 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1986/1872
K: 1986/2472
T: 18.03.1986
DAVA : Taraflar arasındaki haksız şikayetten doğma manevi tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine ilişkin hükmün süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine; tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor okunduktan sonra, dosya incelendi, gereği konuşuldu:
Dava, haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat isteğine ilişkindir. Davalılar Cumhuriyet Savcılığına başvurarak, davacının hırsızlık suçunu işlediğini ileri sürüp cezalandırılmasını istemişlerdir. Davacı hakkında TCK. nun 493/1. maddesinin uygulanması isteğiyle kamu davacı açılmışsa da yapılan duruşma sonucunda sanığın hızsızlık kastı ile hareket etmediği, eyleminin kendiliğinden hak alma niteliğinde bulunduğunu anlaşılmakla hırsızlık suçundan beraatine karar verilmiş ve kendiliğinden hak alma yönünden şikayet bulunmadığından bu konuda bir işlem yapılmamıştır.
Dava dilekçesinde davalıların davacıya iftira ettikleri ileri sürülmektedir. Mahkemece deliller toplandıktan sonra Dairenin bazı kararlarından söz edilerek olayda davalıların hak arama hürriyetlerini kullandıklarından ve davacının suçsuz olduğunu bile bile ve sırf onu mağdur etmek amacıyla hareket etmediklerinden söz edilerek davanın reddine karar verilmiştir.
Böylece dava Medeni Kanunun 24. maddesi gereğince korunan kişilik haklarına yapılmış saldırı nedeniyle Borçlar Kanununun 49. maddesi hükmüne müstenid bir manevi tazminat isteğine ilişkindir. Tecavüzün hukuka uygun olduğunu kabul edebilmek için hukukça korunan üstün hak ve çıkarın var olması yeterli değildir. Aynı zamanda bu hak ve çıkarın kötüye kullanılmamış olmasıda gerekir. Elinde hiçbir ispat vasıtası (delil ya da emare) olmayan kişinin tahmine ya da zanna dayanarak veya vasat bir kişinin dahi, yetersizliğini tartıp takdir edebileceği kanıtlara dayanarak şikayet hakkını kullanması aşırı bir davranış olarak hukuken korunmamalıdır. Kişinin şikayeti yaparken diğer tarafın suçsuz olduğunu bilmemesi sorumlu tutulması için yeter şart değildir. Eğer onun davranışı Borçlar Kanununun 49. maddesinin espirisine uygun olarak ağır savsama derecesinde ise, kastı olmasa bile sorumlu tutulması gerekir.
Davaya konu olan olaya gelince; davacının da hissedar olduğu arsaların üzerine bina yapılması için davalı müteahhit Remzi'ye kat karşılığı bırakılmış, binanın yapımı bittikten sonra davacıya bırakılan 23 nolu bağımsız bölüm onun tarafından kiraya verilmiş, davacının eşi ve kiracı bu dairede temizlik yaparlarken davalı Remzi gelip davacının eşine ve kiracıya bağırıp çağırarak oradan kovmuş ve sözü edilen dairenin kapısını sökerek diğer davalı Süleyman'a ait aynı binada bulunan ve depo olarak kullanılan bölüme koyup kilitlemiştir. Bunun üzerine davacı deponun kapısını kırarak orada bulunan kendisine ait kapıyı alıp dairesine takmıştır. Bundan sonra davalı, Remzi ve Süleyman, Cumhuriyet Savcılığına, kapı kırarak, içerideki kapıyı ve ayrıca malzemelerini çalmak suçu isnadiyle davacıyı şikayet etmişlerdir. Cumhuriyet Savcılğınca da davacı hakkında sorgu hakimliğince kapı kırmak suretiyle hırsızlık suçundan dava açılmış ve davalılar bu davaya katılmışlardır. Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan duruşma sonunda davacının sabit olan ve kapıyı almaktan ibaret bulunan eylemi ihkakı hak suçunu oluşturduğundan üzerine atılan hırsızlık suçundan bereatine karar verilmiştir. Bu karar müdahil olan davalılarca temyiz edilmiş Yargıtay Altınca Ceza Dairesi'nce onanmıştır.
Şu halde davalıların hırsızlık suçunu işlemediğini bildikleri halde davacıları zararlandırmak amacıyla böyle bir suç işlediğinden bahisle şikayet ettikleri belirmektedir. O halde mahkemenin bunun aksine olarak davalıların şikayetlerini yaparlarken davacının suçsuz olduğunu bile bile hareket etmemiş bulunduklarının kabulü olayların gerçekleşme biçimine aykırı düşmektedir. Kaldı ki bu yolda kasıtları olmasa bie kusurlarının ağır olması karşısında sorumlu tutulmaları gerekir. O halde belirtilen yönler gözönünde tutulmadan davanın reddine karar verilmiş olması yasaya aykırıdır.
2 - Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 11. maddesinin son fıkrası hükmü gözetilmeksizin davalılar yararına maktu tarife yerine nisbi tarife üzerinden avukatlık ücretine hükmedilmiş olması da kabul şekli bakımından bozmayı gerektirir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın birinci ve ikinci bentlerde gösterilen nedenlerle davacı yararına (BOZULMASINA) ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 18.3.1986 gününde oybirliğiyle karar verildi.