 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1985/199
K: 1985/1054
T: 11.12.1985
DAVA : Taraflar arasındaki "yargılamanın yenilenmesi" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 3. İş Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 18.6.1984 günü ve 254-275 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 15.11.1984 gün ve 8151-9966 sayılı ilamıyla; (... Davacı ... davalı işverenin, bir kısım işçilerin işe alınmaları sırasında evraklarında tahrifat yaptığı ve bu yüzden idareyi zarara uğrattığı gerekçesiyle iş aktini feshederek işine son verdiğini; bunun üzerine, iş aktinin haksız feshi nedeniyle ihbar ve kıdem tazminatlarının ödetilmesi için dava açtığını; ancak, Ankara 8. İş Mahkemesi'nce işverinin iş aktini fesihte haklı olduğu kabul edilerek davanın reddine karar verildiğini ve bu kararın Yargıtay'ca da onandığını; aynı olay nedeniyle, resmi evrakta sahtekarlık ve görevi kötüye kullanmak suçlarından dolayı hakkında kamu davası açılmış ise de, Ağır Ceza Mahkemesince beraatine karar verildiğini ve bu kararın da kesinleştiğini; böylece, aynı konuda birbiriyle çelişen iki kesin hüküm ortaya çıktığını; Ankara 8. İş Mahkemesi'nin, ceza davasının sonucunu beklememesi nedeniyle, o dava sırasında beraat kararını ibraz edemediğini ...) ileri sürmüş ve Ankara 8. İş Mahkemesi'nce verilip kesinleşen davanın reddine ilişkin kararın iadei muhakeme yoluyla kaldırılmasını ve anılan davada reddedilen ihbar ve kıdem tazminatalarının hüküm altına alınmasını istemiştir.
Dava vekili ise, ortada iadei muhakeme sebebi bulunmadığını, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Görülüyor ki, dava, HUMK'nun 445/10. maddesi hükmüne dayanan, yargılamanın yenilenmesi, bir başka deyimle (iadei muhakeme) isteğine ilişkindir.
Bilindiği gibi, olağanüstü bir kanun yolu olan yargılamanın yenilenmesi nedeniyle HUMK'un 445. maddesinde, 10 bend halinde ve sınırlı bir biçimde açıklanmış bulunmaktadır. Sözü geçen maddenin, bu dava ile ilgili 10. bendi hükmüne göre; tarafları, sebebi ve konusu aynı olan bir dava hakkında verilen hükme aykırı yeni bir hüküm verilmesine yasal sebep bulunmadığı halde, aynı veya başka bir mahkeme tarafından, önceki hükme aykırı ikinci bir hüküm verilmiş ve her iki hükmün de kesinleşmiş olması, yargılamanın yenilenmesi sebebi sayılmıştır. Bu durumda mahkemece, yargılamanın yenilenmesi isteği benimsenirse yapılacak işlem, başkaca soruşturma yapılmaksızın ikinci (son) kesin hükmün iptaline karar verilmekten ibarettir (HUMK. 450/11).
İşte bu ilkelerin ışığında somut olayı inceledik:
Taraflar arasında, önce Ankara 8. İş Mahkemesi'nde görülen dava sonunda, davacının ihbar ve kıdem tazminatı isteğinin, iş aktinin haklı nedenle feshi sebebiyle reddine ilişkin olarak verilen ve kesinleşen hükümle; sonradan, davacı hakkında, Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan kamu davası sonunda verilip kesinleşen beraat kararının; Usulün az yukarıda anılan 445/10. maddesinde öngörülen, tarafları, sebebi ve konusu aynı olan iki dava sonunda verilmiş birbiriyle çelişen iki ilam olarak kabulüne imkan bulunmadığı gibi, ikinci kesin hükmün, yeni ceza olarak kabulüne imkan bulunmadığı gibi, ikinci kesin hükmün, yani ceza ilamının iptaline karar verilmeyeceği de aşikardır. O halde, olayda HUMK'nun 445/10. maddesi koşullarının gerçekleştiği kabul edilemez.
Her ne kadar davacı dava dilekçesinde; İş Mahkemesi'nce, ceza davasının sonucu beklenmediği için, daha sonra verilmiş olan beraat kararını o davada ibraz imkanı bulamadığını ileri sürmek suretiyle Usulün 445. maddesinin 1. bendi hükmüne dayanmış ise de, olayda bu hükmün de uygulanması mümkün değildir. Çünkü, davacının Ankara 8. İş Mahkemesi'nde açtığı dava sırasında, davalı vekili tarafından verilen 26.2.1981 tarihli cevap dilekçesinde, davacı hakkında C.Savcılığınca ceza kovuşturması yapılmakta olduğu ileri sürülmüştür. Ancak, mahkeme bu yön üzerinde durmak gereğini duymadığı gibi, Yargıtay'ca bozma sebebi de yapılmamışır. Bu durumda, sonradan verilen beraat kararına dayanılarak yargılamanın iadesi isteği kabul edilemez.
Öta yandan, mahkemece yargılamanın iadesi talebinin kabulüne dayanak yapılan, Anaka 6. Ağır Ceza Mahkemesi'ne ait kararın hükmü fıkrasında aynen (...her ne kadar sanıklar hakkında sahtecilik ve görevi kötüye kullanmaktan ötürü kamu davası açılmış ve cezalandırılmaları istenmiş ise de, sanıkların yükletilen suçu işledikleri husunuda dosya arasında kesin ve inandırıcı kanıt bulunmadığı gibi suçluluklarına da inanılmadığından, yükletilen suçlardan tüm sanıkların beraatlerine...) denilmektedir. Ne var ki, ceza hakiminin, davacının kendisine yüklenen suçu işledi yolunda kesin delil bulunmaması sebebiyle verdiği bu beraat kararı hukuk hakimini bağlamaz (BK.53).
Kaldı ki, ceza hukuku bakımından suç teşkil etmeyen ve cezayı gerektirmeyen bir fiil, Medeni Hukuk açısından sorumluluğu gerektirebilir. Nitekim, Ankara 8. İş Mahkemesi de, yargılamanın iadesi yoluyla kaldırılması istenen kararında, toplanan tüm delilleri takdir ve değerlendirmek suretiyle, davacının, işverenin güvenini kötüye kullandığı, doğruluk ve bağlılığa uymayan, iyiniyet kurallarına aykırı davranışlarda bulunduğu sonucuna varmış ve bu nedenle davayı reddetmiştir. Kesinleşen bu hüküm Ceza Mahkemesinde delil yetersizliği nedeniyle verilen beraat kararına dayanılarak, yargılamanın iadesi yoluyla ortadan kaldırılamaz.
O halde, açıklanan bu maddi ve hukuki olgular karşısında, olayda HUMK'nun 445. maddesinde öngörülen yargılamanın iadesi koşullarının gerçekleştiğinden söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle, davacının yargılamanın iadesi isteğinin reddi gerekirken anılan ilkelere aykırı düşüncelerle kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davalı Vekili
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR: Taraflar arasındaki herhangi bir uyuşmazlık mahkemece çözümlenerek karar kesinleşmekle kesin hükmü dokunulmazlığını kazanır ve ilke olarak ortadan kaldırılamaz. Ancak yasanın cevaz verdiği (yargılamanın iadesi yolu) bu ilkenin ayrık durumunu oluşturur. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 445. maddesi ile yargılamanın iadesi sebepleri 10 bent halinde düzenlenmiştir. Bir olayada yargılamanın iadesi sebepleri mevcut olursa işin esasının incelenmesi, aksi halde işin esasının incelenmesine gerek bulunmadan istek reddedilmelidir.
Olayda yargılamanın iadesi sebepleri arasında tartışılması gereken husus 445. maddenin 1 ve 10 sayılı bentleri hükümleridir. 1. bent hükmüne göre ``mahkeme esnasında esbabı mucibeye veya lehine hükmolunan tarafın fiiline binaen elde edilemeyen bir senet veya vesikanın hüküm itasından sonra ele geçirilmesi`` ve 10. bent uyarınca da `` iki tarafı ve sebebi müttem bir dava hakkında sadır olan bir ilama mugayyir yeni bir ilam suduruna sebep olabilecek bir madde yokken yine o mahkeme veya diğer bir mahkeme tarafından evvelki ilamın hükmü hilafında bir hüküm ve karar verilmiş olup ta her iki ilamın katiyet kesbetmesi`` halleri yargılamanın iadesi sebeplerini oluşturur.
Davada maddi olaylar açıklanmış ve iddia ile ilgili olarak iki ilama dayanılmıştır. Bunlardan biri davacının işveren aleyhine açtığı ihbar, kıdem tazminatı davasının reddine ilişkin İş Mahkemesi kararı, diğeri ise ihbar, kıdem tazminat davasının reddine ilişkin karara esas tutulan fiilden dolayı açılan ceza davasından beraate ilişkin Ceza Mahkemesi kararıdır. Öncelikle şu hususun belirtilmesi gerekir; Hukuk tekniği açısından mütalaa alındıktan, bu iki ilamın 445. maddenin 10. fıkrası açısından yargılamanın iadesi sebebini oluşturmayacağı bir gerçektir. O halde kanunun 445. maddenin 1. bendi açısından tartışılması gerekir.
Davacınının açtığı ihbar, kıdem tazminatı davasının görülmesi sırasında, davacı hakkında Ceza Mahkemesince ceza davasının açılmış bulunduğu dosyadaki yazılardan anlaşılmaktadır. Ne var ki, hukuk hakimi ceza davasının sonucunun beklenmesine gerek görmemiştir. Ceza davasının hukuk davasının sonuçlanmasından önce karara bağlanıp kesinleşmesi davacının elinde olan bir keyfiyet olmayıp mücbir sebeple elde edilemediğinin kabulü iktiza eder. Diğer taraftan konu tartışılırken Borçlar Kanununun 53. maddesi üzerinde de durulmakta yarar vardır. Bu madde hükmünce: ``Hakimin kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin failinin temyiz kabiliyetini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesi ile verilen beraat kararıyle da mukayyet değildir. Ceza hakiminin kararının hukuk hakimini açıklanan biçimde bağlamayacağı yasal bir esas olmakla birlikte, yerleşmiş Yargıtay içtihatları gereğince ceza ilamının maddi vakıaları tespit eden kısmı hukuk hakimini bağlar. Bir maddi vakıanın ceza mahkemesinde sabit sayılması, hukuk mahkemesinde ise sabit sayılmaması ve aksi durumun kamuoyunda doğuracağı sonuçlara az önce açıklanan ilkenin benimsenmesini gerektirir. Ayrıca şu hususun da özellikle belirtilmesi zorunludur. Ceza mahkemesinde delil yetersizliğinden beraat etme hali tamamen farklı hukuki sonuçlar doğurur ve bu yön tartışma konusunun dışında kalır. O halde sonradan verilen ceza mahkemesinin maddi vakıları, Borçlar Kanunu'nun 53. maddesi açısından hukuk hakimini bağlayıcı nitelikte tespit eden ilamını Usulün 445. maddesinin 1. fıkrası kapsamında yargılamanın iadesi sebebi olarak kabul etmek gerekir. Ancak, yukarıda da belirtildiği gibi bu yön teknik olarak 10. bent kapsamına girmekle beraber bu bendin amacına da uygun düşer.
Özel Daire, bozma kararında hangi sonuca varmış olursa olsun ceza ilamının 445/1'nci maddesinde öngörülen belgelerden sayılamıyacağı görüşü benimsenerek ceza ilamı açısından herhangi bir gözlemde bulunmaksızın mahalli mahkemece kararı bozulduğundan mahkemeninin direnmesi uygundur. O halde yukarıda açıklanan esasları doğrultusunda ceza ilamı maddi vakadan tespit açısından hukuk hakimini bağlayıcı nitelikte olup olmadığı ve dolayısiyle yargılamanın iadesi sebebi oluşturup oluşturmadığı yönlerinden inceleme yapılmak üzere dosya özel daireye gönderilmelidir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, inceleme yapılmak üzere dosyanın 9. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 4.12.1985 günü yapılan ilk görüşmede üçte iki çoğunluk sağlanmadığından, 11.12.1985 günü yapılan ikinci görüşmede salt çoğunlukla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Davacı, Ankara 8. İş Mahkemesi'ne açılan ihbar-kıdem tazminatı davasının reddedilerek kesinleştiğini ancak daha sonra iş akdinin feshine ilişkin olay nedeniyle açılan ceza davasının beraaetle sonuçlandığını ileri sürerek, yargılamanın yenilenmesi (HUMK m. 445/1) isteğinde bulunmuştur.
Mahkeme, davacının dayandığı ceza mahkemesi kararının yargılamanın yenilenmesi için gerekli olan yeterli bir belge olduğunu kabul ederek istek doğrultusunda hüküm kurmuştur.
Yüksek 9. Hukuk Dairesi, (... olayda yargılamanın yenilenmesi sebepleri bulunmadığından) mahkeme hükmünün bozmuştur; mahkemenin, eski hükümde direnmesi üzerine kurulumuz çoğunluğunun oluşturduğu kararla, mahkemenin direnmesinin yasaya uygun olduğu kabul edilmiştir.
1- Bilindiği gibi yargılamanın yenilenmesi olağanüstü bir kanun yoludur; yasa tarafından belirlenmiş çok sınırlı ciddi ve ağır sebeplerin varlığını gerektirir. 445. maddede kabul edilen olgular genellikle, tarafın veya mahkemenin mücbir sebep (zorlayıcı neden) yahut karşı tarafın, bilirkişi veya tanığın hilesi veya cezayı gerektiren bir fiili nedeniyle gerçeğin ortaya çıkarılmamış olması düşüncesinden kaynaklanır. (Dr. Ramazan Arslan, Medeni Usul Hukukunda Yargılamanın Yenilenmesi, 1977, sh. 78). Bu nedenle 445. maddenin uygulanma ve yo rumlarında bu düşünce esas alınarak bir yargıya varılmalıdır.
2- Usulün 445/1. maddede sözü geçen "bir senet veya vesika" sözcüklerini ve özellikle vesika sözcüğünü geniş anlamda kabul etmek gerekir. Bu nedenle maddenin 10. bendine girmeyen mahkeme ilamları (ceza-idari yargı) belge (vesika) kavramı içinde kabul edilmelidir; bu hususta üyeler arasında bir görüş ayrılığı da yoktur.
b- Yargılamanın yenilenmesi için dayanılan senedin-belgenin kendisinin veya kaynağının, yargılama sırasında mahkemeye (veya bilgisine) sunulmamış olması gerekir. Ç ünkü mahkemeye sunulan belgeler aslında mahkemece değerlendirilmiş, hükmü olumlu ya da olumsuz etkilemiş durumdadır; daha doğrusu böyle olmalıdır. Yargılama, sırasında, belgeyi hakimin dalgınlık veya hata ile incelememiş olması, belge gözönünde tutulsaydı daha elverişli bir hüküm elde edebilecek olan tarafa, yargılamanın yenilenmesini isteme olanağı vermez (R. Arslan, a.g.e., sh. 80 ve dipnot 12'de dayanılan görüş ve Yargıtay kararları). Bu genel kabul görmüş yargının dayanağı, yukarıda açıklanan ve yargılamanın yenilenmesi yolunun dayanağı olan temel düşüncelerdir.
Olayımızda davalı, cevap dilekçesinde, davalı hakkında ceza koğuşturması açıldığını ve evrakların savcılığa gönderildiğini ileri sürmüş ise de, mahkeme, bu konuda üzerinde durmamış ve davacının açtığı kıdem tazminatı davasını (... davacının işverenin güvenini kötüye kullandığı gibi nedenlerle iş sözleşmesinin haklı olarak fesih edildiğini kabul ederek) reddetmiştir. O halde, her ne sebeple olursa olsun taraflardan biri tarafından mahkemenin bilgisine sunulan olayın (ceza yargılaması) yargılamanın yenilenmesine konu yapılması olanağı yoktur. Mahkeme, Usulün 75/2. maddesine de dayanarak, ceza davasının sonucunu davacı yararına bekleyebilirdi.
c- Hükümden sonra bulunan ve hükmü etkileyecek durumda olan senet veya belgenin, hükümden önce ele geçirilmemesi ya zorlayıcı (mücbir sebep) ya da hüküm verilen tarafın eylemine bağlı olmalıdır. Burada zorlayıcı sebepten amaç, söz konusu belgenin yargılama sırasında elde edilememesinin veya mahkemenin bilgisine sunulmamış olmasının bir kusura dayanmamış olmasıdır.
Olayımızda davacı, iş mahkemenin, sözleşmenin işveren tarafından feshine haklı neden olarak kabul ettiği eylem (... idarenin emrine rağmen 30 kadar işçiyi işe almak için evraklarda tahrifat yaparak bu işçileri daha önce işe başlamış gibi gösterme) hakkında ceza soruşturması ve davası açıldığını bildiği halde, bunun bir ön sorun olarak kabul edilmesi isteğinde de bulunmamış ve aleyhine verilen ve ağır suçlamalı hükmü temyiz dahi etmemiştir.
Bu nedenle davacının, şimdi dayandığı ceza mahkemesi beraat kararına esas olan ceza davasını mahkemeye bildirmemiş ve bunun beraatle sonuçlanması halinde yararına olacağını savunmamış olması kusurlu bir davranıştır. O halde olayımızda zorlayıcı sebebin varlığı söz konusu olamaz. Çünkü kimse kendi kusurundan yararlanamaz.
ç- Hükümden sonra ele geçirilen senet veya belge, yargılama sırasında yani hükmün verilmesinden önce var olmalıdır. Hükmün verilmesinden sonra düzenlenen bir belge yargılamanın yenilenmesine yol açamaz (R. Arslan, age., sh. 81). Olayımızda ise, ceza mahkemesi beraat kararı, iş mahkemesinin red kararından sonra verilmiştir. Burada, özellikle olayın gelişmesi gözetildiğinde, yargılama sırasında ceza davasının devam etmesi bir zorlayıcı sebep olarak görülemez. Bu nedenle Arslan'ın Yargıtay kararlarına dayanarak vurguladığı özel bir durum söz konusu değildir.
d- Hükümden sonra elde edilen senet veya belgenin, verilmiş olan hükmü etkileyecek nitelikte olması gerekir. Başka bir anlatımla yargılama sırasında yargılamanın yenilenmesi isteğine konu belge veya senedin mahkemeye sunulmuş olsa idi isteğe uygun sonuç elde edilebilir güçte olmalıdır.
Olayımızda, davacının dayandığı ceza mahkemesi kararı beraatle sonuçlanmıştır. Bilindiği gibi ceza mahkemesi, hukuk hakiminin beraat kararıyla bağlı değildir. Çünkü konu ve dalları ayrı ayrı olan mahkemelerin dayandıkları kurallar değişik niteliktedir. Örneğin, ceza mahkemesinde kusurun belirlenmesine yalnız ihmal olgusuna dayanabilir; diğer taraftan ceza mahkemesi ile hukuk mahkemesinin delillerin değerlendirilmesinde değişik ölçüler kullandığı da unutulmamalıdır. Kuşkusuz hukuk hakimi, ceza mahkemesinin belirlediği hukuka aykırılık ve maddi olgularla bağlıdır; nevar ki bu bağlılık sanıldığı gibi bir kesin hüküm niteliğinde değildir. Hukuk hakimi gerektiğinde dayanaklarını da göstermek suretiyle ceza mahkemesinin verdiği kararla kendisini bağlı tutmayacağına karar verebilir (Tekinay, Borçlar Hukuku, Cilet 1, beşinci bası, sayfa 948'deki görüş).
Olayımızda, ceza mahkemesi (... maznunların-davacımız-görevi kötüye kullanma ve sahtecilik suçlarını işledikleri hususunda kesin ve inandırıcı kanıt bulunmadığı gibi suçluluklarına da inanılmadığı) gerekçesiyle beraat kararı verilmiştir.)
Görülüyor ki, ceza mahkemesinin verdiği karar, hukuk davasında verilen hükme etkili nitelikte değildir. Özellikle hukuk hakiminin, tartışabileceği bir beraat kararı yargılamanın yenilenmesi nedeni olarak kabul edilemez.
Tüm bu nedenlerle sayın çoğunluğun oluşturduğu karara katılmıyorum. Mahkeme kararı bu nedenle bozulmalıydı.