 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1985/854
K: 1987/140
T: 06.03.1987
DAVA : Taraflar arasındaki "maddi ve manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 1. Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 14.3.1984 gün ve 1983/317 E. 1984/117 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili ile davalılardan (Ö.T.) vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2.10.1984 gün ve 1984/6039 - 7184 sayılı ilamı ile; (...Borçlar Kanunu'nun 47 nci maddesi hükmüne göre hakimin özel halleri gözönünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Bu para tutarı aslında ne tazminat, ne de cezadır. Çünkü Mamelek hukukuna ilişkin zararın kaşılanmasını amaç edinmediği gibi kusurlu olana yalnız hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük de değildir. Aksine olarak zarara uğrayanda bir huzur duygusu doğurmaktır. Aynı zamanda ruhi ızdırabın dindirilmesini amaç edindiğinden tazminata benzer bir fonksiyonu da vardır. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olana kadar olmalıdır. 22.6.1976 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Davacı, tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiş olmasına rağmen bu yönde bir karar verilmemesi isabetsizdir..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü :
KARAR : Olayda, davalı aracını trafik kuralarına aykırı olarak kaldırımda parketmiş; Davacı aynı kaldırımda baston yardımıyla yürümekte iken davalı aracını çalıştırmış, O sırada civarda bulunan üçüncü bir kişinin yaşlı olan davacıyı vasıtanın çarpma tahlikesine karşı uyarması üzerine telaşa kapılan davacı düşerek yaralanmıştır. Olayın bu suretle gerçekleşme biçimi dikkate alındığında davalının tutumu ile davacının düşüp yaralanması arasında uygun illiyet bağı bulunmamaktadır. Bu nedenlerle mahkemece; Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ : Davacı vekili ile davalılardan (Ö.A.) vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.'nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harçlarının geri verilmesine, 6.3.1987 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Davacı yaşı (74) ve geçirdiği kısmi felç nedeniyle, kaldırımda bastonunun yardımıyla sınırlı bir hareket içinde yürütmektedir. Davalıya ait araç da, trafik kurallarına aykırı olarak tamamen kaldırım üzerinde park halinde iken "motoru çalıştırıp harekete geçmek" üzeredir.
Tam bu sırada olayı gören tanık Hilmi, davacıya yardım etmek amaçıyla (... dikkat et, araba çarpar düşersin) ikazı üzerine; davacı, normal hareketini birazda telaşa kapılarak değiştirmesi sonucu düşmüş ve yaralanmıştır. Tazminat isteği bu yaralanmadan kaynaklanmaktadır.
Davalı bu eyleminden dolayı ceza mahkemesinde yargılanmış ve (... kendiliğinden düşmek suretiyle yaralandığı ve bu durumda sanığın bu suçu işlediği yolunda mahkumiyete yeter delil elde edilemediği) gerekçesiyle beraet etmiştir.
Olayımızda sağlıklı, bir sonuca varılabilmesi için illiyet bağı ve ceza mahkemesi kararının etkisi öncelikle tartışılmalıdır.
I- Yasalarda, illiyet bağının tanımı yapılmamıştır. Ne var ki, öğreti ve uygulamada geliştirilen görüş ve düşüncelerle; illiyet bağı sorunu, toplumun beklentilerine ve adalete uygun bir düzeye getirilmiştir. Bilindiği gibi illiyet bağı, özel hukuk alanıda sorumluluğun önemli bir unsurudur, özellikle objektif sorumluluklarda (sebeb-tehlike sorumlulukları) illiyet bağının önemi daha belirginleşir.
Bugün Türk Hukuku'nda, sorumluluğun önemli bir unsuru olarak "uygun illiyet bağı (uygun neden-sonuç bağı) teorisi kabul edilmiştir. Uygun illiyet bağından söz edebilmek için: Olayın zararlı sonucun zorunlu şartı olması ve bunun yanında, söz konusu olayın "sonucun gerçekleştirme ihtimalini önemli ölçüde arttırmış bulunmasına bağlıdır. Yargıtay'ın kökleşmiş uygulamasına göre: Bir olay hayattaki genel deneyimlere ve olayların doğal akışına göre diğer bir olayı meydana getirmeye elverişli bulunur; diğer bir deyimle "olayın ortaya çıkması görünüşte söz konusu diğer bir olayın olmasıyla kolaylaşmış bulunur"sa ilk olay uygun neden ve sonuç ölçüsüne göre ikincisinin nedeni sayılır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 20.1.1960 gün ve 4/1-3; 9.4.1964 gün, 568; 24.6.1964 gün, 508/4-481 sayılı kararları).
A- UYGUN İLLİYETİN BELİRLENMESİNDE YÖNTEM: Somut bir olayda uygun illiyet bağından söz edebilmek için; öncelikle, sorumlu olacak kişinin davranışı, zararlı sonucun "zorunlu şartı" olmalıdır. Zararlı sonucun zorunlu şartı olmayan davranış gözönünde tutulmaz; davranışla zarar arasında tabii illiyet bağı bulunmalıdır.
Tabii illiyet bağının bulunması, sorumluluk için yeterli değildir; bunun yanında davranış veya olayın aynı zamanda zararlı sonucun "uygun sebebi" olmalıdır. Uygun illiyetten söz edebilmek için de "sorumluluğa konu yapılan olay ve davranışın zararlı sonucun meydana gelme ihtimalini arttırmış olması gerekir; bir anlamda zararlı sonucun meydana gelme ihtimalini arttıran davranış ve olay (şart) uygun sebep olarak kabul edilebilecektir. Burada sorun, zararlı sonucun ihtimalini arttırma olgusunun belirlenmesindedir. Burada ihtimali artırma ile kolaylaştırma ve tehlikeye sokma kavramlarının özdeş oldukları unutulmamalıdır.
a- Genel ve Somut Olay İçinde Tehlikelilik: Bir davranış ve olayın zararlı sonucun gerçekleşme ihtimalini artırdığını tesbit edebilmek için önce bu davranış veya olayın genel durumu yani normal tehlikelilik derecesi, sonra da somut olaydaki tehlikelilik derecesi ele alınmalıdır (Eren, age. sh: 71 vd).
Olay mutlak olarak tehlikesiz bir durum ise, somut olay içinde karşılaştırılmasına gerek yoktur; normal olarak tehlikelilik derecesi olmayan davranış sorumluluğun kaynağı olmayacaktır. Örneğin bir aracın karayolunda kullanılması bir kuyunun ağzının açık bırakılması; bir şahsın kaldırımda yürümesi tamamen tehlikesiz durumlar sayılmazlar.
Buna karşılık devlet malını korumak için getirilmiş Taşıt Kanunu'na aykırı olarak resmi aracı kendi özel ihtiyacı için trafiğe çıkarma-lastik patladı araç zarar gördü- (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 27.1.1986 gün 85/8882 E. 540 K.: kuyunun ağzının açık bırakılması durumunda kuyuya düşen çocuğunu kurtarmak için kuyunun içine atlayan babanın ölmesi: Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 2.6.1986 gün 3476/4484 K.): kaldırımda yürüyen şahsın trafiğe açık caddede yürümeye zorlanması (Eren, age. sh: 73) hallerinde hep zararın gerçekleşme ihtimali veya başka bir anlatımla tehlikenin artmış olduğu kabul edilmektedir.
b- Tehlike ve İhtimalin Zararın Gerçekleşmesini Artırma Ölçüsü: Zararlı sonucun gerçekleşme ihtimalini asgari ölçüde arttıran her şart uygun sebep sayılmaz. Bir şartın (olay-davranış) uygun sebep sayılabilmesi için zararın gerçekleşme ihtimalini (tehlikesini) önemli ölçüde ve genel olarak artırması" gerekir (Eren, age. sh: 74).
Sorumluluğu doğuran bir davranış veya olayın zararlı sonucun gerçekleşme ihtimalini artırması, böylece uygun sebep niteliğini kazanması; bu davranış veya olayın (şart) genelleştirilmesine bağlıdır. Basit olaylarda genelleştirme bir sorun olmayacaktır. Bir aracın kaldırımda yürüyen şahsa çarpması ve yaralanmasında durum böyledir; buna karşılık olayımızdaki gibi karmaşık durumlarda güç sorunlar ortaya çıkmaktadır.
aa- Objektif Olarak Sonradan Tahmin: Bugün Türk İsviçre Hukuku'nda, "objektif olarak sonradan tahmin (ex post) görüşü kabul edilmiştir (Tandoğan, türk Mesuliyet Hukuku, sh: 78; Eren, age. sh: 92: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 24.6.1964 gün 508/D-4 E. 481 K.; Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 15.3.1982 gün 707/2134 ve 25.10.1982 gün 7774/9401 sayılı kararları; Kaneti, İsviçre Federal Mahkemesi Borçlar9 Hukuku Kararları I, sh: 114 BGE II 439): Bu görüşe göre, sorumluluğun doğuran olayın tanımına, zararlı sonucun gerçekleştirme ihtimalini arttıran, bu yönden önem arzeden şart ve faktörler sokulur. Burada bir değerlendirme yapılırken: sorumluluk hükmü verilmesinde, sorumluluğu doğuran davranış ve olay içinde nazara alınacak şartlar, önceden (ex ante)değil sonradan (ex post) değerlendirilmelidir. Davranış sırasında mevcut olup, o anda veya sonradan herhangi bir şekilde bilinebilecek olan her şart hesaba katılmalıdır. Sorumlu tarafından bilinen, bilinmesi gereken şartlarla diğer bir şekilde bilinebilecek (örneğin sonradan öğrenme) şartlar nazara alınacaktır.
Ex post görüş tarzının, tam manasıyla şart teorisine (tabii illiyet) dönüş yaptığı söylenebilir ve eleştirilebilir. Ne var ki, bu çözüm şartından tabii illiyete göre nazara alınacak şartlar hesaba katılmamaktadır. Bununla birlikte ex post görüş tarzı sorumlulukta nazara alınacak şartların sayısını arttırdığı doğrudur. (Eren, age. sh: 117). Ancak sebeplerin çokluğunun ortaya çıkardığı durumlar, ihtimaller ex post görüş tarzının şart teorisiyle sınırlarını belirleyecektir.
bb- Ortak illiyet: Hiç birisi tek başına yeterli olmayıp, ancak bir araya gelmek suretiyle zararlı sonucu doğuran nedenleri topluluğuna "ortak illiyet" denir. Ortak illiyet, birden çok şahsın zararlı sonucu bilerek istemeleri veya zararlı sonucu istememekle beraber birbirinin davranışından haberdar olmaları (kusurlu ortak illiyet) zararlı sonucun meydana gelmesinde birden çok ned8eni meydana getiren kişilerin birbirinin davranışından hiç haberdar olmadıkları (yalın ortak illiyet) hallerde söz konusu olur.
Ortak illiyete, olayımızı ilgilendiren husus, zararlı sonucu meydana getiren nedenlerin niteliğidir. Nedenler yalnız kasti veya ihtimali nitelikte olmayacağı gibi nedenin kaynağı yalnız zarar veren/verenler de olmayabilir. Örneğin zararlı sonuç, zarar verene ait bir nedenle zarar görene ait bir neden veya umulmadık halle birleşmesiyle meydana gelebilir.
b- Yöntemin Uygulanmasında Ölçü: Uygun illiyet teorisinin uygulanmasında istatistik ve matematik ölçü veya hesap tarzının esas alınması söz konusu değildir; aksine her kademede bir takdir hakkı söz konusudur (Becker, Borçlar Kanunu I, Dr. Kemal Reisoğlu Çevirisi, I. kısım, sh: 230). Hakim takdir hakkını kullanırken, hakkaniyet ölçüleri içinde (MK m. 4) sağduyuya hitap ederek bir değer hükmü vermek zorundadır. Teorinin temelinde var olan esneklikten yararlanılarak, belirli olay ile zarar arasında illiyet bağının varlığının adil olup olmayacağı takdir edilmelidir.
Bilindiği gibi ihtimal, bir olyaın gerçekleşmesi yönünden O ile 1 arasında değişen değerleri ifade eder; burada hakim, olayın özelliklerini gözönünde tutarak O'dan 1'e kadar dereceler arasında takdir hakkını serbestçe kullanabilecektir (Eren, age. sh: 116). Hakim hukukun bir yaşam düzeni olduğunu gözardıetmeden ahenkli bir sonuca varmak zorundadır.
B- UYGUN İLLİYET BAĞI YÖNTEMİYLE VARILACAK SONUÇ:
Davalının yayalara ayrılmış kaldırımda aracını park etmesi genel olarak tehlike yaratmayacak bir durum değildir. Diğer taraftan davalının somut olay içinde aracını çalıştırarak harekete hazırlanması zararlı sonucun meydana gelmesini önemli ölçüde ve genel olarak artırmıştır. Davalının bu eylemi olmasaydı sonraki şartlar (ikaz-heyecana kapılma) gerçekleşmeyecekti.
Somut olayda tehlikelilik derecesi tüm şartlar birlikte ve hüküm anında değerlendirilerek (ex post) bir sonuca varılmalıdır. Bu nedenle, olayda, davalının davranışı (yaya kaldırıma park etme- hareket için motorunu çalıştırma) ile yaya kaldırımda zor koşullar altında yürümekte olan davacının durumu ve buna yardım etmek isteyen üçüncü kişinin uyarmasıyla birlikte değerlendirildiğinde: Bu şartlar topluluğunun (ortak illiyet) zararlı sonucu (düşme yaralama) meydana getirmeye elverişlidir. Burada şartlar topluluğunda bir umulmadık halin (üçüncü şahsın uyarmasıyla heyecana kapılma) bulunması ortak illiyeti olumsuz olarak etkilemez; üçüncü şahsın uyarısı ise, illiyet bağını kesen bir durum değildir. Davalının eylemi ile sonradan gelişen şartlar arasında zaman ve yer bakımından bağlılık, birlik vardır.
a- Çoğunluk Görüşünün Hareket Tarzı: Davalının aracın arkasında birinin bulunmasını ve onun düşeceğini önceden tahmin etmesinin düşünülemeyeceği savunulmuştur. Bu görüş, yukarıda anılan ve Türk-İsviçre Hukuku'nun yerleşmiş görüşü sonradan tahmin (ex post) görüşüne tamamen aykırı düşer. Davalı açısından, illiyet bağının değerlendirilmesinde, sonradan öğreneceği durumlarda nazara alınacaktır. Sonucun önceden öngörülmesi ve tahmini, kusurla ilgili bir sorum illiyet bağıyla ilgili olmadığı gözden kaçırılmaktadır (Tandoğan, age. sh: 78; Eren, age. sh: 95): Kaldı ki, sürekli tehlike arzeden işleticisi (onun için sorumluluk sebep ve tehlike sorumluluğudur, kusur aranmaz) veya sürücüsü, kurallara aykırı olarak yaya kaldırımına park ettiği aracını buradan çıkarırken çevresine özellikle kaldırım üzerinde yayaların bulunup bulunmadığını araştırmakla yükümlüdür; bu konuda kendisinden yüksek özen beklenir. Yargıtay'ın kusur ve sebep sorumluluklarında yorum yöntemi bu yöndedir.
Çoğunluk görüşünde -sürekli- yalnız davacının davranışı esas alınarak illiyet bağı değerlendirilmiştir: Davalının yaya kaldırıma aracını park etmesi -aracını çalıştırması hayatın olağan akışına ve deneylerleğ elde edilen bilgilere göre zararlı sonuç meydana getirmeye elverişli değildir. Bu şekilde bir değerlendirmeyle varılan sonuç, uygun illiyet bağı teorisinin içeriğine uygun düşmez. Sonradan gelişen ve sonradan öğrenilen şartlar nazara alınmadan ihtimal ve tehlikelilik kavramların değerlendirmeden varılan sonuç, hukuki tartışmaları ve uygulama var olan örnekleriyle çelişkiyi beraberinde getirir.
Tüm bu nedenlerle olayımızda davalının davranışının zararlı sonucun gerçekleşme ihtimalini önemli ölçüde ve genel olarak artırdığı yargısıyla uygun illiyet bağının varlığı kabul edilmeliydi.
C- YALIN ADALET VE HAKKANİYET DÜŞÜNCELERİNİN ETKİSİ:
Ülkemizde trafik anarşisi tartışılmayacak bir olgudur. Davalının aracını, kurallara aykırı olarak, yayalara tahsis edilen yere parketmesi bunun tipik bir örneğidir. Yaya kaldırımda kendisine zarar verilmeyeceği güveniyle ve zor şartlar altında yürüyen bir kimsenin davalıya ait aracın kaldırımda harekete geçirilmesi girişiminin yarattığı olaydan düşmesi kabul edilecek; ne var ki hukuk adına, bu farazi illiyettir sorumluluk gerekmez denilecektir. Bu uygun bir yorum tarzı olsa dahi yurttaşların yalın adalet ve hakkaniyet inançları ve beklentilerini tatmin edebilecek midir? Hukuk ve hukuki yorumlar ne için vardır? Diğer taraftan sorumsuzlukların, özensizlikleri de biraberinde getireceği unutulmamalıdır.
Bilindiği gibi Borçlar Kanunu'nun 53. maddesinde, "hukuk hakiminin, ceza mahkemesinin beraat kararıyla bağlı olmayacağını" açıkça belirlemiştir. Bu kural; hukuk hakiminin, ceza mahkemesi mahkumiyet kararıyla (hukuka aykırılık illiyet bağı yönünden) bağlı olacağını da ortaya koyar (karşıt kavram kanıtı). Diğer taraftan, beraat kararı da olsa, ceza hakimi belli bir maddi olguya açıkca tesbit ederek sonuca ulaşmış ise, hukuk hakiminin bu maddi olgularla da bağlı olacağı kabul edilir. Ne var ki, hukuk hakiminin ceza, mahkemesi kararıyla bağlı olması mutlak nitelikte değildir. Ceza kararındaki açık ağır hata ve yanılma hallerine özellikle Yüksek Mahkeme olarak Yargıtay'ın ceza mahkemesinin tesbit ettiği hukuka aykırılık illiyet bağı ve maddi olgularla bağlı olması kabul edilemez. Çünkü, hakkı koruyan hukukun hata ve yanlışlıklar üzerine kurulması adalete olan inancı sarsar.
Olayımızda ceza mahkemesi (davacının kendiliğinden düşmesi sonucu yaralandığını ve yeter delil de bulunmadığı) gerekçesiyle beraat kararı vermiştir. Burada beraat kararının bağlayıcı yönü yokntur:
a- Aslında ceza mahkemesinin tesbit ettiği maddi olgularla hukuk mahkemesinde ortaya çıkan ve özellikle bizim tesbit ettiğimiz sorumluluğa etkili maddi olgular arasında bir fark bulunmamaktadır. En azından davacının bir çarpma sonucu düşmediği ortadadır.
b- Beraat kararı, aynı zamanda delil yetersizliğini de gözeterek kurulmuştur. Bu kabul hukuk hakimine açık bir değerlendirme sahası bırakmıştır.
c- Hukuk hakimi, aslında ceza hakiminin "mahkumiyet kararı içinde" tesbit ettiği illiyet bağıyla bağlıdır. Yoksa beraat kararı içinde tartışıp değerlendirildiği "olmayan illiyet bağıyla" bağlı olamaz; aksi görüş, 53. maddenin açık anlatımına aykırıdır. Diğer taraftan, hukuktaki illiyet bağıkavramı cezaya göre daha geniştir. Hukuktaki illiyet bağı kapsamı içinde, mahkumiyet kararında belirlenen illiyet bağı olacaktır. Ne var ki onunla sınırlı değildir. Özel hukukta, ceza hukukunda bulunmayan veya kullanma alanı daha geniş olan bazı kavramlar illiyet bağını genişletmiştir. Bu her iki hukuk dalının yapısından kaynaklanan doğal bir sonuçtur.
Bu nedenle, çoğunluk görüşünde değinilen beraat kararında "kabul edilmeyen illiyet bağının bağlayıcılığı" düşüncesine iştirak etmiyoruz. Olayımızda ceza hakiminin, "nedensellik bağının varlığını" değil; aksine, "nedensellik bağının olmadığını" kabul ettiği unutulmamalıdır.
Tüm bu nedenlerle yerel mahkeme kararını bozan çoğunluk görüşüne katılmıyorum.