 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1985/197
K: 1985/826
T: 16.10.1985
"Alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, (Zonguldak 4. İş Mahkemesi'nden davanın reddine dair verilen 30.5.1984 gün,214-1072 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin 1.10.1984 gün ve 4224-4360 sayılı ilamıyla (...Dava davalıya ait işyerinde meslek hastalığına yakalanan sigortalı için Kurumca yapılan tedavi giderlerinin rücuan ödetilmesi isteğinden ibarettir. Sigortalının meslek hastalığına yakalandığı, bu meslek hastalığı ile işverenin işyeri arasında "uygun neden-sonuç" bağlantısı bulunduğu, meslek hastalığının iyileştirilmesi için Kurumca iyileştirme gideri yapıldığı yönleri olayda uyuşmazlık oluşturmamaktadır. Uyuşmazlık, mahkeme kararında yer alan görüşe göre, meslek hastalığı sonucunda meslekte kazanma gücünde bir eksilme bulunmaması durumunda Kurumun yaptığı giderler için işverene rücu edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır. Mahkemece, sigorta olayında işverenin kusuru bulunmadığı, tamamen kaçınılmaz olduğunu öngören bilirkişi raporuna dayanılarak dava reddedilmiştir. Meslek hastalığının oluşmasında bir miktar kaçınılmazlık bulunabilir ise de, meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücü kayıp oranının % 10'un altında kalması, sigorta olayının tümüyle kaçınılmazlık sayılmasını gerektirmez. Olayda, işverenin kusuru bulunup bulunmadığı, işverenin İşçi Sağlığı ve İş Güvnliği yönünden alması gereken tedbirlerinin neler olduğu, bunlardan hangilerinin ne oranda alındığı, sigortalının karşılıklı kusuru olup olmadığı, onun kişisel durumu, işyeri koşulları gereğince ve yeterince araştırılıp saptanmadan, özellikle; işveren tüm önlemleri almış olsa dahi, muayyen süre bu işte çalışan sigortalıda meslek hastalığının meydana geleceği tıbbi gerçeği karşısında, işçinin meslek hastalığına yakalanmaması için uygun bir süre yeraltında çalıştırıldıktan sonra yer üstündeki işlerde itihdam edilmemiş olmasının işveren açısından bizzatihi kusur durumunu oluşturup oluşturmayacağı üzerinde durulmadan, bu hususları içermeyen bilirkişi raporuna dayanılarak olayın tüm kaçınılmaz kabulü usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü : KARAR : Her ne kadar mahkemece, gerek son hükümde ve gerekse direnme kararında davada 2974 No.lu "Bazı Kamu Kurum ve kuruluşlarının borçlarının Tahkimi Hakkındaki Kanun" hükümlerinin uygulama yerinin bulunup bulunmadığından söz edilmemiş ise de, bu yön göreve ilişkijn olmakla ve kamu düzenini ilgilendirdiğinden Hukuk Genel kurulu'nca doğrudan göz önünde tutulup öncelikle görüşme konusu yapılmıştır.
Gerçekten davanın tarafları anılan Yasa'ya eklenen cetvelde yer alan kamu kuruluşlarındandır. Ancak 2974 sayılı Yasa'nın kamu kurum ve kuruluşlarının birbirlerine olan kesinlik kazanan borçlarını mı yoksa kesinleşmemiş olan ve halen mahkemelerde dava konusu edilip devam etmekte bulunan ihtilaflı borçları dahi kapsamına alıp almadığı sorununun çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Söz konusu Kanun'un birinci maddesinde aynen "..bu kanun kapsamına giren tüm kamu kurum ve kuruluşlarının birbirlerine olan borçları bu kanun esasları çerçevesinde tahkim olunur" hükmüne yer verildikten sonra 2. maddede "Bu Kanun'a ekli cetveldeki daire.. ve kuruluşladrın 31.12.1983 tarihinde birbirlerine olan birinci maddede söz konusu borçları... takas ve mahsup yoluyla tasfiye edildikten sonra Hazinece devir alınarak tahkime tabi tutulur ve Türkiye Cumhiriyet Merkez Bankası bilançosunda aktifleştirilir" hükmü yer almıştır. Anılan maddelerin öngördüğü biçimde, takas ve mahsup işleminin yapılarak bilançoda aktifleştirme yoluna gidilebilmesi ancak kesinleşmiş ihtilafsız borç ve alacak miktarlarının varlığı halinde mümkündür. Nitekim yasa koyucunun amacının da kesinlik arzeden borç ve alacaklara yönelik bulunduğu, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Plan ve Bütçe Komisyonu'nun 25.1.1984 tarihli arporunda geçen şu sözlerden açık seçik anlaşılmaktadır. "..kesinlik arz eden borçları ile alacaklarının tasfiyesinin bu tarih itibariyle yapılmasının uygun düşeceği...". Tersine bir yorum yolunu benimsemek maddede geçen ve tahkim işlemini gerçekleştirecek olan kamu kuruluşlarına yargılama yetkisinin tanınması sonucunu doğrur. Oysa TC Anayasası yargı yetkesinin bağımsız mahkemelerce kullanılacağını hükme bağlamıştır. Gerçi bazı uyuşmazlıkların hakemler eliyle çözümlenmesi HUMK.'nin ve 3533 sayılı Yasa hükümleriyle kabul edilmiş hukuksal bir gerçektir ve hakemler herzaman için hakimlik niteliğini taşıyan kimselerden oluşmaz. Ancak gerek ihtiyari gerekse zorunlu tahkim hallerinde uyuşmazlıklar kendine özgü yöntemle çözümlenmekte ve ayrıca mahkeme denetimine tabi bulunmaktadır. Oysa söz konusu Yasa'da bazı kamu kuruluşları arasındaki ihtilafların hakem yoluyla giderilmesine dair 3533 sayılı Yasa'ya atıf yapılmadığı gibi, başka bir yöntem şekli de gösterilmemiştir. O halde 2974 sayılı Yasa ile getirilen tahkim yolu olmayıp tamamen kamu kurum ve kuruluşlarının birbirlerinde olan kesinleşmiş ihtilafsız borç ve alacaklarının tasfiyesini amaçlamaktadır. Bu itibarla Yasa'da kullanılan "tahkim" sözcüğünün "kesinleşmiş, ihtilafsız borç ve alacakların tasfiyesi" anlamını hedef tutuğunun kabulü, gerekli görülmüştür.
Sonuç olarak, yukarıdan beri açıklanan nedenlerle davada 2974 sayılı Yasa'nın uygulama yerinin bulunmadığına oyçokluğu ile karar verildikten sonra işin esasının görüşülmesine geçilmiştir.
Özel Daire ile mahkeme arasındaki uyuşmazlık, davalıya ait işyerinde meslek hastalığına yakalanan, ancak meslekte kazanma gücünde herhangi bir azalma olmayan sigortalı için kurumca yapılan tedavi giderlerinin davalıdan rücuan istenebilip istenemeyeceği hususudur.
Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Yasa'nın 26. maddesindeki sorumluluk işveren açısından kusura dayanan sınırlı bir sorumluluk niteliğindedir. İş kazası veya meslek hastalığından dolayı işverenin sorumlu tutulabilmesi, kasdi veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi ya da suç sayılır bir eşleminin gerçekleşmiş olması koşuluna bağlıdır. Mahkemece bu madde çevresinde, olayda işverenin kusuru bulunup bulunmadığı işverenin işçi sağlığı ve iş güvenliği yönünden teknolojik gelişmeler de göz önünde tutularak alması gereken tedbirlerin neler olduğu, bunların hangilerinin ne oranda alındığı periyodik muayenelerin yapılıp yapılmadığı, sigortalının kişisel durumu, işyeri koşulları, bizzat işyerinden gereğince ve yeterince araştırılıp saptanmadan özellikle de işveren tüm önlemleri almış olsa dahi muayyen süre bu işte çalıştırılan sigortalının meslek hastalığının meydana geleceği tıbbi gerçeği karşısında işçinin meslek hastalığına yakalanmaması için uygun bir süre yer altında çalıştırıldıktan sonra yer üstündeki işlerde çalıştırılmamış olmasının işveren açısından bizzatihi kusur durumunu oluşturup oluşturayacağı üzerinde durulmadan ve bu hususları içermeyen bilirkişi raporuna dayanılarak olayın tam kaçınılmaz olarak kabulü isabetli sayılımaz. Bütün bu açıklamalara göre Özel Daire bozma ilamına uyulmak gerekirken, yazılı gerekçelerle önceki hükümde direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı kurum vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.'nin 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 16.10.1985 gününde oyçokluğu ile kararv erildi.
KARŞI OY YAZISI
1- Davanın tarafları, 2974 sayılı Bazı Kamu Kurum ve Kuruluşların Borçlarının Tahkimi Hakkındaki Kanun"'a ekli cetvelin 4 ve 17. sırasında yazılı kuruluşlardır. Bu yasa ile, ekonomik ve mali istikrar tedbirlerinin etkinliğini artırmak için, bu gibi kurum ve kurluşların birbirlerine olan borçları, 31.12.1983 tarihi itibariyle, takas, mahsup, itfa, Hazinece devralma, Merkez Bankası blançosunda aktifleştirme, tahvil çıkarıp kaynak yaratma safhalarından oluşan bir tahkim yöntemiyle, tasfiye edilmek, ödenebilir hale getirilmek istenilmiştir. Hazine Müsteşarlığı, Merkez Bankası ve ilgili kuruluşlardan oluşan ve tahvil çıkarma safhasında, Başbakan ve Maliye ve Gümrük Bakanını da devreye sokan bir hakem heyeti saptanmıştır.
Cetvelde yer alan kamu kurum ve kuruluşlarının biribirlerinden pek çok alacağı mevcuttur. Bunların, kimi dava konusu olmak üzere, kimi dava ve icra aşamasında idi. Bu durum ve kuruluşlarının söz konusu alacakları için mahkemelerde birbirleriyle çekişmeleri, hem kendilerini, hemde yargı organlarını meşgul ettiği gibi, masraf, avukatlık parası, faiz vd... gibi ek ödemelerle durumlarını, daha da ağırlaştırmakta idi. Bu kurumlar arasında Sosyal Sigortalar Kurumu ile Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu'nun borçları daha bir özellik arzetmekte, kanunun gerekçesinde sevk nedeni olarak dahi göstermilmiş bulunmaktaydı. Yasa koyucu bu anlamsız duruma son vermek amacıyla bu yasayı çıkarmıştır.
Gerçekten, gerekçeler ve görüşmelerdeki teklifler hilafına Kanunda ".... tüm kurum ve kuruluşların birbirlerine olan borçları...." deyimi kullanılmış olması anlamlıdır. Çünkü, bu deyim geniş anlamlı ve kapsamlıdır. Kesinleşmiş -kesinleşmemiş ihtilaflı-ihtilafsız borç, diye bir ayırım yapılmamıştır. Aksine, bunların hepsini kapsamak üzere "tüm... borçlar..." sözcükleri kullanılmıştır. Esasen işin gereği ve mantıki gerekçeler dahi, bunu gerektirir. Kesinleşmiş, ihtilafsız borçları tahkime tabi tutupta, kesinleşmemiş ihtilaflı olanları tahkim dışı bırakmanın anlamı yoktur. Esasen, bizzatihi tahkim sözü, bir ihtilafı gerektirir.
Hakem, bir uyuşmazlığı çözümler, hakem müessesesinde ihtilafı çözmek fonksiyonu vardır.
Bu nedenle, yasanın sırf kesinleşmiş ve ihtilafsız borçları kapsadığını sanmak, yasaya aykırıdır.
Öte yandan henüz kesinleşmemiş ve ihtilaflı borçlara ilişkin davaların hakeme tevdiinin, yargılama hakkının idareye devri anlamına geleceği ve Anayasaya da aykırı düşeceği yollu görüşlerde de isabet yoktur. Zira, hakemin mutlaka hakim niteliğinde kişilerden olması gerekmez. Aksini düşünmek hakemlik müessesesinin kurallarıyla çelişir ve hakemler de yargı hakkı kullanırlar ve bu yön Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda ve bu Kanunda olduğu gibi mecburi hakemliği öngören öteki özel yasalarda kabul edilmiştir ve Anayasaya da uygundur. Buradaki tahkim, pratik işbitirici ve ekonomik düşüncelerle öngörülmüş bir yöntemdir. Aksi görüş, bu amaçlara ve sözü edilen hukuksal gereklere ters düşmektedir. Açıklanan nedenlerle, dava konusu borç, 2974 sayılı Yasa kapsamındadır. Bu nedenle, ilk önce, davanın mecburi yasal hakem'e gönderilmek üzere, görevsizlik nedeniyle, dava dilekçesinin reddine karar verilmek gerekir. O halde, direnme kararı düzeltilerek onanmalıdır.
2- Yer altı maden ocaklarında, pnömökonyoz türünden meslek hastalığı yapan tozların, işgüvenliği mevzuatında yazılı tedbirlerin ve hatta bu mevzuatta yazılı olmamakla beraber, bilim ve tekniğin saptadığı tedbirlerin tümüyle alınmış olmasına rağmen, tamamen önlenemeyeceği ve kalan tozların, belirli bir sürenin sonunda, pnömökonyoz'a yolaçacağı, belirli bir oranda meslekte kazanma gücü kaybını gerektireceği, işverinin, sigortalının meslek hastalığına yakalanması ve kaçınılmaz maluliyete uğramasını önlemek için alabileceği bir önlem bulunmadığı, işverinin alacağı önlemlerle, sigortalının kaçınılmaz maluliyet üzerinde bir meslekte kazanma gücü kaybını önleyebileceği ve kaçınılmaz meslekte kazanma gücü kaybı üzerindeki meslekte kazanma gücü kaybı oranlarından sorumlu olacağı, bu olayda sigortalının da kaldığı ortadadır. Nitekim, direnme kararında da işaret edildiği gibi, meslekte kazanma gücü kaybının kaçınılmaz oranlarına ilişkin rücu tazminatı istekleri, 506 sayılı Kanunun m:26 çevresinde reddolunmakta ve 10. Hukuk Dairesi'nce de onanmaktadır. Sayın çoğunluğun aksi görüşü kabul etmesiyle, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nda çözülmesi gereken bir içtihad çelişkisi ortaya çıkmıştır.
Öte yandan, bu dosyada hakimin yapacağı başka bir tahkik işlemi yoktur. Özel daire bozmasında değinilen hususlar faydasız, dava ekonomisine aykırı ve olanaksız tavsiyelerdir. 20 seneye varan eski ocak şartlarının mahallen saptaması düşünülemez. Ve bir yarar umulamaz. Sigortalı münavebeli işçi olduğundan senenin yarısını ocak dışında geçirdiği gibi, peryodik muayenelerde hastalığı saptanmamış bir yeraltı işçisinin, ocak dışında çalıştırılmasını tavsiye etmekte, tüm işletmecilik kurallarına aykırı düşer.
Bu nedenle, sigorta olayı, tümüyle kaçınılmaz türden olup, işverinin kusuru yoktur.
Olayda bağlanan bir gelir ve aylıkta sözkonusu olmayıp, tedavi masrafları istenilmektedir.
İşveren, yıllarca meslek hastalığı primi ödemiştir. Bu denli tedavi masraflarını kurum'un karşılaması doğal ve Sosyal Sigorta Hukukunun gereğidir.
Örnek nitelikteki direnme kararının onanması oyundayım.