 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1985/7369
K: 1985/9399
T: 14.11.1985
DAVA : Taraflar arasındaki rücuan tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine ilişkin hükmün süresi içinde davacı İçişleri Bakanlığı adına Hazine Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine gereği konuşuldu :
KARAR : Davacı Bakanlık, davalı polis memurunun görevi sırasında üçüncü kişiye verdiği zarardan dolayı Danıştay kararıyla ödenen tazminatın rücuan tahsilini istemiştir.
Mahkeme, davalının eyleminin kişisel kusuru oluşturmadığı yolundaki bilirkişi raporunu esas alarak, isteğin reddine karar vermiştir.
İdarenin sorumluluğunu gerektiren kusur veya eylemde, memurun katkısı da bulunduğu takdirde, ödenen tazminattan dolayı rücu hakkının bulunduğu tartışmasızdır. (657 S.K. m.13; Anayasa m. 129). Sorun, memurun sorumluluğunun hangi kurallara göre belirleneceği ve kusurlar arasında bir ayırım yapılıp yapılmayacağındadır.
Hükme esas alınan ve uzmanlık alanları idare ve ceza hukuku olan üç yüksek öğretim üyesi tarafından düzenlenmiş 25.3.1984 günlü raporda: Gerek sorumluluğun ve gerekse kusurun idare hukuku esaslarına göre belirleneceği kabul edilerek bir yargıya varılmıştır.
A- Devlet memurlarının görev ve yetkilerini kullanırken kişilere verdikleri zararlarda idarenin hizmet kusuru ile memurun şahsi kusuru birlikte bulunabilir. Bu gibi durumlarda, zarar görenin memur aleyhine tazminat davası (görev ve yetki ile bağdaşmayan örneğin adam dövme-yargı kararlarını yerine getirmeme gibi özel durumlar hariç) açma olanağı bulunmamaktadır (657 S.K.m. 13-Anayasa m. 129). Ancak Devlet, zarar görene ödemek zorunda kaldığı tazminat için, memura şahsi kusurundan dolayı rucü edebilecektir.
657 Sayılı Devlet memurları Kanunu'nun 13 ve Anayasa'nın 129 uncu maddesinde getirilen hükümlerle memurun sorumluluğu kaldırılmamış, kamu görevlisi olan memurun tazminat alacaklısına karşı sorumluluğu diğer sorumlu olan Devlet'e kanilize edilmiştir. Devlet bu düzenlemeyle, memurunun kişiye olan tazminat borcunu yasa gereği doğrudan yüklenmiş olan kişi durumundadır. Borcun zarar görene ödenmesiyle Devlet, zarara uğrayan kimsenin yerine geçerek rücu edebilecektir. Bu nedenle memurun Devlet'e karşı rücu sorumluluğunun belirlenmesinde özel hukuk kuralları esas alınmalıdır. (Bkz.: S. Sami Onar-İdare Huku'nun Umumi Esasları Cilt III-Sahife 1209 vd.) Çünkü memurun kaldırılmayan ancak geçici olark Devlet'e kanalize edilen kişilere karşı sorumluluğunun kaynağı Borçlar Kanunu'dur (m. 41).
657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun (olay tarihinde yürürlükte bulunan 12 ve 13 üncü maddeleri memurun Devlet'e karşı sorumluluğunu düzenlerken 12 maddede, (Görevleriyle ilgili olarak idareye verdikleri zararlardan ötürü Borçlar Kanunu'nun haksız fiil esaslarına tabidirler) 13 üncü madde ise (Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır) hükümleri getirilmiştir. Maddenin sırf düzenleme şekli esas alındığında Borçlar Kanununa yapılan yollamanın yalnız doğrudan doğruya zarar için söz konusu olduğu, keza umumi hükümlerden amacın özel hukuk olmadığı söylenebilir. Ne var ki, maddelerle ilgili gerekçeler gözden geçirildiğinde bu yargının güçlü olmadığı anlaşılır. Bu yasal kurulların gerekçesinde; Borçlar kanunu'na yapılan yollamanın yalnız doğrudan doğruya zararı içine almadığı, umumi hükümlerden amacın da özel hukuk kuralları olduğu açıkça vurgulanmıştır.
Kaldı ki, memurun Devlet'e kanalize edilen (üçüncü kişilere verilen zararlar için) sorumluluğu yönünden Borçlar Kanunu dışında ve özellikle kamu yasalarında bir hüküm bulunmamaktadır. O halde, bilirkişi raporunda açıklanan ve mahkemece de aynen benimsenen görüşün yasal dayanağı bulunmamaktadır. Yukarda açıklananlar bir kenara bırakılsa dahi adli yargıda görülen bir işin idare hukuku esaslarına göre belirlenmesi ancak yasalarda açık bir hüküm bulunmasına bağlıdır. Aksinin kabulü çelişkili bir durumu ortaya koyar. Bu nedenlerle davalı olan polis memurunun sorumluluğunun belirlenmesi Borçlar Kanunu'na göre yapılmalıdır.
B - Borçlar Kanunu'nun 41 inci maddesi, kusura dayanan sorumluluğu esas almıştır. Kusur varsa sorumluluk da vardır; kusur yoksa sorumluluk da yoktur. Bu nedenle kusur unsuru üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
Bilindiği gibi kusur, bir irade eksikliğidir. Bu gün kural olarak kusurun belirlenmesi (somut olayın özellikleri hariç) objektif ölçülere göre yapılmaktadır. Kusurun objektifleştirilmesi denilen bu baskın görüş tarzına göre; hayat deneyleri ve o işteki normal seviyeli insanların davranışları esas alınmaktadır. Kuşkusuz memurun sorumluluğu belirlenirken kendisine yüklenilen görev ve yetki sınırları bu görev ve yetkinin idari düzen içinde işleyip şekli ve bunun somut olay içinde gerçekleşme biçimi esas alınarak değerlendirilecektir. Hakkaniyetin de somut olayın gerektiği hallerde gösterilen özenin belirlenmesinde tarafların veya birinin yararına olarak objektif sistemden ayrılmak ve subjektif bir değerlendirme yapmak olanağı da vardır.
Davaya konu olayda, kusurun belirlenmesi bir sorun olarak gözükmemektedir. Çünkü davalı polis memuru, bir yurttaşı yaralamaktan dolayı Ağır Ceza Mahkemesinin 24.10.1979 gün ve 280-283 sayılı kararıyla mahkum olmuştur; ayrıca aynı olayda kusur, zarar görenin Devlet aleyhine Danıştayda açtığı davada da tartışılmıştır.
a - Ceza Mahkemesi, davalının görvli olarak karıştığı ve yurttaşın gözönün kör olduğu olayda, davalının davranışını şu şekilde nitelendirmiştir. Görevli olarak işe el koyan sanık-davalı polis memuru kavga eden kişilerin barışmaları ancak daha sonra tekrar kavga etmeleri üzerine (müştekiye haksız olarak ve görevi dışına çıkarak, hem barışırsınız hem de kavga ederseniz, anısını avradını sinkaf ettiklerim diyerek tokat atmak suretiyle) olaya sebep olmuştur. Bu nedenle ceza mahkemesi mahkumiyet hükmünü kurarken (T.C.K. m. 456/3-463-251) davalı memur yararına tahrik ve takdiri indirim kurallarını dahi uygulamamıştır.
b - Danıştay 12. Dairesine olayın mağduru tarafından açılan tazminat davasında verilen kararda (29.1.1984 gün ve 6937/136 sayılı) polis memurunun keyfi ve görev sınırlarını tecavüz ettiği kabul edilerek Devlet'in sorumluluğu kabul edilmiştir. Ayrıca tazminatın kapsamı üçüncü kişinin kusuru polis memurunun kusurundan (1/3) düşülerek belirlenmiştir.
Hukuk mahkemesi, gerek ceza mahkemesinin ve gerekse idari yargının belirlediği kusurlarla bağlı değildir. Ne var ki, bu yargı yerlerinden alınan kararlardan, somut olaylara dayanılarak belli sonuçlara varılmıştır. Artık bu iki mahkeme kararı var olduğu sürece olayda davalının kusurunun varlığı tartışmalıdır. Özellikle ceza mahkemesinin tesbit ettiği hukuka aykırılık ve maddi olgularla hukuk mahkemesinin bağlı olacağı da düşünülürse "bu olayda davalının sorumluluğunu gerektirecek kusuru yoktur" yargısına varmak en azından yargı kararları arasında istenmeyen çelişkiyi ortaya çıkarır.
c - Sorumluluğu, yalnız ağır kusurun varlığıyla sınırlı kılmak yasanın açık hükmünün var olduğu hallerde söz konusudur. Nitekim Borçlar Kanunu'nun 49 uncu maddesinde bu yolda bu hüküm getirilmiştir. Devlet memurları hakkında ise böyle bir açık hüküm yoktur. Borçlar Kanunu'nun 41 inci maddesi kusurun derecesi bakımından (ağır-hafif-ihmal-kasıt) bir ayırım yapmamaktadır.
Kamu görevlilerinin sorumluluğunda kusur ayırımı yapılmamasının bir sakıncası da bulunmamaktadır. Çünkü olayın özelliği gözetilerek kusurun subjektif olarak belirlenmesi olanağı vardır. Böyle bir belirleme, gerektiğinde, hakimi kamu görevlisi olan memurun olay için kusuru bulunmadığının kabulüne götürebilir. Ayrıca tazminat kapsamının belirlenmesinde özel indirim hallerinin varlığı dahi (B.K. 4344) unutulmamalıdır. Bu nedenle memurun korunması açısından ağır kusur koşulunun aranmasının yararı bulunmamaktadır. Aksi halde bu gibi yollar sorumluluk bilincinin kaybolmasına ve özellikle yurttaşların zarar görmesine yol açabilir. Artık çağdaş hukuk uygulamasında, ağır kusur koşulunun terk edilmekte olduğu da hatırlanmalıdır; örneğin kaynak kanun İsviçre Medeni Kanunu'nun 49 uncu maddesindeki ağır kusur koşulu kısa bir süre önce yapılan değişiklikle kaldırılmıştır.
Bir an için mahkemenin hükümüne doğrudan esas aldığı bilirkişi raporunda yazılı olduğu gibi, "ağır kusur" kabul edilse dahi sonuç değişmeyecektir. Çünkü bir kamu görevlisinin, ufak bir gruba gereksiz yere silah kullanması, yurttaşlara sert ve insanlığa yakışmaz biçimde davranması gibi hareketler ağır kusur sayılacak niteliktedir. (S.S.Onar a.g.e. Cilt III Sh. 1739). Bu nedenle kusurun bu şekilde belirlenmesinde dahi açık hata yapılmıştır. Davalının yargı kararlarında belirlenen ve yukarıda açıklanan eylemleri hafif kusur sınırlarını çoktan aşmıştır.
O halde mahkemece yapılacak iş, zarar ve tazminat kapsamını belirleyip bunu hüküm altına almaktan ibarettir.
Mahkeme, sorumluluğun belirlenmesinde, bilirkişi incelemesine gerek duymuş ve bu yolda aldığı raporu doğrudan hükmüne esas almıştır. Mahkemeler çözümü özel ve teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişi oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenecek konularda bilirkişi dinlenemez (Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu m. 275). O halde mahkemenin, bu yasal buyruğu gözetmeden sorumluluğun belirlenmesinde bilirkişiye başvurması da usule aykırıdır.
İlk önceleri Yargıtay İçtihatlarıyla yerleşen ve daha sonra (2494 S.Y.) yasalaşan kuralın bir taraftan hakimlik mesleğinin niteliğini diğer taraftan yurttaşları pahalı yargıdan korumak için getirildiği unutulmamalıdır.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle davacı idare yararına BOZULMASINA, 14.11.1985 gününde oybirliğiyle karar verildi.