Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1983/1998
K: 1983/2984
T: 21.03.1983
DAVA : Taraflar arasındaki destekten yoksun kalma tazminatı davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı 345.863 lira 80 kuruşun faziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya ödenmesine fazla isteğin reddine ilişkin hükmün süresi içinde davalılar avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine; tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor okunduktan sonra, dosya incelendi, gereği konuşuldu:
KARAR : 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir yolsuzluk görülmemesine göre, davalı Hüseyin'in temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Haksız eylemin unsurlarından birisi ve en önemlisi de illiyet (nedensellik) bağıdır. Zararla eylem arasında nedensellik bağının mevcut olması demek; zararın, eylemin bir sonucu olarak ortaya çıkması, yani eylem olmadan zararın meydana gelmeyeceğinin muhakkak olarak görülmesi demektir. Diğer bir deyimle, verilen zararın tazmin borcu doğurabilmesi için zararın, kendisine tazmin mükellefiyeti bağlanan olayın bir sonucu olarak görülmesi, bu ikisi arasında uygun bir neden-sonuç bağı bulunması gerekir. Eylemle zarar arasında böyle bir bağın var olup olmadığı herşeyden önce mantık kurallarına göre belirlenir. Bununla beraber mantıki illiyet bağı kesin ve belirli olduğu hallerde dahi eylemi işleyeni eylemin bütün sonuçlarından sorumlu tutmak adalet duygusuna aykırı olabilir. Bu konuda çeşitli nazariyeler ileri sürülmüştür. Bu nazariyelerden biri de (uygun illiyet nazariyesi) dir. Uygun illiyet nazariyesi hem bilimsel görüşlerde baskın görüş olarak benimsenmiş ve hem de İsviçre ve Türk uygulamasında kabul edilmiş bulunmaktadır.
Uygun illiyet nazariyesi uyarınca eylem, niteliği itibarıyla olayların doğal ve alışılmış (mutad) akımına ve hayat deneyimlerine (tecrübelerine) ve objektif olasılığa (ihtimale) göre, meydana gelmiş olan zarar türünden bir zararı doğurmaya elverişli (salih) ise, o eylemle zarar arasında uygun illiyet rabıtası var demektir. Diğer bir deyimle sonuç, niteliği itibarıyla eyleme ve olaya uygun olmalı, onun uygun bir sonucu olarak görülmelidir. Eğer sonuç, olayların doğal akımına ve hayat denemelerine göre beklenilmeyecek bir nitelikte ise, mantıki anlamda bir illiyet bulunmasına rağmen eylemi ileyen bu türden anormal, atipik, illete uygun olmayan sonuçtan dolayı sorumlu tutulamaz (Tuhr-Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, Cevat Edege Çevirisi, Yargıtay Yayını No: 15, Sayfa 86 vd.) (K.Tunçoğmağ-Türk Borçlar Hukuku Cilt I- Genel Hükümler 1976- Sayfa 450 vd.) (Tandoğan -Türk Mesuliyet Hukuku-1961-sayfa 75 vd.)(Selim kaneti - İsviçre Federal Mahkemesinin Borçlar Hukuku Kararları Cilt I-1968 sayfa 113 vd.ndaki F.M.Kararları). O halde, zararın gerçekte başka şekilde meydana geldiği ispat edilirse, illiyet bağının kesilmesi söz konusu olur. Çünkü tazmin borcu, illiyet bağının dışına çıkamaz.
Bu yön üzerinde kısaca durulduktan sonra, davanın çözümüne etkisi olması bakımından (illetlerin içtimaı) kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır. Birden çok sebebin ortak etkisiyle sonucun meydana gelmesi çeşitli şekillerde olabilir:
A) Ortak İlliyet (Müşterek İlliyet):
Birden çok sebeplerin birleşmesiyle zarar doğmuş ise, buna ortak illiyet denir. Bu halde sebeplerden yalnız biri zararlı sonucu doğurmaya yetmez; diğer olayların da buna katılması gereklidir. Örneğin; iki hırsızdan her birinin tek başına taşıyamayacakları bir kasayı ikisinin birden taşıyıp çalmaları halinde olduğu gibi, burada ortak illiyet sözkonusu olduğundan, her iki hırsız da BK.nun 50. maddesi hükmünce zarardan müteselsilen sorumlu tutulacaktır. Bu katılma bazen anılan 50. madde hükmünce fail, yardımcı (fer'an zimmethal) ve kışkırtıcı (mütevvik) olarak yapılmış bir hareketten ibaret olabilir. Bu haller tam teselsül olarak nitelenir.
Ancak, birden çok sebepleri ihdas edenlerin birbirinden haberdar olmamaları, önceden aralarında anlaşma bulunmaması halinde tam değil eksik (nakıs) teselsül söz konusu olur (BK. m.51). Örneğin, bir gölün kıyısında ayrı ayrı çalışan iki fabrikanın bu göle akıttığı pis sulardaki zararlı maddelerin karışımı göldeki balıkların ölümüne sebep olursa; ya da birçok fabrikaların bulunduğu sanayi bölgelerinde her fabrika bacasından çıkan zararlı gazların civardaki tarlalara ve bahçelere verdiği zararlarda nakıs teselsül kuralınca her fabrika zararın tümünden sorumlu tutulabilir (Tandoğan-age-84;Tuhr-age-89-; Dr; Dr. Metin Gürkanlar, Bir zarara neden olan birden çok kişinin sorumluluğu Ankara 1982/sh. 62-66). Ancak her fabrikanın eylemi ile tek başına zarar doğuyar ise, o takdirde ortak illiyet sözkonusu değildir, birlikte illiyet mevcuttur.
B) Birlikte (Müterafik-Kümülatif) İlliyet:
Birbirinden bağımsız olan bir çok nedenler tek ve aynı zararı meydana getirdiği ve bunlardan her biri yalnız başına bu zararı husule getirmeye yeterli olduğu takdirde, birlikte illiyet söz konusu olur. Yukarıda verilen örneklerde her fabrikanın eylemi bağımsız olarak diğerinin iştiraki olmaksızın zararın doğmasına sebep oluyorsa, bunlardan her biri kendilerinin eylemi bulunmasaydı dahi aynı zararlı sonucun doğacağını savunarak sorumluluktan kurtulamayacaktır. Bu durumlarda BK.nun 50. maddesindeki tam teselsül hali söz konusudur.
C) Seçimlik (Tevali Eden-Alternatif) İlliyet:
Zararın, birçok nedenlerden yalnız biri tarafından doğmuş olması olanağı bulunmasına rağmen bu nedenin hangisi oludğu saptanamaması halinde seçimlik illiyet söz konusudur. Bu durumlarda kimin ne şekilde sorumlu tutulacağı hususunda bir ayırım yapılması gerekir.
Birçok (müteaddit) sebepler bir birlik (vahdet) görüntüsü arzetmiyor ise; meydana gelen zararlardan kimse sorumlu değildir. Örneğin; şehirler arası bir yol üzerinde çiğnenmiş bir insan cesedi bulunur ve bu kişinin ölmesi olasılığı bulunan saatlerde oradan birbirini takiben üç aracın geçtiği saptanırsa, bunlardan hangisinin kazayı yaptığı ispat edilmedikçe her üç aracın da sorumlu tutulmasına olanak yoktur. Buradaki sorumluluk ispat olanaksızlığından doğmaktadır. Tunçomağ bu illiyete soyut seçimlik illiyet demektedir (age-455).
Buna karşılık birçok nedenler bir birlik görüntüsü arzediyor ise; durum başkadır. Örneğin TCK.nun 463. maddesi hükmünün düzenlendiği durum bu niteliktedir. Bir kavgada öldürücü ya da yaralayıcı darbenin kimin tarafından yapıldığı yani bu eylemin failin kim olduğu saptanamadığı hallerde, mevcut asli-maddi iştirak nedeniyle suçu birlikte işlemiş ve sonucu oluşturan icra eylemlerine ortak olmuş bulunan kişiler, hem cezai ve hem de hukuki yönden sorumludurlar (Faruk Erem-Türk Ceza Hukuku - Cilt II, Hususi Hükümler-Y.Bası 1962 sayfa 831 vd)(Tandoğan -age-86 vd.) (Turh-hükümler-Y.Bası 1962 sayfa 831 vd.)(Tandoğan -age - 86 vd.) (Turh-Siegvart 13 Not 43), (Oser/Schönenberger-art 50, N.7). TCK.nun 463. maddesi hükmü, öldürme veya etkili eyleme tam kalkışma halinde uygulanacaktır. Buradaki hukuki sorumluluk BK.nun 50. maddesine dayanan müteselsil sorumluluktur.
Ancak bu kuralın konumuzu teşkil eden olayda uygulanması olanağı yoktur. Çünkü, davacıların miras bırakanlarının yani desteklerinin ölümü ile sonuçlanan olay sonunda davalılar aleyhine açılan ceza davasında davalılardan Hüseyin, silahla öldürme suçundan ötürü TCK.nun 448 ve 51/2, ve diğer davalılar Latif ve musa, ölümle sonuçlanan kavgaya katılmış olmalarından dolayı TCK.nun 464/1 ve 51/2. maddeleri ile cezalandırılmışlardır. Olayın, ceza mahkemesince de saptanan cereyan tarzına nazaran, çıkan kavgada davalı Hüseyin tarafından davacıların desteği silahla ölümü intaç edecek şekilde yaralanmış ve diğer davalılar Latif ve Musa ise sadece bu kavgaya dahil olmuşlardır. Ölümün kesinlikle silah yarasından meydana geldiği yönünden mahkeme ile daire görüşü arasında uyuşmazlık yoktur. Uyuşmazlık konusu olmayan diğer bir yön de, davalılar Latif ve Musa'nın öteki davalı Hüseyin'in müşevviki veya fer'an zimmethali olmayışıdır. Bu durumda davada çözümlenmesi gereken sorun; ölümle sonuçlanan kavgaya dahil olan kişilerin de ölüm fiilini işleyen kişi ile beraber zararın tümünden mağdura karşı sorumlu tutulup tutulamayacağı yönü üzerinde düğümlenmektedir.
Bilindiği gibi, TCK.nun 464. maddesinde söz konusu olan eylem bir kimsenin ölümüne veya etkili eyleme uğramasına yol açan kavgaya katılmaktır. Kavgaya katılma ayrı bir suçtur. Öldürme veya yaralama suçuna ortaklık niteliğinde değildir, kavga eylemine ortak olma anlamındadır. 464. madde ile güdülen amaç, öldürme veya etkili eylem suçlarını cezalandırmak değil, kavgaya katılanları cezalandırmaktır. Kavganın o anda meydana gelmiş olması, ya da önceden hazırlanmış bulunması önemli değildir. Keza kavgaya başından ya da başlamış olmasından sonra katılmak arasında bir ayırım yapılmamıştır. Ancak ölüm ya da yaralama vukubulmadan önce kavgadan çekilmiş olanlar hakkında 464. madde uygulanamaz. Keza kavga edenlerden bir başkasının ya da kavgayı ayırmak ve kavga edenleri yatıştırmak amacıyla araya giren kimsenin ölmesi ya da yaralanması hallerinde dahi yine 464. madde uygulanmamaktadır. O halde bu açıklamalardan çıkan sonuç, kavgaya katılanların aslında ölüm ya da yaralama eylemlerinin ortak sorumluları olmadıklarıdır. Nitekim 464. maddenin ilk fıkrasındaki (ferden irtikap edilmiş cürümler münasebetiyle hükmedilecek daha ağır cezalara halel gelmemek şartıyla, bir kavgada bir şahıs ölmüş olur yahut yaralanmış bulunursa o şahsa karşı kavga sırasında el uzatmış olanlardan her biri aşağıdaki tertip dairesinde cezalandırılır) sözleri yukarıdaki kabul tarzının en belirgin kanıtıdır.
O halde, yukarıda kısaca belirtiltiği gibi, ölüm olayını meydana getiren davalı Hüseyin ile kavgaya dahil olan diğer davalılar Latif ve Musa arasında ne tam iştirak ve müşevvik ve ne de fer'an zimmethal olma durumu mevcuttur. Ve bu bakımdan davalılar Latif ve Musa'nın BK.nun 50. maddesinde düzenlenen tam teselsül kuralınca zararın tamamından sorumlu tutulması olanaksızdır.
Kaldıki, Oser/Schönenberger'in de açıkca belirttiği gibi; BK.nun 50/1. fıkra hükmünün uygulanabilmesi için (bir çok zarara sokanlar arasında bölünmesine, taksim edilmesine imkan olmayan hepsine ait bir zarar söz konusu olmalıdır. Ortada ortaklaşa bir eylem bulunmasına rağmen, zararın ölçülebilir bir kısmının zarara sokanlardan hangisinin eylemi sonucu olduğunu kestirmek mümkün olduğu takdirde; herkes, zarardan kendi meydana getirdiği kısmın tazmininden sorumlu tutulmalıdır (Oser/Schönenberger, Borçlar-Hukuku-1947-Recai Seçkin çevirisi, Md.50, N.9). Nitekim TCK.nun 519. maddesinde kabul edilen kural da budur ve hayvan sahipleri zarardan garameten sorumludurlar.
Bundan başka BK.nun 141. maddesindeki ana kuralara göre teselsül ya kanundan ya da sözleşmeden doğar. Bu iki hal dışında müteselsil sorumluluktan söz etme olanağı yoktur. ayrıca TCK.nun 467. maddesi hükmünün özel bir düzenleme getirdiği ve aynı kanunun 464. maddesi uyarınca, ölüm olayını meydana getiren kişi ile kavgada ölüye veya yaralıya el uzatan yahut bunlara el dokundurmuş olmayıp da yalnız kavgaya dahil olanın müteselsilen sorumlu tutulduğu görüşüne yer vermek de olanaksızdır. Zira 464. madde, yukarıda defaatle üzerinde durulduğu gibi, kavgada ölüye vya yaralıya el uzatan yahut bunlara el dokundurmuş olmayıp da yalnız kavgaya dahil olanları cezalandırmıştır. yani el uzatma veya kavgaya katılma, ölüm veya yaralama eyleminden ayrı bir suçtur. El uzatan veya kavgaya katılan hiçbir şekilde öldürme veya yaralama olayına ortak sanık durumunda değildir. Çünkü öldürme veya yaralama eylemi TCK.nunda ayrı bir ceza ile müeyyidelendirilmiştir. O halde, kavgaya katılan kişi, öldürme fiilinden bağımsız bir suç işlemiştir. Kaldı ki, Türk Ceza Hukukunun Genel Kuralları yorum ve kıyas yoluyla ceza hükümlerini genişletme yolunu tıkamış bulunmaktadır. TCK.nun 467. maddesi esasen dokuzuncu babın (şahıslara karşı cürümler) başlıklı üç fasılda belirtilen suçları işleyenlerin ayrıca maddi ve manevi tazminatla da sorumlu olacağını öngörmüş ve özel bir teselsül hükmü getirmemiştir. Yasa koyucunun TCK.nun 64. ve onu izleyen maddeleri gereğince öldürme eylemine ortak saymadığı ve sadece aynı kanunun 464. maddesi hükmünce cezalandırdığı bir eylemin failini, hukuk mahkemesinde öldürme suçuna ilişkin tazminat hukuku kurallarına ve hak ve adalet ilkesine ters düşer. Nitekim, birçok bilimsel ceza hukukuna ilişkin yapıtlarda da (ağırlıkları çok farklı olan fiillerin) adam öldürme ve kavgaya katılma fiillerinin aynı düzelde (seviyede) kabul ve telakki edilmesi ve sorumlulukta eşitliğe gidilmesinin doğru olamayacağı savunulmaktadır. (Faruk Erem - age- 839 vd.ndan adları anılan müellifler).
Bu durumda, her üç davalının eylemleri kesinlikle belli olmasına ve meydana gelen zararın tesbiti mümkün bulunmasına rağmen silahla öldürme eyleminin faili bulunan davalı Hüseyin'in ödemekle zorunlu bulunduğu tazminattan kavgaya dahil olmaktan ibaret bulunan diğer davalıların müteselsilen sorumlu tutulmaları yasa hükümlerince mümkün değildir.
O halde; TCK.nun 464. maddesi hükmünce ölümle ya da yaralama ile sonuçlanan kavgaya katılanlar, ancak kendi bağımsız eylemlerinden doğacak zararlardan ötürü TCK.nun 467. maddesi uyarınca maddi ve manevi tazminat ile sorumlu olacaklarından ve inceleme konusu olan bu davada, ise diğer davalılar Latif ve Musa'nın işlediği haksız eylemden ötürü bir dava ve istek bulunmadığından onlar hakkındaki davanın reddedilmemiş olması yasaya aykırıdır.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın davalı Hüseyin'e ilişkin bölümünün birinci bentde gösterilen nedenle (ONANMASINA), diğer davalılara ilişkin bölümünün ikinci bentde gösterilen nedenle (BOZULMASINA) ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 21.3.1983 gününde oybirliğiyle karar verildi.
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • Clicking Here TLO lookup 
  • 02.05.2025 08:42
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini