Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


T.C.
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi
E: 1986/9681
K: 1986/10741
T: 21.10.1986
DAVA : Gerhard Joseph Ernest vekili Avukat Arif ile Hazine vekili, Avukat Yüksel, Belediye Başkanlığı vekili Avukat Yeta, Wilnem Paul Peter kayyımı, Avukat Gülşen, Eltride Wats ve müşterekleri vekili Avukat Şehim aralarındaki tescil davasının reddine dair, (İstanbul 4. Asliye Hukuk Hakimliği)'nden verilen 4.3.1986 gün ve 84/52 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili Avukat Arif tarafından mahkemeye verilen 6.2.1984 tarihli dava dilekçesi ile; tapuda, ada 163 (1343), parsel 41, 133 ve 136 numaralarda, Federal Almanya uyruklu Paul Peter Danielsen adına kayıtlı üç parça taşınmaz ve köşkün, kayıt maliki Paul Peter Danielsen'in ölüm tarihi olan 1958 tarihinden başlayarak, dava tarihine kadar 20 yıldan fazla süreyle çekişmesiz, arasız ve mâlik sıfatı ile miras bırakan Federal Almanya uyruklu Hans Von Aulock ve onun 1980 yılında ölümü ile de, mirascı olan davacı Batı Almanya uyruklu Gerhard Joseph Ernst tarafından aynı suretle tasarruf edildiği bu nedenlerle anılan tapu kayıtlarının hukuki değerlerini yitirdiği ileri sürülerek taşınmazların davacı adına tapuya tesciline karar verilmesi istenilmiştir.
Hazine vekili Avukat Mehmet tarafından verilen 3.11.1983 günlü cevap lâyıhasında : "Almanya'da iktisabi müruruzaman 30 yıl olup davacının bu süreyi doldurmadığı; Almanya'da tescil talebinde bulunabilmek için, tescil isteyenin isminin tapuda mukayyet olması şartının arandığı, oysa davacının adınını tapuda mevcut olmadığı, tapuda mâlik gözüken Paul Peter Danielsen'in mirascısı Elly'nin Türkiye'de ikamet edip dava konusu gayrimenkulde oturduğu, bu durumda davacının zilyetliğinin kesintiye uğradığı, yurt dışında yapılan satış vaadi sözleşmesinin geçerli olmadığı bildirilmiş ve yargılama sırasında da aynı hususlar tekrarlanmış ve ek olarak davacının Hans Von Aulock'un mirascısı olamayacağı ileri sürülmüş ve davanın bu sebeplerle reddine karar verilmesi istenilmiştir.
Belediye vekili ile, Paul Peter Danielsen kayyımı Avkat Gülşen, de Hazine vekili tarafından savunulan hususları tekrarlayarak davanın reddine karar verilmesini istemişlerdir.
Mahkemece, kayyım ile davalı vekillerinin itiraz ve savunmaları yerinde görülerek; zilyetlikle kazanma bakımından iki ülke arasında mütekabiliyet bulunmadığı, davacının miras bırakanlarının zaman zaman yurt dışına çıkmış olmaları sebebiyle zilyetliğin fasılaya uğradığı, bir satış vaadi senedi mevcut ise de, bunun süreli olduğu, Almanya ile aktedilen ikâmet mukavelesinin savaş sebebiyle geçerliğinin şüpheli olduğu gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içindeki Hagen-Eyalet Mahkemesi'nce onaylanan 18.12.1982 tarihli belgeye göre, Paul Peter Danielsen'in mirascıları olduğu belirlenen Frau Elfriede Watts, Frau Anna Ries ve Martin Res (Kayyım Hermann Osenberg Engels)'in vekilleri olduğu anlaşılan bu sıfatla davayı izleyen Avukat Şehim; yargılama sırasında Manheim Noterliği'nce düzenlenip, Hagen Asliye Mahkemesi Başkanı tarafından onaylanan 25.3.1982 tarihli belgede yazılı (miras bırakan Paul Peter Danielsen; Kuruçeşme-Arnavutköy, Set Sokak, 10-12 numaralardaki evleri ve çevresindeki arsaları 1951 yılında ikâmet etmek, kullanmak ve bakmak üzere zilyet olarak Bay Hans Von Aulock'a temlik etmiştir) şeklindeki açıklamayı tekrarlamış ve olaya ilişkin beyanda bulunduğunu bildirmiştir.
Mahkemece davanın sadece Hazine ile İstanbul Belediyesi aleyhine açılması bir noksanlık şeklinde görülmüş ve kayıt mâlikinin mirasçılarına yöneltilmesi istenmiş ise de, bu koşulun yerine getirilmesine ilişkin ara kararları izlenmemiş, Paul Peter Danielsen'in mirasçılarının vekili olduğunu ileri süren Avukat Şehim'in kendiliğinden davaya müdahil vekili olarak girmesi üzerine de olduğu yerde bırakılarak davanın hali hazır tarafları kayyım ve müdahillere göre sonuçlandırılması yönüne gidilmiştir.
Bu açıklamaya göre uyuşmazlık İstanbul'da Boğaziçinde vaki olup yabancı gerçek kişiye ait taşınmazların, yine yabancı bir gerçek kişi tarafından zilyetlik ve zamanaşımı yoluyla kazanılıp kazanılamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Tarafların statülerine göre, uyuşmazlık milletlerarası karakter taşımaktadır. Devletler Hususi Hukuku, hangi devletin özel hukukunun uygulanacağını gösteren hukuk kurallarının bütünüdür.
Eğer bir olay, veya ilişki hiçbir yabancı hukuk düzeni ile temas haline girmemişse, sadece Türk Hukuk düzeni içerisinde vukua gelmişse Türk Hukuku'nun bu olay veya ilişkiye uygulanacağında duraksama olmaz. Yabancı hukuk düzeninin böyle bir olaya uygulanması olasılığı akla bile gelmez.
Buna karşılık, uyuşmazlık konusu olayda olduğu gibi, olay veya ilişki yabancı bir veya birden çok hukuk düzeni ile de ilgili, yani bir yabancılık öğesi taşıyorsa, hangi hukuk düzeninin ve daha açık deyimle hangi devletin maddi hukuk hükümlerinin uygulanacağı bir sorun olarak ortaya çıkabilir.
Olayımızda uyuşmazlıkla ilgili taşınmazlar Türkiye'de bulunmaktadır. Uyuşmazlığı yaratanlar ise Türk uyruklu olmayıp Batı Alman uyruklu gerçek kişilerdir.
Olay tamamen Devletler Hususi Hukuku ile ilgili bulunmaktadır. Devletler Hususi Hukuku'nun ana kaynağını, iç hukuka ait kanun, örf ve âdet hukuku ile belirli konularda yapılıp iç hukuk haline getirilen sözlemeler teşkil eder.
Türk Devletler Hususi Hukuku'nun ana kaynağı, 22.11.1982 tarihine değin 1330 (1915) tarihli Türkiye'de bulunan Yabancıların Hukuk ve Vazifeleri Hakkında Muvakkat Kanun idi.
Bugün Türk Devletler Hususi Hukuku'nun ana kaynağını, 22 Kasım 1982 tarihinde yürürlüğe girmiş olan 20.5.1982 tarihli ve 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usûl Hukuku Hakkındaki Kanun (MÖHUHK) oluşturmaktadır.
Şu hale göre, uyuşmazlığı Türk Devletler Hususi Hukuku kurallarını içeren ve az önce açıklanan hükümlere göre çözümlemek gerekmektedir. Uyuşmazlık miras ve eşya hukukuna ilişkindir. Milletlerarası özel hukukumuzun kaynağı olan 2675 sayılı Kanun'un 23. maddesine göre, aynî haklar malların bulunduğu yer kanuna tabidir. Bu kural 1330 tarihli Muvakkat Kanun'da bulunan ve milletlerarası uygulamada da yer alan genel bir kuraldır. Anılan maddenin birinci fıkrasında taşınır ve taşınmaz mallar üzerindeki mülkiyet hakkı ve diğer ayni haklar malların bulunduğu yer hukuka tâbidir. Bu bir bağlama kuralıdır. Taşınmazlar yönünden Milli Kanun değil de "Mekân Kanunu" kuralının ön planda tutulması, her hukuk düzenini kendi açısından ilgilendiren bir uygulama olması bakımından pratik bir ihtiyacın sonucudur.
Bir taşınmazın mülkiyetinin kazanılması, zilyetliğinin hukuki sonuç doğurması, bulunduğu yerin kamu düzeni ile ilgilidir. Onun içindir ki, kazanma ve kullanma kurallarını tesbit, tamamen malın bulunduğu yer hukukuna aittir. Mülkiyetin kazanılması, bir akti ilişkiye bağlı olabileceği gibi, bunun dışında başka bir olaya, örneğin, zilyetlik gibi fiili duruma da bağlı olabilir. Özellikle, taşınmazların zamanaşımı ve zilyetlik yolu ile kazanılmasında akdi ilişki söz konusu olmayabilir. Taşınmazlarda mülkiyetin "kazandırıcı zamanaşımı" veya diğer fiili yollarla kazanılması hallerinde, her halde, "Mekân Kanunu" yetkili olacaktır.
Olayımızda, zamanaşımı yolu ile kazanıldığı ileri sürülen taşınmazlar Türkiye'de bulunduğuna göre uyuşmazlığı zamanaşımı yolu ile kazanmaya ilişkin Türk kanunlarının uygulanması gerekir.
1982 tarihli Anayasa'nın 16. maddesinde, "Temel hak ve hürriyetler yabancılar için Milletlerarası Hukuk'a uygun olarak kanunla sınırlanabilir" denildiğine göre, Anayasa yabancıların ayni hak sahibi olmalarını asıl olarak kabul etmiş, ancak hak edinmenin Milletlerarası Hukuk'a uygun olarak kanunla sınırlanabileceğini belirtmiştir.
2644 sayılı Tapu Yasası ile de, daha çok, taşınmaz mal edinmeye ilişkin hükümler getirilmiştir. Bu yasanın 35. maddesinde: (Tahdidi mutazammın kanuni hükümler yerinde kalmak ve karşılıklı olma şartı ile) yabancı gerçek kişilerin Türkiye'de taşınmaz mallar edinebilecekleri ve mirasçı olabilecekleri açıklanmakta, 36 ve 37. maddelerinde, bu mal edinmeleri nasıl uygulanacağı ve 38. maddesinde, yürürlükten kaldırılan yasalar ayrı ayrı gösterilmekte ve bu maddenin son fıkrasında başka yasaların bu yasaya uygun olmayan hükümlerinin kaldırıldığı açıklanmaktadır.
35. maddede sözü geçen "Tahdidi mutazammın kanuni hükümlere ittiba" demek, yabancı gerçek kişilerin Türkiye'de taşınmaz mal edinebilmeleri için bu konudaki Türk yasalarına uymaları demektir ki, bunlar arasında 1062 sayılı Mukabele-i Bilmisil Kanunu, 6086 sayılı Turizm Endüstrisini Teşvik Kanunu, Askeri Yasak Bölgeler Kanunu, Köy Kanunu vs. bulunmaktadır.
Dava konusu taşınmazların iktisabına bu hükümler yönünden engel bir durum bulunduğu ileri sürülmemiştir.
35. maddede açıklanan karşılıklılık koşuluna gelince : Batı Almanya ile aramızda 26.5.1927 yılında yapılmış İkâmet Mukavelenamesinin Tasdikine Dair 26 Mayıs 1927 tarihli ve 1048 numaralı Kanun'a göre, Alman uyruklu olanlar Türkiye'de; Türkler de Almanya'da miras ve diğer yollarla taşınmaz mal edinebilmektedirler. Bu sözleşmenin 3. maddesinde, "Tarafeyni akideynden birinin ülkesinde, tarafı diğer teb'ası, memleketin kavanin ve nizamatına tevfikan her nev'i emvali menkule ve gayrimenkuleyi ihraz, tasarruf ve ferağ hakkını haiz olacaktır..... Kanun mucibince veraset tarıkıyle yahut hibe ve vasiyet suretiyle dahi bunlara mâlik olabileceklerdir" denilmiştir. Bir ara Almanya'ya karşı savaş ilân edilmiş ve bu anlaşma askıya alınmış ise de, daha sonra 26.2.1952 tarihli ve 14511 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile bu anlaşlma yeniden yürürlüğe konulmuştur. Demek oluyor ki, gayrimenkul iktisabında Almanya (Federal Almanya) ile aramızda anlaşmaya dayanan karşılıklılık vardır. (Karşılıklılık) mütekabiliyet için iki devlet arasında mutlaka bir sözleşme bulunması da şart değildir. Karşılıklılık bazen fiili şekilde de olabilir. Anlaşma olmamasına rağmen bir devlet diğer devletin vatandaşlarına kendi ülkesinde taşınmaz edinme imkânı veriyor ve bu fiilen gerçekleştiriyorsa mükekabiliyet var demektir.
Nitekim, Dışişleri Bakanlığı'nın dosya içindeki 23.6.1982 tarihli yazısında, Türk Vatandaşlarının Almanya'da fiilen taşınmaz sahibi olabildikleri, bu uygulamanın ilerden beri devam ettiği bildirilmiştir.
Dosya içindeki yazılara göre, Batı Alman uyruklu olan davacının miras bırakanının 1950 yılından bu yana Türkiye'de ikamet ettiği ve arada bir, yurt dışına çıkış yaptığı anlaşılmaktadır.
15 Temmuz 1950 günlü ve 5683 sayılı Yabancıların Türkiye'de İkâmet ve Seyahatleri Hakkındaki Kanun'un 3. madesine göre Türkiye'de bir aydan fazla kalacak olan yabancı, ikâmet teskeresi adındaki belgeyi almak zorundadır. Bu belgeyi alanlar Türkiye'de yerleşmek suretiyle kalabilirler. Yalnız bazı yerlerde ikâmet yabancıya tamamen yasaklanmış, ya da izne tabi tutulmuştur. Özellikle askeri birinci ve ikinci derecede yasak bölgelerde yabancıların ikameti kural olarak yasaktır. Köylerde ikâmet Köy Kanunu'nun 88. maddesi hükmüne göre İçişleri Bakanlığı'nın iznine tabî tutulmuştur.
Davacı ve murisi Türkiye'de ikamet ve seyahat etme hakkına sahip kimselerdir. Dosya içindeki yazılar bu yönü belgelemektedir.
Dava, Medeni Kanun'un 639/2. maddesi ile ilgilidir. Bu madde hükmünce "tapu sicilinde, maliki kim olduğu anlaşılmayan veya 20 sene evvel vefat etmiş yahut gaipliğine hüküm verilmiş bir kimsenin uhdesinde mukayyet olan bir gayrimenkulü aynı koşullar altında yedinde bulunduran kimse dâhi o gayrimenkulün mülkü olmak üzere tescilini talep edebilir.
Bu madde Türkiye'de bulunan bir taşınmazın zilyetlik ve zamanaşımı yolu ile hangi koşullar altında kazanılabileceğini göstermektedir.
Mütekabiliyet şartına uygun olarak, bir Türk Vatandaşı Almanya'da akdi şekilde, ya da zamanaşımı yolu ile taşınmaz edinebilmektedir. Olağanüstü zamanaşımı yolu ile kazanma koşulları her iki ülkenin mevzuatına göre değişik olsa bile, bu durum karşılıklılık ilkesinin uygulanmasına engel teşkil etmez.
Örneğin, Medeni Kanun'un 639. maddesinde kazanma zamanaşımı süresi 20 yıl olduğu halde, Alman Medeni Kanunu'nun 927. maddesinde bu süre 30 yıldır. İç düzenlemeye ilişkin bu hükmün Türk Hukuku'nda öngörülen zamanaşımı süresini değiştirdiği kabul edilemez. Başka deyimle, Alman Hukuku'nun daha uzun olan zamanaşımı süresinin olayımıza uygulanması istenemez. Aksi düşünüş kabul edilirse, gayrimenkule ilişkin uyuşmazlıklarda yabancı hukukun uygulanması gerekir. Bu durum ise, Türk kamu düzenini katlanılmaz bir biçimde bozar. Buna mukabil yabancı hukukun iç hukuktaki zamanaşımı süresinden daha uzun ve daha kısa bir süre öngörmesi ise, kamu düzenini bozan bir durum sayılmaz. İlke olarak zamanaşımı yolu ile taşınmaz iktisabı Alman Hukuku'nda da kabul edilmiş ve karşılıklılık ilkesine uygun olarak Türk vatandaşları Almanya'da bu haktan yararlandıklarına göre, Batı Alman uyruklular da zamanaşımı yolu ile taşınmaz iktisabı hakkından yararlanırlar. Alman Hukuku'ndaki daha uzun olan zamanaşımı süresinin olaya uygulanması gerekmez. Bu genel açıklamalar karşısında mahkemenin karşılıklılık ilkesi bulunmadığına ve dolayısıyla davacının başka bir dava açamayacağına dair gerekçesine itibar etmek mümkün olamayacaktır.
Uyuşmazlığın dava şartları, taraf teşkili ve Medeni Kanun'un 639/2. maddesi açısından incelenmesi gerekir.
Davacı Gerhard Joseph ve İstanbul 8. Sulh Hukuk Mahkemesi'nden alınan mirasçılık belgesi ibraz etmiştir. Davalı Hazine vekili yargılama sırasında davacının mirasçı olamayacağını, çünkü miras bırakan Hans Von Auloc'un başka mirasçıları bulunduğunu bildirmiştir.
Tapu Kanunu'nun 35. maddesine ve 2675 sayılı Kanun'a göre davacının, miras bırakan Hans Von Auloc'un mirascısı olduğunu ispatlaması gerekir. Mirasçılık belgesi aksi isbat edilinceye kadar geçerli olan belgelerdendir. Gerek dava şartı yönünden, gerekse mirasçının tesbiti yönünden Hans Von Auloc'un davacıdan başka mirasçısı olup olmadığının saptanması zorunluluğu vardır. Bu itibarla aksini ileri süren Hazine'ye mevcut mirasçılık belgesini iptal ettirmek ve gerçek mirasçıları tesbit ettirmek üzere dava açması için gerekli mehil ve imkânın verilmesi icap eder. Miras bırakan Hans Von Auloc'un başka mirasçıları varsa, Medeni Kanun'un 581. maddesi uyarınca bunların da davaya katılmaları veya miras ortaklığına Türk kanunlarına göre bir mümessil tâyin ettirilerek onun huzuru ile davaya bakılması gerekir. Mahkemece bu yönün araştırılması, davanın gerçek mirasçı tarafından açılıp açılmadığının denetlenmesi ile ilgilidir. Davacı mirasçı değil ise, şüphesiz miras bırakanın zilyetliğinin maddi hukuk açısından davacıya intikali mümkün olamayacaktır. Medeni Kanun'un 539. maddesi hükmüne göre, diğer miras hakları gibi zilyetlik de ancak gerçek mirasçılara intikal eder.
Davada, eski deyimle husumetin kime yöneltileceği meselesi de çözümü gereken bir husustur. Gerçekten de Türk Hukuku'na göre, hukuki değerini yitirdiği ileri sürülen bir tapu kaydının iptali davasının, kayıtda mâlik olarak gözükene mâlik ölmüşse mirasçılarına yöneltilmesi gerekir. Bu yön hem maddi hukuk bakımından, hem de usûl hukuku bakımından yerine getirilmesi gereken bir ödevdir. Mesele bu açıdan incelendiğinde, belediyenin dava ile ilgisi bulunmadığı ortaya çıkar. Belediyenin davada hukuki yararı söz konusu bulunmamaktadır. O itibarla belediye hakkındaki davanın reddine karar verilmesi sonuç bakımından yasaya uygundur. Davacı tarafın bu yöne ilişen temyiz itirazları yerinde bulunmadığından REDDİNE, diğer davalıların durumuna gelince : Dava konusu taşınmazlara ait tapu kayıtlarında, mâlik olarak gözüken Paul Peter Danielsen 2.7.1958 tarihinde ölerek, kızlık adı Ries olan dul Elly Danielsen'i, bu da 30.4.1971 tarihinde ölerek Efridewatt, Wilhem Ries, Martin ries'i ve bunlardan Wilhem Ries'in de 26.4.1974'de ölümü ile karısı Anne Viktoria Ries'i terketmiştir. Paul Peter'in mirasçılarını tesbit eden ve Alman mahkemelerinden verilmiş olan mirascılık belgeleri Türk Hukuku'na göre tanınmamıştır. 2675 sayılı Kanun'un 22. maddesine göre Türkiye'de bulunan taşınmaz mallar hakkında Türk Hukuku uygulanır. Ayrıca aynı kanunun 23. maddesinde taşınmazmallar üzerindeki mülkiyet hakkı ve diğer ayni hakların, malların bulunduğu yer hukukan tabi olduğu, 30. maddesinde mirasa ilişkin davaların Türkiye'deki son ikametgahı mahkemesinde, son ikametgahının Türkiye'de olmaması halinde terekeye dahil malların bulunduğu yer mahkemesinde bırakacağı, 38. maddesinin (B) bendinde "ilâmın Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olması" şartı öngörülmüş 42. maddede 38. maddenin (A) ve (D) bendlerinin uygulanamayacağı açıklanmıştır. Bu hükümlere göre, davanın gerçek mirasçılara yöneltilmesi gerekmektedir. Kayıtda mâlik gözükenin gerçek mirasçılarının tesbiti icap eder. Mirasçıları belli olan kimsenin mal idaresine yetkili olan kayyımla temsili mümkün değildir. Yabancı mahkeme tarafından Türkiye'de bulunan gayrimenkullere ilişkin mirasçılık belgesi tanınmadığı sürece kabul edilemeyeceğine göre bu mirasçılık belgeleri ile yenitilmemesi ve malik gözükenin tüm nüfus kayıtlarının celbedilerek gerçek mirasçılarının saptanması ve davanın bunlara yöneltilmesi için davacı tarafa mehil ve imkan verilmesi ve bu suretle ilk aşamada dava şartı ve daha sonraki safhada davanın gerçek davalılara yöneltilmesi koşulları yerine getirildikten sonra uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekir. Türk Hukuku'na göre, dava şartı ve temsil kamu düzeni ile ilgilidir. Bu itibarla mahkemece davanın gerçek hasma yöneltilmiş olup olmadığını aramak zorunluluğu vardır.
Dava, 1567 sayılı Kanun ve bu kanuna göre çıkartılan tebliğler ve kararname hükümlerini bertaraf etmek amacı ile açılmış, yahut ferağa, kabul, sulh gibi uyuşmazlığa son veren irade işlemlerine bağlanmış ise, kamu düzenini ilgilendiren Veraset Vergisi Kanunu, 1567 sayılı Kanun ve bu kanuna göre çıkarılan tebliğnameler, Vergi Kanunları, Harçlar Kanunları gibi kanunların hükümlerinin gözönünde tutulması, bu hükümlerden kaçınmak maksadına yönelik davranışlara izin verilmemesi gerekir. Dava şartı ve husumet tevcihine ait şartlar çözümlendikten sonra, işin esasının incelenmesi, Medeni Kanun'un 639/2. maddesinde öngörülen diğer kazanma koşullarının oluşup oluşmadığının araştırılması, Türkiye'de ikâmet ve seyahat etmek hakkına sahip olduğu dosya içindeki belgelerden anlaşılan davacının ara sıra Türkiye dışına çıkışının süregelen zilyetliği ne yönde etkilediğinin açıklanması gerekir. Mahkemece açıklanan yönler üzerinde durulmamış eksik inceleme ve aksine düşüncelerle yazılı şekilde hüküm verilmiştir.
SONUÇ : Temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), Yargıtay duruşmasında vekil ile temsil olunan davacı Avukatlık Ücret Tarifelerine göre takdir olunan 3.000 lira avukatlık ücretinin davalı Maliye Hazinesi'nden alınarak davacıya verilmesine ve 1.500 lira peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 21.10.1986 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI (I)
Taşınmaza ilişkin konularda taşınmazın bulunduğu yer hukukunun uygulanacağı kuşkusuzdur. Sayın çoğunluk görüşünde açıklandığı gibi, ülkemizde bulunan bir taşınmazın herhangi bir hukuki nedenle kazanılmasında, yabancı uyruklu kişiler bakımından kesin bir imkansızlık yoktur. Ne var ki, ülkemiz kanunlarının sınırlamayı gerektiren hükümlerinin yanıbaşında, esaslı bir unsur olan "karşılıklılık" ilkesinin yorumu ve uygulanması açısından sayın çoğunlukla aynı görüşü paylaşamadığımı belirtmek zorundayım. Medeni Kanun'un 639/2. maddesi uyarınca kazandırıcı zamanaşımı ve zilyedlikle taşınmaz edinilmesinde Federal Alman ve Türk Hukuku arasında gerçek anlamda karşılıklılık bulunduğu söylenemez. Federal Almanya'da Türkler için zilyedlikle kazanma müessesesinin var olduğu, ancak koşullarının Türk Hukuku'ndan farklı bulunduğu saptanmıştır. Özellikle Alman Hukuku'nda kazandırıcı zamanaşımı süresinin 30 yıl olması ve tescil isteyenin adının tapuda kayıtlı bulunması koşulları, hukukumuzla paralellik taşımadığı ve bu açıdan "karşılıklılık" esasının var olmadığı sonucuna görürür. Kuşkusuz, yabancı hukuktaki bu koşulların, kendi hukukumuzun uyglanmasında öncelik taşıyacağı ve üstü kapalı biçimde hukukumuzu değiştireceği savunulamaz. Bu konuda Türk Taşınmaz Hukuku esaslarının uygulanacağı doğaldır; ancak karşılıklı olmak koşulu ile!... Yukarıda açıklanan farklı imkânlar, "karşılıklılık" ilkesini zedeler. Bu imkanın varlığından sözedilebilmesi için, nasıl Alman uyruklu kişiler -diğer koşullar varsa- yirmi yıllık bir zilyedlikle tapuda isimleri olmasa dahi taşınmazın tescilini isteyebileceklerse, Türk vatandaşları da Almanya'da aynı süre ve koşullarda tescil istiyebilmelidirler. Oysa yirmi yıl zilyedliği olan ve tapuda adı kayıtlı bulunmayan kimseler bu haktan yararlandırılmamaktadır. Demek oluyor ki, bu farklılık Türk vatandaşı zararına sonuç doğurmaktadır. Bu durumda "karşılıklılık" vardır denemez.
Öte yandan, yerel mahkemenin de kabul ettiği gibi zilyedlik kesintisiz olmayıp, aralıklıdır. Zaman zaman yurt dışında bulunmak suretiyle Türkiye'de ikamete ara verilmiş olması zilyedliği kesintiye uğratmış bulunmaktadır.
Her iki nedenle, diğer dava şartları ve husumet ehliyeti yönlerinden inceleme ve araştırma yapılması yolunda sayın çoğunluk görüşüne katılmadığımdan, yerel mahkeme hükmünün onanması gerektiği görüşündeyim.
KARŞI OY YAZISI (II)
Karşılıklılık ilkesine göre Alman uyruklu davacının MK'nun 639/2. maddesi uyarınca zilyedlikle taşınmaz kazanması mümkün değildir. Sayın Üye Cahit Nalbantoğlu'nun sadece bu hususa ait düşüncesine aynen katılıyorum. Mahkme kararının bu nedenle onanması görüşündeyim.
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini