 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu
E: 1985/1
K: 1985/4
T: 29.04.1985
DAVA : İzinsiz ve habersiz olarak Devlet su İşlerine ait sulama kanalındaki suyu alarak, arazisini sulamaktan ibaret eylemin TCK.nun 491/ilk maddesine mümas "hırsızlık" suçunu mu yoksa 1329 tarihli Ameliyatı İskaiye İşletme Kanunu muvakkatının 32/1. maddesine, muhalefet suçunumu oluşturacağı yönünde Ceza Genel Kurulu'nun 8.12.1980 tarih ve E. 1980/6-349, K. 1980/419 sayılı ilamı ile 8.3.1982 tarih E. 1982/7-422, K. 1982/84 (1) sayılı ve bunu takip eden ilamları, 6. Ceza Dairesi'nin 24.11.1982 tarih, E. 1982/7847, 1982/8693 (2); 17.12.1984 tarih, E. 1984/6154, K. 1984/9197; 9. Ceza Dairesi'nin 21.1.1984 tarih E. 1984/3966, K. 1984/442 (3), 10.4.1984 tarih e. 1984/1668, K. 1984/2270 ve 7. Ceza Dairesi'nin, Ceza Genel kurulu'nun 8.3.1982 tarihli 1982/422-848, 21.6.1982 tarih ve 1982/246-297 sayılı ilamlarına konu kararlar arasında aykırılık bulunduğu, bu aykırılığın içtihadı birleştirme yolu ile giderilmesi Adalet Bakanlığı'nın 14.1.1985 gün ve CİGM. 1414-2845 sayılı yazıları ve Konya Güvenlik Mahkemesi Üyesi Süleyman Kızılkan'ın 4.12.1984 tarihli dilekçeleri ile Yargıtay 1. Başkanlığı'ndan istenilmesi üzerine, Yargıtay Yasasının 10. maddesine göre toplanan 1. Başkanlık Kurulunca konu incelenerek 7.2.1985 tarih ve 11 sayılı kararlarıyla, söz konusu ilamlar ve alınan görüşler muvacehesinde içtihatlar arasında kesin aykırılık bulunduğu cihetle, bu akırılğın içtihadı birleştirme yolu ile giderilmesi gerektiğine karar verilmiş olduğundan, 29.4.1985 gününde toplanan İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunda Raportör Üyenin açıklamaları dinlendikten sonra sözü edilen kararlar arasında içtihat aykırılğı oybirliğiyle kabul edilerek konunun esasının görüşülmesine geçilmiştir.
Devlet Su işleri Genel Müdürlüğün'ce dağıtılan suyun hukuki durumu ile tabi tutulduğu rejimin tayininde, sorunun çözümü yönünden zaruret vardır.
Suyun tarım ve sanai alanlarında yurdumuz için arzeettiği hayati önem izahdan verestedir. Hayatın oluşum ve devamı da suyun varlığına bağlıdır. Suyun bu değiridir ki toplumları, köy ve kentlere su akıtmaya, barajlar, ark ve cetveller meydana getirmeye ve diğer sulardan olduğu kadar nehir, ırmak ve çaylardan da azami yarar sağlamaya zorlar.
Bunun yanında üzerinde durulması gereken diğer bir yön vardı ki bu da yararlanmaya elverişli hale getirilen sulardan yararlanma biçiminin düzenlenmis lüzumudur.
Bu ise hukuki, idari ve disipliner nitelikte kanun ve tüzükler çıkarmak ve ilgilileri ve normlara uymaya mecbur tutmakla mümkündür. Yurdumuzda su yüzünden her sene uğranılan maddi ve manevi zararlar bilinen gerçeklerdir.
Medeni Kanun hükümlerine göre genel sular; denizler, büyük göller, nehir ve ırmakla ve yeraltı suları gibi, üzerinde özel mülkiyet tesisine yer verilmeyen sular olarak belirlenmiştir.
Medeni Kanunun 641. maddesi, genel sularla, akar suları Devletin hüküm vce tasarrufu altında tutarak, kullanma esaslarının kamu hukuku açısından düzenleneceğini öngörmüştür. Genel suların ekonomik bakımından tarımsal sulama ve enerji üretimindeki önemi ve sosyal ihtiyaçların karşılanması yönünden mutlak olarak gerekli olması, bunların Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulundurulmasını zorunlu kılmıştır.
Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan bu sular kimsenin mülküne girmediğinden ve yararı da kamuya ait olduğnudan, bunlardan herkes yararlanma hakkına sahiptir. Ancak, Devlet bu hususta abazı kısıntılarda bulunmak yetkisini de haizdir. Çünkü Devlet buralarda toplumun yararına uygun olarak tasarruf hakkına malik bulunmaktadır.
Medeni kanunun 641 ve 689. maddelerinin açık hükümleri, genel sulardan herkesin yararlanmasına bir engel getirilmediğini anlatmaya yeterlidir.
Genel Sular ve kaynaklar üzerinde hak sahibi olan kişilere sınırsız bir kullanma ve tasarruf yetkisi tanımak, akasuları genel su sayan Medeni Kanunun 641. madde hükmünü hayali bir hüküm haline getirmek ve kamunun bu sulardan yararlanmasını saldırmak olur. Konu Yargıtay Hukuk Bölümünün muhletif ilamlarında da aynı doğrultuda belirlenmiş bulnumaktadır. (6. Hukuk Dairesi'nin 7.4.1958 gün, 2100/2834 sayılı; 13. hukuk Dairesi'nin 13.5.1963 gün, 833/2305 sayılı ; 3. Hukuk Dairesi'nin 10.1.1983 gün, 5542/64 ve 1.2.1983 gün, 351/519 sayılı ilamları).
Bütün bu hususlar genel sulardan yararlanmanın, ilke olarak herkese bir hak olarak tanındığını göstermektedir. Ancak, genel sulardan yararlanma, kadim haklara halel gelmemek kaydıyla mümkündür. Kadim hakkın söz konusu olmadığı hallerde genel sulardan herkes yararlanabilir. Bu hususlar Hukuk Genel Kurulu'nun 24.9.1985 gün, 1475/1033 sayılı; 13.3.1957 gün, 6/18-16 sayılı ilamında, 6. Hukuk Dairesi'nin 13.5.1976 gün ve 3158/3413 sayılı ilamlarında da aynen vurgulanmıştır.
Nitelikleri bu suretle alanına aktarılması amacından ileri gelmeyip, hizmetin beklenen biçimde ifa edilebilmesi ve idarenin insiyatif ve kontrolünde, suyun doğal yatağı dışında kalan ihtiyaç duyulan yerlere kadar götürülebilmesi gayesine yönelik bulunduğu da ortadadır.
Yer üstü ve yeraltı sularının zararlarını önlemek ve bunlardan çeşitli yönlerde faydalanmak amaçları ile kurulan Devlet Su işleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Vazifeleri Hakkındaki Kanunda, sulanan ve kurutulan arazi sahalarıyla sulama ve kurutmadan istifade edebilecek ve edemeyecek arazi sınırlarının Genel Müdürlükçe saptanacağı, Bakanlar Kurulunca onaylanıp, mahallinde ilan olunacağı, sulama yapacak olanların sulama mevsimi başlamadan önce sulayıcı bilgi formlarını doldurup idareye vermekle yükümlü bulundukları, sulama tesislerinin işletmelerinin kısmi, alıştırma ve tam olarak üç kademeye ayırılacağı, tesislerin meydana getirilmesi için yapılacak masrafların keza tesislerin işletmeleri için yapılan masrafların, faydalananlar tarafından ödeneceği, her yıl tatbi olunacak ücret tarifelerinin Bakanlar kurulunca onaylanıp ilan edileceği belirlenmiş olup, son olarak 11 nisan 1985 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan 1985 yılı sulama ve kurutma tesisleri işletme, bakım, yıllık yatırım ücret tarifelerinin uygulanma esasları arasında da yıllık işletme ve bakım ücretlerinin fiilen sulanan veya kurutmadan yararlanan arazi sahibine, kiracı veya ortakçıya (kamu tüzel kişilikleri dahil) uygulanacağı, bu ücretlerinin, sulamaların bir kısmında bulunabilen kadim su kullanma haklarına bakılmaksızın eşit olarak uygulanacağı, suyun işletme ve bakım ücretinin, suyun metreküp olarak ölçülebildiği sulama şebekelerinde, suyun tarifede gösterilen metreküp ücreti üzerinden alanacağı, ancak idarenin bu yolda uygulama yapıp yapmamakta serbest bulunduğu, sulayıcı bilgi formu vermeden sulama yapanlara işletme ve bakım ücretinin % 10 zamlı uygulanacağı, bu formu vermeyenlere veya verip de buradaki yükümlülüklerini yerine getirmeyenlere idarenin suyu verip vermemekte muhtar bulunduğu açıklanmış olup; gerek anılan kanunda ve gerekse ücret tarifesinde ilgililerden su bedeli olarak bir ücret alanacağına dair hüküm bulunmamaktadır. Bu hususu teyiden, 6200 sayılı Kanun tasarısı ile ilgili Bayındırlık, Maliye ve Bütçe Komisyonları raporlarının 3. sahifesi 6. fıkrsında yer alan görüşlere de aynen yer verildiği ve (... su işleri tesisleri sel ve taşkın felateklerine karşı yapıldığı takdirde bunların masraflarının tamamen bütçeden karşılanacağı kabul edilmiştir. Zira bu nevi işler buralardaki halkın varlığını korumak maksadını gütmesi itibarıyla yurt savunması mahiyetindedir.
Sulama ve kurutma maksadına göre kurulacak tesisler ilgili arazi sahiplerine doğrudan doğruya faydalar sağladığı gibi memleket ekonomisine de büyük gelişmeler temin eder. Bu itibarla bu işlere ait masrafların faizsiz olarak uzun vaeli taksitlerle faydalanan arazi sahiplerinden geri alınması prensibi kabul edilmiştir.
Bu istirdatlar işletme tarifeleri ile yerine getirilmiş olacaktır. Bu sayede müteakip su işleri için doğrudan doğruya mali kaynaklar temin edilmiş olacağı gibi bu prensiple ortaklıklar kurmak, iç ve dış isitikrazlar yapmak imkanları hasıl olacaktır. Ancak bu işletme tarifeleri tatbik edilen arazi sahibinin ödeme kabiliyetinin gözönünde tutulmasını temin etmek için amortisman müddetinin tesbitinde Bakanlar Kuruluna yetki verilmiştir...) denildiği görülmektedir.
7478 sayılı Köy İçme Suları 167 sayılı Yeraltı Suları, 1380 sayılı Su Ürünleri Yasaları ile, suların kullanım ve işletme biçimlerinin düzenlenmesine gidilmiştir. Bu yasalar da konunun aydınlanması için bir bütün olarak gözönünde tutulmalıdır. Metinleri incelendiğinde ortak ilkenin yararlanmayı yasaklayıcı değil, bir sisteme bağlandığı, sosyal çatışmalara neden olan sahalardan kamu düzenini sağlamak olduğu anlaşılır.
831 sayılı Sular Hakkındaki Yasayla ise (...şehir ve kasabalarla, köylerde ihtiyacı ammeyi temine mahsus sular yönünden bir ayırım yapılarak 2. maddesi ile umumun istifadesine mahsus olarak şehir ve kasabalara ve köylere isale edilmiş suların idaresi, kaffeyi müessesat ve menabi varidatiyle birlikte belediye teşkilatı olan yerlede belediyelere olmayan yerlerde ihtiyar meclislerine devir ve tevdi olunmuştur...) denilerek, belediyelerin abonelerine verdiği su, genel sular dışında mütalaa edilmiştir.
1329 tarihli Ameliyatı iskaiye İşletme Kanunu Muvakkatının halen yürürlükte bulunduğu, sonradan çıkartılan özel ve genel bir kanunla sarahaten veya zımmen ortadan kaldırılmadığı ilke olarak kabul edilmektedir. Bu Yasa ile sulama işlerinin tekelci bir anlayışla düzenlenmesi amaçlanmıştır. 20. maddesinde "Umuru iskaiyede istimal olunan mercarii umumiyedeki suyun ahar surette istimaline müsaade itası, umuru iskaiyenin ihal edilmemesine mütevakıf" denilmekte, 4. bölümünde 32-34. maddelerinde de cezai hükümler yer almaktadır.
Yasa koyucu bu cezai hükümler arasında, izinsiz olarak Devlet su işlerine ait kanaletler içindeki suyun alınması şeklinde tecelli eden davranışları hırsızlık olarak vasıflandırmamıştır. 1329 tarihli 34. maddesinin 2. fıkrasında hizmetin ifası için lüzumlu olan ve 6200 sayılı Yasanın 51.lmaddesi ile Devlet malı addolunan araç, gerekç ve tesisleri herkesin istifadesine açık olan sudan ayırıp (imalatı sınayiyeye müteallik kabili nakil alatu-edavat ve aksamını ahzü sirkat edenleri) özel bir yaptırma tabi kıldığı halde, şebekeler içindeki su için bu yolda bir ceza yaptırımı getirmemiştir. Bu hal, onu genel hükümler içinde bıraktığının değil, tamamen hırsızlık ithamı dışında bıraktığının bir delilidir.
TCK.nun 491. maddesi "hırsızlık" suçunun unsurlarını, "her kim diğerinin taşınabilir malını rızası olmaksızın faydalanmak için bulunduğu yerden alırsa..." şeklinde saptamıştır. Olayımızdaki su alışlarında (sahibinin ademi rızası) unsurunun mevcudiyetinden bahis edilemez.
Olaya, Devlet malı addedilen ve aynı ilke doğrultusunda kamunun yararlanacağı eşya ile ilgili 6831 sayılı Orman Yasası, Maden Yasası, ve Taş Ocakları Nizamnameleri örnek gösterilebilir. Nasılki Devlet ormanından izinsiz ağaç kesen ve götüren; merciinden ruhsat almaksızın taş ocağı açıp işleten, kum alan; izin almadan maden ocağı çalıştırıp çıkardığı cevheri götürene hırsız diyemiyorsak, su için de aynı kuralan geçerliliğini kabul etmek gerekir.
Bu nedenlerle Devlet Su işleri Genel Müdürlüğü'ne ait sulama kanalındaki suyun izinsiz ve habersiz olarak alınması şeklindeki eylemlerinin TCK.nun 491/ilk maddesine mümas hırsızlık suçunu oluşturmayacağı, ancak bu eylemlerin sulama idaresince tesis olunan düzeni bozucu nitelik taşıması hasebiyle unsurlarını ihtava ettiği takdirde 1329 tarihli Ameliyatı İskaiye işletme Kanunu Muvakkatında yaptırma bağlanan suçları oluşturacağı sonucuna varılmış, aksi yöndeki kararlardaki gerekçelerle, görüşme sırasında ileri sürülen karşı görüşler kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
SONUÇ : yukarıda açıklanan nedenlerle:
İzinsiz ve habersiz olarak Devlet Su işlerine ait sulama kanalındaki suyu alarak arazisini sulayan sanığın eyleminin TCK.nun 491/ilk maddesine mümas (hırsızlık) suçunu teşkil etmeyeceğine, unsurlarını ihtiva ettiği takdirde 1329 tarihli Ameliyatı İskaiye İşletme kanunu Muvakkatında müeyyideye bağlanan suçları oluşturacağına, İçtihadı Birleştirme Büyük Genel kuruluna katılan üyelerin 2/3'yi aşan çoğunluğu ile 29.4.1985 tarihinde karar verilmiştir.