Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E: 1985/6-524
K: 1986/95
T: 10.3.1986
  • HÜKMÜN TEFHİM VE TEBLİĞİ
  • MAHKUMİYET HÜKMÜNÜN TEFHİM ve TEBLİĞİ
  • TEBLİĞ ( Vekille Takip Edilen Davalarda Hükmün Sanığa Tebliğinin Gerekip Gerekmediği )
  • TEFHİM ve TEBLİĞ ( Vekille Takip Edilen Davalarda Mahkumiyet Hükmünün Sanığa Tebliğinin Gerekmemesi )
  • TEMYİZ SÜRESİ ( Hüküm Kendisine Tebliğ Edilmeyen Sanık İçin )
7201/m.11
1412/m.33,137,310
DAVA: Dolandırıcılıktan sanık B.`nin hükümlülüğüne dair, Ankara 9. Asliye Ceza Mahkemesi`nden verilen 10.7.1984 gün ve 992 - 525 sayılı hüküm, sanık vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 6. Ceza Dairesi`nce incelenerek bozulup yerine geri çevrilmiştir.
İlk hükümde direnmeye ilişkin aynı mahkemeden verilen 27.12.1984 gün ve 787 - 930 sayılı son hükmün Yargıtay`ca incelenmesi sanık tarafından süresinde verilen dilekçe ile istenilmiş, koşulu da yerine getirilmiş olduğundan dosya, C. Başsavcılığı`nın temyiz isteğinin reddi istemini bildiren 19.11.1985 gün ve 6 - 1615 sayılı tebliğnamesiyle 1. Başkanlığa gönderilmekle; Ceza Genel Kurulu`nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR: İki kişiyi ayrı ayrı dolandırmaktan sanık B.`nin TCK.`nun 503, 522, 71, 72, 40. maddeleri gereğince 2 sene 12 ay hapis, 9000 lira ağır para cezası ile mahkumiyetine ilişkin hükmü sanık vekilinin temyizi üzerine Özel Daire:
( Sanık suçu başından beri inkar ettiği, kendisinin de suç eşyası yakalanmadığı ve aleyhine başka inandırıcı bir delil de bulunmadığı halde 3 yıl ara ile işlenen iki dolandırıcılık suçunun şikayet tutanaklarındaki birbirini tutmayan izahat ve kendi içerisinde de çelişkili mağdur ifadeleri dayanak yapılarak sanığın yetersiz delillerle yazılı şekilde cezalandırılması ) isabetsizliğinden oybirliğiyle bozmuştur.
Yerel mahkeme sanık müdafii. Av. E.`nin yüzüne karşı, sanığın yokluğunda 27.12.1984 gününde direnmeye karar vermiş, sanık müdafii hükmü temyiz etmemiş, sanığa gıyabi hüküm 30.1.1985 tarihinde tebliğ edilmiş, sanık aynı gün hükmü temyiz etmiştir.
Ceza Genel Kurulu`nda öncelikle sanık müdafiinin 27.12.1984 gününde yüzüne karşı, sanığın ise yokluğunda verilen hükmü sanık müdafii temyiz etmediğine göre sonradan sanığa yapılan tebligat üzerine vaki temyizinin geçerli olup olmadığının görüşülmesine karar verilerek, bu konuda yapılan görüşmelerde, ceza davasında temyiz süresi ve bunun başlama tarihi ile ilgili hüküm CMUK.`nun 310. maddesinin 1 ve 2. fıkrasında, tefhim ve tebliğ ile ilgili hükümler ise aynı Yasanın 33 ve müteakip maddelerinde gösterilmiştir. CMUK.`nun 310. maddesinin 1. fıkrasında temyiz isteğini hüküm tefhiminden bir hafta içerisinde yapılabileceği belirtilmiş olup, buna göre; temyiz sanığın istek süresi tefhimle başlamaktadır. Aynı maddenin 2. fıkrasında ise, hükmün tefhiminin sanığın gıyabında olması halinde temyiz süresinin tebliğ tarihinden itibaren başlayacağı belirtilmiştir. CMUK.`nun 33. maddesinin 1. fıkrası alakadar tarafın yüzüne karşı ittihaz edilen kararların okunması tefhim sayılıp, 2. fıkrası ise tefhim olunmayan kararların ilgiliye tebliğ edileceği hükmünü getirmiştir. Yasa hükmünün ( Alakadar ) deyiminden ise öncelikle ceza davası açılmış olunan sanığın kastedildiği, her türlü tereddütten uzaktır.
Öte yandan 7201 sayılı Tebligat Yasasının 11. maddesinde Rvekil ile takip edilen işte febligat vekile yapılır- hükmüne yer verilmiş bulunmaktadır.
Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının açıklanan bu maddeler ile tebligatla ilgili 7201 sayılı Yasanın 11. maddesi birlikte incelenipdeğerlendirildiğinde; müdafiin yüzüne, sanığın ise gıyabında kurulan hükmün uyarınca sanığa tebliğinin gerekmediği anlaşılmaktadır.
Zira 7201 sayılı Tebligat Kanunu`nun 11. maddesine 3220 sayılı Yasa ile eklenen husus aynen RCeza Muhakemeleri Usulü Kanunu`nun kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümlerini saklı tutmaya yöneliktir. Anılan yasada kararların sanıklara tebliğ edilmelerini zorunlu görmeyen hallerde kararın sanıklara tebliğine gerek bulunmamaktadır.-
Örneğin CMUK. 106, 364. maddelerine sanığa tebliğ zorunluğu vardır.
CMUK. 33. maddesine göre, alakadar tarafın yüzüne karşı ittihaz edilen kararlar kendisine tefhim olunur. Diğer kararlar ise, tebliğ olunur. Prof. Dr. N. Kunter, Ceza Muhakemeleri Hukuku Kitabı`nda, mahkeme ve hakimlik kararlarının tebliği ilgilinin veya temsilcisinin yüzüne karşı ittihaz edilmeyen kararlar ilgiliye tebliğ olunur görüşüne yer vermiştir. -No: 285. S. 367-
Olayımızda sanığın vekili hazırdır. Hüküm ona duyurulmuştur. Eğer müdafii hazır olmasaydı tefhim yapılamadığından hükmün vekile tebliği gerekecekti.
Müdafi sanığın beraatine ya da hafif bir ceza görmesini sağlamak üzere yasal faaliyette bulunmakla yükümlü kamu görevi gören bir kimsedir.
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunun gerekçesinde aynen; Rmaznunun müdafii gibi kanuni mümessili ve maznun kadın ise kocası da kendiliklerinden kanun yoluna müracaat edebilirler- ( 1412 sayılı Kanunun Esbabı Mucibesi, 1937, Adliye Vekilliği Neşriyatı, Sayfa: 113 ).
Aynı konuda Prof. Tahir Taner ise, RMüdafii dahi kanun yollarına başvurabilir ve bu hususta sanığın muvaffakatı mevcut sayılır, ( Ceza Muhakemeleri Usulü, 1955, 3. Basım, Sayfa: 356 ).
Prof. Dr. Turhan Tufan Yücenin, Kanun Yolları İsimli Yapıtı`nın 25. sayfasında bu konuya değinirken RKunter`in kanaatince müdafide toplum adına müdafaa fonksiyonu ifa ettiğine göre sanığa bağlı olmadan kanun yolu davası açabilmelidir.- ( Kunter, Ceza Muhakemesi, S. 593 ).
Alman - Türk Ceza Muhakemeleri Usulü bu düşünceyi benimsememiş, bu konuda sanığın isteğine büyük önem vermiştir. Ancak, bu husustaki iradesinin hüküm ifade edebilmesi için sanık, kanun yoluna gitmek istemediğini mahkemeye veya savunucuya açıkça bildirmiş olması gerekir. Bu açıklama yapılmadan vaki olan kanun yoluna başvurma sanığın iradesine aykırı olsa bile hüküm ifade eder, Klein - mül - reit, P. 297, No: 3, 4-.
Ceza usulümüzün kaynağı olan Alman Kanunu`nun açıklayıcı Dr. Otto Schwarz`ın Rıfat Taşkın tarafından çevrilen yapıtında da aynen şu görüşe yer verilmiştir.
REğer müdafi kanun yolların müracaat anına kadar cereyan eden muhakemelerde müdafaa vazifesini ifa etmiş ise, bu sıfatı ile kanun yollarına müracaat edebilir, başka suretle selahiyetini ispat etmesine gerek yoktur... Aksi ispat edilinceye kadar müdafii maznun tarafından kanun yoluna müracaata selahiyetli ad olunur- S. 540. Bu ilke CMUK.`nun 290. maddesinde Rmüdafi, sanığın açık arzusunda muhalif olmamak şartiyle kanun yollarına müracaat eyleyebilir.
Bu açıklamalar ışığı altında konuyu özetleyecek olursak, hukuk bilgilerinin görüşlerine, yasa koyucumuzun ( Müdafiin kendiliğinden kanun yoluna müracaat edebilir ) yolundaki gerekçesine göre ceza mahkemesinde sanığın yanında onu savunan, bu görevi mahkemece de kabul edilmiş olan ve 137. maddeye göre avukat veya dava vekilliği niteliği bulunan müdafi, artık sanığın savunmasını tümü ile üzerine aldığından sanık aleyhine verilen bir hüküm için kanun yoluna başvurması savunmanın ve usul yasasındaki savunmaya ilişkin yasal müessesenin gereği ve devamı olarak kabul edilmelidir.
Hal böyle olunca duruşmada hazır bulunan ve temyiz yetkisi taşıyan sanık müdafiine tefhim olunan hükmün ayrıca hazır bulunmayan sanığa tebliğine yasal olarak gerek bulunmamaktadır. Bu itibarla sanık müdafi, yüzüne karşı verilen hükmü temyiz etmediğindenve hazır bulunmayan sanığında bu yolda bir itirazı olmadığından temyiz isteğinin reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk kararına katılmayan Üye M. Dinç ayrık oy yazısında;
( Çözümlenmesi gereken sorun, gıyabi hükmün, kamu davasının tarafı, sujesi ve cezanın sorumlusu olan sanığa behemal tebliğ edilip edilmeyeceği, sanığın hakkındaki bu hükümden mahkemece resmen ve usulünce haberdar edilip edilmeyeceği, tebligat yapılmışsa geçerli olup olmadığı kanun yoluna müracaat için öngörülen sürenin böyle bir tebliğ üzerine cereyan edip etmeyeceği, sanığın huzurunda sorgusunun yapılmış olmasına göre, müteakip duruşmalarda bulundurulmasına gerek görmeyen mahkemenin zımmen varestelik kararı vermiş sayılıp sayılmayacağına ilişkindir.
1 - Konuya daha sağlıklı yaklaşabilmek bakımından RVekil- ile RMüdafi- kavramları arasındaki farka değinmekte yarar vardır. Zira, kanımızca, uyuşmazlığın temelindeki neden budur.
Vekil ya da vekalet, Borçlar Kanunu`nun 386. maddesi paralelinde Türk Hukukuku Lügatında RVekalet bir akittiki, bununla vekil mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan veya kanunda zikredilen mukavele tiplerinden hiçbirine girmeyen herhangi bir hizmetin ifasını iltizam eder ... vekalet, kaideten aktif ve pasif temsil kudretini tazammun eder- biçiminde tanımlanmıştır.
Aynı Lugata göre, RTemsilin tanımı da şudur RBir başkası namına bir hukuki muamele yapmak vakıasını ifade eden bir terimdir.-
RVekil ile takip edilen davalarda, yemin v.s. gibi müvekkilin şahsına sıkı sıkıya bağlı olan işlemler dışında, müvekkil, vekil tarafından temsil edilir ve kural olarak bütün usul işlemleri vekil tarafından yapılır... Vekil, kural olarak müvekkilin talimatına uymakla yükümlüdür. R ( Prof. Dr. B. Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt: 1, Ankara-1979 Sh: 871-873 ).
Görülüyor ki, vekil bağlımlıdır. Temsil ettiği kişinin talimatı ile hareket eden, temsil olunanın yokluğunda, vekaletnameye yeni temsil yetki belgesine dayanarak onun yerine geçip, onun namına onun işini yürüten bir kişidir.
Konuya CMUK. açısından bakıldığında, aşağıda belirtilecek isfisnalar dışında, RVekil- den çok farklı hukuki durumda ve farklı fonksiyonu olan, kanunumuzun tanımı ile RMüdafii- ile karşılaşılmaktadır. Nitekim CMUK.`nun RMüdafa- başlığını taşıyan onbirinci faslında ilk maddesi olan 136. maddesinde, RMaznun tahkikatın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımına müracaat edebilir. Maznunun kanuni mümessilleri varsa onlarda maznuna bir müdafi intihap edebilirler.- denilmektedir. Kuşkusuz, istisnalar dışında diğer maddelerinde kanun, RVekil- den değil, RMüdafi- den sözetmektir. Gerçekten CMUK.`nun kural olarak benimsediği kurum, Rvekil- ya da Rvekalet- değil, Rmüdafi- ya da Rmüdafiliktir-.
Türk hukuk lugatında, müdafii R... Ceza usulü hukukunda, maznunun beraati veya hafif bir ceza ile cezalandırılması mevzuları üzerinde kanun namına faaliyette bulunmak vazifesiyle mükellef amme hizmeti gören bir uzuvdur- biçiminde tanımlanmıştır.
Mehazımız Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununu şerheden Dr. Schwarz`a göre: RMüdafi, mahkeme ve maznun karşısında müstakil bir vaziyete sahiptir. Mahkemenin ve maznunun arzuları ile bağlı değildir. Bunun içindirki, tebligat işlerinde ve keza duruşmada müdafi, maznundan ayrı bir mevkide tutulmuştur.- ( Dr. O. schwarz, Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu Şerhi RÇev. Rıfat Taşkın- Ankara - 1939, Sh: 259, 260 ). Yine, Alman Şarihlerinden Dr. Löwe`nin düşünceleri de şudur: RMüdafi, kaideten maznunun hususi imtiyazlara malik hukuki bir müşaviridir. Müdafi, maznunun bir aleti değildir. Belki onun mahkeme işleri için mütehassıs bir vasisidir; müdafi müşterisinin ifadesine mübayin beyanlarda, maznunun taleplerine aykırı isteklerde bulunabilir. Hatta müşterisinin reddetmesine rağmen af dahi isteyebilir ( Schwarz, age. Sh. 261 - 262 ). Türk Doktrininde; Ord. Prof. Dr. Taner, Prof. Dr. Kunter, Fro. Dr. Erem ve Prof. Dr. Tosun eserlerinde, genellikle aynı görüşleri paylaşarak; müdafiin, sanığın mümessili olmadığını, bağımsız bir hukuki durum ve statüye malik bulunduğunu, sanığın temsilcisi olmadığı sürece müdafii, vekil olarak kabul etmenin mümkün olmadığını vurgulamışlardır. Kanun koyucunun görüşü ve buyruğu da bu doğrultudadır. Gerçekten yukarıda sözü edilen, CMUK.`nun 136. maddesi gerekçesinde, kanun koyucu müdafa hakkı, müdafi ve hangi tahkikat safhalarına teşmili gerektiğini açıklarken, aynen: RMakamı iddia ile müdafaa beyninda mevcut olması zaruri olan müsavat müdafaanın bütün tahkikat safhalarına teşmilini mecburi kılmaktadır- demek suretiyle, bir ceza davasında, şahıs olarak ( sanık-müdahil ) taraf sujeleri dışında, Rmakam- olarak da taraf sujeleri ( İddia makamı - C. Savcısı ) ve Müdafa Makamı - Müdafi ) olduğunu, bu iki makam arasında da zaruri bir eşitlik bulunduğunu belirtmiştir.
Bir ceza davasının, kanun ve mahiyeti gereği, vekil vasıtası ile takip ve sonuçlandırılmasına imkan bulunmamaktadır. Ancak, CMUK.`nun 90, 119, 227, 228/2, 258/5, 273, 279, 318, 356, 390. maddelerinde belirtilen hallerde, sanık duruşmada hazır olmadığı halde, hazırmış gibi sayılmasını sağlayacak şekilde kendisini bir temsilci ile temsil ettirebilir. Temsilci marifetiyle kendisi namına savunma yaptırabilir. İşte bu istisnai hallerde RMüdafii- den değil, Rvekilden- sözedilmelidir.
2 - Kanunumuzda, Rzımmen- varestelik diye bir müessese mevcut değildir. Usul kanunları, kamu düzenini ilgilendirdiği için duraksamadan uygulanmalıdır.
CMUK.`nun 226. maddesinin, birinci fıkrasında; sanık veya vekaletnamesinde sarahat bulunması halinde müdafi isterse mahkeme sanığı duruşmada hazır bulunma mecburiyetinden vareste tutabilir- hükmü getirilmiştir. Bu fıkranın gerekçesinde de; Maznunun bazı esbap iraesiyle vukubulacak talebine binaen mahkeme ispatı vücut etmekten kendisinin azade tutulabileceği vurgulanmıştır. Kanunun bu açık ve kesin hükmünden anlaşılacağı üzere, duruşmadan vareste kılınma halinin kabulü için öncelikle bir istek olması zorunludur. Ön şart olan bu istek, açık seçik bir biçimde yapılmış olmalı ve ikinci şart olarak mahkemece de bu yolda olumlu bir karar verilmelidir. Bu itibarla, sanık veya yetkisi varsa müdafiinin, açıkça duruşmadan vareste tutulma talebi yoksa ve sanık duruşmaları takip etmiyorsa, bu hali, mahkemenin sanığın duruşmadan vareste kılınmasını zımmen kabul ettiği anlamında görmek mümkün değildir. Zira madde, böyle geniş yoruma elverişli değildir. Aksi halde CMUK.`nun 224/2. maddesi hükmünün hiçbir anlamı kalmaz. Esasen, duruşmadan vareste tutulsa bile, sanık müteakip celselere gelmiş olsa, huzura kabul edilecektir.
Duruşmasında bulunmak ve hakkındaki hükümden haberdar olmak sanık için bir haktır.
3 - CMUK.`nun Rkararın tefhim ve tebliği- başlığını taşıyan 33. maddesinde, ilgililerin yüzüne karşı verilen kararların tefhim olunacağı ve diğer kararların tebliğ edileceği esası kabul edilmiştir. Bu maddenin gerekçesinde de: ( İttihaz olunan kararlar, maznun vicahında ise; tefhim, talebi halinde bir sureti verilmek ve gıyabında ise, kendisine tebliğ olunmak dahi mükerraratın muhtevasına ıttıla noktasından lüzumlu görülerek madde o yolda tertip olunmuştur ) denilmiştir. RHükmün ne suretle tefhim olunacağı- başlığını taşıyan 261. maddesinde, tefhimin yapılma şekli belirtildikten sonra, hükmün tefhimi sırasında sanığın hazır bulundurulacağı ve hükmün aleyhine kanun yolları varsa kendisine haber verileceği ilkesine yer verilmiştir. RTemyiz talebi ve süresi- başlığını taşıyan 310. maddesinde ise, hükmün tefhimi sanığın yokluğunda olmuşsa bu sürenin tebliğ tarihinden itibaren başlayacağı kabul edilmiştir.
Öte yandan 3220 sayılı Kanunla değişik 7201 sayılı Tebligat Kanunu`nun 11. maddesinin 1. fıkrası hükmüne göre; RAncak Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu`nun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.-
Bu maddenin gerekçsinin konumuzla ilgili bölümü de aynen şöyledir:
R... Her hükmün ilgiliye bildirilmesi, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu`nun ana ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Yasa koyucu bu konuda çok hassas davranmış, ilgililerin yasal haklarını kullanabilmeleri için sanıkların karar ve hükümlerden haberdar edilmelerini öngörmüştür. Bilindiği gibi, hukuk yargılamasındaki Rvekil- ile ceza yargılamasındaki Rmüdafi- kavramları birbirinden farklıdır. Vekil, müvekkilden ayrı ve bağımsız bir statüye sahip değildir, bağımlıdır. Temsil ettiği kişinin talimatıyla hareket eder ve onun yokluğunda onun yerine geçer, müdafi ise, sadece ceza davasında sözkonusudur. Bu itibarla, ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemek, müdafiine yapılan tebliği geçerli saymak adalet ilkeleriylebağdaştırılamayacak bir durumdur.-
CMUK.`nun ana ilkeleri ( madde: 33, 261, 310 ) ve yukarıda belirtilen gerekçesi birlikte ele alınıp incelendiğinde, Tebligat Kanunu`nun 11. maddesi hükmünün aksine bir yoruma elvermeyecek biçimde gayet açık olduğu görülmektedir. Gerek CMUK.`da ve gerekse Tebligat Kanununda kanun koyucu iradesini, amacını gayet açık ve net bir şekilde ortaya koymuştur. Kanunun bu sistemi, yukarıda değinildiği gibi, doktrin tarafından da ittifakla benimsenmiş ve savunulmuştur. Kanımızca, bu sistemin başta gelen özelliği, savunma hakkının teminatını oluşturmasıdır.
Bu sebeple çoğunluk görüşüne karşı olduğunu açıklayarak sanığın temyizinin geçerli olduğu ve işin esasının incelenmesi gerektiği yolunda oy kullanmıştır.
Çoğunluk görüşüne katılmayan diğer Başkan ve Üyeler ise: Savunucu, sanığın beraatine ya da hafif bir ceza görmesini sağlamak üzere yasal faaliyette bulunmakla yükümlü kamu hizmeti gören kimsedir.
Savunucu sanığın temsilcisi değil yardımcısıdır. Bu nedenle onun çıkarlarına zarar verecek işlemlerde bulunamaz, haklarının korunması için yasal hükümlerden, olanaklardan yararlanma çabasını göstermekle görevlidir ( Taner, S: 127 ).
Hükmün verilmesinden sonra temyiz isteği ilke olarak sanığa tanınmıştır.
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu`nun üçüncü Kitab`ında kanun yollarını düzenleyen 1. fasıldaki umumu hükümlerden, kanun yollarına müracaat hakkı başlığını taşıyan madde 289`da ( Adli kararlar aleyhine gerek Cumhuriyet Savcısı ve gerek sanık için kanun yolları açıktır. Cumhuriyet Savcısı sanık lehine olarak ta kanun yollarına müracaat edebilir- kuralına yer verildikten sonra 290. maddede müdafiin müracaat hakkı ( müdafi, sanığın açık arzusuna muhalif olmamak şartıyla kanun yollarına müracaat eyleyebilir ) hükmü yer almıştır.
Müracaat hakkından vazgeçilmesi ve tesiri başlıklı 295. maddenin 2. fıkrasında ise ( Müdafiin vukubulmuş bir müracaattan vazgeçebilmesi ayrıca hususi vekaleti haiz bulunmasına bağlıdır ) hükmü getirilmiştir.
Prof. Dr. Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku Kitabı`nın 732. sahifesinde müdafiden ayrıca, kendisine tebligat yapılan hallerde sanığın bu hakkı ( Kanun yoluna başvurma hakkı bu tebliğden başlar görüşüne yer verdikten sonra müdafide toplum adına müdafaa görevi yaptığına göre, sanığa bağlı olmadan kanun yolu davası açabilmelidir. Ancak kanunumuz müdafiin bu hakkını, doğrudan doğruya değil, sanığa bağlı olarak kabul etmiştir. Gerçekten müdafi, sanığın açık arzusuna muhalif olmamak şartı ile kanun yolu davası açabilecektir ( CMUK. 290 ). Demek ki, sanık isterse müdafiini bu haktan mahrum edebilecektir. Bu hüküm, müdafiin durumunun, henüz tamamen toplum namına müdafaa durumu olmadığını, sanığa rağmen sanığı müdafa edemediğini göstermektedir, demektedir.
3220 sayılı Yasa ile 7201 sayılı Tebligat Kanunu`nun 11. maddesine 1 fıkra eklenmiştir. Değişiklikle ilgili olarak yasanın hükümet gerekçesinde CMUK. Rkararları tefhim ve tebliği- başlığı taşıyan 33. maddede, ilgililerin yüzüne karşı verilen kararların tefhim olunacağı ve diğer kararların tebliğ edileceği esası kabul edilmiştir.
Görülüyorki, her hükmün ililiye bildirilmesi, CMUK.`nun ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Kanun koyucu bu konuda hassas davranmış ilgililerin yasal haklarını kullanabilmeleri için sanıkların karar ve hükümlerden haberdar edilmelerini öngörmüştür.
Bilindiği gibi hukuk yargılamasındaki vekil ile C. yargılamasındaki müdafii kavramları birbirinden farklıdır. Vekil müvekkilden ayrı ve bağımsız bir statüye sahip değildir. Bağımlıdır. Temsil ettiği kişinin talimatıyla hareket eder ve onun yokluğunda onun yerine geçer müdafi ise, sadece ceza davasında söz konusudur.
Yargıtay CGK., 25.12.1978 gün ve 427/507 sayılı kararında belirtildiği üzere, duruşma vekil için değil sanık için yapılmaktadır. Akibeti de sanığın özgürlüğü veya mali durumu ile kısacası şahsı ile ilgili bulunmaktadır.
Bu itibarla ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemek müdafiine yapılan tebliği geçerli saymak adalet ilkeleriyle bağdaştırılamayacak bir durumdur.
İşte yukarıda belirtilen görüşlerin ışığı altında uygulamaya açıklık getirmek için 11. maddenin 1. fıkrası yeniden düzenlenmiş, CMUK.`nun kararların şahıslara tebliğ edilmesine ilişkin hükümleri saklı tutmuştur.
Tebligat Kanunu`nun 11. maddesinde yapılan bu değişiklik meclisce aynen kabul edilmiş, hükümet gerekçesinde ayrı olarak bir gerekçe gösterilmemiştir.
Hükümet gerekçesini meclis benimsediğinden, bu gerekçenin meclis gerekçesi olarakta kabulü yerinde olacaktır, görüşüyle gıyabı hükmü tebellüğ eden ve yasal sürede temyizde bulunan sanığın temyizinin geçerli bulunduğunu ve esasın incelenmesinin gerektiği yolunda oy kullanmışlardır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle sanık müdafii yüzüne karşı kurulan direnme hükmünü temyiz etmediğinden ve hazır bulunmayan sanığın da bu yolda bir itirazı bulunmadığından temyiz isteğinin reddine, 3.3.1986 günlü birinci incelemede yasal çoğunluk sağlanamadığından 10.3.1986 günlü ikinci incelemede salt çoğunlukla karar verildi.
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • Clicking Here TLO lookup 
  • 02.05.2025 08:42
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini