Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:1984/10-608
K:1985/836
T:23.10.1985
* OLUMSUZ GÖREV UYUŞMAZLIĞI
ÖZET:Asliye Hukuk Mahkemesi ile iş Mahkemesi arasındaki olumsuz sebebi görev uyuşmazlığının çözümün Yargıtay 4. Hukuk Dairesine aittir.
(1086 s. HUMK m. 25)
(506 s. SSK m. 39, 134)
(818 s. BK m. 55)
(6085 s. Trafik K m. 50)
Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, (Ankara 1. iş Mahkemesi)nce davanın reddine dair verilen 26.12.1983 gün ve 702-760 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafında~ı istenilmesi üzerine; Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin 27.4.1984 gün ve 1286.2317 sayılı ilamıyla; (...506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 39. maddesine göre, adam kullananları kusursuz sorumlu tutmaya olanak yoktur. Bu madde sorumluluk sebeplerini, suç sayılır eylem ve kast ile sınırlamıştır. Davacı, davalı adam çalıştıranların, suç sayılan eylemleri veya kasıtları bulunduğunu iddia etmediği gibi, safahatta da sabit olmamıştır. Öte yandan 506 sayılı Kanunun 39. maddesine göre sorumlulukları gider yapanın Türk Sosyal Sigortalar Kurumu olması, sigortalının Türk Sosyal Sigortalar Kurumu'na tabi ve orada tescil edilmiş veya edilmesi gerekmiş bulunması, giderlerin hastalık sigortası kolundan yapılması gibi koşulların, kast ve suç sayılır hareket koşulu ile hep birlikte oluşması halinde gerçekleşmektedir. Olayda, bu unsurlar mevcut olmadığına göre, davanın yasal dayanağının 506 sayılı Kanunun 39. maddesi olmadığı, uyuşmazlığın bu madde uygulanarak çözümleyeceği ortadadır.
506 sayılı Kanunun 134. maddesi uyarınca, bu kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülebilir. Bir uyuşmazlık, 506 sayılı kanunun uygulanmasından kaynaklanmıyorsa, İş mahkemeleri görevli olamaz. Yukarıda belirtilen biçimde, uyuşmazlık, 50 G sayılı Kanunun 39 maddesinden kaynaklanmamaktadır. Davacıda dava dilekçesinde bu maddeye dayanmamıştır. Yargılama sırasında sabit olan olgulara göre 39. maddenin uygulanmasını gerektiren bir durum ortaya çıkmadığı aksine, 39. maddenin unsurlarının oluşmadığı anlaşıldığı için, bu madde hakimin Türk Kanunlarını resen uygulaması ilkesi çevresinde bu tatbik edeceği, bir kuralda değildir.
5521 sayılı Kanun uyarınca da İş Mahkemeleri görevli sayılamaz.
Türkiye Cumhuriyeti ile Federal Alman Cumhuriyeti arasında, Sosyal Güvenlik Hakkındaki Sözleşmede de 506 ve 5521 sayılı Kanunlardaki kuralların aksine bir görev hükmü, yer almamaktadır.
Kaldı ki T.C. Anayasası'nın 142. maddesine göre, mahkemelerin görevi kanunla düzenlenir. 8.12.1982 tarih ve 4/4 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında da belirtildiği üzere, İş Mahkemelerinin görevi istisnai nitelik taşır. 23.5.1960 tarih ve 11/10 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca istisna hükümlerinin dar olarak yorumlanması gerekir. 5.12.1977 tarih ve 4/4 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı mucibince, mahkemelerin görevi, kamu düzeni ile ilgili olup, kıyas ve yorum yoluyla genişletilip değiştirilemez.
Türk mevzu hukukunun bu ilkeleri ve davanın yukarıdan beri açıklanan niteliği ve dava kağıtları karşısında, uyuşmazlığın 506 sayılı Kanundan kaynaklandığını ve İş Mahkemesinin görevine girdiğini söylemek, olanaksızdır. Ve Türk mevzu hukukuna aykırıdır. Burada uyuşmazlığın 506 sayılı Kanundan kaynaklandığını belirtmekle yetinmeyip, hangi yasadan kaynaklandığını ve hangi mahkemenin görevli olduğunu belirtmekte de yarar vardır. Bu yön, görev konusunda önem taşıdığı kadar işin özünde de ihmal edilmeyecek bir nitelik arzetmektedir. Zira 506 sayılı Kanunun 39. maddesindeki unsurlar oluşmadı diye davayı reddetmek, uyuşmazlığı çözmek anlamına gelmemektedir.
Gerçekten, anılan sigorta kurumunun sigortalısı, Türkiye'de bir trafik kazası geçirerek yaralanmış ve bu Kurum kendisine masraf yapmıştır. Masraf yapılmasına yol açanlar, kesin hükümle belirlenmiş olan Türk vatandaşlarıdır ve bunların davalıların müstahdemleri olduğu, davalıların bunları çalıştırdıkları bellidir. Alman Sosyal Sigortalar Kanununun 1542. maddesi uyarınca Alman Sigorta Kurumu, ödediği tazminat miktarınca tazminat ödediği şahsın yani sigortalının yerine geçmekte, Sigortacılık zarar verenlere karşı olan tazminat hakları, bu Kuruma intikal etmektedir Diğer bir deyişle, bu Kurum masraf yaptığı sigortalısının ardası olmaktadır.
Yukarıda sözü edilen Sosyal Güvenlik Sözleşmesi'nin 50. maddesi mucibince, yardıma hak kazanan sigortalı, diğer taraf nizamlarına göre, 3. bir şahıs zararın tazminini istemek hakkına sahipse, bu hak ilgili mevzuat dairesinde, yardımı yapacak olan akit tarafın Sosyal Sigorta Merciine intikal etmektedir.
Bu olayda, yardıma hak kazanan Alman Sigorta Kurumu'nun sigortalısı. Türk Vatandaşının sözleşmenin öteki durumundaki Türkiye Cumhuriyeti mevzuatına göre, adam çalıştıranlardan zararın tazminini istemek hakkına sahip olup olmadığını belirlemek gerekmektedir. Sigortalı yardım almasaydı, Türk mevzuatına göre zararının tazminini isteyebilecekti. Gerçekten, Borçlar Kanununun 55 ve 6085 sayılı Kanunun 50. maddeleri çevresinde, adam çalıştıranlar aleyhine tazminat davası açabilecekti. Bu davaya, kuşkusuz bir biçimde Asliye Hukuk Mahkemesinde bakılacaktır. Anılan Sigorta Kurumu, masrafı peşinen yaptı ve Alman mevzuatına göre sigortalının halefi oldu ve sözleşme bu halefliği Türkiye'de de geçerli hale soktu. Ve davacı Kurum buna dayanarak davalılardan tazminat istedi. O halde, bu davanın Yasal dayanağı Türk Borçlar Kanununun 55 ve 6085 sayılı Kanunun 50 ve 569 sayılı Kanun ve Sözleşmenin 50/1. maddesi ve dolayısiyle Alman Sosyal Sigorta Kanununun 1542. maddesi ve özellikle bu maddedeki halefiyet hükmüdür. Diğer akit, T.Cumhuriyeti nizamları, Borçlar Kanununun m. 55, 6085 sayılı Kanunun m. 50'ye dayanan davalarda, genel mahkemeleri görevli saydığı ve sözleşmenin 50/1. maddesinde bu mevzuata yollamada bulunulduğu ve bu mevzuatın dışında bir görevli mahkeme öngörülmediği için, söz konusu uyuşmazlıkta, Asliye Hukuk Mahkemeleri görevlidir. İş Mahkemesi görevli olamaz.
Türk Sosyal Sigorta Kurumu, kastı veya suç sayılır hareketi bulunmadıkça, 506 sayılı Kanunun 39. maddesi çevresinde üçüncü kişi durumundaki adam çalıştıranlardan tazminat istemek hakkına sahip bulunmadığından, m. 39'dan kaynaklanan bir hakkın öteki kit Alman tarafına tanınması ve intikali sözkonusu edilemiyeceği için, Sözleşmenin 50/2. maddesinin uygulanma olanağı da bulunmamaktadır.
Bu durum karşısında, dava Türk mevzuatının genel hükümlerine dayanan ve Asliye Hukuk Mahkemesinin görevine giren bir tazminat davasıdır. Tayini merci olan Yüksek 4. Hukuk Dairesi'nin merci tayini kararında yazılı gerekçeler, yukarıdan beri açıklanan fiili ve hukuki gerekçelere uymamaktadır.
Diyelim ki, Yüksek Daire, davanın yasal dayanağının 506 sayılı Kanunun 39. maddesi olduğunu söylemekle, uzmanlığı dışında kalan bir konuda görüş açıklamış ve özel dairenin uyuşmazlığın 506 sayılı Kanunun 39. maddesine uymadığı yolundaki bozmasını ve bu bozma ilamındaki geniş açıklama ve görüşleri, kabule şayan bulmamıştır. Tayini merci makam görev belirlerken uyuşmazlığın hangi kanundan kaynaklandığını gözönünde tutmalıdır. Uzmanlığı düşüncesiyle temyiz incelemesi kendisine yasaca verilmiş bulunan Özel Daire, görevine giren bir konuda uyuşmazlığın belli bir kanundan kaynaklanmadığını belirtmiş ise, tayini merci makamı, bu görüşe önem vermelidir. Özel Dairenin görüşü aksine o dairenin görevine giren mevzuattan kaynaklan~yor denirse iki olasılık ortaya çıkarmış olur.
Merci tayin edilen mahkeme davaya bakınca, tayini merci makamının görüşü paralelinde davayı sonuçlandıracak ve temyiz incelemesi ile görevli Özel Daire, tayini merci makamı öyle dedi diye, ona uyacak ve kararı onayacaktır. Uzmanlık alanında ve işin özünde, Özel Dairenin tayini merci kararıyla bağlı olması düşünülemiyeceğinden, onama düşünülemez. Bozma halinde özellikle bu olayda Olduğu gibi, 506 sayılı Kanunun 39. maddesi unsurları olmasa da, Borçlar Kanununun 55, 6085 sayılı Kanunun 50. maddesinin unsurları var denilse veya başlangıçta mahkeme öyle hüküm kursa, bu taktirde de tayini merci kararı nedeniyle, Yargıtay Özel Dairesi, görevi dışında kalan bir konuda temyiz incelemesi yapmış olacaktır. Tayini merci kararları, sadece yerel mahkemeler arasındaki görevi belirlemeye ilişkin olabilir. Temyizen inceleme görevini, bir daireden öbürüne aktarmak, tayini merci makamının yetkisi dışındadır. Şu halde, böyle bir uygulama ile Yargıtay Kanununun 14. maddesine aykırı bir durum ortaya çıkmaktadır.
Gerçekten, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 25. maddesinde : "...iki mahkemenin aynı davanın rüyetine vazifedar ... olmadığına dair ittihaz ettikleri kararlar katiyet kastettiği taktirde, tayini merci için mafevk mahkemesine müracaat olunur" denmektedir. Aşağıda açıklanacak konuya ilişkin bir düzenleme boşluğu bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bu maddedeki mafevk mahkeme, 2797 sayılı Kanunun 14/1-4. bendi uyarınca uyuşmazlık taşınmaz mal hukukuna ilişkin değil ise, Yargıtay 4. Hukuk Dairesidir. Bu dairenin, selbi görev uyuşmazlığı çıkaran yerel mahkemeler karşısında mafevk mahkeme durumunda olduğunda kuşku yoktur. Maddedeki "iki mahkeme" deyiminin ise, yerel mahkemeleri ifade ettiği ortadadır. Yerel mahkemelerin selbi görev uyuşmazlığına ilişkin kararların taraflarca temyiz edilmeyerek kesinleşmesi halinde, Yüksek 4. Hukuk Dairesi tarafından merci tayin edilmesi, hiçbir sakınca arzetmez. Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 25 ve Yargıtay Kanununun 14. maddesine göre Dört veya 14. Hukuk Dairelerinin yargı yeri belirtmelerinin, yerel mahkemelerin selbi görev uyuşmazlığı çıkaran kararlarının temyiz edilmeyerek kesinleşmesi haline münhasır olduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği gibi, haksız eylemden kaynaklanan tazminat davasına bakmak, Asliye Hukuk Mahkemesine, temyizen incelemek görevi 4. Hukuk Dairesine aittir. Asliye Hukuk Mahkemesi, davaya İş Mahkemesi bakmakla görevlidir, görüşüyle görevsizlik kararı yerse ve temyiz üzerine bu kararı 4. Hukuk Dairesi onasa, veya Asliye Hukuk Mahkemesi işin esasına karar yerse ve 4. Hukuk Dairesi kararı Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olmadığından bahisle bozsa ve yerel mahkemenin uymasıyla görev kararı kesinleşse ve dosya görevli gösterilen İş Mahkemesine gönderilince, İş Mahkemeside görevsizlik kararı yerse ve bu kararı 10. Hukuk Dairesi onasa veya İş Mahkemesi davanın esası hakkında karar vermekle beraber 10. Hukuk Dairesi kararı görev yönünden bozsa ve yerel mahkeme uysa ve böylece İş Mahkemesinin görevsizlik kararı kesinleşse, taraflarca merci tayini istenildiğinde, tayini merci makam, gene 4. Hukuk Dairesi mi olacaktır? Böyle bir durumda yerel mahkemeler değil Yargıtay Daireleri karşı karşıya gelmiş olmaktadır. İki Yargıtay Dairesi, değişik mahkemelerin görevli olacağını belirtmiş olmaktadırlar. Selbi görev uyuşmazlığı, sadece mahkemeler değil Yargıtay Daireleri arasında da mevcut sayılır ve uyuşmazlık içinde olan Yargıtay Dairelerinden birisi de 4. Hukuk Dairesidir. Böyle bir durumda 4. Hukuk Dairesi'nin yargı yeri belirtebileceğini kabul etmek, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 25. maddesindeki ilkelere ve kimsenin kendi davasının hakimi olamıyacağına ilişkin evrensel Hukuk kuralına ters düşer. Zira 4. Hukuk Dairesi tarafsız bir mercii sayılamaz. 4. Hukuk Dairesi, 10. Hukuk Dairesi karşısında mafevk mahkeme pozisyonunda kabul edilemez. İki Dairenin katılmasıyla oluşan görev uyuşmazlığını mafevk bir kurulun çözmesi gerekir. Bu da Hukuk Genel Kurulu olabilir. Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 25. maddesinde boşluk bulunduğundan, bir içtihat tesis edilerek boşluğun doldurulması amacıyla, işin bu kurula intikalini sağlamak gerekir. Yerel mahkemelerden birinin görevsizlik kararı, Yargıtay Özel Dairesinin görevsizlik nedeniyle yaptığı bozmaya uyulması biçiminde oluşmuş ise 4. Hukuk Dairesi'nin Özel Dairenin uzmanlık alanına giren konuda, Özel Daire görüşüyle bağdaşmayan düşüncelerle, yargı yeri belirtmesi, olayda olduğu gibi Yargıtay Kanununun 14. maddesinin öngördüğü uzmanlık ilkelerine aykırı düşer. Ayrıca anılan Kanunun 14/10. bendinde, 10. Hukuk Dairesi'ne sınırlı bir şekilde verilmiş temyizen inceleme görevinin genişletilmesi ve bu dairenin görevli kılınmadığı haksız eylemden doğan tazminat davalarında da temyizen incelemekle görevli kılınması sonucunu doğurur. Görev hükümlerinin geniş yoruma tabi tutulamıyacağına ilişkin olup, yukarıda sözü edilen İçtihadı Birleştirme Kararlarını burada da hatırlamak yararlı olacaktır.
Oysa, 4. Hukuk Dairesi'ne, Yargıtay Dairelerinin görevlerini değiştirmek görevi verilmemiştir.
Uyuşmazlığın niteliği ve yukarıda açıklanan gerekçeler karşısında, davaya bakmakla Asliye Hukuk Mahkemesi, temyizen incelemekle 4. Hukuk Dairesi görevli olup, aksini öngören 4. Hukuk Dairesi kararı, bağlayıcı nitelik taşıyamıyacağından, Borçlar Kanununun m. 55 ve 6085 sayılı Kanunun m. 50'ye dayanan dava hakkında, bu maddeler çerçevesinde inceleme yaparak sonucuna göre hüküm kurulmasına imkan vermek üzere, dava dilekçesinin görevsizlik yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, davanın esas yönünden reddine karar verilmiş olması usül ve yaşaya aykırıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden: Davacı vekili.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü
Direnme kararının verildiği 11.7.1984 gününde 1086 sayılı HUMK.nun 25. maddesi yürürlüktedir. Her ne kadar 3156 sayılı Yasa ile 25. maddede değişiklik yapılmışsa da, anılan yasanın geçici maddesinin (a) fıkrası hükmüne göre değişiklik, yasanın yürürlüğe girdiği 5 Nisan 1985 gününden sonra verilen hükümlere uygulanacaktır. O halde Asliye Hukuk Mahkemesi ile İş Mahkemesi arasında meydana gelen olumsuz görev uyuşmazlığının halli için bu uyuşmazlığın çözüm yeri olan 4. Hukuk Dairesi'nin kararı mahkemeleri bağlar. Bu nedenle yerel mahkemenin göreve ilişkin direnme kararı uygun olup, işin esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkemenin göreve ilişkin direnmesi uygun olup, işin esasının incelenmesi için dosyanın 10. Hukuk Dairesi'ne gönderilmesine, 23.10.1985 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI (I)
1 - Davacı, Alman Sigorta Kurumu "Betrlebskrankasse Rremen Vulkan"ın sigortalısı Hayrettin, izinli olarak Türkiye'de bulunduğu sırada yönetimindeki otomobille seyrederken, 21. 8. 1974 tarihinde, davalılardan Ahmet ve Ali Kemale ait olup, Niyazi yönetimindeki otobüs ile, öteki davalı Bayındırlık Bakanlığı'na ait ve Haluk yönetimindeki kamyonetin çarpmaları sonucu yaralanmış, trafik kazasından sonra Almanya'ya dönen Hayretine, davacı, tedavi ve geçici işgöremezlik yardımı yapmıştır.
Davacı, yaptığı yardımların Türk Parası ile tutarının tahsili için, Ankara Asliye Hukuk Hakimliği'nde, 17.1.1977 günü dava açmıştır. Bu davada hukuki neden olarak, Borçlar Kanunu ve sair mevzuata dayanmış ve araç sahipleri ve olayda kusurlu şoförlerin çalıştıranları olan, Bayındırlık Bakanlığı ile, Ali Kemal ve Ahmet'e husumet
yöneltmiştir. Görüldüğü üzere, dava, sırf adam çalıştıran ve Alman Sigorta Kurumunun sigortalısının yaralanması olayına yol açan araçların sahibi bulunan kişiler aleyhine açılmıştır. Bu kişilerin, kast veya suç sayılır eylemleri bulunduğu hakkında, hiçbir iddia, dava dilekçesi ve duruşma evrelerinde ileri sürülmediği gibi, safahatta da sabit olmamıştır. Aksine, olayda suç sayılır eylemleri sabit olan kişilerin, davaya dahil olmayan araç şoförleri Haluk ve Niyazi oldukları, Bolu Asliye Ceza Mahkemesinin kesinleşmiş ilamiyle ortaya çıkmıştır. Bu şoförler hakkında dava açılmadığından, bir dava arkadaşlığı da söz konusu değildir.
Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi, 30.6.1980 gün ve 1977/53 E. 1980/530 K. sayılı kararıyla, davanın 506 sayılı Kanunun 39. maddesine dayanan bir rücuan tazminat davası olduğunu kabul ederek, Görev nedeniyle dava dilekçesinin reddine ve hükmün kesinleşmesi halinde görevli ve nöbetçi Ankara İş Mahkemesine tevdiine" karar vermiştir. Taraflar bu kararı temyiz etmemişlerdir.
Ankara İş Mahkemesi, 17.2.1981 gün ve 1980/696-1981/55 sayılı Kararlarıyla, olayda 506 sayılı Kanunun 39. maddesinin koşulları oluşmadığından bahisle davayı reddetmiş, bu kararı davacı taraf temyiz etmiş ve Dairemizin 15.6.1982 gün ve 1982/2884-3061 sayılı kararıyla, İş Mahkemesinin değil, Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu görüşüyle bozulmuştur. Davacı bozma ilamına uyulmasını istemiş, davalılar direnilmesini önermişler, mahkemece, bozmaya uyulmuş, 9.12.1982 tarih ve 1982/658-1180 sayılı kararla, dava dilekçesinin görev yönünden reddi kararlaştırılmıştır. Bu kararı da taraflar temyiz etmemiştir.
Dosya, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi'ne gönderilince, bu mahkeme, "Gerek 3. Asliye Hukuk, gerekse İş Mahkemesinin görevsizlik kararları kesinleştiğine göre, ortada olumsuz görev uyuşmazlığı bulunmaktadır. Bu durum, merci tayini suretiyle halledilmeden, zuhulen esasa kaydedilmiştir. üçüncü Asliye Hukuk Mahkemesi'nin kesinleşmiş kararı kaldırılmadan davaya bakılamaz. Bu nedenle davanın, esasının kapatılmasına ve Usulün 27. maddesine göre taraflarca merci tayin ettirilmek ve sonucuna göre işlem yapılmak üzere, dosyanın İş Hakimliğine gönderilmesine" karar vermiş, merci tayini istenilmesi üzerine de, 4. Hukuk Dairesi'nce 25.10.1983 tarih ve 1983/8801. 8873 sayı ile Alman Sosyal Sigortalar Kurumu'nun sigortalısına, hastalık sigortasından ödediği paranın rücuan tahsili" isteği ile dava açılmıştır.
Davanın dayanağı, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 39. maddesidir. Dava dilekçesinde hukuki sebep olarak Borçlar Kanunundan söz edilme 51, sonuca tesir etmez. Özel Kanun varken hakların telahukundan da söz edilemez. Davada uyuşmazlığın 50~3 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 39. maddesi uyarınca çözümlenmesi zorunludur. Bu nedenle, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 25. maddesi hükmüne göre, Ankara 1. İş Mahkemesi'nin merci olarak belirtilmesine. . ." karar verilmiştir.
Ankara 1. İş Mahkemesi, bu karar uyarınca davaya bakmış, davada 506 sayılı Kanunun 39. maddesinin unsurları gerçekleşmediğinden bahisle davayı yeniden reddetmiştir.
Kararı davacı temyiz etmiştir.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 39. maddesine göre, adam kullananları, kusursuz sorumlu tutmaya olanak yoktur. Bu madde, sorumluluk sebeplerini, suç sayılır eylem ve kast ile sınırlamıştır. Davacı, davalı adam çalıştıranların suç sayılan eylemleri veya kastları bulunduğunu iddia etmediği gibi, safahatta da sabit olmamıştır.
Öte yandan, 506 sayılı Kanunun 39. maddesine göre, sorumlulukları, gider yapanın Türk Sosyal Sigortalar Kurumu olması, sigortalının Türk Sosyal Sigortalar Kurumuna tabi ve orada tescil edilmiş veya edilmesi gerek bulunması, giderlerin hastalık sigortası kolundan yapılması gibi koşulların kast ve suç sayılır hareket koşulu ile hep birlikte oluşması halinde, gerçekleşmektedir. Olayda bu unsurlar mevcut olmadığına göre, davanın yasal dayanağının 5113 sayılı Kanunun 3. maddesi olmadığı ve uyuşmazlığın bu madde uygulanarak çözülemeyeceği ortadadır.
506 sayılı Kanunun 134. maddesi uyarınca, bu Kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülebilir. Bir uyuşmazlık, 506 sayılı Kanunun uygulanmasından kaynaklanmıyorsa, İş Mahkemeleri görevli olamaz. Yukarda belirtilen biçimde uyuşmazlık 503 sayılı Kanunun 39. maddesinden kaynaklanmamaktadır. Davacıda dava dilekçesinde bu maddeye dayanmamıştır. Yargılama sırasında sabit olan olgulara göre, 39. maddenin uygulanmasını gerektiren bir durum ortaya çıkmadığı, aksine, 39. maddenin unsurlarının oluşmadığı anlaşıldığı için, bu madde, hakimin Türk Kanunlarını resen uygulaması ilkesi çevresinde bulup tatbik edeceği bir kuralda değildir.
5521 sayılı Kanun uyarınca da İş Mahkemeleri görevli sayılamaz.
Türkiye Cumhuriyeti ile Federal Alman Cumhuriyeti arasında, Sosyal Güvenlik Hakkındaki Sözleşmede de, 506 ve 5521 sayılı Kanunlardaki kuralların aksine bir görev hükmü yer almamaktadır.
Kaldı ki, TC. Anayasasının 142. maddesine göre, mahkemelerin görevi Kanunla düzenlenir. 8.121982 tarih ve 4/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği üzere, İş Mahkemelerinin görevi istisnai nitelik taşır. 23 5.1960 tarih ve 11/10 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca istisnai hükümlerin dar olarak yorumlanması gerekir. 5.121977 tarih ve 4/4 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı mucibince, mahkemelerin görevi kamu düzeni ile ilgili olup, kıyas ve yorum yoluyla genişletilip, değiştirilemez.
Türk mevzu hukukunun bu ilkeleri ve davanın yukarıdan beri açıklanan niteliği ve dava kâğıtları karşısında, uyuşmazlığım 5135 sayılı Kanundan kaynaklandığını ve İş Mahkemesinin görevine girdiğini söylemek, olanaksızdır Ve Türk mevzu hukuku aykırıdır. Burada uyuşmazlığın 506 sayılı Kanundan kaynaklanmadığını belirtmekle yetinmeyip, hangi yasadan kaynaklandığını ve hangi mahkemenin görevli olduğunu belirtmekte de yarar vardır, Bu yön, görev konusunda önem taşıdığı kadar, işin özünde de, ihmal edilemeyecek bir nitelik arzetmektedir. Zira, 506 sayılı Kanunun 39. maddesindeki unsurlar oluşmadı diye davayı reddetmek, uyuşmazlığı çözmek anlamına gelmemektedir. Gerçekten, anılan sigorta Kurumunun sigortalısı, Türkiyede bir trafik kazası geçirerek yaralanmış ve bu Kurum kendisine masraf yapmıştır. Masraf yapılmasına yol açanlar, kesin hükümle belirlenmiş olan Türk vatandaşlarıdır ve bunların davalıların müstahdemleri olduğu, davalıların bun arı çalıştırdıkları bellidir. Alman Sosyal Sigortalar Kanununun 1542. maddesi uyarınca, Alman Sigorta Kurumu, ödediği tazminat .miktarınca, tazminat ödediği şahsın, yani sigortalının yerine geçmekte, sigortalının zarar verenlere karşı olan tazminat hakları, bu Kuruma intikal etmektedir. Diğer bir deyişle, bu Kurum, masraf yapağı sigortalısının ardası olmaktadır.
Yukarıda sözü edilen Sosyal Güvenlik Sözleşmesinin 53. maddesi mucibince, yardıma hak kazanan sigortalı, diğer akit taraf nizamlarına göre, üçüncü bir şahıstan, zararın tazminini isteme hakkına sahipse, bu hak, ilgili mevzuat dairesinde, yardımı yapacak olan akit tarafın Sosyal Sigorta Merciine intikal etmektedir.
Bu olayda, yardıma hak kazanan Alman Sigorta Kurumunun sigortalısı, Türk Vatandaşının, sözleşmenin öteki akiti durumundaki Türkiye Cumhuriyeti Mevzuatına göre, adam çalıştıranlardan zararın tazminini istemek ha';kına sahip olup olmadığını belirlemek gerekmektedir. Sigortalı yardım almasaydı, Türk mevzuatına göre zararının tazminini isteyebilecekti. Gerçekten Borçlar Kanunu 55 ve 6085 sayılı Kanununun 50. maddeleri çevresinde, adam çalıştıranlar aleyhine tazminat davası açabilecekti. Bu davaya kuşkusuz bir biçimde Asliye Hukuk Mahkemesinde bakılacaktı. Anılan Sigorta Kurumu, masrafı peşinen yaptı ve Alman mevzuatına göre sigortalının halef i oldu ve sözleşme bu halefliği Türkiye'de de geçerli hale soktu. Ve davacı Kurum, buna dayanarak davalılardan tazminat istedi. O halde, bu davanın Yasal dayanağı Türk Borçlar Kanununun 55 ve 6085 sayılı Kanunun 53 ve 569 sayılı Kanun ve Sözleşmenin 50/1. maddesi ve dolayısıyla Alman Sosyal Sigorta Kanununun 1542. maddeleri ve özellikle, bu maddedeki halefiyet hükmüdür. Diğer akit, T.Cumhuriyeti Nizamları, Borçlar Kanununun 55, 6085 sayılı Kanunun 50. maddesine dayanan davalarda, genel mahkemeleri görevli saydığı ve Sözleşmenin 50/1. maddesinde bu mevzuata yollamada bulunulduğu ve bu mevzuatın dışında bir görevli mahkeme öngörülmediği için, sözkonusu uyuşmazlıkta, Asliye Hukuk Mahkemeleri görevlidir. İş Mahkemesi görevli olamaz.
Türk Sosyal Sigorta Kurumu, kastı veya suç sayılır hareketi bulunmadıkça, 506 sayılı Kanunun 39. maddesi çevresinde üçüncü kişi durumundaki adam çalıştıranlardan tazminat istemek hakkına sahip bulunmadığından, m. 3?'~an kaynaklanan bir hakkın, öteki akit Alman tarafına tanınması ve intıkali sözkonusu edilemeyeceği için, Sözleşmenin 50/2. maddesinin uygulanma olanağı da bulunmamaktadır..
Bu durum karşısında dava, Türk mevzuatının genel hükümlerine dayanan ve Asliye Hukuk Mahkemesinin görevine giren bir tazminat davasıdır. Tayını merci makamı olan Yüksek 4. Hukuk Dairesi'nin merci tayini kararında yazılı gerekçeler, yukarıdan beri açıklanan fiili ve hukuki gerçeklere uymamaktadır.
Diyelim ki, Yüksek Daire, davanın yasal dayanağının 506 sayılı Kanunun 39. maddesi olduğunu söylemekle, uzmanlığı dışında kalan bir konuda görüş açıklamış ve özel dairenin, uyuşmazlığın 506 sayılı Kanunun 39. maddesine uymadığı yolundaki bozmasını ve bu bozma ilamındaki geniş açıklama ve görüşleri, kabule şayan bulmamıştır. Tayini merci makamı görev belirlerken, uyuşmazlığın hangi kanundan kaynaklandığını gözönünde tutmalıdır. Uzmanlığı düşüncesiyle temyiz incelemesi kendisine yasaca verilmiş bulunan Özel Daire, görevine giren bir konuda, uyuşmazlığın belli bir kanundan kaynaklanmadığını belirtmiş ise, tayini merci makamı, bu görüşe önem vermelidir. Özel Dairenin görüşü aksine, o dairenin görevine giren mevzuattan kaynaklanıyor denirse, iki olasılık ortaya çıkarmış olur.
Merci tayin edilen mahkeme davaya bakınca, tayini merci makamının görüşü paralelinde davayı sonuçlandıracak ve temyiz incelemesi ile görevli Özel Daire, tayini merci makamı öyle dedi diye, ona uyacak ve kararı onayacaktır. Uzmanlık alanında ve işin özünde, Özel Dairenin tayini merci kararıyla bağlı olması düşünülemeyeceğinden, onama düşünülemez. Bozma halinde, özellikle bu olayda olduğu gibi, 506 sayılı Kanunun 39. maddesinin unsurları olmasa da, Borçlar Kanununun 55, 6085 sayılı Kanunun 50. maddesi unsurları var denilse veya başlangıçta mahkeme öyle hüküm kursa, bu takdirde de, tayini merci kararı nedeniyle, Yargıtay Özel Dairesi, görevi dışında kalan bir konuda, temyiz incelemesi yapmış olacaktır. Tayini merci kararlar sadece yerel mahkemeler arasındaki görevi belirlemeye ilişkin olabilir. Temyizen inceleme görevini, bir daireden öbürüne aktarmak, tayini merci makamının yetkisi dışındadır. Şu halde, böyle bir uygulama İle, Yargıtay Kanununun 14. maddesine aykırı bir durum ortaya çıkmaktadır.
Gerçekten, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 25. maddesinin 3156 sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki metninde: ". . .iki mahkemenin aynı davanın rüyetine vazifedar... olmadığına dair ittihaz ettikleri kararlar, katiyet kesbettiği taktirde tayini merci için mafevk mahkemesine müracaat olunur" denilmektedir.
Bu maddedeki mafevk mahkeme, 2797 sayılı Kanunun 14/14. bendi uyarınca, uyuşmazlık taşınmaz mal hukukuna ilişkin değil ise, Yargıtay 4. Hukuk Dairesidir. Bu dairenin selbi görev uyuşmazlığı çıkaran yerel mahkemeler karşısında, mafevk mahkeme durumunda olduğunda kuşku yoktur. Maddedeki "iki mahkeme" deyiminin ise, yerel mahkemeleri ifade ettiği ortadadır. Yerel mahkemelerin selbi görev uyuşmazlığına ilişkin kararlarının taraflarca temyiz edilmeyerek kesinleşmesi halinde, Yüksek 4. Hukuk Dairesi tarafından merci tayin edilmesi, yukarda sözü edilen sakıncaları ortaya çıkarmaz. Sisteme uygun düşer. Aksi halde, bu sakıncalar gerçekleşir. Bu nedenle, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 25 ve Yargıtay Kanununun 14. maddesine göre, Dört veya 14. Hukuk Daireleri'nin yargı yeri belirtmelerinin, yerel mahkemelerin selbi görev uyuşmazlığı çıkaran kararlarının temyiz edilmeyerek kesinleşmesi haline münhasır olduğu, kabul edilmelidir. Durumu, daha canlı bir örnekle vurgulamakta yarar vardır.
Bilindiği gibi, haksız eylemden kaynaklanan tazminat davasına bakmak, Asliye Hukuk Mahkemesine, temyizen incelemek görevi, 4. Hukuk Dairesi'ne aittir. Asliye Hukuk Mahkemesi, davaya iş Mahkemesi bakmakla görevlidir, görüşüyle görevsizlik kararı yerse ve temyiz üzerine bu kararı 4. Hukuk Dairesi onasa veya Asliye Hukuk Mahkemesi işin esasına karar yerse ve 4. Hukuk Dairesi kararı Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olmadığından bahisle bozsa ve yerel mahkemenin uymasıyla görev kararı kesinleşse ve dosya görevli gösterilen İş Mahkemesine gönderilince, İş Mahkemesi de görevsizlik kararı yerse ve bu kararı 10. Hukuk Dairesi onasa veya İş Mahkemesi davanın esası hakkında karar vermekle beraber, 10. Hukuk Dairesi kararı görev yönünden bozsa ve yerel mahkeme uysa ve böylece iş Mahkemesinin görevsizlik kararı kesinleşse taraflarca merci tayini istenildiğinde, tayini merci makamı, gene 4. Hukuk Dairesi mi olacaktır? Böyle bir durumda, yerel mahkemeler değil, Yargıtay Daireleri karşı karşıya gelmiş olmakladır. Yargıtay Dairesi, değişik mahkemelerin görevli olacağını belirtmiş olmaktadırlar. Selbi görev uyuşmazlığı, sadece mahkemeler değil, Yargıtay Daireleri arasında da mevcut sayılır ve uyuşmazlık içinde olan 'Yargıtay Dairelerinden birisi de 4. Hukuk Dairesidir. Böyle bir durumda, 4. Hukuk Dairesi'nin yargı yeri belirtebileceğini kabul etmek, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 25. maddesindeki ilkelere ve kimsenin kendi davasının hükmü olamayacağına ilişkin evrensel hukuk kuralına ters düşer. Zira, 4. Hukuk 'Dairesi, tarafsız bir merci sayılamaz. 4. Hukuk Dairesi, 10. Hukuk Dairesi karşısında mafevk mahkeme pozisyonunda kabul edilemez. İki Dairenin katılmasıyla oluşan görev uyuşmazlığını, mafevk bir kurulun çözmesi gerekir. Bu da Hukuk Genel Kurulu olabilir. Uygulamada, açıklamaya çalıştığımız yorumun aksi görüldüğü İçin -bu davada olduğu gibi- bu boşluğun doldurulması ve aksine uygulamalardan doğan sakıncaların giderilmesi gerekir. Yerel mahkemelerden birinin görevsizlik kararı, bu davada olduğu gibi Yargıtay Özel Dairesinin görevsizlik nedeniyle yaptığı, bozmaya uyulması biçiminde oluşmuş ve kesinleşmiş ise, 4. Hukuk Dairesi'nin Özel Dairenin uzmanlık alanına giren konuda özel daire görüşüyle bağdaşmayan bazı düşüncelerle yargı yeri belirtmesine cevaz verilmemelidir. Yargıtay Kanununun 14. maddesinde yer alan uzmanlık ilkesi zedelenmemeli ve bu maddeyle Özel Dairelere sınırlı bir şekilde verilen temyizen inceleme görevi, genişletilmemelidir. 14. maddeyle kurulan düzene aykırı olarak, bir özel Dairenin, görevli kılınmadığı konuda, tayini merci makamının kararıyla görevli kılınması kabul edilemez. Ve göreve ilişkin hükümlerin geniş yoruma tabi tutulamayacağına dair olan ve yukarıda sıralanan kurallarla çelişir.
Nitekim, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 25. maddesinde 3156 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle yasa koyucu, yukarda değinilen ve yanlış tatbikatın ortaya çıkardığı sakıncaları açıklamaya çalıştığımız görüş paralelinde gidermeye ve eski metindeki boşluğu doldurmaya ve pekiştirmeye çalışmıştır. Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 25/2-3. maddesinde şöyle denilmiştir: ".. .İki mahkemenin aynı dava hakkında göreve veya yetkiye ilişkin olarak verdikleri kararlar temyiz edilmeksizin kesinleştiği taktirde, görevli ve yetkili mahkeme Yargıtay'ca belirlenir.
Yargıtay'ca verilen merci tayini kararları ile, temyiz incelemesi sonucu kesinleşen göreve ve yetkiye ilişkin kararlar, davaya ondan sonra bakacak mahkemeyi bağlar...
3156 sayılı Kanunun gerekçesinde de "... göreve ve yetkiye ilişkin mahkeme kararlan, temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleştiği takdirde, görevli ve yetkili mahkemeyi Yargıtay belirleyecektir. Diğer bir deyişle Yargıtay belirleyecektir. Diğer bir deyişle Yargıtay, iki mahkeme arasında çıkan, görev ve yetki uyuşmazlığını halledecektir. Yargıtayca verilen merci kararları ile temyiz incelemesinden geçerek kesinleşen görev ve yetkiye ilişkin kararlar, daha sonra bakacak mahkemeyi bağlayacağı cihetle, bu konuda görev ve yetki uyuşmazlığının söz konusu olmayacağı açıktır. ." denilmiştir. Görü itiyor ki, bu yeni düzenleme arza çalıştığımız düşünceler doğrultusunda söz konusu BOŞLUĞU doldurmakta ve pekiştirmektedir.
Yasa koyucunun bu yeni düzenlemesinden, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 25. maddesinin eski metninin, yorumumuz çevresinde anlaşılma.' sı ve uygulanmasında yararlanılabileceği açık olmakla beraber, işbu direnme kararına karşı, davacının temyiz itirazları Yüksek Hukuk Genel Kurulunca incelenirken, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 25/2-3. maddesinin uygulanması gerekip gerekmeyeceği konusuna açıklık kazandırmak zorunlu görülmüştür.
Burada Kanunların zaman bakımından tatbiki söz konusu olmaktadır. Gerçekten, 3156 sayılı Kanunun geçici maddesi, değiştiren hükümlerle, Kanunun yürürlüğe girdiği 6.4.1985 tarihinden sonra açılacak davalarda uygulanacağı, Ancak 25. maddede değişiklik yapan hükümlerin, Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra verilen göreve . . ilişkin kararlara da tatbik edileceği hükmünü taşımaktadır.
O halde, burada yasa koyucu, 25. maddenin zaman içinde nasıl uygulanacağı sorununu, 3156 sayılı Kanunun kendi bünyesi içerisinde çözmüştür ve bu çözüm biçimi, Usul Hukukunda Kanunların zaman bakımından yürürlüğü konusundaki genel ilkelere de uygun bulunmaktadır. Bilindiği gibi, bu konudaki genel kural, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 578/1. maddesinde de yazılı olduğu üzere, usul kanunlularının kazanılmış hakları ihlal etmemek şartıyla geçmişe etkili olmasıdır. Yani değiştiren Kanun, eski metin zamanında cereyan eden olaylara da kazanılmış hak doğmadıkça uygulanacaktır. Ne var ki, usul hukuku konularından görev söz konusu oldukta, kazanılmış hak kuralı işlemeyecektir. Çünkü görev konusunda, 4.2.1959 tarih ve 1315 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği üzere, kazanılmış hak söz konusu olmayacaktır. Yani görev esaslarını değiştiren Yeni Kanun, yürürlük tarihinden önce gerçekleşen olaylara da, görev konusu Kamu düzeniyle ilgili olduğundan dolayı uygulanacaktır.
12.6.1968 tarih ve 783/443 sayılı Hukuk Genel Kurulu kararında da ...görev konusunun usule ait müktesep hak kuralının istisnasını teşkil ettiği" vurgulanmıştır.
Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 25. maddesinin görev konusu ile ilgili olduğu, görevli mahkemenin belirlenmesini temin eden kuralları içerdiği ve görev konusunu askıda bırakmamak için görevli mahkemeyi saptayacak merci ve yöntemi açıkladığı ortadadır. Bu haliyle, 3156 sayılı Kanunun değişik 25. maddesinin görevli mahkemenin belirlenmesi ve görevlerin saptanmışsını düzenlemesi yönünden, görev esaslarını değiştiren bir Kanun olarak kabulü gerekir. Bu nedenlerdeki Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun değişik 25/1-2. maddesi, genel ilkeler çevresinde bile, eski 25. madde zamanındaki olaylara uygulanmalıdır. 3156 sayılı Kanunun geçici maddesi ...Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra verilen göreve ilişkin kararlara. ." uygulanacağını, bu genel ilkelere uygun olarak vurgulamıştır.
Olayımızda, işbu direnme kararını inceleyen Hukuk Genel Kurulu, direnme kararını onadığında, İş Mahkemesinin görevli olduğunu, bozduğunda ise Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli bulunduğunu, İş Mahkemesinin görevli, sayılamayacağını saptamış bulunacağından, göreve ilişkin bir karar vermiş olacaktır. Bu karar, Kanunun yürürlüğe girdiği 6.4.1985 tarihinden sonra verilmiş olacağından, 3156 sayılı Kanunun geçimi koşullar gerçekleşmiş olacak ve karar sırasında 3156 sayılı Kanunla değişik 25/2-3. maddenin uygulanması gerekecektir.
Gerçekten de, İş Mahkemesi kararını 10. Hukuk Dairesi görevden bozmuştur. İş Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi'nin bizi görevsiz sayması, yasaya aykırıdır diye kendini görevli sayarak ısrar etmiştir. Davacı, direnen mahkeme görevsizdir. Asliye Hukuk Mahkemesi görevlidir diye temyiz etmiştir. 0 halde, Hukuk Genel Kurulu görevli Mahkeme hakkında şimdi karar vermek durumundadır. Ve 3156 sayılı Kanun da yürürlüktedir. Bu durum karşısında görev konusunun, yeni 25. madde uygulanarak çözülmesi icabeder.
Buna göre de, 10. Hukuk Dairesi'nin iş Mahkemesinin görevli olmadığına, Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğuna ilişkin 15.6.1982 gün ve 23114/3061 sayılı yerel mahkemenin uymasıyla kesinleşen kararı, değişik 25/3. madde gereğince, Asliye Hukuk Mahkemesini de bağlayacağından, Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli sayılması ve direnme kararının bozulması gerekirken, açıklanan maddi ve hukuki gerçeklerin hiçbirini dikkate almayan sayın çoğunluğun kararına yukarıdaki nedenlerle karşıyız.
KARŞI OY YAZISI (II)
Yukarıdaki karşı oy görüşüne aynen katılıyorum.
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • Emlakçı dolandırıcılığı 
  • 22.06.2025 06:35
  • [Ceza davaları] Kripto Transferi Nedeniyle 7258 Sayılı Kanundan Yargılanıyorum – Yardımcı Olur Musunuz? 
  • 18.06.2025 04:12
  • Türk Telekom Borç 
  • 13.06.2025 08:58
  • [Mal Paylaşımı davaları] Mal Paylaşımı dava sonucu alacak Nafakadan düşülebilir mi 
  • 12.06.2025 08:44
  • SGK sözleşmeli özel hastane Savcılığa şikayet edilebilir mi ? 
  • 11.06.2025 20:01


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini