hitaben yazılmış, hakim havalesini taşımadığı gibi, duruşmada okunmayan ve müdahilin imzasını taşıyan 22.5.1986 tarihli dilekçede "sanıktan çek tutarı olan 200.000 lirayı nakten ve tamamen teslim aldım. Sanık hakkındaki kamu davasından vazgeçiyorum. İş bu dilekçenin işleme konarak, sanık hakkındaki davanın ortadan kaldırılmasını talep ederim" denilmektedir.
Özel Daire ile C. Başsavcılığı arasında uyuşmazlık konusu olan husus; keşide yeri belli olmaması nedeniyle, çek unsurlarını taşımayan belgenin bankaya ibrazında karşılığının olmadığının tesbit edilmesi halinde, sağına 3167 sayılı Yasa hükümlerinin uygulama olanağı bulunup bulunmadığıdır.
Karşılıksız çek keşide etme eyleminin, 3167 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesine kadar, 471 sayılı Büyük Millet Mecsili Tefsir Kararı esas tutularak, diğer unsurları da gerçekleştiği takdirde dolandırıcılık suçunu oluşturacağı kabul edilmekte, sanıkların TCK.nun 503. maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmekte idi.
Bir kısım hükümleri 3 Nisan 1985 ve tümü 3 Ekim 1985 tarihinde yürürlüğe giren 3167 sayılı "Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkındaki Kanunun 16. maddesinde "ibraz süresi içinde veya üzerinde yazılı şekilde tarihinden önce, 4. maddeye göre ibraz edildiğinde, yeterli karşılığı bulunmaması sebebiyle kısmen de olsa ödenmeyen çeki keşide eden kişiler bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar" hükmüne yer verilmiş olduğundan, karşılıksız çek keşide eden sanıkların, anılan yasa hükmü gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi gerekmektedir.
3167 sayılı Kanunla; çekin tanzimi, unsurları ve hukuki esasları hakkında bankalara bazı mükellefiyetler yükleyen 3, ibraz ve ödeme konusunda hüküm ihtiva eden 4. madde dışında özel bir hüküm getirilmemiş ve kanunun kapsamını belirten 1. maddenin 2. fıkrasında "bu kanunda hüküm bulunmayan hallerde genel hükümler uygulanır" denmek suretiyle, ayrık haller dışında Türk Ticaret Kanunu hükümlerinin de gözönünde tutulacağı açık bir şekilde belirtilmiştir. Nitekim 3167 sayılı Yasanın Hükümet Gerekçesinde "Hazırlanan tasarı ile Türk Ticaret Kanununda çekle ilgili olarak yeralan prensiplerin güçlendirildiği" belirtilmek suretiyle, anılan iki yasa arasındaki bağlantı bir kez daha vurgulanmıştır.
3167 sayılı Yasa, çeklerle ilgili şekil unsurlarına öylesine önem verilmiştir ki; Türk Ticaret Kanununda yazılı olanlarla yetinmemiş, 3. maddesinde:
"Bankalar, çek karnelerinin her yaprağına, çekle işleyen hesabın bulunduğu şubelerin adını ve keşidecinin hesap numarasını yazmaya mecburdurlar.
Çek karneleri, bankalar tarafından basılır veya bastırılır.
Çek karnelerinin baskı şeklinde dair esaslar, Türkiye Bankalar Birliği`nin görüşü alınarak T.C. Merkez Bankası`nca tesbit edilir" hükmüne yer verilmiştir.
Bu hüküm gereği, 24 Eylül 1985 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan Merkez Bankası tebliğine göre, çeklerin her basımında 3167 sayılı Yasa ile, bu tebliğde belirtilen hususlar dışında "çekin keşide yeri ve keşide tarihi dahil Türk Ticaret Kanununda yer alan çekin sıhhatine ilişkin diğer unsurların da gözönünde bulundurulacağı" açıklıkla belirtilmiştir.
Zira, 3167 sayılı Yasanın çıkarılış amacı, yalnızca "çek hamillerinin korunması" olmayıp, "çekle ödemelerin düzenlenmesi"dir.
Ayrıntıları Hukuk Genel Kurulu`nun 9.5.1984 gün ve 12-579/524 sayılı kararında da belirtildiği gibi "Bir senedin çek vasfı kazanabilmesi, TTK.nun 692. maddesinde yazılı mecburi ve mutlak şekil şartlarının metinde bulunmasına bağlıdır. Eğer bu hususlardan mevcut olmayan var ise, bu noksanlığın TTK.nun 693. maddesinde açıklanan biçimde tamamlanması mümkün olmalıdır. TTK.nun 693. maddesi hükmü de nazara alınmasına rağmen unsur eksikliği giderilemiyor ise, o belgeye çek niteliği verilemez.
Diğer taraftan İİK.nun 170/a maddesi hükmü, icra tetkik merciine süresinde yapılan bir itiraz veya şikayet dlayısıyle kendisine uygun şekilde intikal etmiş işlerde, kambiyo senetlerine mahsus usul dairesinde açılmış takibin dayanağı kambiyo senedinin bu niteliği haiz olup olmadığı re`sen incelenmek görevini yüklemiştir. Kambiyo senedi değil ise, takibin iptaline karar verilmelidir".
TTK.nun 708. maddesine göre "çek keşide edildiği yerde ödenecekse 10 gün; keşide edildiği yerden başka bir yerde ödenecekse bir ay içinde muhataba ibraz edilmelidir". 3167 Sayılı Yasanın 16. maddesine göre ise; "ibraz süresi içinde ... yeterli karşılığı bulunmaması sebebiyle kısmen de olsa ödenmeyen çeki keşide eden kişi cezalandırılır".
Bu hükümlere göre, çek karşılığını, fiilen keşide edildiği tarihten itibaren ibraz süresine kadar bulundurma zorunluluğu vardır. O halde, ibraz süresi geçtikten sonra ibraz edilen çekin, karşılığı bulunmasa dahi, eylem suç teşkil etmeyecektir.
İbraz süresi, keşide ve ödeme yerine göre değişeceğine göre, "bu unsurun yokluğu sonuca etkili değildir" demek mümkün değildir. Mesela; keşide tarihinden 15 gün sonra ibraz edilen belgede, keşide yeri yoksa, yasal sürenin geçip geçmediği tesbit edilemeyecektir.
Yine 3167 sayılı Yasanın 4. maddesine göre, çekle işleyen hesabın bulunduğu banka şubesi "ibraz edildiği anda karşılığı bulunan çeki ödemek mecburiyetindedir". Aksi hal, 15. maddeye göre cezayı muciptir.
Banka, ibraz olunan belgede TTK.nun 692, 693. maddesindeki unsurların bulunmadığı ve belgenin çek olmadığı görüşü ile mevcut hesaptan ödeme yapmazsa, bankayı sorumlu tutmak mümkün değildir. Çünkü, çek vasfında olmayan bir belge karşılığında ödeme yapması, hiçbir bankadan istenemez ve beklenemez.
Bu kabul tarzının ilk bakışta çek hamillerinin korunmasını bertaraf edecek bir sonuç doğuracağı düşünülebilirse de, dayandığı kanuna göre çek olmayan bir belgenin, yalnız ve münhasıran çekler hakkında cezai hükümler taşıyan, çekin şekil unsurlarına yeni unsurlar ekleyen ve karşılıksız çek düzenlemeyi "biçimsel ve şikayete bağlı" bir suç haline getiren 3167 sayılı Yasaya dayanarak suç oluşturduğunu kabul etmek, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesine de ters düşecektir.
Kaldı ki, özel bir para ödeme aracı mahiyetinde bulunan çekin dayandığı kanuna uygun olarak ve bütün unsurların muhtevi şekilde düzenlenmesi, çeklere karşı güven ortamının yaratılmasında başlıca etken bulunmaktadır. Bu bakımdan lehdarın da, kendisine verilen belgenin çok olup olmadığına dikkat etmesi ve muhatap bankanın da çek vasfında olmayan belgeleri çek kabul edip, çek hesabını işletmemesi çek hamilinin aleyhine değil, genelde lehine bir sonuç doğuracaktır. Aksi halde "çek" terimi, belli bir hukuki sonuç doğuran kambiyo senedini ifade eden bir terim olmaktan çıkıp, muhtevası ve anlamı değişken bir kavramdan ibaret kalacaktır.
Açıklanan hususlar gözönünde tutulduğundan, karşılığının bulunmadığı anlaşılsa dahi, TTK.nun 692/5. maddesinde belirtildiği şekilde "keşide yeri" veya keşidecinin ad ve soyadının yazılı olduğu yerde de herhangi bir yer adı yazılmadığından, 692/son maddeye göre bu yerde keşide edildiğini kabule olanak bulunmayan ve dolayısıyla 693. madde gereğince çek sayılmayan belgeyi düzenleyerek müdahile veren sanığın eylemi, 3167 sayılı Yasaya aykırı davranışta bulunmak suçunu değil, unsurları gerçekleştiği takdirde dolandırıcılık suçunu oluşturacağı, takibi şikayete bağlı olmadığı anlaşılan bir suça ilişkin olarak vazgeçmenin hukuki değer taşımayacağı gözönünde tutulduğunda, C. Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşünü paylaşmayan Üyelerden Sami Selçuk: "Yüksek Daire, Türk Ticaret Yasası çeki tanımladığına ve olayda da çekte düzenleme yeri olmadığına göre, suçların yasallığı ilkesi uyarınca çek geçersizdir ve sonuçta eylem 3167 sayılı Yasanın 16. maddesindeki suçu oluşturamaz görüşünü benimsemiştir".
"Bu görüşe katılmak olanaksızdır. İlkin bu görüş, maddeyi yasanın amacına göre yorumlamamaktadır. Çünkü, yasa, çeke güveni sağlamk ve hamilleri korumak için düzenlenmiştir. Ödemeyle suçun düşmesi ve gerekçe bunu ortaya koymaktadır. O yüzden bankalara yükümlülükler getirmiş ve çekin yalnızca ticaret hukuku ve icra iflas hukuku açısndan geçerliliğini sağlamak istemiştir. Ancak, hamillere böyle bir yükümlülük getirilmemiştir. O nedenle hamillere; çek diye benimsedikleri her belgeyi inceleme gibi, ancak uzmanların bilebileceği bir yükümlülüğü yüklemek, yasanın uygulanmasını olanaksız kılacaktır. Böyle bir yorum, çağdaş ereksel ( teleolojik ) yorum anlayışına aykırıdır.
2. olarak, suçların yasallığı ilkesi; ereksel yorum, ceza hukukunun özerkliği ilkesi ve hukuksal yanılgı çerçevesinde ele alınmak ve uygulamaya yansıtılmak gerekir. Nitekim, suçların yasallığı ilkesinin beşiği olan Fransa`da konu gündeme gelmiş ve şöylece çözüme bağlanmıştır: Gerçekten bizim yasamızı esinleyen Çek Düzenlemesine ilişkin 1935 tarihli Fransız Kararnamesinin 66. maddesi karşılıksız çeki cezalandırmış ve yalnızca yaptırım için Türk ceza Yasasının dolandırıcılığa ilişkin maddesine gönderme yapmıştır. Aynı kararnamenin ilk maddesinde ise, çek öğeleri bir bir sayılmıştır. Bu öğelerden bir tanesi eksik bulunduğunda, çek, elbette ticaret ve icra-iflas hukuku açısından geçersiz olacak ve bu hukuklardaki sonucu doğuracaktır. Ancak, Fransız hukukunda, aynı sonucun ceza hukukunda doğmasına izin verilmemiştir. Suçların yasallığı ilkesine, "Ceza Yasası dar yorumlanır" kuralını 1983 tarihli Ceza Yasası öntasarısına pozitif norm ( md. 3 ) olarak yansıtacak denli bağlı bir ülkede, varılan bu sonuç, ilginç ve yerindedir. Gerçekten, ilkin, 18.5.1938`de Seine Asliye Ceza Mahkemesi, eksik öğeli karşılıksız çekin, bu suçu oluşturacağını benimsemiş; 9 Ekim 1940`ta ise, Fransız Yargıtay`ı; 19 Mart 1931`de Çeklerde Tekbiçimliliği Sağlamak amacıyla düzenlenen Cenevre Sözleşmesinde çeklerde en önemli ve çarpıcı öğenin "çek" sözcüğü olduğu belirtildiği halde, bu terimi içermeyen belgenin de karşılıksız çek suçunu oluşturacağını kararlaştırmış ve şu ölçüyü getirmiştir: Belgenin çek görünüşünde olması ve öylece kabul edilmesi yeterlidir. Fransız Cezacılarının da desteklediği bu karardan sonra, Yargıtay, 30.4.1937, 3.05.1959, 8.3.1951, 5.6.1956, 15.10.1958, 12.7.1961, 26.12.1961`de tarihsiz; 9.10.1940 tarihli karardan sonra 30.4.1949, 27.7.1964, 11.1.1966`da çek sözcüğünü içermeyen ve 8.1.1937`de elle değil, damgayla imzalı karşılıksız çekin bu suçu oluşturacağını belirtmiştir. Bu konudaki gerekçe, yaşam gerçeklerine ve ceza hukukunun özerkliği ilkesine uymaktadır. Eğer karşılıksız çek öğelerini içermediği için, failler cezadan kurtulurlarsa, bir belgeyi kimse çek olarak kabul etmeyecek ve çeke güven sarsılacaktır. Böylece yasanın amacına ters düşülmüş olacaktır. Ayrıca, hamilin hakları korunmayacak, hamilin bilgisizliğinden ve acemiliğinden yararlanan fail korunacaktır ki, bu da Vitu, Donnedien de Cabres, Cabrillac gibi yazarların da belirttiği gibi şoke edicidir ve yasanın amacına aykırıdır. Öyle ki kötüniyetliler, hamillerine çeke güveni korumak amacıyla çıkan bir yasadan yararlanarak cezadan kurtulacaklardır. O yüzden, ceza hukukunun başka hukuk dallarının jandarması ve tanım getirmeyip onların yaptırımcısı olduğu yolundaki eski 18 ve 19. yüzyılların görüşü bırakılmış ve ceza hukukunun özerkliği ilkesi benimsenmiştir. Ceza hukuku, amacına ters düşmediği takdirde başka hukuk dallarından tanımlar ve kavramlar alır. Ancak amacına ters düştüğü takdirde, yeni tanımlar getirir. Çek de bunlardan biridir. Tartışma sırasında nedenleri ayrıntılı olarak belirtilen çağın görüşüne uygun olan bu düşünceden yana olmak zorunludur" gerekçesini ve çoğunluk görüşüne katılmayan diğer Üyeler: ( Haklı nedenlere dayanan C. Başsavcılığı itirazının kabulü gerektiğini ) ileri sürerek bu yolda oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, C. Başsavcılığı itirazının REDDİNE, konunun 4.5.1987 günü yapılan birinci müzakeresinde yasal çoğunluk ağlanamadığından, 1.6.1987 günü yapılan ikinci müzakerede ve oyçokluğu ile karar verildi.