 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E: 1984/84
K: 1984/165
T: 14.05.1984
DAVA : Deniz Binbaşılığından emekli olduktan sonra B.Almanya'nın Münih kentinde bulunan, bir alman firmasında pazarlamacı olarak çalışan sanık Gürel Özelçi'nin, Derya adlı geminin ABD.den satın alınacağını öğrenmesi üzerine gemi komutanı ve görevli diğer sanıklarla aralarında varılan anlaşma gereğince gemiye yabancı menşeli eşya yüklenip Türkiye'ye nakli sağlanarak saptanmayan bir suretle boşaltmanın yapıldığı ve diğer bir kısım sanıklar vasıtasıyla Türkiye'de pazarlamasına girişilmek suretiyle örgütlü kaçakçılık suçunu işlemekten sanık adı geçen Gürel Özelçi ve 27 arkadaşı hakkındaKoaceli C.Savcılığı tarafından O yer 1. Ağır Ceza mahkemesine açılan davada fiilin Askeri garnizon sayılan savaş gemisi içinde işlenmiş ve sanıkların asker kişi olmaları nedeniyle Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve yargılama Usulü Yasasının 21, 22, 23, 24 maddeleri uyarınca mahkemenin görevsizligine ve dosyanın görevli Askeri Mahkemeye gönderilmesi için C.Başsavcılığına tevdiine mahkemece karar verilmiş,
Bu hükmün sanık vekilleri tarafından temyizi üzerine Yerel Mahkemenin görevsizlik kararı Yüksek 7. Ceza Dairesi tarafından 1918 sayılı Yasanın 65. maddesi dikkate alınarak davaya bakmanın mahkemenin görevi içinde bulunduğu halde, yazılı gerekçe ile görevsizlik kararı verilmesi isabetsizliğinden bahisle bozulmuş ise de, dosyanın gönderildiği Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesince ilk kararda belirtilen düşüncelerle direnmeye ilişkin 1.12.1983 gün ve 118-171 sayılı son hükmün temyizin incelenmesi bazı sanıklar vekili tarafından istenilmiş, koşulu da yerine getirilmiş olduğundan, dosya C.Başsavcılığının "göreve ilişkin kararlarda direnme sözkonusu olamıyacağından, dosyanın geri çevrilmesi" istemini bildiren 13.2.1984 gün ve 7/931 sayılı tebliğnamesiyle 1. Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Yargılamanın diğer bir kaza merciinin görevine dahil bulunduğu görüşüne dayanması bakımından görevsizlik kararının nisbi mahiyet arzetmesi ve bu kabil kararlara mutlak temyiz kabiliyeti tanınması karşısında direnmenin de mümkün olacağı kabul edilerek yapılan incelemede:
1918 sayılı Kanunun 65. maddesi, 1.fıkrasında; "Kaçakçılık cürümlerine ait davalar asker ve sivil tefrik edilmeksizin ihtisas mahkemeleri bulunan yerlerde o mahkemerde ve bulunmayan yerlerde 56. maddede yazılı hakimler tarafından görülür" hükmüne yer verildikten sonra, son fıkrasında ... memurların takip ve tahkik usulüne ve mahkeme merciine mütedair 766 ve 1609 sayılı Kanunlarda mevcut istisnai hükümlerin uygulanmıyacağı hükmü getirilmiştir. Maddenin diğer fıkraları ile 66 ve müteakip maddeler, İhtisas Mahkemelerinin ne suretle kurulacağına dair hükümleri içermektedir.
65-72. maddeler, beşinci faslın teşkilat kısmında yer almış ve 71. madde ile 3 yıllık olan meriyet süreleri 2635 sayılı Yasa ile Mayıs 1987, 3193 sayılı Kanun ile de Mayıs 1939 tarihine kadar uzatılmıştır.
Kanunun 53. maddesiyle başlayan ve konumuzu ilgilendiren 55, 56 ve 58. maddeler usul hükmü olup, 4. fasılda yer almıştır.
65/1. madde ile 56. maddeye yapılan atıf ve getirdiği hükümler bir teşkilat hükmü değil, usul hükümleridir. 71. maddede yer alan 3 yıllık müddet ise teşkilat hükümleri ile ilgilidir.
Bu husus, 6.1.19332 gün ve E:1-213 - K:13 sayılı Muhtelif Encümen Mazbatasında, "Layihanın son faslı olan teşkilata müteallik hükümler 3 sene müddet için muvakkat olarak kabul edilmiş olup, kaçakçılık hükümlerinin bu günkü icra edildiği yer ve tarz itibariyle Adli ve Askeri İhtisas Mahkemelerinin teşkil hal ve maslahata muvafık görülmüştür" denilme suretiyle açıklanmış ve amacın ne olduğu ifade edilmiştir. Bu nedenle 3 yıllık sürenin, teşkilatla ilgili hükümleri kapsadığı sonucuna varılmaktadır. Nitekim: sürenin, teşkilat faslında yer alan ihtisas Mahkemeleri ile ilgili olduğu, 2635 ve 3195 sayılı Yasaların açık ve seçik hükümleriyle de vurgulandığı görülmektedir.
1918 sayılı Yasanın 55. maddeleri; 2271 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sırasında mahkemeler yönünden yenilenir hüküm getirmediği halde, 1.7.1940 tarihe 3777 sayılı Kanunla yapılan değişiklikte 25/1-2, 44. maddelerdeki fiileri işleyenlerin mahalli sulh ceza mahkemelerinde bakılacağı hükmünü getirmiş ve 7.9.1956 tarihinde 55. maddeyye yapılan aktarma ile de bu günkü metin ortaya çıkmıştır. Görülüyor ki; uzatmaların sona erdiği Mayıs 1939 tarihinden sonra yürürlüğe giren 3777 sayılı Kanun 55. madde ile Kaçakçılık Kanunundan doğan suçlara ait davaların mahalli mahkemelerce bakılacağı hükmüne yer verdikten sonra, 6829 sayılı Kanunla getirdiği düzenleme ile de 1918 sayılı Kanundan doğan suçların maddeler, hepsin süre ve verilerine göre mahalli mahkemelerce bakılacağını hükme bağlarken, amaca uygun esası teyid etmiştir.
Bu düzenleme yapılırken de, asker-sivil ayırımına başlangıçta olduğu gibi gerek duyulmamış ve bir usul hükmü olarak konulmuş olan maddede davaların mahalli mahkemelerde bakılacağı genel usul kuralları yanında özellikle vurgulamıştır. netikim, asker-sivil tefriki yapılmaksızın davaların adli mahkemelerde bakılmasının istenildiği 6.1. 1932 gün ve 48-1/21 sayılı Bütçe Encümen Mazbatasının 11. sahifesinde "teşkilata dair olan bu maddenin derpiş eylediği teşekküller hakkında müzalaa dermeyanına lüzum görmemiş, yalnız kaçakçılık cürümlerinde memurların Memurin Usulü Muhakemesi Kanununun 766, 1609, 1631 ve 1632 numaralı Kanunların ahkamına tabi bulunmalarını, ne maslahatın icapları ve ne de Adalet mefhumile kabili telif bulmamıştır." şeklindeki gerekçe ve düşünce ile ifade edilmiştir.
Bu itibarla, 65/1 son maddede yer alan hükümler, bir usul hükmü olup 56. maddeye yapılan atıfla da 71. maddede öngörülen süre ile kayıtlı olmadığı ve teşkilat maddeleri içerisinde yer almasının son maddalerin müzakeresi sırasında görüşülmeden ileri geldiği sonucuna varılmaktadır.
1918 sayılı Kanunun 58. maddesinde, 6829 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle, Kaçakçılık Kanuna muhalefet edenler hakkındaki tahkikat ve takibatın 3005 sayılı Kanun hükümleri gereğince yapılacağı hükmü getirilirken, kanunun amacı ve gerekçesindeki düşünceye uygunluk sağlanmıştır. Bu uygunluğun bir tanesi de asker-sivil ayırımı yapılmaksızın davaların adli mahkemelerde bakılacağı kuralıdır. Bu husus, 3005 ve 353 sayılı Kanunun düzenlemelerinde de açıkça görülmektedir.
3005 sayılı yasa, 13.6.1936 gün ve 3329 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. 58. madde bu tarihte değişmediğine ve 7.9.1956 gününe kadar 3005 sayılı Kanundan bahsedilmeyip uygulama yapıldığına göre, 55 ve 56. maddedeki usulü hükümler yanında 65/1-son maddedeki Usulü hükümlerde uygulanmış ve bu tarihte maddede yapılan değişiklikle herhangi bir ayırım yapılmadan yapılacak tahkikat ve takibat 3005 sayılı Kanun hükümlerine tabi tutulmuştur. 1918 sayılı Kanun, 3005 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden çok sonra yapılmıştır. 3005 sayılı Kanunun 3. maddesi dikkate alınarak 58. madde hükmü 1956 yılında 6829 sayılı Kanunla düzenlenmiştir. Bu şekilde 3005 sayılı kanunun 3. maddesine bir istisna hükmü getirilmiştir. Tahkikat Kanununun 4. maddesine göre yalnız, C.Savcıları ve zabıta kuvvetleri tarafından yapılabilmektedir. Bu itibarla kaçakçılık suçlarına ait tahkikatın da 4. maddede yazılı olanlar tarafından yapılması bir kanun gereği olarak ortaya çıkmaktadır.
353 sayılı Yasa, askeri şahısların askeri suçlarının muhakeme esas ve usullerini düzenlemiştir. Askeri cürüm ve kabahatin neler olduğu da 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 1 ve 2. maddelerinde gösterilmiştir. Askeri şahısların, askeri olmayan suçları için Ceza Kanununun uygulanacağı ifade edilmiştir.
1918 sayılı Kanuna muhalefet fiiline asker, ne de TCK.nu ilgilendiren bir suçtur. Bu itibarla 58. maddede dikkate alındığında böyle bir suçun sırf askeri mahalde işlenmiş olması, 353 sayılı Yasanın uygulanmasını gerektirmez. Zira, 353 sayılı Kanunun uygulanabilmesi için 9. maddesinde öngörülen "kanunlarda aksine yazılı olmadıkça" şeklindeki ön şartın tahakkuku lazımdır. 1918 sayılı Kanunun 58. maddesindeki, herhangi bir tefrik yapılmaksızın tahkikat ve tekibatın 3005 sayılı Yasaya göre yapılacağı şeklindeki hüküm karşısında ön şart tahakkuk etmemektedir.
Şu duruma nazaran, tahkikat ve takibatın adli merciler tarafından yapılacağı bir başka şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu hususlar 1918 sayılı kanunun 65. maddesinin müzakeresi sırasında Milli Savunma Bakanı tarafından "mevzu bahsolunan kaçakçılık cürmü olduğuna, yani Askeri Ceza Kanununda cezası tayin edilmiş bir cürmü askeri olmadığına binaen bunu irtikap eden bir şahsı, askerin rütbesi ne olursa olsun, bulunduğu mevkiin Adliye Mahkemesi tarafından celp ve davet edilir ve tahkikata tabi tutulur, muhakeme olunur." (Meclis müzakere zabıtları, 7.1.1932 -1;22, C;1, Sh:191-193) şeklinde ifade olunarak davaların askeri-sivil ayırımı yapılmaksazın Adliye Mahkemelerinde bakılacağı esası kabul edilip yasanın tedvin olduğunu açıklamak suretiyle teyid edilmiştir. Askerlerin, askerlik vazifelerine veya suçlarına taalluk etmeyen suçlarını umumi mahkemelerde görüleceği isası, CMUK.nun 6.maddesinde bir başka yönüyle de açıklamıştır.
Olay içerisinde, askeri şahıslarla birlikte sivil kişiler de vardır. Sivil şahıslar 1918 sayılı Kanuna muhalefet fiilini, askeri makamlarca gözaltına alındıkları veya tutuklu bulundukları sırada işlemiş değillerdir. 353 sayılı Yasanın 10/F maddesi, sivil şahısların, tutuklu veya gözaltında bulundukları sırada işledikleri suçlar nedeniyle askeri şahıs olduklarını kabul eder. Bu nedenle aynı kanunun 12. maddesi gözönüne alındığında, davanın bu haliyle dahi Askeri Mahkemelerde bakılmasının mümkün olmadığı görülür.
İzah olunan şu hale göre:
65. maddede yer alan kaçakçılık cürümlerine ait davalar, asker-sivil tefrik edilmeksizin, İhtisas Mahkemeleri bulunan yerlerde o mahkemelerde ve bulunmayan yerlerde 56. madde de yazılı hakimler tarafından görülür hükmünün bir usul hükmü olduğu gibi, yaptığı atıf nedeniyle, 71. maddede öngörülen 3 yıllık süre ile bağlı olmadığı, 58. madde hükmü karşısında davanın 353 sayılı Yasa çerçevesinde görülmesinin mümkün bulunmadığı ve 353 sayılı Kanunun 10/F maddesinin sivil şahısların durumu itibariyle olaya uygunluk arzetmediği ve bu nedenlerle davanın görülmesinin Adli mahkemelere ait olduğu sonucuna varıldığından direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk düşüncesine katılmayan Kurul Başkanı Semih Korkmaz;
Sorun, 1918 sayılı Yasada "kaçakçılık" olarak tanımlanan suç türlerinin "Askeri alan"da, "Asker kişi"ler tarafından işlenmesi halinde soruşturma ve kovuşturmanın Adli Yargıya ait olup olamıyacağı hususudur.
Bu tartışmanın kaynağın 1918 sayılı Yasanın 65. maddesi oluşturur. Bu madde aynen: "Kaçakçılık cürümlerine ait davalar, asker ve sivil tefrik edilmeksizin ihtisas mahkemeleri bulunan yerlerde o mahkemelerde ve bulunmayan yerlerde 56. maddede yazılı hakimler tarafından görülür.
İhtisas mahkemeleri, vazife ifa olunacak mıntıkanın hususiyetine göre yalnız Adli veya yalnız Askeri olarak teşkil edilebilir.
Bu mahkemeleri, teşekkül suretine göre (ihtisas mahkemesi) ve (Askeri ihtisas mahkemesi) ünvanını taşır.
Hangi mıntıkada hangi nev'in ihtisas mahkemesi teşkil olunacağı icra vekilleri heyetince tayin ve icabına göre tedbil ve bunların keza daireleri ilan olunur.
Valiler, kaymakamlar, Ağır Ceza Mahkemeleriyle bu kanuna göre kaçakçılık işlerini gören mahkemeler hakimleri ve bu mahkemeler nezdindeki C.Müddeiumumileri ve maaşların tevhid ve teadülüne dair olan 1452 No.lu kanunun 4. derecesinde ve daha yukarı derecede bulunan memurlar hariç olmak üzere bu kanunda yazılı suçlardan dolayı memurların takip ve tahkik usulüne ve muhakeme merciine mütedair 766 ve 1609 no.lu Kanunlarda mevcut istisnai hükümler tatbik olunmaz" denilmekte ve Yasanın 71. maddesinde ise;
Şu noktayı hemen vurgulamakta zorunluluk duyuyoruz. 71. madde metni sürelerin uzatılmaması halinde yalnız ihtisas mahkemelerinin vücuduna son veren hükümleri değil, 65-70 maddeye kadar olan tüm hükümleri içerdiğine göre, artık bu maddelerde yazılı ayrıcalıklı hükümlere dayanılarak yorum yapmak mümkün olamıyacaktır. Aksine, mülga: bu hükümlere dayanılarak yapılacak amaçsal bir yorum, kanun koyucunun 71. maddede tecelli eden iradesine ters düşer. Burada yürürlükten kaldırıldığında kuşku bulunmayan metenlere dayanılarak bu tür bir yorum yerine teleolojik yorum yoluyla kuralın saptanması gerekir. Şöyle ki:
1918 sayılı Yasanın 65. maddesinden başlıyan faslı teşkilat başlığı altında düzenlenmiştir. Gerçekten bu başlığa rağmen 65. maddenin son fıkrasının usuli hüküm içerdiği tartışmasızdır. Ancak bu metinlerle tanınan uygulama alanının süreyle sınırlı tutulduğu 71. madde metninde görev ve usuli hükümler ayrımı yapılmaksızın "Teşkilat faslı unvanı altında 65, 66, 67, 68, 69,70. maddeler hükmü.. " denilerek açıkca belirtilmiştir. Giderek şunu da vurgulamak gerekir ki, yasa koyucu usuli bu hükümleri, yasanın yine usul hükümlerini içeren diğer bölümüne almamak suretiyle onlara da ihtisas mahkemelerine koşut, sınırlı süre zarfında geçerlilik tanıdığını ifade etmiştir. İlgaya rağmen yasa koyucudan ileri giderek bu maddelerde ki usuli hükümleri hayatiyet tanımak mümkün değildir.
İmdi, 65-70. maddeler hükümleri gözardı edildiğinde, aynı yasanın 5. maddesine dayanılarak Askeri alanlarda, asker kişilerce işlenen kaçakçılık suçlarının da adli yargıya tabi olduğunu kabul edebilir miyiz? Benzer biçimde görev veren hükümlere ceza hükümleri taşıyan bazı özel yasalarda rastlamak mümkündür. Nasıl ki bu gibi hallerde gider öğelerin de bulunması koşuluyla daha özel hükmü içermesi açısından Askeri Mahkemeler kuruluşu ve yargılama usullerine ilişkin 353 sayılı Yasanın 9. maddesi uygulanıyorsa, burada da farklı bir sonuca gitmek mümkün değildir. Bu nedenle mülga 65. maddesinin 1.fıkrasında yeralan "... İhtisas mahkemeleri bulunmayan yerlerde 56. maddede yazılı (56. maddenin ilk üç fıkrası 6829 sayılı Kanunun 55. maddeye aktarılmıştır.) hakimler tarafından bakılır" biçimindeki hükümler yukarıda yazılı düşünceler muvacehesinde, Askeri yargıya ait davanın benimsenmesine neden olamaz.
Diğer taraftan; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun,
a- Kaçakçılığın men ve takip görevini kötüye kullanmaktan sanıklara ait dava ile ilgili 17.2.1969 gün ve 23,78 sayılı,
b- Sanıkları Seyyar J.Birliği erlerine ait dava ile ilgili 24.2.1969 gün ve 83-91 sayılı,
c- Yine sanıkları asker kişi olan dava ile ilgili 14.7.1969 gün ve 428-366 sayılı ilamlarında, (Sanıklara yükletilen eylem niteliği itibariyle jandarmanın mülki görevlerine ilişkin bulunmasına ve Askeri Mahkeme kararının gerekçesine göre yerinde görülmeyen Asliye ve Ağır Ceza Mahkemesi kararlarının kaldırılmasına karar verildiği görülmektedir. Arşivde yaptığımız aramada, Askeri Mahkeme kararlarındaki gerekçeyi saptamak mümkün olmamıştır. Ancak, gerekçede yazılı "mülki görev" terimi üzerinde durulması gerekir. Kanımızca özellikle belirtilmesinden, Askeri alan ve hizmet halini ayırmak istemiş, gerekçesinde 1918 sayılı Yasanın 55 ve 58. maddelerine yollamada bulunmamakla da Askeri Mahkemeler kuruluşu ve Yar.Üs. Yasasının 9. maddesinde yazılı Askeri Yargıya ait halleri saklı tuttuğunu göstermiştir.
Kurul müzakereleri sırasında çoğunluk görüşünün bir dayanağını da 1918 sayılı Yasanın 58. maddesinin 1.fıkrasındaki "Bu kanun hükümlerine muhalefet edenler hakkında yapılacak soruşturma ve kovuşturmanın mahal ve zaman kayıtlarına bakılmaksızın 3005 sayılı Kanuna tevfiken yürütüleceği" ne dair hükmü teşkil etmiş ve denilmiştir ki, Asker kişiler hakkında Adli yargının soruşturma yapması kabul edilmediği takdirde, 3005 sayılı Yasanın 4. maddesiyle C.Savcılarına verilen görevin yerine getirilmesine olanak bulunmayacak ve asker kişiler hakkında bu usuli hükümlerin uygulanması kabil olmayacaktır.
İşaret edilen böyle bir hükmün bulunmadığı varsayılsa dahi, meselenin iki özel yasa çakışması açısıdan ele alınarak (353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Kanununun 9. maddesiyle 1918 sayılı Kanunun 58/1. maddesi) daha özel hükümler içeren yasanın uygulanması suretiyle de halli mümkün olacaktır. Bu takdirde anılan yasalardan daha özel olanın saptanması gerekecek ve sorun bu açıdan incelendiğinde, 353 sayılı Yasanın 9. maddesinin bu niteliği haiz bulunduğunda duraksama gösterilmeyecektir. Bu nedenlerle, 3005 sayılı Yasaya mutlak bir anlak verilmek suretiyle Adli kazanın görevli olacağı sonucuna gitmek imkanı da yoktur.
Açıklanmasına çalışılan yukarıda yazılı düşüncelerle 1929-1930 yılında patlak veren ekonomik ve parasal dünya krizinin, ülkemizi de etki alanı içine alması üzerine, öngörülen geçici tedbirlerin, sonradan ilga edilmiş olmasına rağmen, yorum suretiyle uygulama alanında bırakılması sonucunu doğuran çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
Karşıt görüşte bulunan diğer Üye V.Göğüş, aynı doğrultudaki düşüncelerle çoğunluk oyuna katılmamıştır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen direnme hükmünün BOZULMASINA, depo paralarının temyiz eden sanıklara iadesine, 14.5.1984 gününde üçte ikiyi aşan oyçokluğuyla karar verildi.