 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E: 1986/6762
K: 1986/6565
T: 05.12.1986
DAVA : M. İrfan ile ..... Isı San. ve Tic. A.Ş. arasında çıkan davadan dolayı, (Diyarbakır 2. Asliye Hukuk Hakimliği)nce verilen 20.2.1986 gün ve 568-76 sayılı hükmü bozan dairenin 27.5.1986 gün ve 2643-3230 sayılı ilamı aleyhinde davacı vekili tarafından karar düzeltilmesi isteğinde bulunulmuş ve karar düzeltme dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla; dosyadaki kağıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili müvekkilinin de ortağı bulunduğu davalı anonim şirketin ortağı olarak serdar isimli muhayyel bir şahıs gösterildiğini, oysa böyle bir kişinin gerçekte var olmadığını, bu nedenle şirket ortak sayısının 5'ten aşağı düştüğü gibi şirket yönetim kurulunun da teşekkül etmediğini ileri sürerek TTK.nun 434 ve 435. maddeleri uyarınca şirketin feshine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı şirket vekili, Serdar isimli ortağın müvekkili şirketin ortaklarından Bedri'nin oğlunun takma adı olduğunu, iddia edilen diğer hususların da varit olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece ortaklardan Serdar'ın küçüklüğü sebebiyle gerek anonim şirket ortak sayısının beştan aşağı düştüğü, gerekse yönetim kurulunun teşekkül etmediği gerekçesiyle davanın kabulüne dair tesis edilen kararın Dairemizce bozulması üzerine davacı vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur.
Davalı anonim şirketin ortak sayısının beştan aşağı düştüğü ve organlarının da teşekkül etmediği iddiasıyla TTK.nun 434 ve 435. maddelerine dayanılarak feshine karar verilmesinin talep edildiği bu davada, uyuşmazlığın çözülebilmesi için öncelikle medeni haklarını bizzat kullanamayan küçüklerin bir anonim şirkete ortak ve yönetim kurulu üyesi olup olamayacaklarının tesbiti gerekmektedir.
1 - Küçüklerin durumlarının tesbiti için öncelikle konuyu özel olarak düzenleyen kanunun incelenmesi gerekmektedir. Şayet bu konuda özel kanunda bir düzenleme yok ise, işte o zaman özel kanunun yollamada bulunduğu diğer kanunlardaki genel hükümlerden faydalanılması zorunlu hale gelir.
Küçüklerle ilgili bir hükme, konuyu özel olarak düzenleyen TTK.nun 15. maddesinde temas edildiği görülmektedir. Nitekim, anılan madde hükmüne göre, "küçük ve mahcurlara ait ticari işletmeyi bunların adına işleten veli ve vasi tacir sayılmaz. Tacir sıfatı, temsil edilene aittir." Bu madde açıkça hükme bağlandığı gibi, Ticaret Kanunumuz küçüklerin velileri vasıtasıyla ticaret yapabilecekleri ve böyle bir halde tacir sıfatının küçüğe ait olacağı hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde hükme bağlanmış bulunmaktadır. Oysa, Fransız Ticaret Kanunundan mülhem olarak eski Ticaret Kanununda tacir sıfatı için ayrı bir ehliyetin bulunması şart koşulduğu halde, bunun yürürlükte bulunan Ticaret Kanunu bu sistemi terk ederek, 14. maddede ticari işletmeyi kendi adına işletenlere tacir sıfatı verilmiş, konukla ilgili yukarıda değinilen 15. maddede ise küçük ve mahcurların da kanuni mümessilleri marifetiyle tacir sıfatı kazanabilecekleri öngörülmüş ve böyle bir düzenleme ile küçüklerin ve mahcurların velileri veya vasileri vasıtasıyla ticaret yapabilecekleri kabul edilerek, küçüklerin velileri vasıtasıyla, MK.nun 392. maddesinde sayılan hususlar dışında, her türlü haklara ehil ve borçlarla mülzem olabileceklerine ilişkin genel düzenlemeyi yapan Medeni Kanunun velayet ve vesayete ilişkin hükümlerine paralel bir düzenleme yapılmış bulunmaktadır (MK.m.269,278,391,392, vd.)
Küçük ve mahcurların bu şekilde velileri veya vasileri aracılığı ile tacir olabilecekleri saptandıktan sonra, bunların bir anonim şirkete ortak olup olmayacakları sorununa gelince; konunun özel olarak düzenlendiği TTK.nun 269 ve izleyen maddelerinde ortak olacaklara ilişkin bir ehliyet düzenlemesi yapılmamıştır. Bu durumda, bu konuda da MK.nun yukarıda belirtilen düzenlemesi karşısında ve küçüklerin tacir sıfatını dahi kazanabilecekleri dikkate alındığında ve özellikle sınırlı sorumluluk esasına göre düzenlenmiş anonim şirketlere küçüklerin kanuni mümessilleri aracılığı ile ortak olabilmelerinin kabulü gerekir. Zira, medeni hakların kullanabilmesi ancak kamu düzeni amacıyla ve yasalarda açıkca öngörülmek suretiyle sınırlandırılması mümkündür. Diğer bir deyişle, aksine ve açıkca bir düzenleme yok ise asıl olan, medeni hakların bizzat veya kanuni mümessiller aracılığı ile kullanabilmesidir.
Nitekim doktrinde de bu husus yani, küçüklerin velileri veya vasileri aracılığı ile şirket ortağı olabilecekleri kabul edilmektedir (Bak. Poroy- Tekinalp-Çamoğlu, Ortaklıkları Hukuku, Cilt: 1, İst. 1975, sh. 277; F. Tekil, Şirketler hukuku Cilt: 1, İst. 1976, sh. 26-27; Y. Karayalçın, Ticaret hukuku Dersleri, Ank. 1965, sh. 46-47; H. Domaniç, Anonim Şirketler, İst. Sh. 5; O. İmergün, Anonim Ortaklıklar, İst. 1974, sh. 26-27).
Bütün bu değerlendirmeler karşısında dava konusu olaya dönülecek olursa, küçük Serdar'ın, velisi Kemalettin aracılığı ile davalı anonim şirkete ortak olabileceğine göre, şirketin ortak sayısının beşten aşağı düştüğüne ilişkin yetersiz bilirkişi raporuna itibar edilmesi ve bu rapora dayanılarak hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
2 - Şirket ortağı sıfatını taşıyan bir küçüğün anonim şirkette yönetim kurulu üyeliği görevi yapabilip yapamayacağına ilişkin soruna gelince; bu konuda yine özel düzenlemeyi teşkil eden TTK.nun anonim şirketler yönetim kuruluyla ilgili hükümlerinin öncelikle incelenmesi gerekmektedir. TTK.nun yönetim kurulu üyelerinin sıfatıyla ilgili 312. maddenin 2. fıkrası, sadece şirket ortağı sıfatının yönetim kurulu üyeliği seçimi için yeterli görüldüğü izlenimini yaratıyorsa da, yine aynı yasanın 315. maddesinin 2. fıkrasında yönetim kuruluna seçilen bir kişinin sonradan ehliyetinin kııtlanması hali, onun görevinin kendiliğinden sona erdirilme sebebi kabul edildiğine göre yönetim kuruluna seçilecek kişinin başlangıçta da kısıtlı olmaması, diğer bir deyişle, bu göreve seçilebilmesi için tam ehliyetli olması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Öte yandan, anonim şirketlerde yönetim kurulu, şirket işlerini yürütme ve onu dışarda 3. kişilere karşı temsil etme görev ve yetkileriyle donatıldığına göre, yönetim kurulu üyelerinin ortaklardaki pasif niteliğin aksine görevlerinin aktif bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Bunun dışında, TTK.nun 336 ve onu izleyen maddelerinde yönetim kurulu üyelerinin şirket ve ortaklarına karşı sorumlulukları ayrıca düzenlenmiş ve ağırlaştırılmış bulunmaktadır.
Bütün bunların dışında, yine aynı Yasanın 330. maddesinde vekalet ilişkisi sakıncalı görülerek yönetim kurulu üyelerinin yekdiğerine niyabeten oy kullanamayacakları hükme bağlanmak suretiyle yönetim kurulu üyelerinin müzakerelerde bizzat bulunarak, oy kullanmaları zorunlu tutulmuş bulunmaktadır. Aynı mahzurun, yönetim kurulu üyesi küçüğe velayeten ve vesayeten oy kullanacak veli veya vasi için de mevcut bulunduğunun kabulü lazım gelir.
O halde, bütün bu hususlar birlikte değerlendirildiğinden anonim şirketlerde yönetim kurulu üyesi olabilmek için yasanın aradığı diğer şartlar yanında medeni hakların bizzat kullanılabilmesi şartının da aranması gerekir. Doktrinde ise, bir kısım yazarlar aksi düşüncede, yani küçük ve mahcurların da veli veya vasileri aracılığı ile yönetim kurulunda görev alabilecekleri kabul ediliyorsa da (Bak. H. Arslanlı, Anonim Şirketler, Cilt: 2, İst. 1960, sh. 98-100; O. İmergün, Anonim Ortaklıklar, İst. 1974, sh. 152-154) diğer ve çoğunluğu teşkil eden yazarlar ise, yukarıda saptanan ilkeler de dikkate alınarak ancak tam ehliyetli kişilerin yönetim kurulu üyesi olabilecekleri kabul edilmektedir (Bak. Poroy- Tekinalp -Çamoğlu, Ortaklıklar hukuku, Cilt: 1, İst. 1975, sh. 277; F. Tekil, Anonim Şirketler, İst. 1978, sh. 242-244; H. Domaniç, Anonim Şirketler, İst. Sh. 36"; T. Ansay, Anonim Şirketler Hukuku, Ank. 1975, sh. 94-97).
O halde, davalı şirketin yönetim kuruluna davacının iştirak etmediğini mahkeme saptadığına ve küçük Serdar da yönetim kurulunda velisi marifetiyle de olsa görev alamayacağına göre, davalı şirketin yönetim kurulunun teşekkül edemediği ve bu konuda organ eksikliği bulunduğunun kabulü doğrudur.
Ne varki, mahkemece, kendisinin yapması gereken bu saptama bilirkişiye yaptırılmış ve bilirkişinin, yukarıda tesbit edilenin aksiline, anonim şirketteki ortak sayısının da beşten aşağı düştüğü şeklindeki yanlış saptamasına dayanılarak hem ortak sayısının beşe tamamlanması ve hem de yönetim kurulunun yeniden oluşturulması için davalı şirkete bir aylık gibi bu işlerde gereken süreden çok az bir süre tanınmıştır. Oysa, mahkemenin yapacağı iş; öncelikle şirket ortak sayısının tam olduğunu saptadıktan sonra, sadece yönetim kurulunun yeniden teşkili için TTK.nun 435. maddesi uyarınca davalı şirkete uygun bir mehil verilmesiydi. Bu şekilde hem yanlış saptamaya dayanarak, hem de uygun olarak verilmeyen mehile uyulmadığından bahisle davanın kabulüyle şirketin feshine karar verilmesi doğru olmadığı gibi, bu karar bozan daire ilamına karşı ileri sürülen karar düzeltme sebepleri de yukarıdaki açıklamalar karşısında yerinde görülmediğinden davacı vekilinin karar düzeltme isteminin reddine karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin yerinde görülmeyen karar düzeltme isteminin REDDİNE, alınmadığı anlaşılan 3.000 lira karar düzeltme harcı ve 1.500 lira para cezasının karar düzeltilmesini isteyen davacı taraftan alınarak Hazineye gelir kaydedilmesine, 5.12.1986 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.