 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E: 1985/596
K: 1986/293
T: 26.05.1986
DAVA : "Yehova Şahitliği" adı altında dinsel görünümlü gizli bir cemiyet oluşturarak laikliğe aykırı biçimde devletin siyasi, sosyal veya ekonomik veya siyasi veya hukuki temel düzenini kendi inançlarına uydurmak ve böyle bir cemiyete girmekten sanık Abraham ve 22 arkadaşının hükümlülüklerine dair, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'nden verilen 12.12.1984 gün ve 1-5 sayılı hüküm sanıklar vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nce incelenerek bozulup yerine geri çevrilmiştir.
İlk hükümde direnmeye ilişkin aynı mahkemeden verilen 19.9.1985 gün ve 65-75 sayılı son hükmün Yargıtay'ca incelenmesi sanıklar vekili tarafından süresinde verilen dilekçelerle istenilerek dosya C.Başsavcılığı'nın hükmün bozulması istemini bildiren 25.12.1985 gün ve 9/6596 sayılı tebliğnamesiyle 1. Başkanlığa gönderilmekle; Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü :
KARAR : Laikliğe aykırı olarak devletin içtimai ve iktisadi veya siyasi veya hukuki temel nizamlarını kısmen de olsa dini esaslara ve inançlara uydurmak amacıyla propaganda yapmak ve bu amaçla cemiyet tesis ve faaliyetlerini idare etmek ve bu şekilde kurulmuş cemiyete girmekten sanık Abraham ve 22 arkadaşı hakkında Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce TCK.nun 163/2, 59, 173/son 31, 40. maddelerince verilen mahkumiyet hükmünü inceleyen özel daire :
Yerel Mahkeme'ce yapılan yargılama sonunda bir takım gerekçelerle Yehova Şahitliği'nin müstakil bir din olmadığı ve bu nedenle dine ve dindara tanınan Anayasal haklardan; inanmak, inandığının gereğini yerine getirebilmek ve dini propagandasını yapabilmek haklarından istifade edemeyeceğini Yehova Şahitliği'nin dini görünümlü, Devletin Siyasal, Sosyal, ekonomik ve hukuki temel esaslarınını belirli dinsi esaslarına uydurmaya çalışan gizli bir cemiyetten ibaret olduğu kabul edilmiş ev ve haftalık toplantılarını idare eden temsil heyeti ile irtibatı sağlayan tarla hizmeti faaliyetlerini koordine eden sanık İsmail, Mehmet Faik, Şevket, Toros ve Vahab'ın Ankara'daki Yehova Şahitliği idare ettiklerinden, TCK.nun 163/1 ve diğer sanıkların da sadece Yehova Şahidi olarak bu gizli cemiyete girmeleri nedeniyle TCK.nun 163/2. maddesi gereğince cezalandırılmaları yolunda hüküm kurulmuştur.
Anayasanın temel ilkeleri saptanarak buna göre sanıkların hukuki durumlarının tesbiti zorunlu bulunmaktadır.
Anayasa'nın 2. maddesi; "Cumhuriyetin Nitelikleri" başlığı altında, Türkiye Cumhuriyeti'nin laik bir devlet olduğunu belirlemiş ve bu niteliğin değiştirilemeyeceğini değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceğinin 4. maddesinde hüküm altına almıştır.
Laiklik genelde din ve devlet işlerinin ayrılığı olarak tanımlanmaktadır. Bu temel ilkeden hareketle Anayasa, din ve vicdan hürriyetini inanma ibadet, cemaat oluşturma, yayma, öğrenme ve öğretme, sağlama ve koruma "Anayasa 24. madde" dinler karşısında tarafsız kalarak resmi bir devlet dini kabul etmeme ve din, mezhep ve benzeri sebeple ayırım gözetmeksizin vatandaşları kanun önünde eşit sayma "Anayasa 10. madde" görevlerini devlete yüklemiş ve dini otorite ile dini esas ve kuralların da Devlet'in temel esas ve nizamlarına görev ve yetkilerine müdahalesini önlemiştir. "Anayasa'nın 24/son maddesi"
Din ve vicdan hürriyetinin tabii sonucu olarak mevcut veya sonradan ortaya çıkabilecek dinler arasında ayırım yapılmamış herhangi bir dine inanıp inanmamak vatandaşın özgür iradesine bırakılmıştır. Bu nedenle kişiler evrensel olsun veya olmasın, herhangi bir dine inanmakta, Anayasa'nın 24/son maddesinde konulan genel sınırlandırmayı aşmamak kaydı ile serbesttirler. Anayasal haklardan yararlanabilmek için inanılan görüşün müstakil bir din olması da gerekmez. Dinsel nitelikte olması yeterlidir. Kaldı ki; bir dinsel görüşün zorunlu bir ölçü alınarak, bu modele uyması halinde müstakil bir din oluşturacağını ve Anayasal haklardan yararlanacağını kabul etmek laiklik ilkesine ve Anayasa'nın 24. maddesinde yer alan "herkes vicdan, din, inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir" ana kaidesine aykırıdır.
Din ve vicdan hürriyetinin sınırları Anayasa'nın 24/son maddesinde çizilmiş ve dinsel hakların kötüye kullanılması önlenmiştir.
Bu genel kuralın müeyyidesi ise TCK.nun 163. maddesinde yer almıştır.
Bütün dinsel görüşler hakkında eşit bir şekilde uygulanması gereken TCK.nun 163. maddesinde laikliğe aykırı olarak devlet yapısı içinde dinsel kuralların emredici nitelik taşımasının istenmesi başka bir deyimle "örgütlenme, propaganda veya telkin" in dini esas ve inançların kısmen de olsa devletin temel nizamlarının yerine ve tüm kişiler için uyulması zorunlu kurallar haline getirilmesi amacına yönelmesi gerekir. Bunun tabii sonucu olarak dinsel açıdan eleştirilmesi ve kişilerden bu dinsel inançlara uygun davranmalarının istenmesi, uygun davranışın zorlayıcı ve emredici nitelik taşıması öngörülmedikçe suç teşkil etmez. Dini bir görüşte laik ilkelere ve düzene aykırı nitelik taşıyan iman edilmiş inançlarda bulunabilir. Kişiler bu inançları nedeni ile suçlanamazlar. Laik sisteme uygun düşünme ve iman sahibi olma zorunluğu yoktur. Zorunlu olan laik sisteme uygun davranıştır. Bu itibarla kişi laik düzene aykırı inancın Türkiye'de herkes için geçerli bağlayıcı ve uyulması zorunlu kurallar haline getirilmesini sağlamak amacı ile örgütlenmedikçe veya bu hususta propaganda veyahut telkinde bulunmadıkça hukuka aykırı bir eylemden sözedilemez. Bu kabul tüm dinler veya dinsel görüşler için aynı şekilde geçerlidir. Her din veya dinsel görüş evrensellik ve dünyada uyulması zorunlu inanç sistemi ile kurallar bütünlüğü taşıdığı iddiasındadır. Bu iddialar ele alınarak dinler veya dinsel görüşler suçlanamaz. Aksi düşünce İslam Dini'ni dahi kutsal kitap Kur'an da yer alan çok evlilik, faiz yasağı, vs. gibi esaslar nedeniyle suçlama sonucunu doğurur ki, böyle bir yorumun Ceza Hukuk ilkelerine aykırılığı açıktır.
Yukarıda açıklanan temel ilkelerin ışığı altında, sanıkların inançla bağlandıkları Yehova Şahitliği ister müstakil bir din veya mezhep veya tarikat, isterse dinsel topluluk kabul edilsin, herhalde bir dini görüş ve düşünce sistemidir ve bu itibarla Anayasa'nın teminatı altındadır.
O halde haklarında kamu davası açılan ve yargılamaları sonunda hükümlendirilen sanıkların hukuki durumlarının Yehova Şahitleri olarak tanımlanan dinsel kuruluşun uluslararası varlığı hakkında yargılama yapıldığı düşüncesini uyandırabilecek biçimde konunun sınırlarını zorlamadan, sanıkların dava konusu eylemlerine münhasır tutmak zorunluğu vardır "CGK.nun 24.3.1980 gün ve E. 1979/276 K. 1980/115 kararı". Bu zorunluluk dayanağını Anayasa'nın 38. maddesinde yer alan "Ceza sorumluluğun şahsiliği" temel ilkesinden almaktadır. Bu ilke kişinin ancak serbest iradesi ile oluşturduğu kusurlu fiilinden sorumlu tutulması sonucunu doğurur. Bu nedenle bir topluluğun suç işlediğini ileri sürerek topluluktaki kişileri sorumlu tutmak, belirtilen temel ilkeye aykırıdır. Kişiler ancak hukuka aykırı neticeye yönelen, iradi kusurların fiillerinin saptanması halinde cezai sorumluluk taşırlar.
inceleme konusu kararda ise, her ne kadar aksi iddia edilse de, Yehova Şahitliği dinsel görüşü yargılamış ve Yehova Şahitliği'nin dini birlik ve ibadet yönünden sakıncası olup olmadığı yolunda açıklanan Anayasa ilkelerine aykırı şekilde düşünce bildirilmesi için görevlendirilen bilirkişi kurulu çoğunluğunun düzenlediği yetersiz rapora dayanılarak bu dinsel görüş müstakil din olmadığı gerekçesi ile Anayasa teminatından mahrum kabul edilmiş, sanıkların kişisel eylemlerinin TCK.nun 163. maddesine uyar şekilde suç teşkil edip etmedikleri araştırılıp saptanmadan yalnızca Yehova Şahidi olmaları mahkumiyetleri için yeterli görülmüştür.
Bu kabul ve uygulama kanuna aykırıdır.
Kaldı ki; Sanıkların eylemleri olarak tesbit edilen cemaat oluşturma, dinsel inanışlarına göre ibadet etme, toplanma, inanışlarını öğretme ve yayma faaliyetleri din ve vicdan hürriyetini koruyan Anayasa'nın 24. maddesinin sınırlarını aşmamış ve maddenin son fıkrasında yazılı hürriyeti kötüye kullanmak ve istismar etme durumunda gerçekleşmemiştir.
Başkasına satıldığı anlaşılan "Mukaddes Kitap Gerçekten Tanrının Sözüdür" adlı kitapta ise, TCK.nun 163. maddesinde yazılı suçu oluşturacak unsurların bulunmadığı, Ceza Genel Kurulu'nun yukarıda anılan kararı ile saptanmıştır.
Yukarıda belirtilen nedenlerle sanıkların beraatleri yerine mahkumiyetlerine karar verilmesi, isabetsizliğinden bozulmasına, sanıkların tahliyelerine oybirliğiyle karar vermiştir.
Yerel Mahkeme ise özel olarak; Yehova Şahitliği'nin bağımsız bir din olmadığını ve bu nedenle de Anayasa'nın dine ve dinden tanıdığı Anayasal haklardan yararlanamayacaklarını inanmak,inandığının gereğini yerine getirebilmek ve dinen propagandasını yapmak haklarından istifade edemeyeceklerini Yehova Şahitliği'nin dinsi görünümlü, Devletin siyasal, sosyal ekonomik ve hukuki temel esaslarını belirli dinsi esaslarına uydurmaya çalışan gizli bir cemiyet olduğunu, eylemlerinin TCK.nun 163/1 ve 163/2. maddede yazılı laikliğe aykırı olarak Devlet'in içtimai ve iktisadi, siyasi, hukuki temel ilkelerini kısmen de olsa dini esaslara ve inançlara uydurmak amacıyle cemiyet oluşturduklarını propaganda yaptıklarını, bu cemiyete girdiklerini kabul ederek önceki mahkumiyet hükmünde direnmeye karar vermiştir.
Dosyada mevcut şahadet, belge ve bilirkişi raporları ile iddia ve savunmalar incelendiğinde :
Sanıkların hukuki durumları ancak Anayasa'nın temel ilkeleri saptanmak suretiyle değerlendirilebilir.
Anayasa'nın 2. maddesi; "Cumhuriyetin Nitelikleri" başlığı altında Türkiye Cumhuriyeti'nin laik bir devlet olduğunu belirlemiş ve bu niteliğin değiştirilemiyeceğini, değiştirilmesinin teklif dahi edilemiyeceğini de 4. maddesinde hüküm altına almıştır.
Devletin varlığı ile ilgili esas ilke olan "bağımsızlık" temeline dayanan ve genelde din ve devlet işlerinin ayrılığı olarak tanımlanan laiklik, yüksek değerini bağımsız, demokratik ve ulusal bir toplum için vazgeçilmez oluşundan almaktadır.
Laik bir devlette, devletin temel yapısı belirli bir dinin inanç sistemine ve görüşlerine göre biçimlendirilemez ve din hürriyetini, tanıyan ve savunan bir siyasal ve anayasal yapı gereklidir. İşte bu temel ilkelerden hareketle Anayasa'nın 24. maddesinde din ve vicdan hürriyeti düzenlenmiştir. Bu hürriyet belli bir inanç ve dinsel görüşü benimseme, inanma, ibadet tören ve ayin yapabilme örgütlenme, cemaat oluşturma, inançları açıklama ve bu inançların güvenceye alınmasını talep etme haklarını kapsar.
Anayasa'nın 10. maddesi, dinler karşısında tarafsız kalarak resmi bir devlet dini kabul etmemeyi ve din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetmeksizin herkesin kanun önünde eşit sayılacağını öngörmüş 24/son maddesinde de dini otorite ile dini esas ve kuralların da, devletin temel esas ve nizamlarına, görev ve yetkilerine müdahalesini önlemiştir.
Din kişi ile olağanüstü güçler arasındaki kavrayış ve iman ediş biçimidir ve bunun belirli şekillere uygun olması gerekmez. Anayasal haklardan yararlanabilmek için inanılan görüşün müstakil bir din olması da şart olmayıp, dinsel nitelikte bulunması yeterlidir. Kaldı ki, bir dinsel görüşün zorunlu bir model ölçü alınıp bu modele uyması halinde müstakil bir din oluşturacağını ve Anayasal haklardan yararlanacağını kabul etmek başka bir değişle dinlerde mutlaka belirli ibadet, cemaat ve sistemlerinin varlığını, aramak, laiklik ilkesine ve Anayasa'nın 24. maddesinde yer alan "herkes vicdan dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir" ana kaidesine aykırıdır.
Bu nedenle kişinin dini inancını din sayıp saymama yetkisi devlete, onun herhangi bir organına tanınmamıştır. Kişinin dini inancı beğenilir veya beğenilmez, yerinde görülür veya görülmez. Ama bu inanç kesin olarak Anayasa'nın güvencesi altındadır.
Bu itibarla bir inanç sisteminin din niteliği taşıyıp taşımadığı hususunda yargı organınca karar verilmesi devletin dinsel nitelikte olduğunu iddia eden görüşler arasında ayırım yapması demek olur ki; bu ayırım Anayasa'nın 10. maddesine aykırıdır. Zira, dinsel hakları belirli bir din veya dini görüş için kabul eden ve diğerlerinin bu haklardan yoksun bırakan devlet laik değil, teokratik devlettir.
Din ve vicdan hürriyetinin sınırları ise Anayasa'nın 24/son maddesinde çizilmiş ve dinsel hakların kötüye kullanılması önlenmiştir. Bu genel kuralın yaptırımı ise TCK.nun 163. maddesinde yer almıştır.
İşte yargı organının görevi burada başlamakta ve dinsel bir inancın gerçekte dinsel nitelik taşıyıp taşımadığı değil, kişinin somut fiilinin yasal olarak dinsel hakları kötüye kullanma niteliğinde bulunup bulunmadığı belirlenmektedir. Başka bir deyişle hakkın kötüye kullanılması olgusunun dinsel hakların icrasına değil, icra edilen faaliyetin içeriğine göre saptanması gerekmektedir.
Bütün dinsel görüşler hakkında eşit bir şekilde uygulanması gereken TCK.nun 163. maddesinde laikliğe aykırı olarak devlet yapısı içinde dinsel kuralların emredici nitelik taşımasının istenmesi başka bir deyimle "örgütlenme, propaganda veya telkinin" dini esas ve inançların kısmen de olsa devletin belirlenen temel nizamlarının yerine ve tüm kişiler için uyulması zorunlu kurallar haline getirilmesi inancına yönelmesi gerekir. Bunun tabii sonucu olarak dinsel bir inanç sisteminin açıklanması, devletin temel nizamlarının dinsel açıdan eleştirilmesi ve kişilerin bu dinsel inançlara uygun davranmalarının istenmesi, uygun davranışın zorlayıcı ve emredici nitelikte olması öngörülmedikçe suç teşkil etmez.
Dini görüşte laik ilkelere ve düzene aykırı nitelikte iman edilmiş inançlar da bulunabilir. Kişiler bu inançları nedeniyle suçlanamazlar, laik sisteme uygun düşünme ve iman sahibi olma zorunluluğu yoktur. Zorunlu olan laik sisteme uygun davranışta bulunmaktır. Bu itibarla kişi laik düzene aykırı inancının Türkiye'de herkes için geçerli bağlayıcı ve uyulması zorunlu kurallar haline getirilmesini sağlamak amacıyla örgütlenmedikçe veya bu konuda propaganda veya telkinde bulunmadıkça hukuka aykırı bir eyleminden söz edilemez. Bu kabul bütün dinler veya dinsel görüşler için aynı şekilde geçerlidir. Her din veya dinsel görüş, evrensellik ve dünyada uyulması zorunlu inanç sistemi ile kurallar bütünlüğünü taşıdığı iddiasındadır. Bu iddialar ele alınarak dinler veya dinsel görüşler suçlanamazlar, aksi düşünce İslam Dini'ni dahi kutsal kitap Kur'an da yer alan çok evlilik faiz yasağı vs. gibi esaslar nedeniyle suçlama sonucunu doğurur ki, böyle bir yorumun Ceza Hukuk ilkelerine aykırılığı açıktır.
Bu noktada Yehova Şahitleri olarak tanımlanan kuruluşun uluslarası varlığı hakkında yargılama yapıldığı düşüncesini uyandırabilecek biçimde konunun sınırlarını zorlamadan Yehova Şahitliği'nin temel görüşlerini dinsel anlayışını, temel doğmalarını belirlemekte ve açıklamakta da yarar bulunmaktadır.
Yehova Şahitliği'nin yayınladığı broşür ve kitaplardaki görüşlerin temeli "hayata sevkeden hakikat" adlı kitapta yer almaktadır. Buna göre :
Yehova şahitliği görüşünün temel hareket noktası, insanlığın başlangıçtaki "Adem ve Havva" günahı nedeniyle çektikleri çeşitli acılardan, zorluklardan ve çıkmazlardan kurtulmaları umudunun bulunduğu inancıdır. Ancak, Tanrı (Yehova) bu ilk günahı affederek insanları tekrar mutlu yaşamakavuşturacaktır. İnsanlar ilk günah nedeniyle kaybettikleri ebedi hayatı affedildiklerinde bulacaklardır. Bunun yolu mukaddes kitapta gösterilmiştir. Mukaddes kitap İncil'de, Tanrı'nın bütün insanlar için kötülüğü ortadan kaldırarak mutlu ve ebedi bir hayatı vaad ettiği ileri sürülmekte ve Tanrı'nın verdiği sözü tutacağı inancı belirtilmektedir. Yehova şahitleri, Hıristiyan Dini'nin İncil'de açık olan hususları saptırarak insanlara yanlış yollar gösterdiğini, bu konuda özellikle Hristiyanlığın Tanrı anlayışının, "baba-oğul-mukaddes ruh" üçlü sisteminin bir saptırma olduğunu ileri sürmektedirler. Yehova Şehitliği'ne göre ölüm bedenin yok olması ve topraklaşması anlamına olup, can ve ruh Tanrı'ya dönmektedir. Bu açıdan da cehennem kavramı mukaddes kitapta mevcut bulunmamakla beraber bir saptırma olarak ortaya atılmıştır.
Bu görüşe göre, iblis ve Havva ile Adem'i etki altına alıp onlara ilk günahı işletmiştir. Bu nedenle cezalandırılan ve ebedi hayatı kaybeden insanlara doğru yolu göstermek ve onları günahlarından kurtarmak için yeryüzüne İsa gönderilmiştir. İsa'nın gösterdiği gerçek yolu kavrayıp, bu yolda yürüyen insanlar affa mazhar olacaklardır. İsa'nın gösterdiği yolu kavrayabilmek ise Hıristiyanlığın saptırmalarından kurtularak Yehova Şahitliği inancına bağlanmakla mümkündür. Bu yolu seçenler "Argemedon Savaşı" ndan sonra (kıyamet gününden sonra) kurulacak Tanrı'nın krallığında ebediyyen mutlu yaşamaya hak kazancaklardır. "Argemedon Savaşı" Tanrının kötüleri yok etmesi günüdür. Bu savaşta insanlar yer almayacak ve savaş, Tanrı ile kötüler ve şeytan arasında cereyan edecektir. Savaşı Tanrı, İsa'nın yönetimindeki melek ordusu aracılığı ile kazanacaktır. Kıyamet dünyanın yok olması anlamına gelmemektedir. Şeytan ve kötüler kötülükler yok edildikten sonra bir gezegen olan dünya cennet haline getirilecektir. Bu cennet "Tanrı'nın Krallığı"dır. Bu krallığı İsa "Semavi" tahtından yönetecektir. Ayrıca imanlı ve diğer ölüler gibi yok olmayan 144.000 kişi bu semavi yönetiminde yer alacak ve İsa'nın gökyüzündeki ordusunu teşkil edeceklerdir. İşte "ahiret" "cennet-cehennem" "ilk günah" "İsa'nın niteliği" konuları Yehova Şahitliği'nin kendine özgü iman sistemini oluşturmaktadır. Açıklanan görüşlerin ortaya koyduğu gerçek kuralacağı ümit edilen "Tanrı krallığı" anlaşının tamamen dinsel nitelikte bulunduğu hususudur. Bir açıdan cennet anlayışı özelliğini ortaya koyan söz konusu krallık inancı tamamen dinsel ve uhrevi anlamdadır. Bu inanç mevcut siyasal, toplumsal ve ekonomik düzenin dinsel esaslara göre yeniden değiştirileceği anlamına da gelmemektedir. Zira tekrarlamak gerekirse, bu krallık kıyamet gününden sonra gerçekleşecek bir olgu olarak kabul edilmektedir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan Anayasa ilkesinin ışığı altında sanıkların inançla bağlandıkları Yehova Şahitliği ister müstakil bir din veya mezhep veya tarikat, isterse dinsel topluluk kabul edilsin, herhalde bir dini görüş ve düşünce sistemidir ve bu itibarla anayasanın teminatı altındadır.
YCGK.nun 24.3.1980 gün esas 1979/276 karar 1980/115 sayılı kararında da açıkca belirtildiği gibi, Yehova Şahitleri'nin dinsel bir inanca dayanan ve mistik bir ümidi yansıtan, Tanrı ve Peygamber eylemi olarak bağlandıkları bu görüşler dinsel inanç sınırını aşmamıştır. Yehova Şahitleri Tanrısal bir yazgının buyruğundadırlar. Bir gün gelip sanıkların bu inanışları gerçekleşir de dünyada kıyametten sonra Tanrısal bir yönetim kurulursa, sanıkların buna inanmaları nedeniyle cezalandırılmış olmaları sonucu önlemeyecektir. Yok eğer bu bekleyişler bir hayal ürünü ve boş bir inançtan ibaret kalacaksa bu durumda sanıkların inanışlarının laik devlet düzenimize zarar vermeleri sözkonusu olamaz.
Yehova Şahitleri'nin askerlik yapmak istemedikleri, bayrağı selamlamaktan kaçındıkları ve milli marş söylenmesine katılmayı reddettikleri şeklindeki iddialar bir iman konusu olarak gerçek olsa bile kişisel bir Yehova Şahidi'nin bu inancı ne kendisinin ne de bütün bulunduğu sonucuna varılması için yeterli değildir. Bu şekilde bir fiilin işlenmesi halinde, işleyen özel kanun hükmüne göre cezalandırılabilir. Bu konuda dinin veya dinsel görüşün belirli fiiller işlenmedikçe topyekun cezalandırılması düşünülemez. Ancak, yapılan propagandanın Türkiye'de askerlik görevinin kaldırılmasına, bayrak ve milli marşın bulunmamasına ilişkin hukuki ve siyasal düzenin kurulmasına yönelmesi halinde TCK.nun 163. maddesi ihlal edilebilir ve keza bu amaçla cemiyet teş kil edildiği takdirde, atılı suçun unsurları oluşabilir. Yehova Şahitliği'nin ise böyle bir amaca yönelik teşkilatlanma ve propaganda yaptığı tespit edilememiştir. Zira yukarıda da açıklandığı üzere Yehova Şahitliği'nin bütün görüşleri kıyamet gününden sonra kurulacak semavi nitelikteki Tanrı krallığı içinde düşünülmektedir.
Açıklanan nedenlerle anılan YCGK.kararında da vurgulandığı üzere sanıkların hukuki durumlarının dava konusu eylemleriyle münhasır şekilde değerlendirilmesi gerekir. Bu zorunluk dayanağını Anayasa'nın 38. maddesinde yer alan "ceza sorumluluğunun şahsiliği" temel ilkesinden almaktadır. Bu ilke kişinin ancak serbest iradesiyle oluşturduğu kusurlu fiilinden sorumlu tutulması sonucunu doğurur. Bu nedenle bir topluluğun suç işlediğini ileri sürerek topluluktaki kişileri sorumlu tutmak, belirtilen temel ilkeye aykırıdır. Kişiler ancak hukuka aykırı neticeye yönelen iradi kusurlu fiillerinin saptanması halinde cezai sorumluluk taşırlar. Bu itibarla cezai sorumluluk için kişinin fiilinin belirlenmesi bu fiilin devletin temel nizamlarını dini esaslara uydurmak amacı güttüğünün ve kişinin laikliğe aykırı hareket etmek iradesinin tesbiti gereklidir.
Direnme kararında ise, her ne kadar aksi iddia edilse de, Yehova Şahitliği dinsel görüşü yargılanmış ve "Yehova Şahitliği'nin dini birlik ve ibadet yönünden sakıncası olup olmadığı" yolunda ve yukarıda açıklanan Anayasa ilkelerine aykırı şekilde düşünce bildirilmesi için görevlendirilen bilirkişi kurulu çoğunluğunun düzenlediği yetersiz rapora dayanılarak bu dinsel görüş müstakil din olmadığı gerekçesiyle Anayasa teminatından mahrum kabul edilmiş ve sanıkların kişisel eylemlerinin TCK.nun 163. maddesine uygun şekilde suç teşkil edip etmedikleri araştırılıp saptanmadan yalnızca Yehova Şahiti olmaları mahkumiyetleri için yeterli görülmüştür.
Bu kabul ve uygulamanın kanuna aykırılığı açıktır.
Kaldı ki; bugüne kadar açılan ve tümü beraetle sonuçlanan kamu davalarında düzenlenen ve birer örneği dosyasında bulunan bilirkişi raporları karşısında Yehova Şahitliği'nin bir inanç olarak TCK.nun 163. maddesi kapsamına girmediği de açıkca anlaşılmaktadır. (Ord. Prof. Recai Galip OKANDAN, Prof. Naci Şensoy, Prof. Selçuk Özçelik tarafından düzenlenen 12.2.1963 Prof. Duygu Yarsuvat'ın 30.5.1974; Ord. Prof. Recai Galip Okandan, Sulhi Dönmezer ve Kayıhan İçel'in 11.8.1970; Recai Galip Okandan, Erol Cihan ve Prof. Süheyl Donay'ın 1.9.1973 Prof. Edip Çelik, Öztekin Tosun ve Cavit Tütengil'in 20.5.1975 Doç. Köksal Bayraktar'ın 23.10.1978 Doç. Nevzat Toroslu, Eralp Özgen ve İbrahim Çalışkan'ın düzenledikleri 11.4.1984 Prof. Sahir Erman, Nevzat Gürelli ve Prof. Duygu Yarsuvat'ın düzenledikleri 11.2.1985 ve Prof. Turan Tufan Yüce ve Yar. Doç. ler Doğan Soyaslan ve Fahri Öztürk'ün düzenledikleri 24.4.1985 günlü raporlar
Diğer taraftan sanıkların eylemleri olarak tesbit edilen cemaat oluşturma, dinsel inanışlarına göre ibadet etmek, toplanma, inanışlarını öğretme ve yayma faaliyetleri din ve vicdan hürriyetini koruyan Anayasa'nın 24. maddesinin sınırlarını aşmamış ve maddenin son fıkrasında yazılı hürriyeti kötüye kullanma ve istismar etme durumu da gerçekleşmemiştir. Şöyle ki; dinsel görüş sahiplerinin yayılma propaganda yapmak faaliyetleri Anayasa'nın 24. maddesinin tanıdığı haklandandır. Hakkın kullanılması ise hukuka uygunluk sebebidir. Hukuka aykırı fiil, propaganda veya yayılmak değil, bunların muhtevasıdır ve bu muhteva da sanıkların suç teşkil eden bir eylemleri tesbit edilmemiştir.
Haftanın belirli günlerinde yapılan toplantılara gelince :
Anılan YCGK. kararında da belirtildiği gibi bu toplantılarda konuşulanlar, dinsel bir takım inançların açıklanması ve ahlaki bazı konuların işlenmesi niteliğindedir. Bunların dışına çıkılmadığı ve yasalaraaykırı bir davranışta bulunulmadığı her toplantı sonunda görevli polis memurlarınca düzenlenen ve örnekleri dosyada bulunan raporlarından açık bir biçimde anlaşılmaktadır.
Başkasına satıldığı anlaşılan "Mukaddes Kitap Gerçekten Tanrının Sözü müdür?" adlı kitapta TCK.nun 163. maddesinde yazılı suçu oluşturacak unsurların bulunmadığı ise YCGK.nun anılan kararıyla saptanmıştır. Bu açıdan bu kitapta suç unsuru bulunmadığı hususunda kesin hüküm sözkonusudur.
Bu görüş ve düşünceler ışığında sanıkların TCK.nun 163. maddesini ihlal eden herhangi bir eylemlerinin mevcut olmadığı anlaşıldığından sanıklar vekillerinin temyiz itirazlarının kabulüne ve direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme hükmünün istek gibi BOZULMASINA, 5.5.1986 günlü 1. incelemede yasal çoğunluk sağlanamadığından 26.5.1986 günlü 2. incelemede salt çoğunlukla karar verildi.