 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1986/1995
K: 1986/4064
T: 13.05.1986
DAVA : Taraflar arasındaki maddi ve manevi tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı dava dilekçesinin reddine ilişkin hükmün davacı avukatı tarafından duruşma istekli olarak temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşuldu :
KARAR : Davacı, davalının kendisiyle ilgili idari işlemi iptal eden yargı kararını yerine getirmediğini ileri sürerek 2.000.000 lira manevi ve 2.500.000 lira maddi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, Anayasa'nın 129/5 inci maddesi gereğince, davalı olan kamu görevlisi aleyhine doğrudan tazminat davası açılmayacağı ve tazminat davasının Devlet aleyhine açılması zorunlu bulunduğu gerekçesiyle (idare aleyhine ilgili davayı açmakta serbest olmak üzere) dava dilekçesinin reddine karar vermiştir.
Anayasamızın 129/5 inci maddesi (Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin "yetkilerini kullanırken" işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir) hükmünü getirmiştir. Diğer taraftan (Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez) hükmü de tüm kamu görevlilerine de verilmiş bir Anayasa emridir (m.138/4).
O halde sorun, bir Anayasa emrini yerine getirmeyen kamu görevlisi aleyhine doğrudan doğruya dava açılmasının, Anayasa'nın 129/5 inci maddesinin nitelikçe kapsamı; memur ve kamu görevlilerinin "yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlarla" sınırlıdır. Bu nedenle, memur güvencesi için, öncelikle idareye izafe edilecek bir idari işlem ve eylemin bulunması zorunludur. Oysa, idarenin ve dolayısıyle kamu görevlesinin yargı kararını yerine getirmesi bir idari işlem ve eylem niteliğinde değildir; aksine uyulması gerekli bir Anayasa emridir. bu nedenle mahkemenin Anayasada "hizmet kusuru- kişisel kusur şeklinde bir ayırım yapılmamış olmasından" hareketlesonuca gitmesi doğru olmamıştır.
Anayasanın memur ve kamu görevlileri için öngördüğü teminatın "idari işlem ve eylem" olarak nitelendirilebilecek davranışlarda söz konusu olduğu maddenin açık sözünde olduğu gibi özünde de vardır; ancak bu gibi eylem ve davranışlardan doğan şahsi kusurundan dolayı memurlar ve diğer kamu görevlileri aleyhine doğrudan dava açılamaz. Memurun kamu görevini yerine getirirken zararı oluşturan davranışı, bir idari işleme yabancı ise, çoğu kez suç teşkil eden bu davranışlar nedeniyle, memur zarar görene karşı doğrudan doğruya ve kişisel kusurundan dolayı sorumlu olacaktır.
Kaldı ki, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28 inci maddesi (Mahkeme kararlarının altmış gün içinde kamu görevlilerince kasten yerine getirilmemesi halinde, ilgili idare aleyhine dava açabileceği gibi, kararı yerine getirmeyen kamu görevlisi aleyhine de tazminat davası açabilir) hükmünü getirmiştir. bu hükmü dairemizin düzenli uygulaması haline gelen ve yukarıda açıklanan 129/5 inci maddenin yorumunu da doğruladığı gözden uzak tutulmamalıdır.
O halde ve özellikle yürürlükte bulunan 2577 sayılı Kanunun 28 inci maddesinin açık hükmü karşısında yargı kararlarının yerine getirilmemesinden doğan sorumlulukta kusurun, kast niteliğinde bulunması gerekir.
Olayımızda, davacıyla ilgili idari işlem, Ankara 3 no'lu İdare Mahkemesinin 18.2.1985 gün ve 1096/167 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve Danıştay'ın 2.10.1985 gün ve 334/2254 günlü kararıyla onanmıştır. İdare mahkemesi kararı resmen, 4.2.1985 gününde davalının başında bulunduğu Ankara Üniversitesine tebliğ edilmiş ve davacı vekili de 5.3.1985 gününde kararın yerine getirilmesini talep etmiştir.
İdare bu karar üzerine : 13.3.1985 gününde Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesine gönderdiği yazıyla iptal kararıyla ilgili yargılama giderlerinin ödenmesi için başvurmuş; hukuk müşavirliğinin 22.3.1985 günlü yazısındaki görüşü benimseyerek durumun bir defa daha görüşülmesi amacıyla ve aynı tarihte Üniversite senatosu'ndan istekte bulunması; 26.3.1985 günlü yazıyla iptal kararı gereğinin 2577 sayılı Kanunun 28. maddesi gereğince yerine getirilmesi özlük işlerinden istenmiş; Yargı yetkisinin idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğuna, idare yerine gerçek idari işlem ve eylem niteliğinde yargı karar vermiyeceğine ilişkin Anayasanın 125. maddesinin 4. fıkrası ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin 2. bendi gereğince Üniversite senatosu 17.6.1985 gününde konuyu ele almışsa da (Üniversiteler öğretim üyelerinin seçimleri ve profesörlüğe yükseltilmeleri hakkındaki tüzüğün 18. maddesi uyarınca adayın dosyası ve eserlerinin senato üyelerince incelendikten sonra gelecek toplantıda görüşülmesine karar vererek) bir sonuca varmamış; 11.10.1985 gününde ise, davacı vekiline gönderilen bir yazıyla, yargı kararının yerine getirildiği bildirilmiştir. Bu dava ise, 7.10.1985 gününde açılmıştır.
Sorun, yargı kararını yerine getirmekle yükümlü olan, idare adamı kamu görevlisinin sorumluluğundadadır. Davalı rektörün bu yargı kararını yerine getirmemekte kastının varlığını gösterir kanıt bulunmamaktadır. Ayrıca idarenin bazı nedenlerle uygulamanın kapsamında duraksamaya düştüğü de anlaşılmaktadır; bunda bir kötü niyet olduğu da kanıtlanmamıştır. O halde, yargı kararını yerine getirilmemesinde davalının ihmali olduğu kabul edilebilir; ne var ki kastının bulunduğu söylenemez. Yasal süresi geçtikten sonra bu yargı kararının yerine getirilmiş olması da kast unsurunun bulunmadığı yolundaki yargıyı güçlendirir niteliktedir. Bir yargı kararının yerine getirilmesinde kastın belirlenmesi, bir sorun olarak ortaya çıkabilir. Ne var ki, idareye resmen gönderilen bir yargı kararının, bunu bir anayasa emri olarak yerine getirmekle yükümlü olan kamu görevlisinden "yerine getirme açıkça istendiği halde" yasal süre içinde getirilmemesi halinde kastın varlığı kural olarak kabul edilmelidir. Olayımızda böyle bir durum da gerçekleşmemiştir.
Mahkemenin Anayasanın 129. maddesinin 5. fıkrasına verdiği anlam ve gerekçesi yerinde değilse de, davanın reddi yukarıda gösterilen gerekçelerle doğru görüldüğünden, hükmün HUMK.'nun 438. maddesinin 9. fıkrası gereğince gerekçe değiştirilerek onanması uygun görülmüştür.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda anılan gerekçeyle ONANMASINA, 13.5.1986 gününde oybirliğiyle karar verildi.