 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1986/382
K: 1987/122
T: 25.02.1987
DAVA : Taraflar arasındaki, bozma üzerine direnme yoluyla; (Konya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi)nden verilen 8.5.1984 gün ve 1984/218-293 sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'ndan çıkan 22.1.1986 gün, 1984/2-580 esas, 1986/26 karar sayılı ilamın, karar düzeltimesi yoluyla incelenmesi davacı tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla; Hukuk Genel Kurulunca; dilekçe düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Davacı, 4.4.1983 günlü dilekçes ile; 21.2.1983 tarihinde kesinleşen ilamda boşandığı eski eşi davalıya evlilik birliği sırasıda verdiği 21.9.1980 tarihli mehir senedinin iptalini istemiştir.
Yerel Mahkeme, davacının bağıştan rücu sebebini, evlenmek akdinin feshini talep tarihi olan 11.10.1980 gününde öğrendiğine göre, davanın BK.nun 246. maddesinde yazılı bir yıllık yasal süre içinde açılmamış olması nedeniyle reddine karar vermiş, davacının temyizi üzerine Özel Daire; "BK.nun 246. maddesindeki süre, hak düşürücü olmayıp, zamanaşımına ilişkindir. Evlilik birliği devam ettiği müddetçe eşler arasında zamanaşımı işlemiyeceği için ve etaraflar 21.2.1983 tarihinde kesinleşen ilamda boşandıklarından işin esasının incelenmesi gerekir" gerekçesi ile kararı bozmuş, yerel mahkeme önceki kararda yazılı nedenlerle direnmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine, HGK.nun 22.1.1986 tarhi, 1984/2-580-26 sayılı kararı ile, Medeni Kanunun 246. maddesi hükmünce: Bağışlayan, rücu sebebine vakıf olduğu günden itibaren bir sene içinde bağışlamadan rücu etmeye hakkı vardır." Bağışlayanın rücu hakkı, tek taraflı olarak bir irade beyanıyla karşı tarafa yöneltilmesi icabeden bozucu yenilik doğuran haklardandır. Rücu beyanının bağışlayanca bağışlanana yöneltilmesi sonucu bağışlananla, bağışlayan arasındaki bağışlamaya dayanan hukuksal ilişki geriye yürür biçimde ortadan kalkar. Özel Daire ile Mahalli Mahkeme arasındaki görüş ayrılığı yönünden şu noktanın özellikle belirtilmesi gerekir. Her ne kadar Borçlar Kanununun 246. maddesinin 1. fıkrasında maddenin kenarbaşlığında "müruruzaman" sözleri kullanılmış ise de rücu hakkının kullanılması için öngörülen bir yıllık süre zamanaşımı süresi olmayıp "hak düşürücü" süredir. Olayda davacı bağışlamadan rücu sebebini engeç evlenme akdinin feshi hakkında açtığı dava tarihinde öğrenmiş sayılacağından bu tarih itibariyle BK.nun 246/1. maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre geçmiş bulunmatadır. Diğer taraftan söz konusu süre bir hak düşürücü süre olması itibariyle zamanaşımı süresinde olduğu gibi evlilik birliğinin devamı boyunca işlemiyeceğinin de kabulü mümkün değildir. Bu nedenlerle usul ve yasaya uygun olan direnme kararı onanmalıdır" gerekçesiyle, mahkeme kararının onanmasına karar vermiş,
Görüşmelerde öncelikle BK.nun 246. maddesinde öngörülen sürenin nietliği üzerinde durulmuş düzeltilmesi istenilen Hukuk GenelKurulu kararında açıklanan gerekçelerle bu sürenin hak düşürücü nitelite olduğu sonucuna varıldıktan sonra sürenin hangi tarihten işleyeceği hususu üzerinde durulmak gerekmiştir. Davalının tenasül organlarındaki eksikliğin yapılan ameliyat sonucu tamamen giderilip giderilmediği ve cinsel ilişkide bulunmasına engel bir hali kalıp kalmdığı kesin olarak saptanamamıştır. Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kadın Doğum Bölümü'nce verilen 5.2.1981 günlü, 630/1 sayılı raporda davalının cinsel ilişkide bulunabileceği bildirildiği halde, aynı bölümün 14.10.1981 günlü, 630/1 sayılı raporunda davalının ameliyat sonrası önerilere uyup uymadığının ve sonucun olumlu olup olmadığının anlaşılabilmesi için tekrar muayenesine luzüm görülmüştür. Ne var ki boşanma davası sırasında mahkemece verilen kesin mahile rağmen tekrar muayene olmadığından sonuç kesin olarak anlaşılamamıştır. Bu durumda davacının, boşanma kararından önce davalı eşindeki eksikliğin geçici olup olmadığını bildiği veya bilecek durumda olduğunu söylemek mümkün değildir. Şayet davalının ameliyattan sonra cinsel ilişkide bulunmasının mümkün olmadığı kesin olarak saptanmış olsaydı hak düşürücü süre ancak o tarihten itibaren işlemeye başlardı. Çünkü davalının kadınlık görevini yerine getiremiyeceği o tarihde anlaşılmış olacaktı. Evlilik sürerken ameliyat olan ve cinsel ilişkide bulunabileceğine dair rapor alan, fakat gösterilen tıbbi lüzuma rağmen tekrar muayeneye gitmeyen davalının bu tutumu karşısında davacının sonucu beklemeden bağıştan rücu etmesi gerektiğini söylemek mümkün değildir. Davacı tarafından boşanma davası açılmış olması da hak düşürücü sürenin işlemeye başlamasını gerektirmez. Çünkü davalıdaki eksikliğin şiddetli geçimsizlik ve dolayısıyla boşanma sebebi sayılıp sayılmayacağı mahkemenin takdirine bağlı olup ancakboşanma kararının kesinleşmesiyle aile birliği sone erecektir. Davalı kadın davacı kocasına karşı aile birliğinin devamı sırasında haksız bir eylemde bulumadığına göre, sonuçlarının bilinmesi tıbbi uzmanlık konusu olan ve ancak takdiri bi boşanma sebebi olabilecek böyle bir eksiklikten dolayı, henüz tıbbi sonuç alınmadan veya boşanmaya karar verilmeden önce davacı kocanın hibeden rücu sebebini öğrendiği ileri sürülemez.
Somut olayın bu özelliğine göre hak düşürücü sürenin boşanma kararının kesinleştiği tarihten itibaren işlemeye başladığı kabul edilerek süresinde açılan davanın esası incelenmek üzere direnme kararının bozulması icabederken onandığı anlaşıldığından Hukuk Genel Kurulunun onama kararı kaldırılarak direnme kararı yukarıda açıklanan yönde işin esası incelenmek üzere bozulması uygun görülmüştür.
SONUÇ : Yukarda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile, HGK.nun 22.1.1986 tarih 1984/2-580-26 sayılı onama kararının kaldırılmasına ve Yerel Mahkeme kararının BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 25.2.1987 gününde yapılan görüşmede, oyçokluğu ile karar verildi.