 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
14. Hukuk Dairesi
E: 1987/1364
K: 1988/2925
T: 11.04.1988
DAVA : Davacılar tarafından, davalı Hazine aleyhine 27.4.1983 gününde verilen dilekçe ile kadastro tahdidinin iptali istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kısmen kabul ve kısmen reddine dair verilen hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili ile davacılar tarafından istenilmekle dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Davacılar dayandığı tapu kaydı senetsizden ve zilyetlik nedeniyle mahkeme kararı üzerine oluşturulmuştur. Böyle bir karar ve buna istinaden tesis edilen tapu, o davanın tarafı olmayan kişi veya kuruluşları bağlamaz. Öte yandan, sonradan yürürlüğe giren 3402 sayılı Kanunun 45. maddesi bazı koşullarla iktisap imkanı getirmiştir.
O halde, bu hususlar gözönünde tutularak mahalinde yeniden mahalli ve uzman bilirkişi kurulu ile keşif yapılması, tapulama tutanağında yazılı vergi kaydının da getirtilip uygulanması ve varılacak sonuca göre bir hüküm kurulması gerekir.
Tarafların temyiz itirazı bu nedenlerle yerindedir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 11.4.1988 gününde bozmada oybirliği ve gerekçede oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Gerçek kişi olan davacılar 6831 sayılı Yasayı değiştiren 1744 sayılı Yasanın 2. maddesi uyarınca Hazine adına orman tahdit sınırı dışına çıkarılan taşınmazların kayıtlarının iptali ile kendilerine bırakılmasını istemişlerdir.
Yerel mahkeme 1 ve 2 sayılı parsellerin davacılarca tapusu içinde kaldığından bahisle bunları davacılara bırakıp, diğer 3-58 ve 59 sayılı parselleri ise, davacıların tapusu olmadığından bahisle Hazine adına tesciline karar vermiştir.
Dairemizde yapılan temyiz incelemesi sırasında çoğunluk, senetsitden tapu oluşmasını sağlayan bir davada verilen kararın, taraf olmayan kişi ve kurumları bağlamayacağı ve 3402 sayılı Yasanın 45. maddesinin iktisap olanağı verdiğinden bahisle, kararın bozulması düşüncesini benimsemiştir.
Oysa bu görüşe katılma olanağı yoktur.
Şöyle ki; a- Dava konusu olan 1, 2, 3, 58 ve 59 parsel sayılı taşınmazların öncesinin orman olduğu ve orman tahdit sınırları içine alınıp 1947 yılında 4785 sayılı Yasa gereği devletleştirildiği, dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
Şimdi, 4785 sayılı Yasa ile devletleştirilip, orman rejimi içine alınan taşınmazların öncesi ister tapulu olsun ister tapusuz, artık bu yerler orman olarak Devletin malı olmuştur. 1744 sayılı Yasanın 2. maddesi uyarınca bu taşınmazlar dışarı çıkarılırken gerek 2896 sayılı, gerek 3302 sayılı yasaların 2. maddesine göre Devlet ormanı ise Hazine adına çıkarılması zorunludur.
Burada bu durumun varlığı gözlenmiştir. devletleştirilmiş ormanlardan bilim ve fen bakımından orman niteliğini 31.12.1981 tarihinden önce kaybeden yerlerin Hazine adına tahdit dışına çıkarılmış olması doğrudur. 10 Ekim 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Yasanın bu tür yerlerde uygulanması esasen olanaksızdır. Zira yapılan işlem 3402 sayılı Yasaya göre yapılmış bir kadastro ile ilgili değildir ve ayrıca dava konusu taşınmazlar 1947 yılında tahdit içine alınıp 1975 yılında 1744 sayılı yasa gereği dışarı çıkarılmıştır. O halde 1947 - 1975 yılları arasında orman sayılan yerde zilyetliğin varlığını kabul etmek ne yasa ile ne de mantıkla bağdaşmaz. 1975'ten sonra başlayan zilyetliği varsaysak dahi 1981 yılındaki kadastro tarihine ve davanın açıldığı 1983 yılına kadar aldıkları tapuların konusunu teşkil eden parsellerin de orman tahdidi içinde yer almaları nedeniyle yine zilyetliğe dayanılamaz ve o tapuları orman idaresini bağlamaz.
b- Kaldı ki 3402 sayılı Yasanın uygulama olanağı bulunsa dahi bu olayda uygulanması düşünülen 45. madde Anayasanın 169 ve 170. maddelerine aykırıdır.
Anayasanın 169 ve 170. maddelerinde (Ormanların Devletin denetimi ve gözetiminde olduğu, özel mülk olamayacağı zilyedlik yolu ile ormandan yer kazanılamayacağı, ormanların daraltılamayacağı) kesin olarak belirlendiği gibi, 31.12.1981 tarihinden önce bilem ve fen bakımından orman niteliğini kaybeden yerlerin orman dışına çıkarılması halinde, bu bölümlere orman köylüsünün yerleştirilmesi ve bu bölümlerin o yöre halkının yararlanağı biçimde kalkındırılmasını sağlamak amacı ile yasa çıkarılmasını öngörmüştür.
Bu espriden hareketle çıkarılan 2896 ve 2924 sayılı Yasalarda, bu amaç kısmen gözetilmiştir ve bu yasaların hiçbirisinde, orman tehdidi dışına çıkarılan tapulu veya tapusuz kesimlerin şahıslara verilmesi kabul edilmemiştir.
Oysa 3402 sayılı Yasanın 45. maddesine göre orman içinde tapulu yerlerinkişilere verilmesi kabul edildiği gibi ormandan zilyetlikle yer kazınılması da kabul edilmiştir.
Açıkladığım 45. maddenin, Anayasanın 169 ve 170. maddelerine nasıl ters düştüğü anlaşılmaktadır. Bu durumda, Anayasaya aykırı bir yasanın uygulanması ileride, düzeltilmesi olanaksız sonuçlar doğuracaktır. Ülkenin en büyük milli serveti olan ormanlar bu nedenle tahrib olmakta ve elden çıkmaktadır.
Bu düşüncelerin ışığı altında, Anayasanın 152. maddesinin verdiği hak kulllanılmalıdır, Yeni Anayas mahkemesine bu yasanın iptali yolunda dava açılıp sonucu beklenmelidir.
Yukarıda açıkladığım nedenlerle davacı gerçek kişilerin 3 - 58 ve 59 parsel sayılı taşınmazlara ilişkin temyiz itirazlarının reddi ile hükmün bu bölümünün onanmasına, Hazinenin 1 ve 2 sayılı parsellere yönelik temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bu bölümünün bozulması gerektiği kanısı ile çoğunluğun aksi yolda oluşan ve 3402 sayılı Yasanın 45. maddesinin uygulanmasını amaçlayan düşünceye dayalı hükmün tamamının bozulması şeklindeki görüş kararına karşıyım.
-