 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1985/796
K: 1987/361
T: 13.05.1987
DAVA : Taraflar arasındaki "tupu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda: Silifke Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 16.10.1984 gün ve 157 - 537 sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 19.3.1985 gün ve 2326/2599 sayılı ilamiyle; (...Miras bırakanın yasal mirasçılarından birisine sağlığında yaptığı karşılıksız tasarrufun iadeye tabi olabilmesi için bunun miras payına karşılık yapılmış olması gerekir. Kazandırmanın miras payına karşılık olarak yapılıp yapılmadığı da araştırılırken ilk olarak miras bırakanın irade beyanı gözönünde tutulur. Miras bırakanın bu konuda açık bir irade beyanı yoksa o zaman yasal hükmü ve karinelerden yaralanılır. Nitekim yasa (M.K. m. 603/2) bu konuda füru için bir karine koymaktadır. Buna göre füru lehine yapılmış olan karşılıksız kazandırıcı tasarufların onu miras payına mahsubeten yapıldığı ve iadeye tabii olacağı yasal karine olarak kabul edilmektedir. Kazandırma fürua yapılmışsa yasa gereği (M.K. m. 603/2) asıl olan aide tabii bulunması (yasal iade) yani miras payına mahsuben (karşılık) yapılmış sayılmasıdır. Bunun nedeni bir kimsenin bütün çocuklarına aynı sevgi bağı ile bulunduğu birinindiğerine tercih etmeyeceği hususundaki doğal duygunun yasadaki iafedesidir (Nuşin Ayiter, Miras Hukuku 1973 s. 234). Miras bırakan çocuklarından birini diğerinden üstün tutmak isterse, onun yararına yaptığı sağlar arası tasarrufun: miras payına karşılık olarak yapılmadığını, iadeye tabiiolmadığını açıkça beyan ederek füruun iade yükümlülüğünü ortadan kaldırabilir.
Buna karşı füru dışındaki yasal mirasçılara yapılan kazandırmaların iadeye tabii olabsilmesi için, iadenin miras bırakanca istenmiş olması gerekir (iradi iade M.K. . 603/1). Miras bırakanın bu konuda bir iradesi yoksa füru dışındaki yasal mirasçılara yapılan kazandırmaların miras paylarına karşılık olmadığı ve bu sebeple iadeye tabii bulunmadığı kabul edilir. Bunun aksini iddia ederse iade talebinde bulunan yasal mirasçı yapılan kazandırmanın miras payına karşılık yapılmadığını isbat etmek zorundadır. Bu konuda doktrinde hiçbir görüş ayrılığı bulunmamakta olup, bilakis söz birliği vardır. (N. Kocayusufpaşaoğlu, Miras Hukuku 1978 sh. 444, 468, Z. İmre, Türk Miras Hukuku 1978 sh. 800, 801: N. Ayiter, Miras Hukuku 1978 s. 234. A.N. İnan, Miras Hukuku 1969 s. 402 - 4403: F. Eren. Mirasta İade, Adalet Dergisi 1963 s. 3 -4. s. 344 sayı 5 - 8 s. 720. S. Gönensay - K. Birsen, Miras Hukuku 1963 s. 345 - 346)
Olayda davacıları ve davalı miras bırakanın fürudur. Toplanan delillerden davalıya yapılan bağışın onun miras paylarına karşılık olmadığı konusunda miras bırakanın açık bir irade beyanının varlığı tesbit edilmemiştir. Şu hale göre davalıya yapılan bağışın onun miras paylarına mahsuben yapıldığının kabulü ve iadeye tabii olması asıldır. Davacının bu konduka yasal karine karısında subjektikf delil ibraz etmek zorunluluğu dahilyokken (Esat Şener'in Miras Hukuku 1977 cilt 1 sayfa 630) bu konudaki isbat yükümlülüğünü yerine getirmediğinden söz edilerek davanın reddi doğru değildir. Temyiz Eden: Davacılar vekili
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Uyuşmazlığın çözümüne öncelikle Meden Kanunun 603. maddesi ile getirtilen tüm istem üzerinde durulması gereklidir. Medeni Kanunun 603. maddesi şu hükümleri getirmiştir: "Kanuni mirasçılar, miras hissesine mahsubeten müteveffanın sağlığında olmuş oldukları bütün teberruları, terekeye iade ile birbirlerine karşı mükelleftirler. / Müteveffa tarafından hilafına açıkça bir teberru yapılmış olmadıkça füru leihne bahsedilen cihaz, tesis masrafı borçtan ibra suretiyle ve bu kabilden sair suretler bahşedilen menfaatler iadeye tabiidir."
Medeni Kanunun 6. maddesi isbat yükü konusunda genel bir kural koyarak "Kanun, hilafını emretmedikçe iki taraftan her biri müddeasını isbata mecburdur" demiştir. Medeni Kanunun 603. madesu füru yararına yapılan bağış konusunu özel olarak ikinci fıkrada düzenlemiştir. 2. fıkra hükmünden açık birşeklide anlaşılmaktadır ki bu konuda öncelikle mirasbıraknın irade beyanına başvurulacaktır. Asıl olan miras bırakanın arzusuna saygı göstermektir. Miras bırakanın açık bir irade beyanında bulunması halinde bu irade esas alınacaktır. Açık irade beyanında bulunulmaması halinde yasal düzenlemenin getirdiği ilkelerden hareket olunmalıdır. Füru yararına yapılan bağışları düzenleyen 2. fıkra tümü ile değerlendirildiğinde görülecektir ki yasa koyucu ortaya bir karine koymuştur: "Füru yararına yapılan bağışlar onun miras payına mahsubeten yapılmıştır ve iadeye tabidir". bu karine aslında bir babanın çocukları arasında eşit davranması yolundaki tabii duyguya da uygun düşmektedir. Yasa koyucu, babadan eşit davranması yolundaki tabii duyguya da uygun düşmektedir.Yasa koyucu, babanın çocukları arasındabir ayırım yapma gereğini de hayatın olağan akışı içersinde belirebileceğini gözeterek mirasbırakanın bu yolda hareket edebilme olanağını da getidiği düzenlemede "hilafına açıkça bir teberru yapılmış olmadıkça" sözlerini kullanmak suretiyle açmıştır. O halde iade borcunda Medeni Kanunun 6. maddesindeki genel kural uyarınca isbat yükü öncelikle iade isteyen fürua düşürse de iade isteyeni iadeye tabii olduğunda uyuşmazlık olmayan mallarda az önce açıklanan yasal karineden yarralanacağından isbat yükü yer de değiştirerek karinenin aksini savunan lehine tasarrufta bulunulan füruun bağışın iadeye tabiiolmadan yapıldığını isbat zorunlu bulunduğunun kabulü gerekir. bu kurallar bağışın iadeye tabii mallardan bulunduğunun uyuşmazlık konusu olmaması halinde uygulanacaktır.
603. maddenin 2. fıkrası "Müteveffa tarafından hilafına açıkça bir teberru yapılmış olmadıkça füru lehine bahşedilen cihaz, tesi masrafı borçtan ibra suretiyle ve bu kabilden sair suretlerle başedilen menfaatler iadeye tabidir" hükmünü getirmiştir. Demek ki burada sayılan menfatlar söz konusu olduğunda asıl olan bunların iadeye tabii olduğudur ve yukarıda açıklananhukuki esaslar uyarınca iadeye tabii olmadan bahşedildiğini yararına tasarrufta bulunulan füru isbat zorundadır. Bahşedilen menfaatler 2. fıkrada sayılanlar dışında ise durum ne olacaktır? Bu takdirde tabiatıyla yasal karinenin devreye girmesinden söz edilemeyeceğinden Medeni Kanunun 6. maddesindeki genel kurul uyarınca iadeye tabii olarak yapıldığnı ispat yükü iade isteğinde bulunan furua düşecektir. İsviçre Federal Mahkemesi de bu görüştedir: Jdt 1951 - I - 342; Jdt 1951 - I- 438 (Zikreden Prof. Dr. N. Kocayusufpaşaoğlu, Miras Hukuku sh: 472)
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bazı üyeler füru yararına bahşedilen her türlü menfaatlerde yasal karinenin uygulanacağı, bahşedilen menfaatlerin tahdidi olmadığının bu durum (gibi) sözcüğünün de gösterdiğini, yasa koyucunun bu bakımdan mehaz İsviçre metninden ayrıldığını ileri sürmüş ise de çoğunluk şu gerekçelerle bu görüşe katılmamıştır: Yasa koyucu 2. fıkrayı genel bir kural olarak benimsemek isteseydi bu takdirde bahşedilen menfaatler açısından çeyiz, iş kurma yardımları gibi bir sayıma girmezdi. Her ne kadar metinde (gibi) sözü kulanılmış ise de yasa koyucu (nitelik) yönünden bir sınırlama getirmiş, bu sınırlamadan vazgeçmeksizin (gibi) sözcüğü kulanılmak suretiyle aynı nitelikteki menfaatleri de maddenin kapsamına almıştır. Gerçekten Medeni Kanunun 603/2. maddesi ile mehaz İsviçre metni farklı ise de, farklılık hukuk esaslarda değli, sadece niteliğine ilişkin kapsamdadır. Mehaz metinde daha geniş tutulmuştur. Şöyle ki Medeni Kanunun 63. maddesini karşılayan mehaz İsvirçe metninin 626/2. maddesinde "Abandos de biens (malvarlığının devri)" sözlerine yer verilmiştir.
Mahalli mahkeme kararı neticeten yukarıda açıklanan hukuki esaslara uygun düştüğünden ve delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığından usul ve yasayu uygun olan direnme kararı onanmalıdır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan kararın ONANMASINA ve gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 13.5.1987 gününde oyçokluğuyla karar verildi.