 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1983/4
K: 1983/14
T: 19.01.1983
DAVA : Taraflar arasında "manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 13. Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 1.11.1977 gün ve 1976-256-19777/523 sayılı kararının incelenmesi, davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 4.12.1978 gün ve 1978/2243/13615 sayılı ilamıyla; (... Basının hür olduğunu ve sansür edilemeyeceğini söyleyen Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 22. maddesinin 3. fıkrası, basın ve haber alma hürriyetinin, Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünü, kamu düzenini, milli güvenliği ve milli güvenliğin gerektirdiği gizliliği veya genel ahlakı korumak, kişilerin haysiyet, şeref ve haklarına tecavüzü, suç işlemeye kışkırtmayı önlemek veya yargı görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesini sağlamak için kanunla sınırlanabileceği ilkesini benimsemiştir.
5680 sayılı Basın Kanununun 16. maddesi; "Basın yolu ile işlenen suçlardan dolayı cezai sorumluluğu"; 17. maddesi de; "Basın yolu ile işlenecek fiillerden doğacak maddi ve manevi zararlara ait hukuki sorumluluğu" düzenlemiş bulunmaktadır.
O halde, davada çözümlermesi gereken husus, davalıların basının özgür bulunduğuna dair kurala dayanarak yayınladıkları yazı dolayısıyla yine Anayasa ile teminat altına alınmış olan kişinin haysiyet, şeref ve haklarına tecavüzde bulunup bulunmadıklarının tesbitinden ibarettir. Bu açıdan yazı tekrar incelenince davalıların davranışının haber verme, kamuyu aydınlatma görevinin sınırlarını aştığı kendiliğinden ortaya çıkar. Çünkü, yazıda geçen "onbir yaşında (M.T.) okuldan dönünce annesini bulamamış ve aranırken samanlıktan bazı sesler geldiğini duymuştur. (M.T.)., annesi ile mustakbel eniştesini otların arasında kendilerinden geçmiş vaziyette sevişirken görmüş ve olduğu yerde donup kalmıştır. Taşlaşmış bir şekilde donakalan oğluğu gören anne ise hemen toparlanmış ve sevgilisine "çabuk toparlan, bu oğlanı yakala" demiştir. (Y.A.) korkuyla bekleyen (M.T.) in üzerine atılmış ve çocuğun yalvarmalarına aldırış etmemiş ve kayasıya vurmaya başlamıştır. Canavar ruhlu annenin oğlu kanlar içinde yatarken kılı bile kıpırdamamış, sevgilisinin (M.T.)'in başını taşla ezmesini seyretmeye başlamış. İddiaya göre (Y.A.) çocuğu öldürdükten sonra hiçbir şey olmamış gibi (A.T.) ile bir daha sevişmiştir. Daha sonra cesedin üzerini samanlarla kapayarak evlerine giden katil sevgililerden (Y.A.) gece samanlığa gelerek cesedi almış ve köy ağılına atmıştır. Jandarmanın yaptığı soruşturmada, olay bütün açıklığıyla ortaya çıkmış, (Y.A.) ve (A.T.) cinayeti nasıl işlediklerini en ince ayrıntılarına kadar anlatmışlardır" sözleri, olayın akışına, eşyanın tabiatına ve Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 1976/89 sayılı dosyası münderecatına tamamen aykırıdır. Olay 12.1.1976'da vuku bulmuş, Ankara Cumhuriyet Savcılığının 26.2.1976 tarihli iddianamesi Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinde 30.3.1976 günlü otorumda okunmuş ve (H.) Gazetesinin 6.4.1976 günlü nüshasında olayla ilgili haber yayınlanmış olması itibarıyla şekil bakımından davalıların davranışı 5680 sayılı Basın Kanununun 30 maddesi hükmüne uygun ise de, yazının ihtiva ettiği sözler ve taşıdığı isnatlar tamamen davalıların Anayasa'nın 22.maddesi ile korunan haysiyet, şeref ve haklarına tecavüz eden niteliktedir. Zira, küçük (M.T.) samanlıkta değil, ağılda öldürülmüştür. Davacılar köyde değil, Polatlı'da oturmaktadırlar. (Y.A.), (M)'yı avlanmak bahnesi ile köye götürmüş, ağılda ırzına geçmiş, başını taşla ezerek öldürdükten sonra cesedi saklamıştır (A)'un oğlu öldürülmesi ile ilgili herhangi bir itirafı yoktur. Bütün bunlar gazetede yayınlanan haberin gerçekleri yansıtmadığının açık ve kesin delilleridir. (Y.A.)'in bizzat işlediği ırza geçme ve öldürme fiilinden sıyrılacağı veya cezasının hafifleyebileceği ümidiyle ileri sürdüğü ve birbirini tutmaz savunmalarına dayanılarak dosya münderecatına, akla ve mantığa, tabiatı eşyaya aykırı isnatlara mahza hakikatmış gibi sarılmak ve (A)'un bu yolda hiçbir beyanı, dosyada (Y)'ın isnatlarını teyit davacıların haysiyet, şeref ve haklarına tecavüz teşkil edeceği açık bir gerçektir. Hiçbir incelemeye dayanmadan böyle bir haberi yayınlanmasında ağır kusurun varlığı ise geniş izahatlarda bulunmayı gerektirmeyecek kadar aşikardır. Ancak olayın vehameti, haberin veriliş şekli itibarıyla evrak içinde mevcut Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 1976/89 sayılı dosyasına eğilmekte hatanın ağırlığının izahı bakımından faide vardır. Bu dosya içindeki 3.1.1976 gününe kadar katil (Y.)'ın defaatle kendisinden sorulmasına rağmen olayla ilgili bir açıklamada bulunmadığı görülmektedir.3.2.1976 ve 7.2.1976'da alınan ifadelerinde dahi (M.)'yı hiç görmediğini, babasından para alabilmek düşüncesi ile kaçırılmış olabileceğini söylemiştir. 7.2.1976 tarihinde şüphelerin kendisi üzerinde toplamasından sonra ikinci defa alınan ifadesinde belki de hakikate en yakın olan şeyleri anlaştmıştır. Sanık (Y.A.) bu ifadesinde, "... kayınpederinin bir türlü (N.) ile düğünlerin yapılmasına muvafakat etmediğini, kayınvalidesinin tutumunun da değiştiğini, (M.)'nın da daha evimize gelmiş diye sövdüğünü, onun bu hareketinin kayınvalidesi ile son olan ilişkini görmesinden veya nişanlısı (N.)'nın sağ dirseğinden bıçakla yaralamasından ileri geldiğini tahmin ettiğini, (M.)'yı öldürmeye karar verdiğini, onun av merakından faydalanarak kardeşi (N.) "Karaağaç tarafında avlanmaya gitti, biz de gidelim " diye kandırarak Basri Köyünün Karaağaç mevkiindeki ağıllarına götürdüğünü, orada yumruk ve tekme ile vurarak baygın bir hale getirdikten sonra belden aşağısını soyaak iki kere ırzına geçtiğini, sonra iyice ölmesi için taş ocaklarına taşıdığını söylemiş ... "8 ve 17 Şubat 1976 tarihinde C.Savcısı tarafından alınan ifadelerinde zabıta verdiği beyanını doğruladığı gibi 8.2.1976 günlü Polatlı Sulh Ceza Mahkemesinde verdiği ifadesinde de evvelce verdiği ifadelerin doğru olduğunu, hiçbir tazyik ve tesir olmaksızın sorguya çekildiğni açıklamıştır. Sanık (Y.A.) mahkemeye sevkinden sonra Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesine verdiği 28.2.1976 günlü dilekçe ile Ağır Ceza Mahkemesinde savunmalarında eski ikrar ve ifadelerini inkar ile (M.)'yı kayınvalidesi (A.)'un zehirlediğini, başına odunla vurup öldürdüğünü, kendisinin sadece (M.)'nın cesedini ağıla taşıdığını ileri sürmüş, Ağır Ceza Mahkemesince bu beyanların cezadan kurtulmayı amaçlayan tutarsız sözler olduğu kabul edilmiş ve itibar edilmemiştir. Şu açıklama da, (Y.A.)'in (M.)'nın cesedi karşısında sevgilisi ile cinsi münasebette bulunacak derecede insanlıktan uzaklaşmış canavarlaşmış bir davranış içinde olduğuna dair bir beyanın bulunmadığını göstermektedir.
Hatta dosya iyice incelendiğinde (Y.A)'ın müstakbel kayınpederinden imzasız mektupla para koparmaya çalışan, nişanlısı (N.)'ya karşı haşin davaranan tutarsız bir kişi bulunduğunu, ailenin en küçük ferdi olmasına rağmen en erken anlayanın (M.) olduğu ve (Y.)'ın hakaretle evden kovduğu ve bir daha eve gelmemesini söylediği ve nişanın (M.)'nın uyarısı ile bozulacağı endişesine kapılan sağının (M.)'yı ırzına geçmek ve öldürmek suretiyle cezalandırdığı açıkça belli olmaktadır. Bir basın organından tecrübeli bir hukukçu gibi ağır ceza dosyasını bütün teferruuatı ile inceleyip dosya münderecatına göre haber vermesi gerektiği beklenmese, haber verme amacı ile hareket edildiği kabul olunsa dahi, kişilerin haysiyet, şeref ve haklarına tecavüz teşkil edecek derecede ağır, olayın objektif anlatma dışında kişiyi halkın husumetine maruz bırakacak şekilde verilmesi de mümkün değildir. Böyle bir davranış içinde olan davalıların haber verme görevlerini yaptıklarının ve kusursuz olduklarının kabulü mümkün değildir. Çünkü hiç bir ana gazetede yazıldığı gibi bir olaya tanık olup da oğlunun cesedi başında sevgilisi le cinsi münasebette bulunamaz. Bu derecede canavarlaşamaz. Kaldı ki, dosyada bu haberi doğrulayabilecek, (Y.)'ın olaydan çok sonra ileri sürdüğü isnad dışında bir delil de yoktur. Hal böyle olunca bu çok ağır nitelikteki yorumların gerçekleşmiş bir olaydan gibi yayınlanmasına basın hürriyeti de hak vermez. Bu yayımla yapılan yüklemelerin hakkında yayım yapılan kişinin davranışları konusunda kesin ve yeterli delillere dayanması zorunludur. Davalıların ise böyle bir davranış göstermedikleri açıktır. Salt basın hürriyeti ve haber verme görevi, davalıların kusurlu davranışlarına ve davacıların haysiyet, şeref ve haklarına tecavüz imkanı sağlanamız. Bu Anayasal kişilik hakları haksız olarak tecavüze uğrayan kimse Tk Medeni Kanunun 24. maddesi gereğince hakimden tecavüzün men'ini talep edebileceği gibi, maddi ve manevi tazminat da isteyebilir. Davalıların davranışlarındaki Anayasa'ya, Basın Kanununa aykırılıklar yukarıda etraflıca açıklanmıştır. Davacıların, davalıların bu davranışlarını haklı kılacak hiçbir tutum ve tahrikleri de olmamamasına göre, davalıların hatalarının haklı kılacak hiçbir tutum ve tahrikleri de olmamasına göre, davalıların hatalarının hususi ağırlığının varlığının kabulü zorunludur. Basın hürriyeti hiçbir zaman davacıların haysiyet ve aile şereflerine bu dereece ağır tecavüze hak veremez. Bu nedenlerle Borçlar Kunununun 49. maddesindeki hatanın hususi ağırlığının ve manevi tazminat istemekte haklı olduklarını kabulü zorunlu iken Anayasa'nın ve Basın Kunununun tanıdığı hakların kullanıldığından söz edilerek davanın reddine karar verilmesi bozmayı gerektirir..." gerekçesiyle bozularak dosya yerine çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden; Davacılar vekili.
... Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki kağıtlara, gösterilen gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen sebeplerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, oyçokluğu ile karar verildi.