 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E: 1983/9
K: 1983/530
T: 10.10.1983
DAVA : Dosya kapsamına ve toplanan delillere göre; sanık, Bodrum Turgut Reis Ortaokulu mutemetliği görevini ifa etmekte olan 14 senelik bir memurdur. Olay gecesi, bu okul öğretmenlerinden arkadaşı D.A.L. adlı şahısla bir lokantada içki içerek sarhoş olmuş ve ona halinden bahisle kendisini evine götürmesi ricasında bulunmuştur. Adı geçenin refakatinde kokantadan çıkarak yol üzerindeki heykelin önüne geldiğinde, arkadaşı ile birlikte platform üzerinden bir süre heykeli seyretmiş ve eve doğru giderken, 15-20 metrelik bir mesafe katettikten sonra aniden yalnız başına geri dönmüş, çim ve çiçekler arasından geçerek heykelin arka tarafına yönelmek suretiyle çıktığı platformda pramit şeklindeki heykel kaidesine doğru idrarını boşaltmıştır.
Olay bundan ibaret olup, dosyadaki deliller, oluşu başka şekilde izah ile yorumlamaya müsait değildir.
Herşeyden önce şu hususu belirtmek gerekir ki; Yüce Atatürk'ün heykeline kasıtlı olarak işeyerek onu kirletmek hoşgörü ile karşılanması mümkün olmayan bir davranış tarzıdır. Bu çeşit bir eylem, 5816 sayılı Kanunda öngörülen suçu oluşturur.
Olayımızda yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlığın konusu, kasti olmayan bir davranışla Atatürk heykelinin kirletilmesi halinde de sanına ceza verilip verilemeyeceği, kanunda öngörülen suça ait kastın ne olması gerekeceği ve ihtiyarı ile (isteyerek) sarhoş olan sanığın kastının araştırılıp tartışılması icap edip etmeyeceği hususlarına ilişkin bulunmaktadır.
Zira; soruşturma aşamalarında "sanığın, Atatürk'çü bir kişi olup, Atatürk için şiirler yazdığı, olay anında kendisini bilmeyecek derecede sarhoş olduğundan heykele işeyip işemediğini bile hatırlayamadığı, suç konusu heykelin yapılması için kurulan derneğin üyesi olduğu, heykelin yapılması işine maddeten ve manen katıldığı, yalnız bu heykele değil, daha önce Ortaokulda yapılan Atatürk büstü için de maddi-manevi katkılarla bulunduğu, düşünce yapısı itibarıyla olayda iradi, kasti davranışdan söz edimeyeceği vb.) hususlarda sardedilen savunmalar ve bu savunmaları kısmen teyit eden ve Turgut Reis Ortaokulu Müdür tarafından sanığa gönderilen (Cumhuriyetimizin kurucsu, devrimlerin yaratıcısı büyük kurtarıcımız, en büyük Türk aziz Atatürk'ün okulumuz bahçesine oturtulan bastünün ve kaidesinin yapılışı sırasında göstermiş olduğunuz bahçesine oturtulan büsbütün ve kaidesinin yapılışı sırasında göstermiş olduğunu kişisel çaba, maddi ve manevi yardımlarından dolayı teşekkürle taltif edildiniz) şeklindeki mübrez 13 Temmuz 1972 gün ve 232.1-127 sayılı belgeye rağmen, yerel mahkeme soruşturmanın soruşturmanın genişletilmesine ilişkin istekleri reddittiği gibi, 5816 sayılı kanun kapsamından (kirletmenin hakaret kastı ile yapıldığı anlamını çıkarmak mümkün değildir. Mücerret kirletmenin ceza müeyyidesi altına alındığı açıktır) yolundaki görüşle sanığın tecziyesi cihetine gitmiş; Özel Dairede çoğunluk görüşüne katılmayan Üyeler de; (sanığın ihtiyarı ile sarhoş olmasının meydana gelen fiile etki yapmayacağını) belirtmişlerdir.
Bu görüşe katılmak mümkün değildir. Şöyle ki;
5816 sayılı Kanun, Yüce Atatürk'ün hatırasına ve heykellerine ısrarlı şekilde tecavüzler yapıldığı bir devirde, Ceza Kanunumuzda mevcut müeyyidelerin bu tecavüzleri yeterince önlemediğinin anlaşılması üzerine çıkarılmıştır.
Nitekim, kanunun gerekçesinde; "Milli mücadelenin kahramanı ve memleketin kurtarıcısı Atatürk, Cumhuriyetin ve inkilaplar rejiminin sembolü olması hesabıyla hatırasına, eserlerine ve onu ifade eden varlıklara vaki olacak tecavüzler, bilvasıta, Cumhuriyeti ve inkilaplar rejimine tevcih edilmiş bir mahiyet arzedeceğinden, bunlara karşı işlenen ve amme efkarında derin akisler yaratmakta olan suçların failleri hakkında mevzuatımız hususi hüküm ve müeyyideleri ihtiva etmemekte ve Cumhuriyet Savcılarının re'sen takibata girişmelerine müsait bulunmamaktadır... TCK.nun 480 ve e482. maddelerine göre; faillere verilecek ceza, miktar ve mahiyet itibarıyla Atatürk'ün manevi varlığına tecavüz edenler hakkında vicdani ammeyi tatmin edecek yeterlilikte görülmediğinden, bu tasarının hazırlanmasına lüzum hasıl olmuştur... Tasarının 1. maddesi, Atatürk'ün manevi varlığına tecaavüz edenler hakkında vicdani varlığını tahkir, tezyif edenlerle, onun manevi varlığına tecavüz edenler hakkında vicdani varlığını tahkir, tezyif edenlerle, onun manevi varlığına ne suretle olursa olsun tecavüzde bulunanların bu suçların amme efkarında yarattığı aksülamellere mütenasip bir ceza müeyyidesine çarptırılmasını hedef tutan hükümleri ihtiva etmektedir. Maddenin 2. fıkrasında resim, heykel, büst gibi Atatürk'ü temsil eden eşyayı veya Atatükk hakkındaki sair eserleri hakaret kastıyla kıran, bozan, kirleten veya buna benzer tecavüzde bulunanlar hakkında ceza uygulanacağı tesbit olunmuştur..." denilmektedir.
Tasarının TBMM.'de müzakeresi sırasında bazı eleştirileri cevaplandırmak üzere söz alan devrin Başbakanı; "... Atatürk ne yaptı? Hepimiz burada sevdiğimizden, saydığımızdan bahsettik, büyük eserler yaptı dedik. Bunda hepimiz beraberiz, müttefikiz. Buna rağmen aramızdan ayrılmış, hakkın rahmetine kavuşmuş bir insanın, bir Türk büyüğünün maruz kalmakta olduğu hakaretleri önlemek ve bunun memlekette yarattığı teşevüşü, fikirlerde, vicdanlarda yaptığı huzursuzluğu önlemek için tedbir almak mevzuu bahis... Atatürk'ün hatıraları, eserleri, başarıları, bu memleket için büyük bir kıymet ifade ediyorsa ve onlara taarruzvaki olduğu takdirde milli vicdan bundan muzdarip oluyorsa, on bu gibi taarruzlardan masum kılmak icap eder... Bizim maksadımız: Tenkit hürriyetini, fikir hürriyetini takyit etmek değil, tahkir ve terzil hürriyetini ortadan kaldırmaktadır. Biz, bunu istiyoruz... Hakaretleri önlemek için yapılmış bir kanundur. Buna niçin lüzum gördük? Arzedeyim; Kırşehir'de bir heykelin burnuna çekiç vuruluyor, İstanbul Kırşehir'e akın ediyor. Filan yerde gene bir heykelin bir tarafı kırılıyor. Bütün gazeteler bunu mevzu olarak ele alıyor. Falan yerde heykele bir yafta yapışıyor, bütün gazelerin ayakta olmasıiçin haklı mevzuu. Bu meleketin manevi cephesini yıpratmak isteyenler elbette vardır... Bir tecavüzü ile memleketi heyacana sevkedip bir heyecanı istismar etmek isyetenler bulunabilir... Bir gecede elli tane heykele hücum edebilmek ve memlekette fevkalade hal vardır manzarasını uyandırmak ve memleketi baştan başa heyacana sevketmek zor bir iş değildir. bütün bunları vaktinde hesap etmmek ve kanuni tedbirlerini almak mecburiyetindeyiz" diyerek, sözkonusu kanunun çıkarılış amacını açık bir şekilde belirtmiştir.
Bu açıklamalar gözönünde tutulduğunda; kirletmenin Atatürk'ün manevi varlığını, onun yarattığı Cumhuriyet ve inkılaplar rejimini, eserlerini... tahkir kastıyla yapılıp yapılmadığı hususunun araştırılıp belirlenmesi lüzumu ortaya çıkmaktadır.
Olayın cerayan tarzı bakımından (sanığın ihtiyari sarhoş olmasının meydana gelen fiilde etki yapıp yapmayacağı araştırılıp belirlenmesi lüzumunu ortaya çıkmaktadır.
TCK.nun 48. madde ilk fıkrasında; (suçun işlendiği esnada arızi bir sebepten dolayı 46 ve 47. maddelerde münderiç akli maluliyet halinde bulunan kimseler hakkında o maddedeki ahkam tatbik olunur) denildikten sonra, ikinci fıkrasında; (ihtiyari sarhoşlukla veya ihtiyari ile kullanılan uyuşturucu madde tesiri ile işlenen fiiller bu madde hükmünden harictir) şeklindeki hükme yer verilmiştir.
Suçu cesaretle işlemek fikriyle isteyerek sarhoş olmak, yani tasarlanmış sarhoşluk hali dışında, ihtiyari sarhoşlukta iki vaziyet sözkonusu olabilir. Bunlardan 1.si; kasten sarhoşluktur ki, fail hem alkollü içkiyi, hem de sonuncunda sarhoş olmayı ister. Diğer bir deyimle, failin iradesi hem sebebi, hem de niteceyi kapsar, 2.si ise; taksirli sarhoşluktur. Bu gibi hallerde fail içki içmeyi ister, fakat bünyesinin dayanabileceğini düşünerek, bunun sonucunda sarhoş olmayı istemez. İradesi sebebe ilişkinse de, neticeyi kapsmamaktadır.
Tasarlanmış sarhoşluk halinde actiones libarea in causa hükümleri uygulanacağından mesele yoktur. Fakat isteyerek sarhoşluğun diğer iki halinde isnad yeteneğinin ne suretle ve hangi sebebe dayanarak kabul edileceği hususunda ise doktrinde birlik yoktur.
Ceza Kanunumuz anlayabilme ve isteyebilme yeteneği şeklinde açıkladığımız bir esası benimmemiş, isnad yeteneğini bu temele dayandırmışdır. Şu halde 48. maddenin son fıkrasını, irade serbestliği esasını ahlaki-manevi sorumluluk prensibine getirilen bir istisna olarak değil, yeteneği hakkındaki kanunun görüşünün bir uygulama şekli olarak anlaka uygun olur.
Kanunumuz, her türlü tereddüdü ortadan kaldırmak ve isteyerek sarhoşluğun bir özür sayılmasını kesin olarak önüne geçmek için bu açıklama hükmünü koymuştur.
Tam sarhoşluk durumunda olan bir kimsemin de suçu işlediği anda kendisinde kasıt mı, yoksa taksir mi bulunduğunu araştırmak ve ona göre sorumluluğunu belirlemek gerekir. Kanunumuzun 48. maddesinin son fıkrası böyle bir anlayışa engel değildir. Gerçekten bu fıkra, isteyerek sarhoş olanlar hakkında aynı maddenin 1. fıkrasının uygulanmayacağını, yani sarhoşun isnad yeteneğinde bir değişiklik meydana gelmeyeceğini belirtmektedir. Fakat manevi unsur sadece isnad yeteneğini değil, kusurluluğu da kapsamına almaktadır. Oysa, 48. maddenin son fıkrası isnad yeteneği problemini çözümlemekle yetinerek, kusurluluk konusunda bir hüküm getirmemektedir. Böyle olunca, isteyerek sarhoş olan kimsenin kusurluluk derecesini araştırmak, kasıtlı mı, taksirli mi, hatta kastın aşılması haliyle mi hareket eylediğine bakmak ve ona göre sorumluluğunu belirlemek gerekir (Dönmezer-Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, 7. Bası, S.235 ve devamı).
Binaenaleyh, ihtiyari ile (isteyerek) sarhoş olan sanığı işlediği fiildeki kastını araştırmamak, daima kasıtla hareket ettiğini kabul etmek doğru olamaz.
Tüm bu hususlar gözönünde tutulup, Özel Daire bozma kararında belirtilen soruşturmalar yapılarak, sanığın geçmişteki tutum ve davranışları itibarıyla açıklığa çıkacak kişiliği, fikir ve düşünce yapısı ve fiilin işlendiği sıradaki şartlar nazara alınmak suretiyle, iradi olarak Atatürk'ün hatırasını, onun yarattığı Cumhuriyet inkilaplar rejimini, eserlerini ... tahkir kastıyla hareket edip etmediğinin takdiri gerekirken, eksik soruşturmaya istinaden yşazılı düşencelerle hüküm tesisi yasaya aykırı bulunduğundan, sanığın temyiz itirazlarının kabulü ile direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Üyeler; Suç yerinde sanığın idrarını boşaltmaya daha elverişli boşluklar, 50 metre kadar ileride deniz de olduğu halde, geri dönüp merdivenleri de çıkararak heykelin kaidesine doğru işmesi olayında sanığın bilinçli olarak ve Atatürk heykelini kirletmek amacı ile hareket ettiğini kabulde zorunluluk bulunduğunu) ileri sürerek, direnme hükmünün onanması gerektiği yolundaki oy kullanmışlardır.