 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1986/1
K: 1987/1
T: 14.01.1987
DAVA : Davacı, davalıların verdikleri kararlarla kasıtlı davrandıklarını iddia ile tazminata hükmedilmesini istemiştir.
I) Yargıtay Başkan ve Üyeleri hakkındaki tazminat davası :
Genel olarak kamu hizmetlerinin ifasından dolayı kamu tüzel kişilerinin sorumlulukları hizmet kusuruna, ajanlarınki ise, onların kişisel kusurlarına tabi tutulmuştur. Hâkimlerin Anayasa teminatı (madde: 138/1-2) altında bulunan bağımsızlığı idare hukukunda devletin ajanların faaliyetlerinden sorumluluğunu tayin eden hizmet kusur ölçüsünün hâkimler yönünden uygulanmasına olanak vermez. Türk pozitif hukuku ilke olarak yargı fonksiyonunun ifa edilmesi dolayısıyle devletin sorumlu tutulamayacağı esasını benimsemiştir.
Hâkimlerin kişisel sorumluluğunda yargı yetkisinin özellikleri özel bir sorumluluk düzeninin uygulanmasını zorunlu kılmıştır. Zira yargı görevinin bağımsızlık ve tarafsızlık içinde aksatılmadan yerine getirilmesi esastır. Gerçekten hâkimlerin diğer devlet memurlarının tabi bulundukları sorumluluk esaslarına bağlanmaları yaptıkları her işlemin aleyhlerine bir tazminat davasına yol açacağını düşünmelerine ve bunun sonucu olarak tereddüt içinde kalmalarına yol açabilir. Şu hususta belirtilmelidir ki, adaletin gerçekleşmesi hâkim hakkında sorumsuzluk müessesesinin kabulünü gerektirmez. Hâkimlerin verdikleri kararlardan dolayı ilke olarak sorumlu tutulamayacakları esas olmakla beraber Ceza Hukuku açısından sorumlu olan hâkimlerin hukuki sorumluluklarının benimsenmesi de hukuk mantığının doğal sonucudur.
Ancak, hâkimin hukuki sorumluluk halleri benimsenirken yargısal faaliyetten ibaret olan esas görevinin aksatılmamasına büyük özen gösterilmesi zorunludur. Gelişi güzel bir sorumluluk sisteminin benimsenmesi bağımsızlığını ve tarafsızlığını tehlikeye düşürebilir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'muz bu düşüncelerin ışığı altında hâkimin bağımsızlığı kadar tarafsızlığını da güvence altına almak amacı ile onun hukuki sorumluluğunu sınırlı hallerde kabul etmiş ve aynı zamanda sorumluluğunun tesbitini özel bir usule tabi tutmuştur.
Hakimlerin sorumluluğu Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 573 ilâ 576. maddelerinde düzenlenmiştir. Hukuk Genel Kurulu'nun 14.11.1970 gün ve 186/623 sayılı kararında usulün az önce sözü edilen maddelerine değinilerek aynen şöyle denilmiştir : ".... Kanun bu gibi davalarda dava sebeplerini tahdit etmiş, görevli mercileri özel suretle belirtmiş, dava sabit olmadığı takdirde davacının para cezası ve tazminat ile sorumlu tutulmasını emretmiştir. Bu hükümler hâkimin vicdani kanaatindeki bağımsızlığını, yargı erkinin herhangi bir etki altında kalmamasını ve adalete güven duygusunun sarsılmamasını temin amacıyla yasaya konulmuştur. Gerçekten hâkimlerin hukuki sorumlulukları nedenine dayanan davalar özel usûl ve müeyyidelere dayanmadığı takdirde ilgililerce kötüye kullanılarak hâkim hakkında red sebepleri ihdas edilmesi kolaylaşacak, mahkemelerin gereği gibi çalışmasına ve adaletin selametle dağıtılmasına halel gelebilecektir. Bu itibarla söz konusu özel hükümler hem meydana gelecek zararlı durumu düzeltip tamir etmek hemde haksız davaları önlemek amacıyla kabul edilmiştir. Davalı hakimin sonradan ölmüş bulunması davanın bu nitelik ve özelliklerini değiştirmez."
Yargıtay üyelerinin de geniş anlamı ile ve genel olarak "hâkim" kavramının kapsamına girdiğinde tereddüt olunamaz. Yukarıda hâkimlerin hukuki sorumlulukları açısından değinilen genel esasların Yargıtay üyeleri için de geçerli olduğu ve diğer devlet memurlarının tabi oldukları görevden sorumluluk hakkındaki genel kurallara tabi tutulamayacakları tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. O halde Yargıtay üyelerinin de yasalarla belirlenen sınırlı hallerde görevlerinden dolayı hukuken sorumlu olduklarını kabulü gerekir.
2797 sayılı Yargıtay Kanun'un 13/2. maddesi Yargıtay üyeleri aleyhindeki görevden doğan tazminat davalarına bakmayı Yargıtay'ın görevleri arasında saymış, aynı kanunun 15/3. maddeside Yargıtay üyeleri hakkındaki davalara hukuk ve ceza genel kurullarında bakılacağını öngörmüştür. Yargıtay Kanunu bu hükümlerle Yargıtay üyeleri hakkındaki davlara bakacak mercii göstermiş ancak onların hangi hallerde sorumlu tutulacaklarını özel olarak tesbit etmemiş ve diğer hâkimler hakkındaki kurallara da gönderme yapmamıştır.
Bu konuda bidayet mahkemesi hâkimleri hakkında düzenlemede bulunan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 573 ve müteakip maddelerindeki sorumluluk hallerinin Yargıtay üyeleri hakkında uygulanıp uygulanılamayacağı incelenmelidir. Bu maddelerde Yargıtay üyelerinden söz edilmediğinden 573. maddedeki "Hâkim" sözünün de sorumluluk nedenleri açısından sadece 575/2. maddede sayılanları hedef tuttuğunun kabulü gerekir. Zira 573 ve bunu izleyen maddelerin tedbiri sırasında mahalli mahkeme hâkimlerinin sorumluluk sistemi içerisinde Yagrıtay üyelerine değinilmediği ve onlar hakkında düzenlemede bulunmadığı halde 573. maddedeki "Hâkim" sözünün sorumluluk nedenleri bakımından Yargıtay üyelerini de kapsamına aldığının düşünülmesi yorum kuralları ile bağdaştırılamaz. Bu açıklamalardan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'ndaki sorumluluk hallerinin Yagrıtay üyelerini kapsamadığı sonucuna varmak gerekir. Aşağıda değinileceği üzere Anayasa'nın Yagrıtay üyelerinin görevden dolayı cezai sorumluluklarının tesbitini Anayasa müessesesine bağlamış olmasıda bu düşünceyi ayrıca doğrular. Diğer taraftan usulün 573 ve müteakip maddeleri istisnai ve sınırlı bir alanla düzenlemede bulunduğundan kıyas yolu ile uygulama alanının genişletilmesi de mümkün değildir. O halde Yagrıtay üyeleri hakkında hangi hallerde görevden dolayı tazminat davası açılacağının yasa ile belirlendiğinden söz edilemez. Bu durum karşısında sorun temel düzeni oluşturan Anayasa ve genel ilkeler esas alınarak çözümlenmelidir.
Yasaların uyglanmasında T.C. Anayasa'nın 11. maddesinde öngörülen Anayasa'nın üstünlüğü ilkesinin sonucu olarak onların Anayasa ilkelerinin ışığı altında değerlendirilmesi, yorumlanmaları, zorunludur. T.C. Anayasası'nın 148/3. maddesi hükmünce Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve Üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcı Vekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleri ile ilgili suçlarından dolayı yargılanmaları Yüce Divan sıfatı ile Anayasa Mahkemesi'ne bırakılarak sözü edilen maddede aynen şöyle denilmiştir : "Anayasa Mahkemesi...... Cumhurbaşkanı'nı: Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi Başkan ve Üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcı vekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıtşa Başkan ve Üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatı ile yargılar". Bu hükümlerle güdülen amaç kuşkusuz yargılanacak kişinin gördüğü işin önem ve özelliği iitibariyle özel bir Anayasa güvencesi sağlamak ve kişileri değil müesseseleri korumak olup doğrudan doğruya kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle Yüce Divan'da yargılanması gereken kişinin bundan feragati de hukuki sonuç doğurmaz.
Bu açıkmalamaların sonucu olarak usulen görevli merci tarafından görevle ilgili suçtan cezai sorumluluk yönünden bir karar verilmeden Yargıtay Üyeleri hakkında Hukuk Genel Kurulu'nda açılan tazminat davasının görülmesinin mümkün olmadığının kabulü gerekir. Nasıl ki az öncede açıklandığı üzere Yüce Divan'da yargılanması gereken bir kişinin bundan feragatı hukuki sonuç doğurmuyorsa, asıl görevi yasaların ülkenin heryerinde aynı biçimde ve dolayısıyle eşit olarak uygulanmasını sağlamak olan Yargıtay Üyeleri de hukuki sorumluluklarının tabi olduğu usulden vazgeçemezler.
Olayda yukarıda açıklandığı üzere cezai sorumluluğu tesit eden bir karar ibraz edilmemiş bulunduğundan dava dilekçesi örneklerinin davalılara tebliğ edilmemiş bulunduğundan dava dilekçesi örneklerinin davalılara tebliğ edilmesine, duruşma yapılmasına gerek kalmaksızın ve işin esasına girilmeksizin dilekçenin reddi gerekir. (Tebligata gerek olmadığı hakkında; HGK, Bidayet Esas: 1975/1, Karar: 1975/1 sayı ve 9.4.1975 günlü karar)
Türk hukuk uygulamasında 1750 sayılı Yargıtay Kanunu'nun yürürlüğünden önceki dönemde Yargıtay Üyeleri hakkında açılan tazminat davalarının esasına yasalarda görevli merciin gösterilmemesi nedeniyle girilmemekte idi.
Hukuk Genel Kurulu'nun 26.6.1957 gün ve 26/42 sayılı kararıyla "Temyiz Mahkemesi Hukuk Umumi Hey'etinin vazifesi kanunla teyin edilmiş bulunmaktadır. Umumi Hey'etin temyiz mahkemesi reis ve azaları hakkında açılan tazminat davasını bir asliye mahkemesi gibi rü'yet etmesi mümkün değildir. HUMK'nun hâkimlerin mes'uliyetini tayin eden 573 ve müteakip maddeleri hükümlerinden faydalanarak, "Temyiz Mahkemesi Reis ve Azaları hakkındaki tazminat davasına Hukuk Umumi Heyeti'nce bakılması lazım geleceğinin kabulü doğru olamaz. Usûl hükümlerinin tayin etmediği bir mercii kıyas yolu ile tesis etmeye imkan yoktur. Hukuk Umumi Heyeti böyle bir davanın rü'yetini kanunun kendisine tevdi eylediği vazifelerin dışında görmüştür. Dava dilekçesinin yukarıda belirtilen sebeplerden dolayı reddine karar verilmiştir (Göreve ilişkin bu esaslar 1750 sayılı Yargıtay Kanunu'ndan önceki döneme taallûk etmektedirler)
1750 sayılı Yargıtay Kanunu ile onun yerine geçen 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nda Yargıtay üyelerinin görevlerinden doğan tazminat davalarının görüleceği merci gösterilmiş olup 1750 sayılı Yargıtay Kanunu'nun yürürlüğe giriş tarihi olan 1 Haziran 1973 gününden sonra Hukuk Genel Kurulu'nda 24 adedi Yargıtay, 3 adedi Danıştay, 1 adedi Yüksek Seçim Kurulu, 1 adedi Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, 1 adedi de Yüksek Hâkimler Kurulu Başkan ve Üyeleri hakkında olmak üzere otuz dava açılmıştır. Bu davalar sonunda verilen kararlarla yukarıda açıklanan hukuki esaslar yerleşmiş ve kararlılık kazanmış bulunmaktadır.
II) 2. Asliye Hukuk Hâkimi hakkındaki tazminat davası :
Asliye Hukuk Hâkimleri hakkında görevlerinden doğan tazminat davalarına bakmak Hukuk Genel Kurulu'nun görevleri dışında kaldığından Asliye Hukuk Hâkimi hakkında açılan tazminat davasının görev yönünden reddi ile HUMK'nun 575/2. maddesi uyarınca, ilgilinin başvurması halinde dosyanın görevli Yargıtay 14. Hukuk Dairesi'ne gönderilmesi gerekir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Daire Başkan ve Üyeleri olan davalılar hakkındaki dava dilekçesinin esasa girilmeden reddine; Asliye Hukuk Hâkimi hakkındaki davanın görev yönünden reddine, ilgilinin başvurması halinde dosyanın 14. Hukuk Dairesi'ne gönderilmesine (I) sayılı bentte üçte ikiyi aşan çoğunlukla, (II) sayılı bentte oybirliğiyle, 14.1.1987 gününde karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Türk Ulusu adına yargılama yapmaya ve karar vermeye yetkili ve görevli hâkimlerin; memur ve diğer kamu görevlilerinden ayrı Anayasal bir statüye sahip oldukları her türlü tartışmanın dışındadır. Bu statü, hâkimlerin tarafsızlığını ve dolayısiyle yurttaşa bir yargı güvencesi sağlamayı amaçlamıştır. Hâkimlerin de, memur ve diğer kamu görevlileri gibi, kamu hizmeti üretme ve görme açısından yurttaşın hizmetinde (onun hizmetkarı) olduğu hiçbir zaman gözardı edilemez. Bu nedenle, yargı hakkını kullananların, yurttaşlara verdikleri zarardan sorumluluklarının kaldırılması söz konusu değildir; bu konuda Yüksek Mahkeme Yargıtay'da temelde görüş ayrılığı da söz konusu değildir. Sorun, Yüksek Mahkeme Üyeleri (hakimleri)'nin sorumluluğun kaynağı ve kapsamı üzerinde toplanmaktadır.
Bilindiği gibi, özel hukuk alanında sözleşme dışı sorumluluğun ana kaynağı Borçlar Kanunu'nun 41. maddesidir. Buna göre, diğer koşulları da gerçekleşmek kaydıyla, kusur varsa sorumluluktan söz edilebilecektir; kusur yoksa sorumluluk söz konusu olmayacaktır. Ne var ki, yasa koyucu, çeşitli nedenlerle, sorumluluğu ağırlaştırmak (BK 55, 56, 57, 58, MK m.320 ve 917 gibi) için kusursuz sorumluluk halleri kabul ettiği gibi sorumluluğu hafifletecek (BK m.49'da ağır zarar-kusur durumu; Anayasa m. 83/1'deki milletvekilinin meclis çalışmalarında ileri sürdüğü düşüncelerle sınırlı sorumsuzluk) durumları da kabul etmiştir. İşte yasa koyucu, işin niteliğini gözeterek, hakimler hakkında da özel bir sorumluluk hali düzenlenmiştir. Hukuk Usulü Muhkemeleri Kanunu'nun 573-576. maddelerinde hâkimlerin sorumluluğu kast ve ağır kusur halleriyle sınırlandırılırken diğer taraftan özel bir yargılama durumu da kabul edilmiştir. Bu durum, kişinin özel olarak korunmasından çok yargı işlevinin daha iyi ve çabuk görülmesi yolunda yurttaşın bir güvencesidir. Tüm çağdaş yargı düzenlerinde, bu gibi özel durumlar kabul edilmiştir.
Kısaca özetlenecek olursa,sözleşme dışı sorumlulukta asıl olan kusura dayanan sorumluluktur (BK m.41). Nevar ki, sorumluluğu ağırlaştıracak, hafifleterek ve sınırlayacak özel durumlar da söz konusudur; bu gibi durumların varlığından söz edebilmek için kanun koyucunun özel bir hükmünün varlığı zorunluğudur, kanun boşluğundan söz edilerek yeni durumlar yaratılması olanağı yoktur.
Yüksek mahkeme üyelerinin sözleşme dışı sorumluluklarını özel olarak düzenleyen bir hüküm bulunmamaktadır. Aslında bulunmasına da gerek yoktur; çünkü Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanun'da getirilen düzenlemeler hem yargının ve hem de yurttaşın ihtiyacına cevap veribelecek niteliktedir. Yüksek mahkeme üyeleri de aslında hâkim olduklarına göre sorumlulukların belirlenmesi ve yargılanmaları için özel ayrıcalıklı hükümlere gerek yoktur. Kanunda boşluk vardır diye; yüksek mahkeme üyelerinin sorumluluğunu, hakimlerin sorumluluğundan daha çok sınırlamak olanağı yoktur. Aksi görüş, temel hukuk düzenlemelerine aykırı olmakla kalmaz "düşünceler üzerinde olumsuz yargılar yaratacak etkileri" de beraberinde getirebilir.
Sayın çoğunluğun paylaştığı ve bir süredir düzenli olarak uygulanan görüş: Yüksek mahkeme üyelerinin sözleşme dışı sorumluluğunu yalnız kasta dayandırmakla kalmamış; gerçekleşmesi olanağı hemen hemen olmayan (Anayasa Mahkemesi'nden alınmış bir mahkumiyet kararı) bir dava şartını da zorunlu duruma sokmuştur. İşte bu yolla çağdaş hukukta bir benzeri olmayan bir kurum hukukumuza girmiştir.
Çağdaş demokrat toplumlarda, kişilerin veya kurumların onur ve saygınlıklarını -iyi niyetle de olsa- aşırıya varabilecek kural ve düzenlemelerle sağlamak olanağı olmadığı unutulmamalıdır.
Tüm bu nedenlerle sayın çoğunluğun görşüne katılmıyorum; dava, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda getirilen özel sorumluluk kurallarına göre incelenip bir sonuca varılmalıydı.