 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
E: 1986/8924
K: 1987/5602
T: 21.04.1987
DAVA : Hükmün müddeti içinde temyizen tetkiki davacı vekilleri tarafından istenmesi üzerine, bu işle ilgili dosya mahallinden daireye 7.7.1986 tarihinde gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :
KARAR : Kayıt-kabul davası, esas itibariyle şekli bir dava niteliğinde olup, esas amacı kayıt veya terkin işlemini sağlamaktan ibaret olduğuna göre, maktu harca tabii olması gerekir. Mahkemenin maktu harçla davaya devam etmesi gerekirken, önce başvuruya bırakıp sonra açılmamış sayılmasına karar vermesinde isabet yoktur. Bu nedenle alacaklı vekilinin temyiz itirazları yerindedir.
SONUÇ : Hükmün yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK'nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 21.4.1987 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Esas itibariyle, maddelerin başlıklarından da anlaşılacağı üzere "sıra cetveline itiraz" nedenlerinin, sadece bu başlık altında düşünülmesi gereken müflisle ilgili "masaya kayıt ve kabul ya da silinme" davasına münhasır olmadığı gözden uzak tutulmamalıdır. Bunu şu sebeple belirtmek istiyoruz: İflas halinde mantıklı ve tutarlı olarak ele alınabilece bazı gerekçelerin, ortada iflas yok ise, birden fazla icra takibinin sonucu olarak İİK'nun 142. maddesi uyarınca icra memurluğunda düzenlenecek "sıra cetveline itiraz" hali ve davasına uygun düşmeyeceği onun bünyesi ile bağdaşmayacağıdır.
İİK'nun 142, gerekse İİK'nun 235. maddelerinde yazılı hallerde "alacaklının alacağını ne miktarda tahsil edebileceği şüphelidir" görüşü sonucu değiştiremez. Zira hangi tür dava ve takip olursa olsun lehine ilam alan ya da takibi kesinleşen alacaklının, ilama bağlı parasının tümünü mutlaka tahsil edeceğine dair bir yasal garanti mevcut değildir.
O halde, alacağın ne miktarda alacaklı eline geçeceği faraziyesi subjektif bir düşüncedir, harç ve avukatlık ücreti hesabı ve oranına etkili olamaz.
Sıra cetveline kayıt kabul ya da silinme davalarında, taraflardan birinin iflas idaresi olmasıda mutlaka gerekmez. İİK'nun 142. maddesinde taraflar iki alacaklıdır. Bu davaya birinin kazanıp, ya da kaybetmesi borçlunun hukuku ile ilgili değildir. Sadece karara göre alacaklılardan biri diğerinin yerine geçebilecektir.
İİK'nun 235. maddesinin uygulanmasında da, bir diğer alacaklının kabul edilen alacağına itiraz halinde de, dava o kişiye karşı açılacağından durum aynen yukarıdaki şıkta olduğu gibidir. Her iki halde de müflisin aleyhinde bir yoruma gidilemez.
Davanın sadece İİK'nun 235. maddesinde yazılı iflas idaresinin red kararı nedeni ile iflas idaresi aleyhine açılması gerektiği hallerde belki bir özellik arz edebilir.
İflas idaresi aleyhine alacağı kısmen ya da tamamen reddedilen alacaklının açacağı davanın ne tür bir dava olduğunun araştırılması gerekir.
Bu bir nevi tesbit davası sayılsa dahi, dava dilekçesinde belli bir miktar yer olduğuna göre, yine nisbi harç alınmak gerekir, böyle bir davada avukatlık ücreti de nisbi alınmalıdır. Halbuki, bahis konusu dava bir tesbit davası değildir.
Bu çeşit bir davada alacaklı belli oranda bir alacağın kaydını ya da silinmesini istemekle değeri para ile ölçülebilen, bütün diğer alacak ve mamelekle ilgili davalarda olduğu üzere, harcın ve avukatlık ücretinin nisbi olması icap eder. Bu davanın sayılanlardan ayrı bir yanı yoktur.
Böylelikle de, tarafların kısmen haklı, kısmen haksız çıkmaları halinde, avukatlık ücretinin (haklılık ve haksızlık oranında) paylaştırma imkanı elde edilmektedir.
"Davayı kaybetme riski" "alacak miktarının çok büyük meblağlarda olması" her türlü alacak ya da başka çeşit mameleke ilişkin davalarda da söz konusudur. Bu gibi endişeler nasıl diğer davalarda harcın ve avukatlık ücretinin nisbi oranda uygulanmasını engellemiyor ise, sıra cetveline itiraz davalarında da, aksi görüşün benimsenmesi bakımından geçerli bir neden sayılamaz.
Bu gibi davalarda, iflas idaresinin taraf olması halinde, idare aleyhine red halinde, masadan büyük meblağların çıkacağı gerekçesi de yeterli olamaz. Zira, iflas idaresi bu çeşit tasarruflarını keyfi değil, daha objek9tif biçimde kullanmalıdır. Kaldı ki açtığı bu davaya kaybeden alacaklı da nisbi, harç ve avukatlık ücreti ödeyecektir. Amma, alacaklı davayı kazanmış ise, nisbi harç ve avukatlık ücretini tamamen masadan alabilecek midir? sorusu bizce makul ve mantıklı olamaz. Zira, her türlü davada, ilam alacaklısının, diğer tarafın aczi halinde, ne olabileceği akla gelir. Her davada avukatlık ücreti ve hatta alacağın, diğer tarafın aczi ya da iflası nedeniyle kısmen veya tamamen alınamaması tehlikesi vardır ve akla gelebilir. Fakat hiç bir zaman bu subjektif sebep ve düşünceler genel ilkelerden ayrılmayı gerektirmez. Kaldı ki harç ve avukatlık ücreti konuları (tıpkı ceza gibi) kanunla alınır. Özel bir istisna hükmü olmadıkça, tek yanlı olarak davanın "şekli" olması gibi veya buna benzer yasada yeri bizce bulunmayan düşüncelerle aksi sonuca varılması tasvip edilemez.
Ancak, olayda kararın niteliği sebebiyle maktu avukatlık ücreti tayini, avukatlık ücret tarifesinin 8. maddesine uygundur.
Açıklanan durum karışısında, çoğunluğun bozma karar ve gerekçesine katılmıyoruz.