 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1984/4718
K: 1984/5416
T: 05.06.1984
DAVA : Taraflar arasındaki haksız eylemden doğma tazminat davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı 164.400 liranın davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara ödenmesine ilişkin hükmün süresi içinde davalılar avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine; tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor okunduktan sonra dosya incelendi, gereği konuşuldu:
KARAR : davacı taraf, nohut ektiği tarlasının yakınında davalı Şeyhmus'un tahıl tarlası bulunduğunu, öteki davalıya uçakla ilaçlatma sonucu ürününün zarar gördüğünü bildirerek her iki davalıdan belirttiği zararının giderilmesini istemiştir. Davalılar, davacının zararının ilaçlamadan değil, antraknos hastalığından kaynaklandığını savunmuşlardır.
Davacı tarafın, davalıların gıyaplarında yaptırdıkları delil tespitinde bilirkişi zararı ilaçlamaya; davalıların da aynı biçimde yaptırdığı delil tesbitine bir başka bilirkişi zararı anılan hastalığa bağlamışlar; mahkemece keşfte dinlenen bilirkişi ise önceki raporlara dağinmeksizin ilaçlama yapılmışsa zararın ondan doğmuş olabileceğini bildirmiş ve iddia tutarını doğrulamıştır. Yerel mahkemece, bu delillerle dava, kabul edilmiştir.
İlkin, zararın ilaçlamadan mı yoksa antraknos hastalığından mı kaynaklandığı kesinlikle saptanmış değildir. Öncelikle bu konunun açığa kavuşturulması gerekir. Birbiriyle çelişkili bilirkişi raporları bulunduğuna göre yetenekli kişilerden oluşan bir kurula durum incelettirilmeli, kuşkuları gederecek biçimde önceki raporların eliştirileri sağlanmalıdır.
Diğer yandan davanın yasal dayanağı taşınmazın maliki Şeyhmus bakımından MK.nun 656,661. maddeleri, uçak sahibi diğer davalı Kemal bakımından ise BK.nun 41. maddesidir. O halde, her şeyden önce bu maddelerin uygulama koşullarının tesbiti zorunludur. Anılan maddelerden 656 ve 661. maddeler taşınmaz malikinin sorumluluğu ile ilgilidir ve bu sorumluluk kusura dayalı değildir. Ne var ki, kusur dışında kalan diğer sorumluluk unsurlarının gerçekleşmesi gerekir.
MK.nun 656. maddesinin tatbik edilebilmesi için taşınmaz malikinin mülkiyet hakkını aşması, diğer deyişle mülkiyet hakkı kullanırken hukuk düzenince bu hakka konulmuş olan sınırlamalara aykırı hareket edilmiş olması gerekir.
Bu sınırın aşılıp aşılmaddığı her somut olayda, yasa hükümleri, mahalli örf ve adet gözönünde bulundurularak belirlenmelidir. Değerli azınlık yazısında belirtilen zararın varlığı halinlde mülkiyet hakkının sınırının aşıldığı ve hukuka aykırılık unsurunun üzerinde durulması gerekmediği yolundaki görüş, çoğunlukça benimsenememiştir.
O halde, mahknemece davalı Şeyhmus bakımından yapılacak iş, somut olayın özellikleri gözönünde tutularak mülkiyet hakkının kullanılma sınırının aşılıp aşılmadığı ve özellikle zararın tümünün ya da bir bölümünün ilaçlamadan meydana geldiği sonucuna ulaşılırsa uçakla ilaçlama yapıldığına göre komşuya zarar vermeden sırt ilaçlaması ya da öteki tekniklerden yararlanma olanağı bulunup bulunmadığı üzerinde durularak davalıların önlenmesi mümküne olan bir zarara meydan vermekten kaçınma biçiminde taşkınlıkların var olup olmadığı, diğer davalı bakımından ise BK.nun 41. maddesindeki unsurların gerçekleşip gerçekleşmediğinin tesbiti şeklinde olmalıdır.
Yerel mahkemece tüm bu yönler eksik bırakılarak davanın kabulü bozmayı gerektirir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın gösterilen nedenlerle davalılar yararına BOZULMASINA, bozma nedenine göre öteki yönlerin incelenmesine şimdilik yer olmadığına ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 5.6.1984 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Davaya konu olay, davalının kendi taşınmazında ekili buğday mahsulü için yapılan ot mücadelesi sonunda meydana gelmiş ve bitişik komşu taşınmaz maliki olan davacının nohut mahsulü kullanılan ilaçtan zarar görmüştür.
Mahkeme, hukuki dayanaklarını göstermeden olaydan davalıların sorumluluğunu kabul ederek tazminatı hüküm altına almıştır. Bu karar dairemizin sayın çoğunluğunun oluşturduğu kararla (ot mücadelesinin uçak yerine başka araçlarla yapılması halinde yine böyle bir zararın meydana gelmesi kaçınılmaz ise, davalının sorumlu olamayacağından bu hususun araştırılmak üzere) bozulmuştur.
1- Dosya içersindeki mevcut 26.9.1983 günlü ve Y. Ziraat Mühendislerinin düzenlediği raporda:
a) İki taşınmaz arasında 7,5 metrelik bir yol aralığı bulunduğu,
b) Davacının taşınmazının, davalının taşınmazına göre çukurda kaldığı,
c) Davalının taşınmazına ot ilacı atılmış olması halinde nohut ekili davacı taşınmazının zarar göreceği; çünkü ilaçlama sırasında rüzgar bulunsun veya bulunmasın öldürücü etkinin koku yoluyla yayılıp bitkilerin solunumumuyla (fotosentez) ortaya çıkacağı (1600 metre içinde) açıklanmıştır.
Raporun, itiraz edilmeyen bu açık ve bilimsel yargısı gözönüne alındığında başkaca bir inceleme yapılmasına gerek bulunmamalıydı.
Diğer taraftan davalının isteğiyle yapılan tesbite, antraknos hastalığının belirlendiği nohut ile dava konusu nohut aynı değildir. Çünkü dava konusu nohut tarlası davalıya ait ilaç yapılan tarlaya hemen bitişiktir; oysa antraktos hastalığının görüldüğü nohut tarlası davalıya ait tarlaya iki üç bin metre uzaklıktadır (Bkz. 8.7.1982 günlü bilirkişi Veysi tarafından düzenlenen raporun (d) işaretli bölümüne).
2- Davalılardan Şeyhmuz ile davacı arasında komşuluk ilişkisi söz konusudur. Bilindiği gibi MK.nun 656 ve 661. maddelerinde komşu taşınmaz malikinin sorumluluu düzenlenmiştir; sorumluluk, kusura dayanmayan ve yasanın getirdiği objektif bir sorumluluktur. Somut olay içinde bu soyut hukuki kuralın tartışılmasına geçmeden, kusursuz sorumluluk ve komşu taşınmaz malikinin sorumluluğuna ilişkin kurallar üzerinde kısaca durulmasında yarar görmekteyiz.
A- Bilindiği gibi kusursuz sorumluluk, bir taraftan sanayi alanda meydana gelen ilerlemeler ve diğer taraftan insanlar arasında artan sosyal ve ekonomik ilişkiler sonucu kabul edilmiştir. Çünkü kusura dayanan sorumluluğun cevap vermediği, karşılayamadığı durumlarda zarar görenleri korumak toplumda denge sağlamak sosyal ihtiyaçların sonucudur. Bu nedenle sorumluluk hukukunun temelinde bulunan amaç; "zarar göreni korumak ilkesi", kusursuz sorumluluk da en yüksek düzeye ulaşmıştır. Bu nedenle kusursuz sorumluluk da yorumun gerektirdiği haller de bu temel amaç ve ilke gözardı edilemez.
B- Objektif sorumlulukta, olayımızı ilgilendiren bir önemli husus hukuka aykırılık unsurunun durumudur. Bilindiği gibi kanunlarda hukuka aykırılık açıkça tanımlanmamıştır. Türk pozitif hukukunda hukuka aykırılığı açıklayan üç görüş bulunmaktadır (Bkz. Tandoğan, Türk Mesuliyet Hukuku, sh. 17-26; H. Hatemi Hukuku ve Ahkama Aykırılık Kavramı İst. 1976):
a) Türk pozitif hukukunda hakim olan objektif görüş, kişinin davranışının niteliğni esas alır; bu davranış objektif bir hukuk kuralını bozmuş ise, hukuka aykırılığın varlığı kabul edilmektedir.
b) Subjektif görüş, "başkasına bir zarar veren kimsenin bu hususta subjektif hakkı olmaması halinde" hukuka aykırılığı kabul etmektedir. Bu görüşte asıl olan, hukuk düzenince hoş görülmeyen zarar sonucudur.
c) H.Hatemi tarafından savunulan karma görüş ise, özel bir norm faile bu konuda cevaz vermedikçe, başkasına zarar veren fiili hukuka aykırı kabul etmektedir.
Bilindiği gibi objektif sorumluluk da hukuka aykırılık her zaman zorunlu değildir. Aranılan hallerde, objektif sorumluluğun amaç ve niteliği gözönüne alınarak bir yorum yapılmalıdır.
C- Medeni Kanunda komşu taşınmaz malikinin kusursuz sorumluluğunun nedenleri hakkında değişik görüşler ileri sürülmüştür (Bkz. Suat Bertan, Ayni Haklar Cilt 1. Sh.675).
a) Taşınmazdan ekonomik çıkar sağlayan, başkasına zarar verirse buna katlanması adalete uygun düşer.
b) Taşınmazın özelliği ve niteliğinden meydana gelen tehlikelerin bulunması nedeniyle bu yolda özel hüküm konmuştur.
c) Aynı hak münasebetlerinden doan komşuluk bağlarına dayanır; fiilen sınır aşılmadığı halde kullanmadan ileri gelen sınır aşırı etkilerin düzene konulmasına ihtiyaç duyulmuştur.
Bilindiği gibi mülkiyet hakkı sınırsız kullanılabilen bir hak değildir. 656 ve 661-662. maddeler mülkiyet hakkını kısıtlayan (her iki taraf için) yasal bir kuraldır. Maddenin yukarıda açıklanan gerekçeleri ve amacı bunun açık kanıtıdır. Bu nedenle konunun tartışılması sırasında, (mülkiyet hakkının sınırlandırılımayacağı -olayda olduğu gibi taşınmaz malikinin sorumluluğunun kabul edilmesi halinde hakkın sınırlandırılması olanağı) şeklinde öne sürülen görüşü paylaşmak mümkün değildir. Somut olay değerlendirilirken, yasanın bugünkü ihtiyaçlara cevap veren amaçları hatırlanmalıdır.
Ç- Komşular arasında MK.nun 656. maddesinin uygulanabilmesi için; mülkiyet hakkının hukuk düzeninin getirdiği sınırlamalara aykırı (hukuka aykırılık unsuru) olarak kullanılması gerekir.
a) Mülkiyet hakkını sınırlandıran özel hukuk kurallarının başında MK.nun 661. maddesi gelir. Burada: Bir kimse mülkünü kullanırken "komşusuna zarar verecek her türlü taşkınlıklardan çekinmekle görevli olduğu" hükmü getirilmiştir. Maddenin ikinci bendinde belirtildiği gbi katlanma ancak hoş görülebilecek kusurlar için söz konusudur.
Komşuluk hukukunda hukuka aykırılığı (özellikle zararların giderilmesi için) madde içerisindeki (komşuya zarar verecek her türlü taşkınlık sözcüklerini birlikte ve yazılışındaki sıraya göre değerlendirmek gerekir. Bu şekilde yapılacak bir yorumda kuşkusuz sorumlu kişinin davranışının niteliği değil, hukuk düzeni tarafından hoş görülmeyen zararlı bir sonucun niteliği esas alınacaktır. Bir anlamda objektif yerine subjektif veya Hatemi'nin ileri sürdüğü görüş geçerli olmaktadır. Çünkü madde, komşuya zarar verecek her türlü taşkınlığı hukuka aykırı olarak kabul etmiş veya başka bir anlatımla "komşunun zarar verdiği taşkınlıklardan çekinmesini istemiştir. Olayımızda ise, zarar ve eylemli olarak taşkınlık (koku ile de olsa) kanıtlanmıştır.
Sorumluluk hukukunun ve özellikle objektif sorumluluğun temel amacı ve nitelikleri gözönüne alındığında kusursuz sorumluluk hallerinde hukuka aykırılığın belirlemesinde objektif görüşten ayrılma hukuk düzenine olumsuz etki yapmaz; aksine bu yoldaki düzenlemelere güç katar. Objektif (kusursuz) sorumluluğa netice sorumluluğu denmesinin nedeni, hukuka aykırılığın (var olan hallerde) sonuçla birlikte ortaya çıkmasından kaynaklandığı da unutulmamalıdır. Aksi görüş, her halde olayımızda olduğu gibi, objektif sorumluluk hallerinde "hukuka aykırılık" unsurundan söz edilmesini zorlaştıracaktır (Hatemi, age. sh. 24). Burada şu noktayı da belirtmek isterim. Hukuka aykırılığın bu şekilde tayini yalnız tazminat isteği ile sınırlıdır; özellikle 656. maddeye dayanılarak aksi halin iadesi (men davası) şeklindeki istek için Ulusan'ın görüşü benimsenmelidir.
b) Diğer taraftan hukuka aykırılğı, kişinin davranışının bir niteliği olarak kabul edilen hallerde: Komşunun davranışı, hukuka aykırı olmasa dahi, sorumluluğun kabul edilmesi gerektiği de öne sürülmektedir.
aa) Örneğin İsviçre Federal Mahkemesi 1958 yılından beri bu gibi durumlarda, kanunda boşluk olduğunu kabul ederek hakkaniyet gereği (MK.1) komşu taşınmaz malikini sorumlu tutmaktadır (Bkz.Haluk Tandoğan, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku sh. 199 dipnot 39 ve ayrıca dipnot 41'de dairemiz kararının gerekçesini).
b) İhsan Ulusan, "Medeni Hukukta Fedakarlığın Denkleştirilmesi İlkesi ve Uygulama Alanı" adlı eserinde bu konu üzerinde (özellikle Yargıtay'ın 4.5.1966 gün ve 6/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını bilimsel açıdan eleştirecek) durmuş ve sorunun "fedakarlığın denkleştirilmesi" ilkesiyle çözümlenmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
Ulusan, (taşınmaz malikine tanınan yetki sonucu komşu taşınmaz malikinin katlanma yükümlülüğü, onun açısından ağır bir fedakarlık teşkil edeceğini; ancak mülkiyetin doğrudan doğruya sınırlanmasına yarayan normlardan farklı olarak, dolaylı sınırlamalarda katlanma yükümü altına giren taşınmaz malikinin, bu katlanmadan doan zararının karşılanması zorunlu olacağı) olgusu benimseyerek sonuca varılmıştır. Biz bu görüşün Türk Pozitif Hukukunda kabul edilmesinin yararına inanmaktayız.
Görülüyor ki, istek maddenin ve kusursuz sorumluluk ilkesinin getiriliş amacından hareketle hukuka aykırılığı (zararlı sonucun niteliği olarak) kabul ederek; istenirse İsviçre hukukunda olduğu gibi kanun boşluğunu doldurmak veya Ulusan'ın ileri sürdüğü gibi (Fedakarlığın denkleştirilmesi) yoluyla bir yargıya varılsın sonuç aynıdır: Zarar görenin korunması.
Türk Hukuk Sisteminde dairemizin bu görüşü kabul edilecek ve uygulanacak olursa komşuluk hukukundan doğan zararların giderilmesi alanı giderek daralacaktır. Özellikle şimdiye kadar Fabrika bacalarından çıkan (davranış hukuka uygundur) artıkların meydana getirdiği zararların ödettirilmesine ilişkin dairemizin kararlarını izah etmek zorlaşacaktır. Nitekim çimento fabrikaları işletilmesi, tamamen hukuk düzenine uygun olarak yapılmaktadır. Teknik önlemlerle zarar azaltılsa bile tamamen kaldırılması mümkün olmadığı bilinmektedir. Kaldı ki bu olaylarla ilgili kararlarımızda hukuka aykırılık durumu açık tartışılmamıştır (Bkz. Tandoğan age.s.199 dipnot 41).
Bu nedenlerle, mahkeme kararını sorumluluğu daraltır şekilde bozan, dairemiz sayın çoğunluğunun oluşturduğu karara (taşınmaz maliki davalının sorumluluğu ile sınırlı) katılamıyorum. Mahkeme kararı onanmalı veya en azından (zararın geliş biçimi açısından) BK.nun 43. maddesinin uygulanması yönünden bozulmalıydı.