 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1986/7465
K: 1986/8123
T: 02.12.1986
DAVA : Taraflar arasındaki istihkak ve manevi tazminat davası
üzerine yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı dava
konusu sekiz adet kelleli altın (iki buçukluk), bir adet kelleli (atsarmalı)
altın üç adet küçük altın (ata tek) ve altı adet bilezik bedeli 300.000
liranın davalıdan alınarak davacıya ödenmesine ve yine dava konusu bir çift
küpe, iki adet nişan yüzüğü, bir adet taban halısı, iki adet Alman halısı ve yedi adet takımlık kumaşın davalıdan olduğu anlaşılmakla davacı tarfından
davalı aleyhine bu eşya ile ilgili olarak açılan davanın ve yerinde
görülmediğinden manevi tazminat isteğinin reddine ilişkin hükmün süresi
içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşuldu:
Dava biri manevi tazminat, diğer eşyaya ilişkin olmak üzere iki tür isteği kapsamaktadır. Taraflar evlenme akdi sonra yapılmak üzere biraraya gelip karı koca gibi yaşamışlar ve bir süre sonra ayrılmışlardır. birleşme tarihinde davacının ergin olmaması nedeniyle davalının eylemi suç teşkil etmiş ve Türk Ceza Kanunu'nun 416. maddesinin son fıkrası ile mayubiyete sebebiyet verilmiş olduğundan 418. maddenin ikinci fıkrası uyarınca cezalandırılmıştır. Davacı bu eylemden ötürü manevi tazminat olarak yüzbin liranın tahsilini ve ayrılma nedeniyle de 315.000 lira değerinde olduğunu söylediği altın ve diğer eşyanın var olduğu takdirde aynen teslimini, aksi takdirde bedelinin ödetilmesini istemiştir. Davalı süresinde olmayan 11.8.1983 tarihinde kaleme havale edilmiş dilekçesinde zamanışımı def'inde bulunmuştur. Her ne kadar bu def'ini ileri sürerken olayı nişanlanma olarak değerlendirmişse da hakim tarafların hukuki nitelendirilmesi gerekir. Nitekim mahkemece de o yolda değerlendirme yapılmıştır. Davacı vekili 14.10.1983 günlük ilk oturumda zamanaşımı def'ine karşı (bu yoldaki iddia varit değildir) demiştir. 11.6.1985 günlü oturumda ise mahkemece süresinde yapılmayan zamanışımı def'inin reddine karar verilmiş ve sonuçta bu gibi birleşmeler örf ve adete uygun bulunduğundan manevi tazminat isteğinin
reddi yoluna gidilmiş ve bir kısım eşyanını ise bedelinin tahsiline karar
verilmiştir. bu karara karşı yalnız davalı temyiz yoluna başvurmuştur.
KARAR : 1 - Zamanaşımı def'i ilk itirazlardan olmadığından duruşmanın her aşamasında ileri sürülebilir. Ancak Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 202. maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre davacı muvafakat etmeksizin davalı savunmasını genişletemez ve değiştiremez. O halde bu davada öncelikle süresi geçtikten sonra yapılmış bulunan zamanaşımı def'ine davacının muvafakatı bulunup bulunmadığı üzerinde durulmalıdır. İlk oturum tutanağında davacının sadece (zamanaşımı iddiası varit değildir.) demekle yetindiği görülmektedir. Bu açıklama nitelikçe genişletilen savunmaya karşı usul hukuku yönünden muvafakat edilmemesi değil, esas hukuk yönünden zamanaşımı def'inin yersiz bulunduğunu açıklamaktan ibarettir. Bu durumda zamanaşımı def'inin
incelenmesi gerekirken mahkemece resen süresinde yapılmadığından bahisle
reddine karar verilmiş olması bozmayı gerektirir. Ancak dava dilekçesinde
eşyanın var olduğu takdirde aynen tesliminin istenilmiş olmasına karşılık
duruşma sırasında bunların mevcut olmadığı belirmiş ve mahkemece de bedeline hükmedilmiştir. Hal böyle olunca olayda Borçlar Kanunu'nun 60. maddesinde
düzenlenmiş bulunan tazminata ilişkin hukuk zamanaşamının uygulanması
gerekir. Öte yandan davacının eşyanını var olmadığını dava sırasında öğrenmiş oluduğu belirmektedir. O halde süzü edilen zamanaşımı gerçekleşmemiştir. Bu
nedenle mahkemece zamanaşımı def'inin reddine karar verilmiş olması sonucu
itibariyle doğru olmakla dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla
yasaya uygun gerektirici nedenlerle, delillerin takdirinde bir yolsuzluk
görülmemesine göre temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Manevi tazminat isteğine yol açan davalının eylemi suç teşkil etmektedir. Bu gibi eylemlerde ceza zamanaşımının uygulanması gerekir. Davalının işlemiş olduğu suçun gerektirdiği cezanın miktarı itibariyle de manevi tazminata ilişkin dava beş yıllık zamanaşımına tabidir. Öte yandan gerek Türk Ceza Kanunu'nun 38, gerekse Borçlar Kanunu'nun 49. maddeleri hükümleri uyarınca davacı manevi tazminat istemeğe hak kazanmış bulunmaktadır. O halde davacı yararına uygun bir miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken bu bölüm isteğin örf ve adetten söz edilerek ve eylemin cezayı gerektirdiği gözetilmeyerek reddine karar verilmiş olması yasaya aykırıdır. Ancak davacının temyizi olmadığından
bu yön bozma nedeni yapılmış, sadece yanlışlığa değinmekle yetinilmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın 1. bentte gösterilen nedenle ONANMASINA
2.12.1986 gününde oybirliğiyle karar verildi.