 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1983/963
K: 1983/335
T: 06.04.1983
DAVA : Taraflar arasındaki "iflas" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda (İstanbul 5. Asliye Ticaret Mahkemesi)'nce "İflas kararının ve durumunun kaldırılmasına olanak bulunmadığına" dair 16.2.1981 tarih ve 1981/115, 1981/40 sayılı hükmün temyizen incelenmesi, davalı borçlu şirket vekili tarafından süresinde istenilmesi üzerine; Yargıtay 12. Hukuk Dairesi'nin 2.4.1981 tarih ve 1981/1845-3313 sayılı ilamı ile, (... Borçlunun 30.6.1980 tarihinde iflasına ve bu tarihte iflasın açılmasına ticaret mahkemesince karar verildikten sonra iflas isteyen alacaklı iflas kararı kesinleşmeden 21.1.1981 tarihinde davadan feragat ettiğini bildirmiştir. İflasın açılması ile iflas kararı veren mahkeme hemen yapılması gereken işlemleri yapar. Bunlar tedbir niteliğinde işlemlerdir. İflas kararı hukuki sonuçlarını ancak kararın onanıp karar düzeltme süresinin de geçmesi ile yani iflas kararının kesinleşmesi ile doğurur. Bu sebeple iflas isteyen davacının Anayasa'nın 31., HUMK'nun 79 ve 91. maddeleri gereğince feragat hakkını kullanabilmesine mani yoktur. İİK'nda da bu hakkın kullanılmasını bertaraf eden bir hüküm ve kural mevcut değildir. 182. maddenin kesinleşmiş iflas kararları hakkında uygulanması mümkündür. Bu maddenin yorumu ile iflasın açılmasından itibaren davacının feragat hakkını kaldırmak veya sınırlamak mümkün değildir. Neticeten, iflas isteyen alacaklı hüküm kesinleşinceye kadar bu isteğinden feragat edebilir. Hukuk Genel Kurulu'nun 24.6.1972 tarihli kararı bu hususu belirlemiştir. Feragat sebebiyle gerekli kararın verilmesi gerekir iken, iflas kararının verilip ilan edilmesinden sonra iflas davasından feragat edilmeyeceğinden bahisle yazılı şekilde talebin reddine karar verilmesi isabetsizdir...) gerekçesine dayanılarak ve oyçokluğu ile bozularak dosya mahalli mahkemeye geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki hükümde direnilmiştir.
Temyiz eden : Davalı vekili.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra, gereği görüşülüp düşünüldü:
Davacı Kurum (... Kuruma 214.960,40 TL faizi ile borçlu davalı anonim şirketin tebliğ edilen iflas ödeme emrine itiraz etmediğini...) beyanla iflasına karar verilmesini istemiştir. Davalının iflasına dair 30.6.1980 tarihli hüküm, borçlu davalı vekili tarafından süresi içinde 3.10.1980 günlü dilekçe ile temyiz edilmiştir. Dosyanın temyiz incelemesi yapılması için Yargıtay'a 24.11.1980 günül gelmesinden sonra, alacaklı davacı kurum vekili genel müdürlüğün 20.1.1981 yazısını da eklemek suretiyle, borcun tamamen ödendiğini bu sebeple davadan feragat edildiğini 20.1.1981 tarihli ve Yargıtay 12. Hukuk Dairesi'ne hitap eden dilekçesi ile bildirilmiştir. Anılan özel daire, 2.2.1980 tarihinde, "Feragat sebebiyle icap eden kararın verilmesini teminen dosyanın tetkiksiz mahalline iadesine" karar vermiş, fakat 30.6.1980 tarihli hüküm hakkındaki temyiz isteğini incelememiştir. İstanbul 5. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 6.2.1981 gününde isteğin reddine dair verdiği karar Yargıtay 12. Hukuk Dairesi'nce 2.4.1981 tarihinde bozulmuş ve mahkeme önceki kararında direnmiştir.
Görülüyor ki mahkeme ile özel daire arasındaki uyuşmazlık (.... iflasa hüküm verildikten sonra fakat bu hükmün kesinleşmesinden önce, davadan vazgeçme biçiminde açıklanan irade ve isteğin hukuki sonuç doğurup doğurmayacağı, iflas hükmünü ortadan kaldırıp kaldırmayacağı...) noktasında toplanmaktadır.
Ferdi (cüz'i) icra biçiminde, alacaklı borçlunun mamelekine dahil belli mallara el koydurur. Bu takip şekli diğer alacaklıları ilgilendirmez. Toplu (külli) takip şeklinde ise, diğer alacaklılar devreye girerler. Borçlunun bütün mal ve hakları icranın konusunu teşkil eder. Diğer bir deyimle, "borçlunun memaleki alacaklıların müşterek rehni mesabesindedir" (İİK 311/1) İflas, hem tüm alacaklılar hem de borçlunun bütün mal ve hakları bakımından toplu (külli) takip biçimi ve tasfiye yoludur.
İflas davası alelade bir dava türü değildir; kendisine has özellikleri vardır. Konuya çözüm ararken bu özelliğin bilhassa gözetilmesi zorunludur. İflas hükümle açılır; açılma gün ve saati karar yerinde belirtilir. Mahkeme keyfiyeti hemen ve re'sen iflas dairesine bildirir. Durum ilan ve İİK'nun 166. maddesindeki yerlere bildirilir. Açılma anından itibaren iflasın gerek maddi hukuk, gerek iflas hukuku, gerekse usul hukuku açısından sonuçları ortaya çıkmaya başlar. Özellikle, müflisin tasarruf yetkisi kısıntıya uğrar; taraf olduğu akitlere etkili olur. Haczi caiz bütün mal ve haklar masaya girer ve bunlar iflas ile muaccel halegelen borçların ödenmesine tahsis edilir. Müflisin bu mal ve hakları üzerindeki tasarrufu alacaklılar yönünden hükümsüz hale gelir. İflasın açılması ile takipler durur ve kesinleşmesi ile de düşer; faizler müflise karşı işlemez (İİK 184, 186, 188,191, 192, 193, 194, 195,196). İflasın maddi hukuk açısından sonuçlarına dair BK'nun 261, 290/1, 371/1, 384/3, 397/1, 491, 502, 509, 510, 535/5. maddelerinde yazılı haller örnek olarak gösterilebilir.
İflas hükmü inşai bir karardır. Açılmış olan iflas herkese karşı etkili olup, iflaas davasını yürüten alacaklı bu nedenle bu konudaki tasarruf yetkisi ve kuvvetini kaybeder. İflasın açılması ile yapılması gereken işlemlerin tedbir niteliğinde olduğu, iflas kararının sonuçlarını ancak kararın kesinleşmesi ile doğuracağı görüşü iflas hukuku ile bağdaşmaz. Kanun tedbirler konusunda açık hükümleri muhtevidir. İİK'nun 159. maddesinde, hükümden önceki devrede alacaklının isteği üzerine alınması gereken muhafaza tedbirleri gösterildiği gibi; hüküm verildikten sonra fakat kesinleşmesinden önce alınacak olan muhafaza ve teminat tedbirlerinin neler olduğu, bu konuda hangi işlemlerin yapılacağı İİK'nun 208, 210, 211, 212, 213. maddelerinde belirtilmiştir. Bunlar dışında kalan işlemleri tedbir niteliğinde görmek ve saymak kabil değildir.
İİK'nun 164. maddesi; hükmün temyizinin iflasın ilanına, masanın teşkiline mani teşkil etmediği; ancak, ikinci alacaklılar toplantısının hüküm kesinleşmedikçe yapılamayacağı şeklindedir. Şu hale göre, müflisin masaya girecek mal ve hakları tesbit edilecek, alacaklılar tayin edilerek, belli süre içinde alacaklarını ve iddialarını bildirmek üzere davet olunacaklar, ilk alacaklılar toplantısı yapılacak, iflas idaresi teşkil edilecektir (İİK 218/2, 221, 223). İflas idaresi alacaklıların tahkik işini bitirince alacaklıları ikinci toplantıya ilanla davet ile bu kurula mufassal raporunu verir. 2. alacaklılar toplantısında malların paraya çevrilme usulü tesbit olunur. İşte İİK'nun 237. maddesinde belirtilen bu son safhaya geçiş, ancak iflas hükmünün kesinleşmesi ile kabildir; satış yapılamaz. Görülüyor ki; iflasın açıldığı andan bu safhaya gelişe kadar cereyan eden işlemleri tedbir niteliğinde saymak caiz değildir ve mutlaka yapılacaktır. Bu nedenledir ki, Yargıtay Özel Dairesi, iflas hükmünün temyizi üzerine icranın tehiri kararı dahi veremez. Yerine getirme bakımından, iflas hükmünün temyizi sonucunu beklemeye gerek yoktur. İflas hükmü bozulur ise, bozmadan önce yapılmış işlemler kendiliğinden ortadan kalkmaz; ancak, yeniden verilecek hükme kadar işlemlere devam kabil değildir, yapılmış olanlar olduğu yerde durur. Keza İİK'nun 182. maddesi hükmünün ancak kesinleşmiş iflas hükümleri hakkında uygulanabileceği iddiasının yasal dayanağını bulmak da kabil değildir. Anılan maddenin 2. fıkrasında açıklandığı gibi; iflasın açıldığı andan itibaren alacaklıların kaydı için gerekli sürenin sona ermesiyle beraber -İflas hükmü kesinleşmemiş dahi olsa - İİK'nun 182. maddesindeki şartlar oluşmuş ise, iflas kaldırılabilir.
İflas davasının diğer davalara benzetilmesi yolu ile vazgeçmenin, anayasal hak sayılıp, HUMK'nun 79, 91. maddeleri gereği, ayrıca önleyici bir yasa hükmü bulunmadığı gerekçesine dayanılarak sonuç doğuracağı ve geçerli olacağı hükmü, iflas hukuku ile bağdaştığı ölçüde uygulanabilir. İflasın hangi hallerde kaldırılacağı, hangi sebeplerle kapatılacağı İİK'nda açık hükümlerle düzenlenmiştir. Kanun neyin olacağını ve kabule şayan olduğunu zikrederken, tabii olarak neyin kabul edilemeyeceğini kaydetmeye gerek görmemiştir. Nitekim, mevzuatımızda vazgeçmeye hukuki değer verilemeyeceği haller sadece iflas hükmüne münhasır değildir. HUMK'nun 573-576. maddelerine göre hakim aleyhine açılmış tazminat davasında davacının davasından vazgeçmesinin davanın devamına engel değildir. Ortaklığın giderilmesi davasında davacı davasından vazgeçse bile, herhangi bir ortak takip arzusunu açıklar ise, mahkeme davaya bakmak zorundadır. HUMK'nun 34, 320. maddeleri dahi bir örnek olarak sayılabilir. Örnekleri çoğaltmak kabildir. O halde, vazgeçmenin kesin hükmün hukuki sonuçlarını doğuracağı ilkesi mutlak değildir. Pek çok istisnası da mevcuttur.
Vazgeçme iradesinin geçerli olup olmadığını incelerken, iflas hukukunda yer alan bir inceliği de gözden uzak tutmamak lazımdır. İflas davası bazı hallerde hasımsız olarak açılmaktadır. İİK'nun 178. maddesinde yazılı duruma düşen ve mevcudu borçlarını ödemeye yetmeyen borçlu, hasımsız şekilde açacağı dava ile iflasını istemeye mecburdur. Bu şekilde açılmış bir davada mahkeme iflasa hükmettikten sonra, borçlu istek sahibinin bu isteğinden vazgeçme iradesini açıklaması elbette hukuki sonuç doğuramayacaktır. Aksi fikrin savunulması bizzatihi İİK'nun 178. maddesine ters düşer. Aynı düşünceler İİK'nun 179. maddesindeki haller için de geçerlidir.
Konu ile ilgili olarak öğretide yer alan görüş tamamen aynı doğrultudadır. İflasa karar verildikten sonra isteğin geri alındığının vazgeçildiğinin beyan edilmesinin hukuki sonuç vermeyeceği, davayı açan ve karar alan kişinin artık tek başına onu durdurmaya gücünün yetmeyeceği, borçlunun bütün alacaklıları ile karşı karşıya geldiği için bir kısım alacaklıların tatmin edilmesi veya mehil alması yolu ile iflasının ortadan kaldırılamayacağı, iflas ile birlikte bütün mamelekinden el çekmiş borçlunun tüm alacaklılarının masa tarafından tatmini gerektiği, bir kısım alacaklı iradesi ile iflasın ortadan kaldırılmasının iflasın bünyesi ile bağdaşmadığı, mahkemenin hangi sebeple olursa olsun, iflas kararından rücu ile ona zıt yeni bir karar veremeyeceği, iflasın ancak bünyesi ile bağdaşmadığı, mahkemenin hangi sebeple olursa olsun, iflas kararından rücu ile ona zıt yeni bir karar veremeyeceği, iflasın ancak İİK'nun 182. maddesine göre kaldırılabileceği görüşü öğretinin ortaklaşa savunduğu fikirlerdir (Sıtkı Akyazan - İcra ve İflas Kanunu'nda Yeni Değişik Hükümler Üzerinde İnceleme ve Açıklamalar - 1975, Sh. 117), (Necmettin Berkin - İflas Hukuku Dersleri - 1960 Sh. 92, 97, 127; İcra ve İflas Hukuku Rehberi - 1983 Sh. 39), (Burhan Gürdoğan - İflas Hukuku Dersleri - 1966 Sh. 46, 62), (Baki Kuru - İflas, Konkordato Hukuku 1971, Sh. 69, 84, 554; İcra ve İflas Hukuku- 1983 Sh. 583; HUMK - 1974 - Sh. 552), (Senai Olgaç - İcra İflas -Cilt II - 1977 - Sh. 1323), (İlhan E. Postacıoğlu - İflas Hukuku İlkeleri, Cilt I - 1978-Sh. 33), (Talih Uyar - İcra Kanunu Şerhi , 1975 - Sh. 1743, 1773), (Saim Üstündağ - İflas Hukuku Dersleri - 1975, Sh. 31).
İflas hükmü tefhim edildikten, yani iflasın açılması kararından sonra, iflas hükmü kesinleşmiş olsun veya olmasın, iflasın kaldırılması ve borçlunun serbestçe tasarruf yetkisini kullanması saadetinde mallarının kendisine bırakılabilmesi, bütün alacaklıların isteklerini geri aldıklarına dair beyanname vermelerine veya tekmil alacakların ödendiğini kanıtlayan bir belge ibrazına ya da konkordatosunun tasdik kararının varlığına bağlıdır. "İflasın kaldırılması" başlığını taşıyan İİK'nun 182. maddesi hükmünün gereği budur.
Genel hükümler uyarınca açılmış ve hükme bağlanmış bir dava ancak taraflarını ve onların haleflerini etkilediği halde, iflas hükmü yalnız bu davanın tarafları ile değil, müflisin alacak ve hatta borçlularının hukuku ile çok yakından ilgilidir. İflasın toplu (Külli) takip ve tasfiye yolu olması, müflisin tasarruf ve ödeme yapma yetkisinin kısıtlandığı, hatta bir bakıma ortadan kaldırıldığı gözönüne alındığında, sadece bir alacaklıya ödemede bulunması sebebi ile ya da başka bir saikle açıklanan vazgeçme iradesinin, diğer alacaklılar zararına sonuç vermesi kabul edilemez. Ve bu yolla bir veya birkaç alacaklıya tercihli imkan ve hak sağlanamaz. Müflisin böylece bir veya birkaç alacaklıyı tatmin ile onlara olan borcunu itfa ederek davadan vazgeçmelerini sağlayıp iflas hükmünü bertaraf etmesi, "diğer alacaklıların zararına hareketi, masaya girmesi gereken malın kaçırılmasını, diğer alacaklılarla bölüşülmesini önlemeyi teşvik etmek ve yasal saymak" olur ki, bu hal İİK'na ve hatta iyiniyet ve doğruluk kurallarına uygun düşmeyeceği için himaye edilemez. Nitekim, İİK'nun 311. maddesi, "alacaklıların müşterek rehni makamında olan malların tamamen veya kısmen kaçırılması" 5. bendde tarif edilen biçimde "alacaklıların zarara sokulması" hallerinde hileli iflasın varlığını kabul ile müeyyideye bağlamıştır.
Bütün bu açıklamalar göstermektedir ki, iflasın açılmasından sonra ödemeye ya da başka bir nedene dayanan vazgeçme istek ve iradesi iflas hükmünün ve iflas halinin ortadan kaldırılması sonucunu doğurmaz, iflasa ait hükümlerin uygulanmasını engellemez.
O halde, usul ve yasaya uygun direnme hükmünün onanması gerekir.
SONUÇ : Davalı vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile yukarıda yazılı nedenlerle usul ve kanuna uygun direnme kararının (ONANMASINA), 500 lira temyiz ilam harcının davalıdan alınmasına, onama kararı kesinleştikten sonra, 30.6.1980 tarihli hükme yönelik temyiz incelemesinin yapılmasını teminen dava dosyasının Yargıtay 12. Hukuk Dairesi'ne gönderilmesine, 6.4.1983 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.