 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
E: 1984/2840
K: 1984/2942
T: 27.03.1984
DAVA : Osman ile Ayşe arasındaki evlat edinme davasının yapılan muhakemesi sonunda; davanın reddine dair verilen hüküm davacı tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Taraflar boşanmışlar, koca, boşanan karısını evlat edinmek için izin istemiş, mahkemece bu istek red edilmiştir.
Kan bağı ve nesep ilişkisinin, kişilerin benliğinde meydana getirdiği yapı ve düşünce biçimi itibarıyla, birbirine karşı cinsel arzu doğmamaktadır. İşte aileyi ve evlat ebeveyn ilişkisini kutsallaştıran ve insanları, hayvanlardan ayırt eden özellik bundan kaynaklanmaktadır. Bazı kişilerde, (pek ender olmak üzere) bunun aksine meydana gelen sapık eğilim ve eylemler, toplumda nefret ve lanetle karşılanmaktadır. Kanunun koyucu, evlat edinen ile evlatlık arasında, yukarıda ifade olunan duyguların, yani (ana-baba-evlat) sevgisinin oluşacağı esasından hareket etmiş ve bu sebepledir ki, evlat edinen ile evlatlığın evlenmelerini yasaklamış (MK. 92/3), her hangi bir sebeple fiili (de facto) bir durum meydana geldiği zaman, pek haklı olarak evlat edinme ilişkisine değil, evlenmeye hukuki değer vermiş, tercihini o yolda kullanmıştır. Eğer aksine bir yol seçilseydi, yani evlilik batıl sayılsaydı, çok büyük bir ihtimalle, evlilik dışı ilişkinin devamına rağmen kişileri hala, evlatlık ve evlat edinen olarak (bu kimlikleri ile) topluma kabul ettirmeye çalışmak, kamu vicdanını rahatsız ederdi. İşte, bu amaçladır ki, her nasılsa gerçekleşen evlenmeye geçerlik tanınmış (MK. 121), böylece suni bağın (evlatlık ilişkisin) ortadan kaldırılması yolunda doğru bir tercih yapılmıştır. Görülüyor ki, Medeni kanunun düzenlenirken, toplumun ahlak anlayışına ve kamu vicdanına ağırlık verilmiştir. Hal böyle olunca, boşanan eşlerden birinin ötekini evlat edinmesini mümkün görmek, gerçeklere ve toplumun diğer yargılarına ters düşer. Esasen bir sözleşme veya ilişkinin kural olarak, kamu vicdanıda tepkiye karşılanmaması, ahlaki düşünüş ve inanışlarla bağdaşmazlık için de bulunmaması asıldır. Sözleşme sersebtliği ve özgürlüğünün kanunlarla sınırlanmasının sebep ve felsefesi de budur.
MK.nun 18. maddesine göre, evlenmenin sona ermesi ile sıhri hısımlık ortadan kalkmaz. Onun için evlilik her ne sebeple son bulursa bulsun, bir kimsenin kaynana veya kayınbabası ile ya da eşinin füruu (başkasından olma çocuk ve torunu) ile evlenmesi yasaklanmıştır (MK. 18, 92/2). Öte yandan, Usul Kanunlarında da bu ilke esas alınmış, evlenme son bulmuş olsa bile, evlilik mevcut imiş gibi düzenleme yapılmış, tanıklık konusunda engeller (HUMK. 245-246, CMUK. 47-50) getirilmiş ve hakimin davaya bakmaktan men sebepleri (HUMK. 28/2, CUMK. 21/3) arasında, sona ermiş evlilik sebebi ile de yasaklamaya yer verilmiş, böylece evlatlık ilişkisine oranla çok önemsiz konularda bile evlenme ile meydana gelen sıhri hısımlık, elviliğin sona ermesinden sonra bir vakıa olarak kabul edilmiştir. Usul kanularınca boşanan eşler korunmuş, onlara söz gelmesi önlenmiş ve bu düşünceden hareketle bir kısım engel ve yasaklar konmuş iken Medeni Kanunda açıkça belirtilmedi diye, kanunun esprisi ve az önce açıklanan hükümlerin tümünün incelenmesinden doğan tabii sonuç bir yana itilerek, boşanan eşler arasında evlatlık ilişkisinin kurulmasını mümkün görmek ve özellikle bunların geçmişlerini tümüyle unutacaklarının, her türlü cinsel arzudan bir anda arınıp sıyrılacaklarını ve aralarında (..evlat-ebeveyn) sevgisinin doğup gelişeceğini kabul etmek, eşyanın tabiatına ve insanın yapısına ters düşer. Hele olayda olduğu gibi 10 yılı aşkın bir süre aynı yastığa baş koyunların, boşanıp, bu kere aynı çatı altında vaya ayrı ayrı yerlerde oturarak, evlat-baba gibi birbirini benimsemelerine ve bu duygularla dolu (meşbu) olacaklarına inanmak, mantığı zorlamak, insan denen canlının his yönünü tanımamak ve inkar etmek olur. Onun için olayımızda, boşanan eşlerin 13 yıllık geçmişlerini bir çırpıda unutup yeni düzene uygun bir duygu ve davranış içine girecekleri farz edilse (varsayılsa) bile bu da, izin için yeterli değildir. Çünkü asıl ve önemli olan, toplumun onlara bu gözle bakmasını sağlamak ve haklarında çirkin izlenimlerin doğmasını önlemektir. Bu ise hiçbir surette mümkün olamaz. Bunun aksini düşünüp savunmak ise, arzulanan sonucu elde etmek için, kendini ve çevreyi aldatmak olur. İşte hal böyle olunca hakimin, evlat edinmeye izin vermemesi isabetlidir.
SONUÇ : Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle yukarıda yazılı gerekçelere göre yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, 27.3.1984 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.