Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


T.C.
YARGITAY
10. Hukuk Dairesi
E: 1984/1286
K: 1984/2317
T: 27.04.1984
DAVA : Davacı, trafik kazasında yaralanan sigortalı işçi için yapılan harcamalar üzerine uğranılan Kurum zararının rücuan ödetilmesini istemiştir. Mahkeme davanın reddine karar vermiştir.
Hükmün davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR : 1 - Davacı Alman Sigorta Kurumu "Betriebakrankasse Bremen Vulkan"ın sigortalısı Hayrettin, izinli olarak Türkiye'de bulunduğu sırada, yönetimindeki otomobille seyrederken, 21.8.1974 tarihinde, davalılardan Ahmet ve Ali Kemal'e ait olup, Niyazi yönetimindeki otobüs ile, öteki davalı Bayındırlık Bakanlığı'na ait ve Haluk yönetimindeki kamyonetin çarpmaları sonucu yaralanmış, trafik kazasından sonra Almanya'ya dönen Hayrettin'e, davacı tedavi ve geçici işgöremezlik yardımı yapmıştır.
Davacı, yaptığı yardımların Türk Parası ile tutarının tahsili için, Ankara Asliye Hukuk Hakimliği'nde 17.1.1977 günü dava açmıştır. Bu davada hukuki neden olarak, Borçlar Kanunu ve sair mevzuata dayanmış ve araç sahipleri ve olayda kusurlu şoförlerin çalıştıranları olan Bayındırlık Bakanlığı ile, Ali Kemal ve Ahmet'e husumet yöneltilmiştir. Görüldüğü üzere dava, sırf adam çalıştıran ve Alman Sigorta Kurumu'nun sigortalısının yaralanması olayına yol açan araçların sahibi bulunan kişiler aleyhine açılmıştır. Bu kişilerin kast veya suç sayılır eylemleri bulunduğu hakkında hiçbir iddia dava dilekçesi ve duruşma evrelerinde ileri sürülmediği gibi, safahatta da sabit olmamıştır. Aksine, olayda suç sayılır eylemleri sabit olan kişilerin, davaya dahil olmayan araç şoförleri Haluk ve Niyazi oldukları, Bolu Asliye Ceza Mahkemesi'nin kesinleşmiş ilamıyla ortaya çıkmıştır. Bu şoförler hakkında dava açılmadığından, bir dava arkadaşlığıda söz konusu değildir.
Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi, 30.6.1980 gün ve 1977/53 E. ve 1980/530 K. sayılı kararlarıyla, davanın 506 sayılı Kanun m. 39'a dayanan bir rücuan tazminat davası olduğunu kabul ederek, "Görev nedeniyle dava dilekçesinin reddine ve hükmün kesinleşmesi halinde görevli ve nöbetçi Ankara İş Mahkemesi'ne tevdiine..." karar vermiştir. Taraflar bu kararı temyiz etmemişlerdir.
Ankara İş Mahkemesi 17.2.1981 gün ve 1980/696-1981/5 sayılı kararıyla, olayda 506 sayılı Kanun m. 30'un koşulları oluşmadığından bahisle davayı, reddetmiş, bu kararı davacı taraf temyiz etmiş ve Dairemizin 15.6.1982 gün ve 1982/2884-3061 sayılı kararıyla, İş Mahkemesinin değil, Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu görüşüyle bozulmuştur. Davacı bozma ilamına uyulmasını istemiş davalılar direnilmesini önermişler, mahkemece, bozmaya uyulmuş, 9.12.1982 T. ve 1982/658-1180 sayılı kararla dava dilekçesinin görev yönünden reddi kararlaştırılmıştır.
Dosya Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi'ne gönderilince, bu mahkeme, Gerek 3. Asliye Hukuk, gerekse İş Mahkemesi'nin görevsizlik kararları kesinleştiğine göre, ortada olumsuz görev uyuşmazlığı bulunmaktadır. Bu durum, merci tayini suretiyle halledilmeden zubulen esasa kaydedilmiştir. 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin kesinleşmiş kararı kaldırılmadan davaya bakılmaz. Bu nedenle davanın, esasının kapatılmasınha ve Usulün 27. maddesine göre taraflarca merci tayin ettirilmek ve sonucuna göre işlem yapılmak üzere, dosyanın İş Hakimliğine gönderilmesine karar vermiş, merci tayini istenilmesi üzerine de, 4. Hukuk Dairesi'nce 25.10.1983 T. ve 1983/8801-8873 sayı ile Alman Sosyal Sigortalar Kurumu'nun Sigortalısına hastalık sigortasından ödediği paranın rücuan tahsili isteği ile dava açılmıştır.
Davanın dayanağı, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 39. maddesidir. Dava dilekçesinde hukuki sebep olarak Borçlar Kanunundan söz edilmesi, sonuca tesir etmez. Özel kanun varken hakların telahukundan da söz edilmez. Davada uyuşmazlığın 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu m. 39 uyarınca çözümlenmesi zorunludur. Bu nedenle, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 25. maddesi hükmüne göre, Ankara 1. İş Mahkemesi'nin merci olarak belirtilmesine.." karar verilmiştir.
Ankara 1. İş Mahkemesi, bu karar uyarınca davaya bakmış, davada 506 sayılı Kanun m. 39'un unsurları gerçekleşmediğinden bahisle davayı yeniden reddetmiştir.
Kararı davacı temyiz etmiştir.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 39. maddesine göre, adam kullananları, kusursuz sorumlu tutmaya olanak yoktur. Bu madde sorumluluk sebeplerini, suç sayılır eylem ve kast ile sınırlamıştır. Davacı davalı adam çalıştıranların, suç sayılan eylemleri veya kastları bulunduğunu iddia etmediği gibi, safahatta da sabit olmamıştır.
Öte yandan 506 sayılı Kanun m.39'a göre sorumlulukları, gider yapanın Türk Sosyal Sigortalar Kurumu olması, sigortalının Türk Sosyal Sigortalar Kurumu'na tabi ve orada tescil edilmiş veya edilmesi gerekmiş bulunması, giderlerin hastalık sigortası kolundan yapılması gibi koşulların, kast ve suç sayılır hareket koşulu ile hep birlikte oluşması halinde, gerçekleşmektedir.
Olayda, bu unsurlar mevcut olmadığına göre, davanın yasal dayanağının 506 sayılı Kanun m. 39 olmadığı ve uyuşmazlığın bu madde uygulanarak çözülemeyeceği ortadadır.
506 sayılı Kanun m. 134 uyarınca, bu Kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülebilir. Bir uyuşmazlık, 506 sayılı kanunun uygulanmasından kaynaklanmıyorsa, İş Mahkemeleri görevli olamaz. Yukarda belirtilen biçimde uyuşmazlık, 506 sayılı Kanun m. 39'dan kaynaklanmamaktadır. Davacı da dava dilekçesinde bu maddeye dayanmamıştır. yargılama sırasında sabit olan olgulara göre, 39. maddenin uygulanmasını gerektiren bir durum ortaya çıkmadığı aksine, 39. maddenin unsurlarının oluşmadığı anlaşıldığı için bu madde, hakimin Türk Kanunlarını re'sen uygulaması ilkesi çevresinde bulup tatbik edeceği bir kuralda değildir.
5521 sayılı Kanun uyarınca da İş Mahkemeleri görevli sayılamaz.
Türkiye Cumhuriyeti ile, Federal Alman Cumhuriyeti arasında, Sosyal Güvenlik Hakkındaki Sözleşmede de, 506 ve 5521 sayılı Kanunlardaki kuralların aksine bir görev hükmü yer almamaktadır.
Kaldı ki, T.C. Anayasası'nın 142. maddesine göre, mahkemelerin görevi kanunla düzenlenir. 8.12.1982 T. ve 4/4 sayılı İçtihatı Birleştirme Kararı mucibince, mahkemelerin görevi, kamu düzeni ile ilgili olup, kıyas ve yorum yoluyla genişletilip, değiştirilemez.
Türk mevzu hukukunun bu ilkeleri ve davanın yukarıdan beri açıklanan niteliği ve dava kağıtları karşısında, uyuşmazlığın 506 sayılı Kanundan kaynaklandığını ve İş Mahkemesinin görevine girdiğini söylemek, olanaksızdır. Ve Türk mevzu hukukuna aykırıdır. Burada uyuşmazlığın 506 sayılı Kanundan kaynaklandığını belirtmekle yetinmeyip, hangi yasadan kaynaklandığını ve hangi mahkemenin görevli olduğunu belirtmekte de yarar vardır. Bu yön, görev konusunda önem taşıdığı kadar, işin özünde de ihmal edilemeyecek bir nitelik arzetmektedir. Zira 506 sayılı Kanun m. 39'daki unsurlar oluşmadığı diye davayı reddetmek, uyuşmazlığı çözmek anlamına gelmemektedir.
Gerçekten, anılan Sigorta Kurumunun sigortalısı, Türkiye'de bir trafik kazası geçirerek yaralanmış ve bu Kurum kendisine masraf yapmıştır. Masraf yapılmasına yol açanlar, kesin hükümle belirlenmiş olan Türk vatandaşlarıdır ve bunların davalıların müstahdemleri olduğu, davalıların bunları çalıştırdıkları bellidir. Alman Sosyal Sigortalar Kanununun 1542. maddesi uyarınca, Alman Sigorta Kurumu, ödediği tazminat miktarınca, tazminat ödediği şahsın yani sigortalının yerine geçmekte, sigortalının zarar verenlere karşı olan tazminat hakları bu Kuruma intikal etmektedir. Diğer bir değişle bu Kurum, masraf yaptığı sigortalısının ardası olmaktadır.
Yukarıda sözü edilen Sosyal Güvenlik sözleşmesinin 50. maddesi mucibince, yardıma hak kazanan sigortalı, diğer akit taraf nizamlarına göre, üçüncü bir şahıstan zararın tazminini istemek hakkına sahipse, bu hak ilgili mevzuat dairesinde, yardımı yapacak olan akit tarafın Sosyal Sigorta Merciine intikal etmektedir.
Bu olayda, yardıma hak kazanan Alman Sigorta Kurumunun sigortalısı, Türk vadandaşının, sözleşmenin öteki akiti durumundaki Türkiye Cumhuriyeti Mevzuatına göre, adam çalıştıranlardan zararın tazminini istemek hakkına sahip olup olmadığı belirlemek gerekmektedir. Sigortalı yardım almasaydı, Türk Mevzuatına göre zararın tazminini isteyebilecekti. Gerçekten, Borçlar Kanununun 55 ve 6085 sayılı Kanunun 50. maddeleri çevresinde, adam çalıştıranlar aleyhine tazminat davası açabilecekti. Bu davaya, kuşkusuz bir biçimde Asliye Hukuk Mahkemesi'nde bakılacaktı. Anılan Sigorta Kurumu, masrafı peşinen yaptı ve Alman Mevzuatına göre sigortalının halefi oldu ve sözleşme bu halefliği Türkiye'de de geçerli hale soktu.
Ve davacı Kurum buna dayanarak davalılardan tazminat istedi. O halde, bu davanın Yasal dayanağı Türk Borçlar Kanunu m. 55 ve 6085 sayılı Kanun m. 50 ve 569 sayılı Kanun ve sözleşmenin 50/1. maddesi ve dolayısıyla Alman Sosyal Sigorta Kanunu m. 1542 ve özellikle bu maddedeki halefiyet hükmüdür. Diğer akit T. Cumhuriyeti nizamları, Borçlar Kanunu m. 55, 6085 sayılı Kanun m. 50'ye dayanan davalarda, genel mahkemeleri görevli saydığı ve sözleşmenin 50/1 maddesinde bu mevzuata yollamada bulunulduğu ve bu mevzuatın dışında bir görevli mahkeme öngörülmediği için sözkonusu uyuşmazlıkta, Asliye Hukuk Mahkemeleri görevlidir. İş Mahkemesi görevli olamaz.
Türk Sosyal Sigorta Kurumu, kasti veya suç sayılır hareketi bulunmadıkça, 506 sayılı Kanun m. 39 çevresinde üçüncü kişi durumundaki adam çalıştıranlardan tazminat istemek hakkına sahip bulunmadığından, m. 39'dan kaynaklanan bir hakkın, öteki akit Alman tarafına tanınması ve intikali sözkonusu edilemeyeceği için, sözleşmenin 50/2 maddesinin uygulanma olanağı da bulunmamaktadır.
Bu durum karşısında dava Türk mevzuatının genel hükümlerine dayanan ve Asliye Hukuk Mahkemesi'nin görevine giren bir tazminat davasıdır. Tayini merci makamı olan Yüksek 4. Hukuk Dairesinin merci tayini kararında yazılı gerekçeler, yukarıdan beri açıklanan fiili ve hukuki gerçeklere uymamaktadır.
Diyelim ki, Yüksek Daire, davanın yasal dayanağının 506 sayılı Kanun m. 39 olduğunu söylemekle, uzmanlığı dışında kalan bir konuda görüş açıklanmış ve özel dairenin uyuşmazlığın 506 sayılı Kanun m. 39'a uymadığı yolundaki bozmasını ve bu bozma ilamındaki geniş açıklama ve görüşleri, kabule şayan bulmamıştır. Tayini merci makamı görev belirlerken, uyuşmazlığın hangi kanundan kaynaklandığını gözönünde tutmalıdır. Uzmanlığı düşüncesiyle temyiz incelemesi kendisine yasaca verilmiş bulunan Özel Daire, görevine giren bir konuda uyuşmazlığın belli bir kanundan kaynaklanmadığını belirtmiş ise, tayini merci makamı, bu görüşe önem vermelidir. Özel Dairenin görüşü aksine o dairenin görevine giren mevzuattan kaynaklanıyor denirse, iki olasılık ortaya çıkarmış olur.
Merci tayin edilen mahkeme davaya bakınca, tayini merci makamının görüşü paralelinde davayı sonuçlandıracak ve temyiz incelemesi ile görevli Özel Daire, tayini merci öyle dedi diye, ona uyacak ve kararı onayacaktır. Uzmanlık alanında ve işin özünde, Özel Dairenin tayini merci kararıyla bağlı olması düşünülemeyeceğinden onama düşünülemez. Bozma halinde özellikle, bu olayda olduğu gibi 506 sayılı Kanun m. 39 unsurları olmasa da, Borçlar Kanunu m. 55, 6085 sayılı Kanun m. 50 unsurları var denilse veya başlangıçta mahkeme öyle hüküm kursa, bu takdir de, tayini merci kararı nedeniyle, Yargıtay Özel Dairesi, görevi dışında kalan bir konuda temyiz incelemesi yapmış olacaktır. Tayini merci kararları sadece yerel mahkemeler arasındaki görevi belirlemeye ilişkin olabilir. Temyizen inceleme görevini, bir daireden öbürüne aktarmak, tayini merci makamının yetkisi dışındadır. Şu halde, böyle bir uygulama ile Yargıtay Kanununun m. 14'e aykırı bir durum ortaya çıkmaktadır.
Gerçekten, Hukuk Mahkemeleri Usulü Kanunu m. 25'de "...iki mahkemenin aynı davanın rüyetine vazifedar.. olmadığına dair ittihaz ettikleri kararlar, katiyet kesbettiği takdirde, tayini merci için mafevk mahkemesine müracaat olunur" denmektedir. Aşağıda açıklanacak konuya ilişkin bir düzenleme boşluğu, bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bu maddedeki mafevk mahkeme, 2797 sayılı Kanun m. 14/1-4 bendi uyarınca, uyuşmazlık taşınmaz mal hukukuna ilişkin değil ise, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'dir. Bu dairenin selbi görev uyuşmazlığı çıkaran yerel mahkemeler karşısında mafevk mahkeme durumunda olduğunda kuşku yoktur. Maddedeki "iki mahkeme" deyimi ise yerel mahkemeleri ifade ettiği ortadadır. Yerel Mahkemelerin selbi görev uyuşmazlığına ilişkin kararlarının taraflarca temyiz edilmeyerek kesinleşmesi halinde, Yüksek 4. Hukuk Dairesi tarafından merci tayin edilmesi hiçbir sakınca arzetmez. Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu m. 25 ve Yargıtay Kanununun 14. maddesine göre, 4. veya 14. Hukuk Daireleri'nin yargı yeri belirtmelerinin yerel mahkemelerin selmi görev uyuşmazlığı çıkaran kararlarının temyiz edilmeyerek kesinleşmesi haline münhasır olduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği gibi, haksız eylemden kaynaklanan tazminat davasına bakmak Asliye Hukuk Mahkemesine, temyizen incelemek görevi, 4. Hukuk Dairesine aittir. Asliye Hukuk Mahkemesi, davaya İş Mahkemesi bakmakla görevlidir. Görüşüyle görevsizlik kararı varsa ve temyiz üzerine bu kararı 4. Hukuk Dairesi onasa, veya Asliye Hukuk Mahkemesi işin esasına karar verse ve 4. Hukuk Dairesi kararı Asliye Hukuk Mahkemesi'nin görevli olmadığından bahisle bozsa ve yerel mahkemenin uymasıyla görev kararı kesinleşse ve dosya görevli gösterilen İş Mahkemesine gönderilince İş Mahkemesi de görevsizlik kararı verse ve bu kararı 10. Hukuk Dairesi onasa veya İş Mahkemesi davanın esası hakkında karar vermekle beraber 10. Hukuk Dairesi kararı görev yönünden bozsa ve yerel mahkeme uysa ve böylece İş Mahkemesinin görevsizlik kararı kesinleşse, taraflarca merci tayini istenildiğinde, tayini merci makamı gene 4. Hukuk Dairesi mi olacaktır. Böyle bir durumda yerel mahkemeler değil, Yargıtay daireleri karşı karşıya gelmiş olmaktadır. İki Yargıtay Dairesi, değişik mahkemelerin görevli olacağını belirtmiş olmaktadırlar. Selbi görev uyuşmazlığı sadece mahkemeler değil, Yargıtay Daireleri arasında da mevcut sayılır ve uyuşmazlık içinde olan Yargıtay Dairelerinden birisi de 4. Hukuk Dairesi'dir. Böyle bir durumda, 4. Hukuk Dairesi'nin yargı yeri belirtilebileceğini kabul etmek, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu m. 25'deki ilkelere ve kimsenin kendi davasının hakimi olamayacağına ilişkin evrensel Hukuk kuralına ters düşer. Zira, 4. Hukuk Dairesi tarafsız bir merci sayılamaz. Hukuk Dairesi, 10. Hukuk Dairesi karşısında mafevk mahkeme pozisyonunda kabul edilemez. İki Dairenin katılmasıyla oluşan görev uyuşmazlığına, mafevk bir kurulun çözmesi gerekir. Bu da Hukuk Genel Kurulu olabilir. hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu m. 25'de boşluk bulunduğundan, bir İçtihad tesis edilerek, boşluğun doldurulması amacıyla, işin bu kurala intikalini sağlamak gerekir. Yerel Mahkemelerden birinin görevsizlik kararı, Yargıtay Özel Dairesinin görevsizlik nedeniyle yaptığı bozmaya uyulması biçiminde oluşmuş ise, 4. Hukuk Dairesi'nin Özel Dairenin uzmanlık alanına giren konuda, Özel Daire görüşüyle bağdaşmayan düşüncelerle, yargı yeri belirtmesi, olayda olduğu gibi Yargıtay Kanunu m. 14'ün öngördüğü uzmanlık ilkelerine aykırı düşer. Ayrıca anılan Kanunun 14/10 bendinde, 10. Hukuk Dairesi'ne sınırlı bir şekilde verilmiş temyizen inceleme görevinin genişletilmesi ve bu dairenin görevli kılınmadığı haksız eylemden doğan tazminat davalarını da temyizen incelemekle görevli kılınması sonucunu doğurur. Görev hükümlerinin geniş yoruma tabi tutulamayacağına ilişkin olup yukarıda sözü edilen İçtihatı Birleştirme kararlarını burada da hatırlamak yararlı olacaktır. Oysa 4. Hukuk Dairesi'ne Yargıtay Dairelerinin görevlerini değiştirmek görevi verilmemiştir.
Uyuşmazlığın niteliği ve yukarıda açıklanan gerekçeler karşısında davaya bakmakla Asliye Hukuk Mahkemesi, temyizen incelemekle 4. Hukuk Dairesi görevli olup, aksini öngören 4. Hukuk Dairesi kararı, bağlayıcı nitelik taşıyamayacağından, Borçlar Kanunu m. 55 ve 6085 sayılı Kanun m. 50'ye dayanan dava hakkında bu maddeler çevresinde inceleme yaparak sonucuna göre hüküm kurulmasına imkan vermek üzere dava dilekçesinin görevsizlik yönünden reddine karar verilmesi gerekirken davanın esas yönünden reddine karar verilmiş olması ve kanuna aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA ve temyiz peşin harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 27.4.1984 gününde oybirliğiyle karar verildi.
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Evlat Edinme] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hakkında 
  • 04.05.2025 15:37
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini