 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1987/2077
K: 1987/3267
T: 28.04.1987
DAVA : Taraflar arasındaki yayın yoluyla kişilik haklarının ihlal edilmesinden doğma birleştirilen tazminat davaları üzerine yapılan yargılama sonunda ilamda yazılı nedenleden dolayı yerinde görülmeyen davanın reddine ilişkin hükmün süresi içinde davacılar avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine; tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor okunduktan sonra dosya incelendi, gereği konuşuldu:
KARAR : Davacı Selma ve Adnan, birleştirilerek görülen davalarında özetle; gerçek dışı haber yayınlamak suretiyle kişisel değerlerine saldırıda bulunan davalılardan toplam 25.000.000 lira manevi tazminatın tahsiline karar verilmesini istemişlerdir. Mahkeme ise, yayınlanan haberin gerçek bir zabıta vakası olduğu gerekçesine dayanarak istemin reddi cihetine gitmiştir.
Somut olayın Borçlar Kanununun 49. maddesi çerçevesinde ele alınıp değerlendirilmesinden önce, bu değerlendirmeye esas ve dayanak teşkil edecek soyut hukuk kurallarını, basının görevi ile basın özgürlüğü ve kişilik haklarının mahiyet ve sınırlarının nedenlerden ibaret bulunduğunu bir kere daha hatırlamakta yarar vardır.
Genel hatlarıyla basının görevi, umumi yararlar açısından toplumu ilgilendiren ya da toplumun ilgilenmesi gereken konularda halkı, gerçekleri yansıtmak suretiyle ve objektif bir biçimde aydınlamak, çeşitli sorunlarla ilgili eleştiri, yorum ve uyarılarla fertleri düşünceye sevketmek, bilinçlendirmek, kamu görevlilerini harekete geçirmek ve daha önemlisi; kamu gücünü aleyhinde tutanlar üzerinde toplumun denetimine aracı olmaktır. Basın, kamu görevi niteliğindeki bu denli etkili ve kapsamlı fonksiyonun hiç bir baskı ve karşı koymaya maruz kalmadan ve çekinmeden yerine getirebilmesi için yasal kaynağı olan bir güce dayanmalıdır ki, bu güç Anayasanın 28. maddesinin öngördüğü "basın özgürlüğü"dür.
Ne var ki, basın özgülüğü ve bu özgürlükten yararlanma hakkı da, tüm hak ve özgürlükler gibi mutlak ve sınırsız değildir. Anayasal temele dayanan bu özgürlüğün de, ceza hukuku açısından olduğu kadar özel hukuk açısından da belli bir kullanma sınırı ve makul bir ölçüsü bulunmak gerekir. Anayasanın 26 ve 27. maddeleri ile özel hukuk bakımından Medeni Kanunun 24 ve Borçlar Kanununun 49. maddelerinin getirdiği düzenlemeler, bu sınır ve ölçüyü tayin ve tesbit amacına yöneliktir.
Günümüzde, doktriner görüşler ve yargısal içtihatlar basın özgürlüğünü ve bu özgürlükten yararlanma hakkını, a) Haberde gerçeklik, b) Kamu yararı ve toplumsal ilgi, c) Güncellik, d) Konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık kuralları ile sınırlı görmektedir. Haber verme, eleştiri, yorum ve uyarı, ancak bu sınırlar içinde kaldığı sürece kişisel değerleri - zedelese dahi-hukuka uygundur. Bu kurallardan herhangi birine ters düşülmesi halinde ise "kamu yararı-kişilik hakları" dengesi bozulur, norm ihlal edilir ve hukuka aykırılık, dolayısıyla tazmin yükümlülüğü doğar.
Somut olayın, genel hatlariyle açıklanan bu hukuksal esas ve kurallara göre değerlendirilmesine gelince; görgü tanığı olan karakol amiri Erol'un açıklamalarına göre, polis kaçak bir hükümlüyü aramak üzere davacılardan Selma'nın bir kız arkadaşıyla birlikte oturduğu apartmana gelerek selma'nın kapısının zilini çalmıştır. Gerek polisin, gerekse aranan kişinin annesinin "korkulacak bir şey yok" demelerine rağmen kapının açılmamasından kuşkulanan görevlilerin takviye ekip getirtmelerinden sonra davacılar kendiliklerinden ve normal dış kıyfetleriyle kapıya çıkmışlar ve polisten korktukları için kapıyı açmadıklarını söylemişlerdir. Açıklanan biçimde gerçekleşmiş bulunan bu basit olay, ertesi günü yayınlanan 3 Ocak 1986 tarihli .....Gazetesi'nin son sayfasında, "Selma, annesi ve babası gezmeye gidince sevdiği genci eve almıştı", "talihsiz aşıklar", "polis, kaçakcı var diye bastığı evde çırılçıplak iki sevgiliyi yakaladı", "yatakta sevişen selma ile sevgilisi Adnan eli silahlı polisleri karşılarında görünce ne yapacaklarını şaşırdılar", "apar topar giydirilen iki aşık Emniyet Müdürlüğüne getirildi" biçimindeki ana ve alt başlıklarla yer almıştır. Görülüyorki gazetinin verdiği haberin, -polisin bir kaçak hükümlüyü sormak üzere davacı Selma'nın kapısına gelmesi keyfiyeti dışında- gerçekle hiçbir ilgisi bulunmamakta ve biçim ve içeriği itibariyle de davacıların namus şeref gibi kişisel değerlereni ağır saldırı niteliği taşımaktadır.
Öte yandan, gerçek yönleriyle olayın toplumsal ilgiyi çekebilecek bir "haber" özelliği de yoktur. Her iki davacı, Devlet adamı, politikacı ya da sanatçılar gibi özel hayatları ve yaşantı biçimleri toplum tarafından merak edilen ve izlenen kimselerden de değildirler. Rüşte erişmiş bu iki sade vatandaş, polisin kapıyı çaldığı sırada sevişmekte olsalar dahi, onların özel hayatında bir sır teşkil eden ve gizli kalması gereken bu doğal olayı, abartılmış bir mizansen biçiminden ve çirkinleştirici bir ifade tarzı içinde topluma teşhir etmeyi, basının görevi olarak kabul ve basın özgürlüğü çerçevesinde mütalaa etmeye de olanak yoktur.
Açıklanan bu fiili ve hukuki esaslar karşısında eylemin, onur ve saygınlık gibi kişisel değerlere saldırı teşkil ettiği ve Borçlar Kanununun 49. maddesinde öngörülen ağır kusur-ağır zarar koşullarının gerçekleştiği dikkate alınmadan, verilen haberin doğru olduğu gerekçesiyle istemin reddi cihetine gidilmesinde isabet bulunmamaktadır.
SONUÇ : Davacılar tarafından temyiz olunan hükmün yukarda gösterilen nedenlerle (BOZULMASINA) ve peşin alınan harcın imtek halinde geri verilmesine, 28.4.1987 gününde oybirliğiyle karar verildi.