 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1986/4898
K: 1986/7786
T: 17.11.1986
DAVA : Taraflar arasındaki haksız eylemden doğma maddi ve manevi tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine ilişkin hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine; tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor okunduktan sonra dosya incelendi gereği konuşuldu:
KARAR : Davacı, adam öldürme, suç zanlısı olarak karakolda işkence gördüğünü ve bunun sonucu tutuklandığını ileri sürerek 4.000.000 lira maddi ve 2.000.000 lira manevi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, işkencenin davalılardan hangisi tarafından yapıldığı kanıtlanmadığını; kanıtlansa dahi, kamu görevlisinin şahsi kusurundan dolayı idarenin sorumlu olamıyacağını kabul ederek tüm davalılar hakkındaki isteğin reddine karar vermiştir.
Davacının bir adam öldürme olayının suç zanlısı olarak karakolda sorgusunun yapıldığı sırada işkenceye maruz kaldığı ve suç ikrarının bu nedenle elde edildiği anlaşıldığından ceza mahkemesinde beraat ettiği (Yargıtay 1. Ceza Dairesi'nin 12.12.1984 gün ve 4633/5166 sayılı kararı); bir kısım davalılar hakkında açılan ceza davasında da "(müdahilin-davacımız-sanık olarak sorgulaması yapılırken işkenceye maruz kaldığında kuşku bulunmamakla beraber, bu eylemin sanıklardan hangisi tarafından gerçekleştirildiğine dair kanıtların yetersizliği gerekçesiyle beraat kararı verildiği (Yargıtay 8. Ceza Dairesi'nin 12.10.1984 gün ve 4068/4351 sayılı kararı) anlaşılmaktadır. O halde gerek ceza ilamlarında kabul edilen sonuca ve gerekse bu sonucun dayanakları olan maddi olgulara göre" davacının ceza soruşturması sırasında işkence gördüğü ve suçu ikrar ettiğinden bir süre tutuklu kaldığı" kabul edilmelidir.
1 - Dava idare ve kamu görevlileri aleyhine açıldığından öncelikle görev ve husumet sorunu üzerinde durulmalıdır:
a - Kural olarak idari eylem ve işlem nedeniyle kişilerin uğradıkları zararlardan dolayı açılacak tazminat davaları (tam kaza davası) idari yargının görev alanı içindedir. Ne var ki, idari işlem ve eylemin söz konusu olmadığı veya yasa koyucunun açık olarak görev verdiği durumlarda Adli Yargı'da da idare aleyhine dava açılması olanağı vardır.
Bilindiği gibi toplum düzenini bozan ve suç sayılan eylemler nedeniyle suçluyu ve suç kanıtlarını arayıp toplamak adli bir işlemdi; bunun kolluk kuvvetleri ve orada çalışan kamu görevlileri tarafından gerçekleştirilmiş olması sonuca etkili değildir. Çünkü kolluk kuvvetlerinin veya burada çalışan kamu görevlisinin "adli zabıta" olarak yerine getirdiği görev, hem idarenin fonksiyon ve kudreti, hem de idare hukukunun konusu dışında kalır. Olayımızda, işkence olayı, adli işlemin yani suçlunun sorgulaması sırasında gerçekeştiğine göre idari eylem ve işlemden söz edilemiyecektir.
Diğer taraftan; Türk Hukuk Sisteminde, İdareye atıf ve isnat edilebilecek bir nitelikte olmakla birlikte işlem ve eylemin bozularak idari karekterini kaybettiği hallerde (haksız fiil-fiili yol); sorumluluğun özel hukuk (Medeni Kanun-Borçlar Hukuku) kurallarına göre ve adli yargı yerinde belirleneceği de kabul edilmektedir (S.S. Onar, İdare Hukukunun Umumi Esasları, Cilt: lll Sh: 1668 vad.; L. Duran, İdari meseleler, 1964 sh: 55-56; A. Özkul, İdari Yargının Görev Alanı, sh: 56 vd. ve orada anılan yargı kararları). Uygulamada idari eylem ve işlem niteliğini kaybeden haksız fiiller (fiili yol) bireyin mülkiyet hakkına, kamu hürriyetlerine ve kişilik hakkına saldırılar şeklinde görülmektedir.
İdarenin veya onun adına hareket eden kamu görevlisinin, "işkence yapma" hak ve yetkisi söz konusu olamıyacağına ve bunun suç teşkil etmesine göre; bu değerlendirilmeyle de, ortada bir haksız eylem (fiili yol)'in varlığı kabul edilmelidir.
b - Anayasamızın 129/5. maddesinde, "memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğma tazminat davalılarının" idare aleyhine açılacağı kabul edilmiştir. Ne var ki, bu kural mutlak olmayıp; idari yetkilerin kullanma alanı ile, başka bir değişle idari işlem ve eylem niteliğini kaybetmemiş davranışlarla sınırlıdır. Özellikle haksız eylemlerde (fiili yol); kamu görevlisinin, Anayasa'nın bu güvencesinden yararlanma olanağı bulunmamaktadır. Yerleşmiş Yargıtay uygulaması bu yoldadır (Hukuk Genel Kurulu, 30.4.1986 gün ve 1985/4-309 E., 1986/466 K., 4. Hukuk Dairesi, 27.2.1986 gün ve 1268/1841 K.).
Davalı kamu görevlileri hakkında ileri sürülen ve zararın nedeni olan olayın (ceza sorgulaması sırasında işkence) idari eylem ve işlemle ilgisi bulunmamasına göre husumetin idare ile birlikte diğer davalılara da yöneltilmiş bulunması ve mahkemeninde işin esasını incelemiş olması doğrudur. 2 - İşin esasına gelince:
a - Davacının, karakolda sorgusu yapılırken, işkence gördüğü; bu yolla alınan kendisini suçlu kabul eden beyanı nedeniyle bir süre tutuklu kaldığı ceza kararları ve dayanaklarıyla anlaşılmaktadır. Haksız eylem olduğu tartışmasız bu durumdan Devlet'in sorumlu olması eylemin idareye atıf ve isnat olunmasına bağlıdır (S.S. Onar, a.g.e., sh. 1674). Davacının işkence görmesiyle Devletin adli fonksiyonuna dahil bir hizmetin yürütülmesi sağlanmıştır. O halde idari işlem niteliğinde bulunmayan adli bir hizmetin görülmesi sırasında adli nitelik ve karakterini dahi kaybeden böyle bir haksız fiilden Devletin sorumluluğu kabul edilmelidir. Mahkemenin, böyle bir eylemin memurlar için kişisel kusur oluşturacağı gerekçesiyle idare hakkındaki davayı reddetmesi usul ve yasaya aykırıdır.
İdare adamının şahsi kusurunun, böyle hallerde, idareyi sorumluluktan kurtarmayacağı unutulmamalıdır. Kuşkusuz bu gibi durumlarda müteselsil sorumluluk (BK. m. 50) sözkonusu olacaktır. Sonuçta eylemle zarar arasında illiyet bağının varlığı tartışılmamalıdır.
b - Ceza davasında, işkencenin kimin tarafından gerçekleştirildiğinin kesin olarak anlaşılamadığından beraet kararı verildiği doğrudur. Ne var ki, hukuk hakimi, kanıtları ceza hukuku açısından ve bu usullere göre değerlendiren, ceza hakiminin beraet kararıyla bağlı değildir (BK. m. 53).
Davacı, Asliye Ceza Mahkemesinin (1982/36 sayılı dosya) 16.6.1982 günlü oturumda müşteki olarak verdiği ifade kendisine karakolda sürekli işkence yapıldığı; maznunlardan hepsinin işkence yaptığını kesin olarak söylemiyeceğini ancak bir defasında gözündeki bağın kaymasıyla davalı Münir ile Hayrettin'i gördüğünü açıklamıştır. Davacının karakolda işkence gördüğü tartışmasız olduğuna göre bu samimi beyanı değerlendirilmelidir. İşkencenin yapıldığı karakolun amiri davalı komiser Münir'dir ve sorgulamada hazır bulunmuştur (bkz. 13.1.1982 savcı yardımcısına verdiği ifade); ayrıca işkenceyle alındığı ortaya çıkan davacı ifadesini alan da davalı Polis Hayrettin'dir (bkz. 20.12.1981 günlü sanık Cafer'in ifade tutanağı).
O halde bütün bu kanıtlar ve olgular birlikte değerlendirildiğinde işkence olgusuna davalılardan Münir ve Hayrettin'in karıştığı kabul edilmelidir. Davacının sorgusuna katılan adı geçen bu görevli kişilerin bilgi ve iştiraki dışında bir işkencenin yapılması düşünülemez. Mahkemenin kanıtların değerlendirilmesinde hataya düşmesi de usul ve yasaya aykırı olup hüküm bu nedenle de bozulmalıdır.
3 - Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir yolsuzluk görülmemesine göre davacının, davalı Münir ve Hayrettin dışında kalan diğer davalılara yönelik temyiz itirazlarının reddi gerekir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın bir ve ikinci bentte gösterilen nedenlerle davalı İdare, Münir ve Hayrettin ile sınırlı olmak üzere davacı yararına (BOZULMASINA), davacının diğer davalılara yönelik temyiz itirazlarının üçüncü bentte gösterilen nedenle reddine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 17.11.1986 gününde oybirliğiyle karar verildi.