 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
E: 1985/7196
K: 1986/84
T: 13.01.1986
DAVA : Taraflar arasındaki ortaklığın feshi davasının yapılan yargılaması sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün davalı avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine, dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Dava, davalıya ait arsaların, üstündeki davacının sermayesi ve emeği ile yapılmış olan inşaat ve dairelerle birlikte üçüncü kişilere satılması, satış parasının yarı yarıya bölüşülmesi ve taşınmazların paylaşılması amacı ile taraflar arasında kurulmuş olan inşaat adi ortaklığının tasfiyesi ile ortaklık haklarından şimdilik 6.000.000 liranın ödenmesi isteğine ilişkindir.
Davalı, davacının bu davada dayandığı ortaklık sözleşmesinin gerçekte mevcut olmadığını ve sahte olarak düzenlenmiş olduğunu, davacının sadece aralarındaki arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi gereğince arsalarına bina ve inşaat yaptığını ve ortaya çıkan uyuşmazlık üzerine davacının İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde 1979/943 sayılı dosyada açtığı davada verilen karar uyarınca yaptığı işlerin bedelini icra yolu ile kendisinden aldığını ileri sürerek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, daha önce görülen ceza davaları ile ortaklık sözleşmesinin sahte olmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle taşınmazların satılması suretiyle ortaklığın tasfiyesi gerektiğine ve istekle sınırlı olarak 6.000.000 liranın davalıdan alınıp davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
Karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1- Davalı savunmasında, davada dayanılan 25.3.1975 günlü ortaklık sözleşmesinin gerçekte mevcut olmadığını, sahte olarak düzenlendiğini ileri sürmüş, ve İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1979/943 esas sayılı hakem tayinine itiraz dosyasına verilmiş olan 5.1.1981 günlü İstanbul Güzel San'atlar Akademisi Öğretim Üyelerinden oluşan üç kişilik bilirkişi kurulunun verdiği rapora dayanmıştır. Bu raporda söz konusu belgedeki münker imzanın davalı M.Ali'nin elinden çıktığı, ancak bu imzanın herhangi bir sebeble önceden atılmış olduğu, bu kağıdın bilahare üzerinin doldurulduğu kanaatine varıldığı açıklanmıştır. Mahkeme, Hakem Tayini kararına itiraz davasında sözleşmenin sahteliği iddiasının nazara alınmadığı, davacı aleyhine açılan sahtelik davasının beraetle sonuçlandığı ve davalının iftira suçundan mahkum
olduğu gerekçesiyle 25.3.1975 günlü ortaklık sözleşmesinin sahte olmadığını kabul etmiştir.
Burada öncelikle belirtmek gerekir ki, HUMK.nun 315 ve Borçlar Kanununun 53. maddelerine göre ceza mahkemesinin beraet kararı senedin sahtelik sebebiyle hukuk mahkemesince iptaline karar verilmesi engel değildir. Sahtelik hususunda ceza mahkemesinin beraete dair kararı hukuk mahkemesini bağlamaz. Bu nedenle mahkemenin sahtelik hususunda gerekli soruşturmayı yapması ve delilleri değerlendirmesi gerekir.
Diğer taraftan olayda sahtelik davasında sadece imzanın davalıya ait olduğu kabul edilerek davacının beraetine hükmolunmuş ve davalı hakkında da bu beraet kararına dayanılarak iftiradan dolayı mahkumiyet kararı verilmiştir. Oysa bu davada davalı, imza ile birlikte üstündeki yazılarında sonradan ve sahte olarak düzenlendiğini ileri sürmüştür. Nitekim hakem tayini ile ilgili dava dosyasındaki üç kişilik bilirkişi kurulu raporunda davalıya ait imzanın sağ ucunun kesik olduğu ve bu imzanın üstünün bilahare tanzim olunduğu açıklanmıştır. O dava sonunda mahkemece, belgenin tüm münderecatının sonradan doldurulduğu kabul edilerek davanın konusu itibariyle sadece hakem şartının geçersizliğine karar verilmiştir ve karar Yargıtay'ca onanmak suretiyle kesinleşmiştir. O halde mahkemenin sahtelik iddiasını red ederken hakem dosyasında verilen kararı gerekçe göstermesi isabetli değildir.
Öte yandan müteahhitten daire satın alan Abdullah tarafından davalı aleyhine İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1980/173 sayılı dosyası ile açılan 6769 ada 5 parsel 3 numaralı bağımsız bölümün tesciline ilişkin davanın mahkemece kabulü üzerine yagrılamanın iadesi safhasında davalının yargılamanın iadesi talebinin reddine ilişkin mahkeme kararı Yargıtay 14. Hukuk Dairesi'nce 25.3.1975 günlü belgedeki imzanın davalıya aidiyeti ve bu imzanın üstündeki yazının sonradan doldurulduğu hakem tayinine itiraz davasının kararında saptandığı, ancak mülk sahibi ile müteahhit arasında daha önce düzenlenen 24.3.1975 günlü sözleşme ve noterlikçe re'sen düzenlenen belgelerle müteahhit Erol'un daire satışına yetkisikabul edildiği gerekçesiyle onanmıştır. Onama kararı gerekçesi, 25.3.1975 günlü ortaklık sözleşmesine değil, davacı müteahhit ile davalı arasındaki daha önceki istisna sözleşmelerine dayanmıştır.
Hakem tayini dosyasında bilirkişi Hayrettin tarafından verilen raporda, ortaklık sözleşmesinde davalıya ait imzanın son kısmının kesik bulunduğu belirtildikten sonra, bu imzanın davalının eli mahsulü olduğu kabul edilmiş ve fakat yazı metninden sadece hakem şartının sonradan yazıldığı açıklanmıştır.
Ayrıca davalı, 18.2.1982 günlü delil listesinin üçüncü sahifesinde, 30.9.1979 günlü ortaklar kurulu kararının fotokopisini ibraz ederek, bu karar belgesinin de sahte olarak düzenlendiğini iddia etmiştir.
Yukarıda açıklanan durum karşısında mahkemenin bu davada davalı tarafından ileri sürülen sahtelik iddialarını HUMK.nun 308 ve izleyen maddeleri hükümlerine göre tahkik etmesi ve elde edilecek sonucu tüm dosya münderecatı ile birlikte değerlendirerek bir karara bağlanması zorunludur.
Bu amaçla mahkemece 25.3.1975 günlü ortaklık mukavelesindeki imza ve belge münderecatı üzerinde üç kişilik bilirkişi kurulu aracılığı ile inceleme yapılarak belgedeki davalı imzasının üstünün sonradan sahte olarak doldurulup doldurulmadığı ve ayrıca 30.9.1979 günlü ortaklık kararı başlıklı belgenin aslı davacıya ibraz ettirilerek belgedeki imzanın davalının eli mahsulü olup olmadığı ve imzanın üstünün sonradan sahte olarak düzenlenip düzenlenmediği hususları tesbit edilmelidir.
Mahkemece yeni bir bilirkişi incelemesi yapılmadan ve yazılı gerekçelerle ileri sürülen sahtelik iddiasının reddi usul ve yasaya aykırıdır. Kararın bu nedenle bozulması gerekir.
2- Bu davada davacının dayandığı 25.3.1975 günlü ortaklık mukavelesi, konusu inşaat işi olan bir adi ortaklık sözleşmesidir. Esasında inşaat konusunda taraflar arasında ilişki İzmir onuncu Noterliği'nce düzenlenen 19.3.1971 günlü gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi ile başlamış ve aynı noterlikçe yapılan 30.1.1973 tarihli ek mukavele ile İstanbul 13. Noterliği'nce düzenlenen 24.3.1975 günlü ek inşaat mukavelesine konu olmuştur. 25.3.1975 günlü inşaat ortaklığı sözleşmesinin 1. maddesine göre, davalı işbu ortaklığa sermaye olarak İzmir İli 2. Karantine Mahallesi 180 plan 98 paftada kayıtlı beş adet arsasını (1-6766 ada 13 parsel, 2-6767 ada 7 parsel, 3- 6769 ada 5 parsel, 4-6768 ada 5 parsel 5-6576 ada 6 parsel sayılı) koymuştur. Ortaklığın konusu bu arsalar üzerinde daha önce taraflar arasında kurulmuş olan arsa payı kat yapımı sözleşmeleri uyarınca davacı müteahhit tarafından yapılan binalarla birlikte bu taşınmazlara satmak, satıştan elde edilecek gayrisafi hasılayı yarı yarıya bölüşmek, ortaklığın sona ereceği 30.10.1979 tarihinde davalı üzerinde kayıtlı tüm gayrimenkulleri paylaşmak ve satışa çıkararak tasfiye etmektir.
Gerçi davalı, sermaye payı olarak ortaklığa koyduğu anılan beş adet taşınmazın yarı payını doğrudan ortaklığın kurulduğu tarihte davacı ortağına geçirmeyi borçlanmamıştır. Ne var ki sözleşmede açıkca davalının taşınmazları ortaklığa sermaye olarak koyduğu yazılıdır. Davalı ortaklık sözleşmesi ile ortaklığa sermaye payı olarak koyduğu taşınmazların mülkiyetini sözleşme gereği davacının yapacağı satış vaadi sözleşmelerindeki alıcılara geçirmeyi taahhüt etmekte ve özellikle sözleşmenin 3. maddesi gereğince de ortaklığın son bulacağı 30.10.1979 tarihinden en az bir ay önce üzerindeki hisselerin paylaşılmasını kabul etmektedir. Ayrıca sözleşmede, davalının tasfiye ve hisselerin paylaşılması için davacıyı çağırmaması halinde davalı adına kayıtlı bu taşınmazların satışa çıkarılması kararlaştırılmıştır. Bu durumda davalının sermaye payı olarak ortaklığa taşınmaz mallarını koyduğu ve bu taşınmazların mülkiyetini üçüncü kişilere ve davalıya geçirmeyi borçlandığı anlaşılmaktadır. Adi ortaklıkta sermaye payı olarak taşınmaz mülkiyetinin geçirilmesinin borçlanıldığı hallerde, bu borçlanmanın hüküm ifade edebilmesi ve geçerli olması için Medeni Kanunun 634. maddesi gereğince ortaklık sözleşmesinin resmi şekilde yapılması gerekir. İnceleme konusu olayda dayanılan ortaklık sözleşmesi resmi değil adi yazılı şekilde yapılmıştır. Bu nedenle ortaklık sözleşmesi şekil eksikliğinden dolayı muteber değildir ve tarafları bağlamaz. O halde davacı, davalıdan sözleşme hükümlerine dayanarak bir tasfiye payı ödemesini değil ancak sermaye olarak başlangıçta ortaklığa koyduğu binaların değeri ile varsa ortaklık sözleşmesi kurulduktan sonra yaptığı ve davalının nedensiz zenginleşmesine yol açan işlerin ve giderlerin karşılığını isteyebilir.
SONUÇ : Mahkemenin ortaklık sözleşmesini istisna akdi olarak nitelemesi ve ortada gayrimenkul mülkiyetinin devri şartı olmadığı gerekçesiyle sözleşmenin şekil yönünden geçerli olduğunu kabul etmesi yasaya aykırı olduğu gibi tarafların sözleşmeye uyduklarını ve büyük inşaatlar yapıldığını var sayarak sözleşmenin tarafları ilzam ettiği sonucuna varması da yasaya uygun değildir.
İlk önce davalının şekil eksikliğini ileri sürmesi tek başına hakkın kötüye kullanılması ve dürüstlüğe aykırılık teşkil etmez. Çünki Kural olarak bir işlemin şekil eksikliğinden kendi yararına sonuç çıkaran kimse hakkını kötüye kullanmış olmaz. Bunun için ayrıca somut olayda şekil eksikliğine dayanmanın dürüstlüğe aykırı sayılmasını gerektiren hal ve şartların var olması gerekir ve bunu isbat yükü karşı tarafa düşer. Diğer taraftan şekilsiz sözleşmenin ifasının bütün durumlarda şekil eksikliğine dayanan geçersizliği etkisiz bırakacağına ilişkin yasada bir kural yoktur. Böyle bir sözleşmenin ifası da geçersiz kalmaya mahkumdur. Ancak geçersizliği ileri sürme, hakkın kötüye kullanılması niteliğini almamalıdır.
İnceleme konusu olayda davalının hileli davranışlarla davacıyı kandırarak sözleşmenin resmi şekilde yapılmasına engel olduğu iddia ve isbat edilmemiştir. Öte yandan burada şekil eksikliğine dayanmayı iyiniyet kuralına aykırı duruma sokan karşılıklı bir ifa işlemide sözkonusu değildir. Şöyle ki: Olayda daha önce taraflar arasında 19.1.1971, 30.1.1973 ve 24.3.1975 günlü inşaat sözleşmeleri yapılmış ve uygulanmış olduğundan, ortaklık sözleşmesinin incelenmesinden de çıkarılabileceği üzere, ortaklık kurulurken arsaların üstünde binaların ve yarım kalmış inşaatların bulunduğunda bir tereddüt ve uyuşmazlık yoktur. Bu itibarla arsalar üstünde davalı tarafından yapılmış bu binalar geçersiz ortaklık sözleşmesinden sonra yapılmış gibi bu sözleşmenin yerine getirilmesi sayılamaz.
Öte yandan ortaklığa sermaye olarak konan beş parça taşınmaz ile ilgili kat irtifaklı arsa payı devir ve temlikleri, İsmet isimli kişiye yapılanı hariç, tümü tarih itibariyle 25.3.1975 tarihinden önce, başka ifade ilesöz konusu ortaklık sözleşmesi henüz kurulmadan yapılmıştır. 6769 ada 5 sayılı parselde 3 numaralı bağımsız bölüm ise davalının taupda yaptığı bir işlem sonucu değil, İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde davalı aleyhine açılmış tscil davasında verilen 30.3.1981 günlü mahkeme kararı üzerine Abdullah adına tescil edilmiştir. O halde isimleri aşağıda açıklanacak dokuz kişiye arsa payları ortaklık sözlemesinin uyglanması sonucu değil, davacı ile davalı arasında ortaklık sözleşmesinden önce kurulmuş olan istisna sözleşmleri gereği geçirilmiş olmaktadır. Dosyada mübrez İzmir 10. Noterliği'nce düzenlenmiş 12.7.1974 günlü olup davacı tarafından davalıya verilen taahhütname, 4 adet arsa payı yönünden bu düşünceyi doğrulamaktadır. Ayrıca dosyada bulunan İzmir 2. mıntıka Tapu Sicil muhafızlığı'nın 27.4.1982 günlü yazısına ekli tapu kütüğü fotokopileri ile 19.8.1983 günlü yazısı münderecatına göre 6767 ada 7 numaralı parsel de Nevin'e 16.2.1974 ve Tevfik'e 13.4.1974 tarihlerinde, 6768 ada 5 numaralı parsel de (A) blokunda Meral'e 6.1.1975, İbrahim'e 12.11.1974 tarihlerinde, aynı parsel (B) blokda Semih'e 22.8.1974, Mehmet şevket'e 12.7.1974 tarihlerinde, (C) blokda Yaşar'a 26.8.1974, Nermin'e 26.8.1974 ve Urbiye'ye 26.8.1974 tarihlerinde kat irtifaklı arsa payları devir edilmiştir. İsmet dışında bu sayılan kimselerden başka bir kimseye ortaklık konusu taşınmazlarda arsa payı temlik edilmemiştir.
Bunlara rağmen gerek 21.9.1983 günlü ve gerekse 25.6.1984 günlü bilirkişi raporlarında 25.3.1975 günlü ortaklık sözleşmesi esaslarına göre 21 adet daire inşaatının gerçekleştirildiğinin, üçüncü şahıslara gerek biten ve gerekse arsa olarak bazı satışların yapıldığının, sözlemenin taraflarca bütünüyle uygulamaya alındığının ifade edilmesi dosyadaki belgelere uygn değildir ve hiç bir esasa dayanmamaktadır.
İsmet ile ilgili işleme gelince; İsmet isimli kişiye arsa payı 5.11.1975 tarihinde geçirilmiştir. Bu kişi ile ilgili tapu muamelesinin yapılması için Beşiktaş 3. Noterliği'nce düzenlenen 3 Kasım 1975 günlü vekaletname ile davalı, Avukat Ünal ve müteahhit Erol'u vekil tayin etmiştir. Bu vekaletname incelendiğinde, vekaletin sadece davalı tarafından İsmet'e satılmış 6768 ada 5 numaralı parselde inşa edilecek apartmanın (A) blok 1. kat 4 numuralı dairesinin arsa payının takririni vermeye ilişkin olduğu açıkca görülmektedir. 25.6.1984 günlü raporu veren bilirkişi kurulunun, davacının bu konuda 2.3.1982 günlü dilekçesinin 3. bendinde öne sürdüğü iddiasınında dışına çıkarak, bu vekaletnameyi aynı zamanda 25.3.1975 günlü ortaklık sözlemesi ile yapılacak inşaatların başlamasına izin verme şeklinde yorumlaması ve mahkemenin bu görüş doğrultusunda bu vekaletname ile işlerin başlamasına izin verildiğini kabul etmesi isabetli bulunmamıştır. Gerçekten vekaletnamenin düzenlendiği tarihte davacı henüz İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesi'ne açtığı dava ile yaptığı bu inşaatlar dolayısiyle 24.3.1975 günlü istisna sözleşmesine dayanarak hak aramakta ve kazanç yoksunluğu istemektedir. O tarihte ortaklık sözleşmesinden hiç bir şekilde bahis yoktur. Vekaletname münderecatında da satışın ortaklıkla ilgili olduğuna ilişkin en küçük bir emare mevcut değildir. O halde bu belge ile verilen vekalet de ortaklık sözleşmesinin bir uygulaması değil, o tarihte taraflar arasında niza kaynağı olan istisna sözleşmesinin tasfiyesine ilişkindir.
Ayrıca, 6768 ada 5 numaralı parselde yapılmakta olan (A) blok 10 daireli binanın müteahhit olarak davacı tarafından ıstısna sözleşmesi uyarınca yapılmış olan kaba inşaat dışında kalan % 40 oranında inaat bölümün teşkil ettiği bilirkişi raporunda belirtilen ince işlerin ortaklık sözleşmesinden sonra bizzat davacı tarafından değil bu parselden (A) blokta kat irtifaklı arsa payı tapusu alabilmiş ya da tapuda arsa payı iktisap etmemiş ise de davacı müteahhitden satış vaadi ile bu taşınmazda daire satın almış olan kişilerce yaptırıldığı, bilirkişi Bali'nin İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1979/353 D. İş sayılı delil tesbiti dosyasındaki 10.12.1979 günlü raporu, aynı bilirkişinin inceleme konusu dava dosyasına verdiği 10.1.1984 günlü raporunun 2. sahifesinin 6. bendindeki açıklamaları, davacıdan 6768 ada 5 sayılı parselde daire satın aldıklarını ve fakat inşaatın yarım kalması üzerine aralarında para toplayarak inşaatı tamamladıklarını öne sürerek davalı aleyhine tescil davası açan ve tescil davalarını kaybeden Sevil, Kemal, Sebahattin, Feramuz, Sabri ve Didar'ın İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açtıkları 76/389 sayılı dava dosya ile tefrik edilen dosyalarda verilmiş mahkeme kararları münderecatı ve bu kişilerden Sevil, Kemal, Didar ve Sebahat'ın bu dosyaya verdikleri 21.12.1983 günlü müdahale dilekçesi içeriğiyle anlaşılmaktadır. Ancak bu kişiler sonradan giderleri karşılığı olarak müteahhit davacının elinde bulunan borç senetlerini geri almak suretiyle müteahhit davacının kendilerine giderlerini ödemiş olduğunu bildirmişlerdir. Nitekim 10.9.1979 günlü ortaklar kurulu kararı denilen belgede de 3. şahısların katkıları ile tamamlanan 6768 ada 5 parsel (A) blokundaki işlerin davacının yapmış sayılmasını davalıda kabul etmiştir. Sadece bir kısım dairelerin ince işlerinin bu tarzda davalı tarafından yerine getirilmiş sayılması ve davalının bunu kabul etmesi olgusu da davalının şekil eksikliğine dayanmasını objektif iyiniyet kuralına aykırı kılan bir durum olarak kabul edilemez. O halde olayda Medeni Kanununun 2. maddesinin uygulama koşulları bulunmamaktadır.
Esasında 25.3.1975 günlü ortaklık sözleşmesi 24.3.1975 tarihli istisna sözleşmesine nazaran davacıya daha fazla mali hak ve imkanlar vermektedir. Ortaklık sözleşmesinin uygulandığı iddiası ve İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde ortaklık sözleşmesinden hiç söz edilmeksizin 27.6.1975 tarihinde aynı inşaat dolayısıyla 24.3.1975 günlü istisna sözleşmesine göre alacak ve kar mahrumiyeti davası açılması arasındaki çelişkiyi davacı izah edebilmiş değildir. Bu itibarla davacının iki taraf arasında hem üç adet ıstısna sözleşmesine hem de ortaklık sözleşmesine konu olan aynı inşaat münasebetinin ve bu münasebetten doğan nizanın ortaklık sözleşmesine göre değil de, 24.3.1975 günlü inşaat sözleşmesine dayanarak fesih ve halledilmesi için İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde 27.6.1975 gününde fesih ve tazminat davası açması ve ortaklık sözleşmesine ilişkin 16. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılan davada lehine verilen ödetme kararının Yargıtay'ca bozulmasından sonra hakem tayini için mahkemye başvurduğu 18.12.1979 tarihinde istinat etmesi ortaklık sözleşmesinin en azından 18.12.1979 tarihine kadar uygulanmadığını dolaylı olarak davacının da kabul ettiğini ifade etmektedir.
Bu itibarla mahkemece burada yapılacak iş, davacının İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1979/943 sayılı dosyasında dava konusu edilerek karşılığını almış olduğu işler dışında olarak gerek kendisi gerekse onun hesabına daire sattığı müşterilerince yapılmış işlerin ve giderlerin mahiyet ve yapıldığı tarihteki değerlerini tesbit ederek bu tutarın davalıdan alınmasına karar vermekten ibarettir. Mahkemenin yazılı şekilde davalı üzerindeki taşınmazların satılması suretiyle ortaklığın tasfiyesi gerektiğine ve şimdilik 6.000.000 liranın davacıya ödenmesine, karar vermesi yasaya aykırıdır ve bozma nedenidir.
3- Davacı, dava dilekçesi ve sonradan verdiği 29.3.1982 tarihli dava ettiği miktara açıklık getiren dilekçesi içeriğine göre, ortaklığın tasfiyesine kira bedelleri ve tasfiye neticesi haklarından, fazlasını isteme hakkı saklı kalmak şartıyle, şimdilik 6.000.000 liranın ödenmesine karar verilmesini istemiştir.
Davacı vekili 27.9.1984 günlü son oturumda kira alacağına ilişkin talebini atiye bırakmıştır.
Ortaklık sözleşmesine göre tasfiye nedeniyle davacı ortaklık konusuna giren ve davalı adına tapuda kayıtlı olan daire ve arsaların satış değerlerinin yarısını istemeye yetkilidir. Mahkemece ortaklığın tasfiyesi ve davacının tasfiye payının belirlenmesi için çeşitli bilirkişi incelemeleri yaptırılmıştır. Karardaki açıklamalardan mahkemenin 25.6.1984 tarihli son bilirkişi kurulu raporunun ve bu raporda ortaklığın davalı adına kayıtlı taşınmazlardan oluşan mal varlığının hesap edilen değerinin 148.940.000 lira olduğunu kabul ettiği anlaşılmaktadır. Mahkemenin bilirkişilerin tesbit ettiği rayiç değerlere göre davacının tasfiye payının miktarını kararında rakamla belirtmesi ve bundan istekle sınırlı olarak ödetmeye karar vermesi ve böylece uyuşmazlığın kesin olarak çözmesi gerekirken, ortaklığın taşınmazların satışı suretiyle tasfiysei gerektiğine ve 6.000.000 liranın davalıdan alınmasına hüküm kurması da kabul şekli itibariyle usul ve yasaya aykırıdır ve bozma nedenidir.
SONUÇ : Kararın yukarıda birinci, ikinci ve üçüncü bentlerde açıklanan nedenlerle davalı yararına (BOZULMASINA), 3000 lira duruşma avukatlık parasının davacıdan alınarak davalıya ödenmesine, istek olursa peşin harcın iadesine, 13.1.1986 gününde oybirliğiyle karar verildi.