Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1982/2-540
K: 1982/922
T: 26.11.1982
  • ÖLÜME BAĞLI TASARRUF
  • MÜKELLEFİYETLER - ŞARTLAR
ÖZET: Miras hukuku açısından şart, ölüme bağlı bir tasarruf un hüküm ifade etmesini ya da hüküm ve sonuçlarının sona ermesini gelecekteki ve kesin olmayan bir olaya bağlı kılan, ölüme bağlı tasarruf yoluyla konmuş bir hükümdür. Mükellefiyet ise terekeden yararlanacak kimseye (kanuni veya mansup bir mirasçıya ya da bir musalehe) belli bir amaç için bir şeyin yapılması veya yapılmamasının yüklediği bir ölüme bağlı tasarruf türüdür.
İvazsız bir tasarrufta (ivazsız tevcihte) mevcut bir mükellefiyetin yerine getirilmemesi kural olarak o tasarrufun geçerliğini etkilemez. Bu halde yapılacak iş bu mükellefiyetten yararlanacak olan ilgililerin MK.nun 462/1. madde ve fıkrası hükmünden yararlanarak, sadece mükellefiyetin aynen yerine getirilmesini istemekten ibarettir. Mükellefiyetin ifasını talep hakkı şahsa bağlı bir hak olduğundan başkasına dahi temlik edilemez. Bu hak zamanaşımına da bağlı değildir.
İvazsız bir muamelede öngörülen bir mükellefiyetin ifasının talep ve dava edilmesi nasıl bir zamanaşımına bağlı değilse böyle bir mükellefiyetin ifasının artık imkansız olduğundan sözedilerek muamelenin hükümsüzlüğünün tesbiti isteğinin de bir zamanla sınırlı olmaması gerekir.
Miras bırakan vasiyetname ile davalıya kesinlikle tayin edilmiş bir arsanın tahsisi, üzerine hastanenin istediği şekilde bir pavyon yapılması ve bu pavyona miras bırakan ile kocasının adının verilmesi" mükellefiyetlerini yüklemiştir. Miras bırakanın bu davranışının gerçek amacı kendisinin ve kocasının. bu tevcih yoluyla hamiyetli bir kişi olduğunu kamu oyuna duyurmak adlarını bu yolla ebedileştirmektir. Miras bırakanın böylece mükellefiyetin yerine getirilmesi şartıyla tevcihi yaptığı kabul edilmelidir.
(743 s. MK m. 462,499, 500,501)
Taraflar arasındaki "vasiyetnamenin iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda (İstanbul Onyedinci Asliye Hukuk Mahkemesi)'nce davanın zamanaşımı nedeniyle reddine dair verilen 27.4.1981 gün ve 1980/719-1981/309 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine; Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 25.2.1982 gün ve 1982/753-1731 sayılı ilamiyle; (... Vasiyetnamede öngörülen pavyonun yapılmasını mümkün kılan yer kalmadığına göre, fiili imkansızlık meydana gelmiş bulunduğundan, vasiyet geçerliliğini yitirmiştir. Vasiyetler yorumlanırken ölenin isteklerine öncelik tanınması zorunludur. Vasiyetçi belli bir yerde kendi adına bir hasta pavyonu yapılması yolunda son arzusunu açıklamıştır. Olayda bunun gerçekleşmesi imkanı kalmamıştır. Şu durumda gerçek anlamı ile, yani geçerli bir vasiyet yoktur. Oysa zamanaşımı ve hak düşürücü süreler, geçerli hukuki işlem ve tasarruflarda söz konusu olur. Az önce belirtildiği gibi, ortada geçerli bir vasiyet bulunmadığına göre, zamanaşımı da ileri sürülemez. O halde davanın zamanaşımı sebebi ile reddi yanlıştır. Öyle ise yapılacak iş, istek gibi vasiyetnamenin fiili imkansızlık sebebiyle iptaline karar vermekten ibarettir. Buna rağmen zamanaşımı sebebiyle davanın reddi isabetsizdir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden: Davacı vekili.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı dava dilekçesinde (...miras bırakanı Mürvet'in, maliki bulunduğu bir daire ile iki dükkanı, Beyoğlu 5. Noterliği'nce düzenlenen 7.12.1968 günlü vasiyetname ile, İstinye Devlet Hastanesi bitişiğindeki ve mezkür hastanenin inkişaf sahasına dahil arsanın, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'nca alınıp, hastaneye mal edilmesi halinde, buraya Hakkı ve Mürvet adına bir pavyon inşasına tahsis ettiğini, ancak, arsa kamulaştırıldıktan sonra başka bir şahıs tarafından pavyon inşa ettirilip, onun adı verilerek, büstünün dikildiğini, hastane ve civarında, inşaata imkan veren başkaca arsa bulunmadığından, vasiyetnamedeki şartların yerine getirilmesi ve infazı imkanı kalmadığını ileri sürerek...) vasiyetnamenin iptali ile vasiyet konusu taşınmazların adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın zamanaşımına uğradığını savunmuştur.
Yerel mahkeme; olayda, MK.nun 501. maddesinde öngörülen bir yıllık zamanaşımının gerçekleştiğinden bahisle davanın reddine karar vermiş; bu kararı özel dairenin yukarıya metni aynen alınan ilamıyla bozulmuştur. Ancak, mahkeme önceki kararında direnmiştir.
1 - Yukarıda da kısaca belirtildiği veçhile, davacının miras bırakanı Mürvet, Beyoğlu 5. Noterliği'nce resen bir vasiyetname düzenletmiş ve 7.12.1968 tarihini taşıyan bu vasiyetname ile (...tapuda müseccel 1 daire ile 2 dükkanını, Istinye Devlet Hastanesi'nin yanında olup İstanbul Belediyesi tarafından mezkür Hastanenin inkişaf sahasına dahil edilen arsaya "BİTTİĞİNDE KENDİSİNİN VE KARISININ ADI VERİLMEK KAYDIYLA" hastanenin istediği şekilde bir pavyon yapımına tahsis etmiş...) ve (...VASİYETİN GEREKLERİNİN HARFİYYEN YERİNE GETİRİLMESİ...) arzusunu özellikle vurgulayarak, bu vasiyetnamenin yerine getirilmesini sağlamak amacıyla bir tenfiz memuru atamıştır.
2 - Görülüyor ki, ivazsız kazandırıcı bir muamele (ivazsız tevcih) olan bu ölüme bağlı tasarrufta miras bırakan tarafından bazı kayıtlar eklenmiştir. 0 halde, bu kayıtların bir (ŞART) mı, yoksa (MÜKELLEFİYET) mi olduğu hususunun kesinlikle teşhis ve tesbiti, işbu davanın sonucuna etkisi olması bakımından son derece önemlidir; zira, böyle bir kaydın (ŞART) olarak kabulü halinde doğacak sonuçlar, aynı kaydın (MUKELLEFİYET) şeklinde tavsif edilmesi halinde doğacak sonuçlardan farklı ve başka olacaktır. Bu itibarladır ki; şart ve mükellefiyet kavramlarını birbirinden ayırmaya yarıyacak kıstaslara bu davada kısaca değinilmesinde, (yapılacak uygulama bakımından) büyük yarar vardır. Çünkü, şart ve mükellefiyet kavramlarının birbirinden kesinlikle ayrılması zorunluğu, ivazsız kazandırıcı muameleler (ivazsız tevcihler) bakımından söz konusudur. Bilindiği gibi, ivazsız tevcihler dışında kalan hukuki muamelelere eklenmiş olan bir kaydın şart mı, yoksa mükellefiyet mi olduğu hususunda bir duraksamanın [tereddüdün] doğması ihtimali yoktur; zira, ivazlı muamelelere konmuş bir kaydın mükellefiyet olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Bir başka ifade ile, ivazlı bir hukuki muamelenin bir mükellefiyet ile takyit edilmesi esasen hiç bir suretle söz konusu olamaz (Kemal Tahir Gürsoy Ölüme Bağlı Tasarruflarda Şart ve Mükellefiyet - Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi - Cilt X, Sayı 1 -4, Sayfa 470).
3 - O halde, şart ve mükellefiyet kavramlarını birbirinden ayırmaya yarayabilecek kıstasları tesbit edebilmek için, önce çok kısa bir şekilde her iki kavramın hukuki nitelikleri üzerinde durmak gerekir.
Kuşkusuz, şart ve mükellefiyet, sadece ölüme bağlı tasarruflara özgü kavramlar değildir; ancak genel olarak ifade edilmek gerekirse ". . .Bir hukuki muamelenin hükümleri, gelecekte ve olup olmayacağı kesinlikle bilinmeyen bir olaya bağlı ise, o hukuki muamele ŞARTA BAĞLI MUAMELE ve o OLAYA ŞART... " denir. MÜKELLEFİYET ise ". . .hukuki muamelenin lehdarına yüklenen bir ödev, bir yapma veya yapmama mecburiyetidir.. . "
Hukuk dilinde kullanılan dar ve teknik anlamdaki şart, BK.nun 4. Babının 2. Faslında "Şarta Bağlı Borçlar" başlığı altında düzenlenmiş olan şartları ifade eder (BK. 149 - 155). Dar ve teknik anlamda mükellefiyet deyimi ise, ikisi MK. da (80/II ve 462), birisi de BK. da (240) olmak üzere üç yerde kullanılmıştır ki, yukarıda da belirtildiği gibi, bu maddelerde de söz konusu olan hukuki muamelelerin hepsi (ivazsız kazandırıcı muamele = ivazsız tevcih) mahiyetindedir. Doktrinde dar ve teknik anlamdaki şart ve mükellefiyetin çeşitli tanımları yapılmıştır. Nevar ki, bütün tanımların az çok birbirine benzediği gözlenmektedir. Miras Hukuku açısından ele alınacak olursa ŞART, ölüme bağlı bir tasarrufun hüküm ifade etmesini ya da hüküm ve sonuçlarının sona ermesini gelecekteki ve kesin olmayan bir olaya tabi kılan, ölüme bağlı tasarruf yoluyla konmuş bir hükümdür. MUKELLEFİYET ise, terekeden yararlanacak kimseye (kanuni veya mahsup bir mirasçıya ya da bir musalehe) belli bir amaç için bir şeyin yapılması veya yapılmamasının yüklendiği bir ölüme bağlı tasarruf türüdür.
O halde, yukarıda yapılan şu tanımlamalara göre denilebilir ki, geniş anlamda bir hukuki muamelenin, dar anlamda bir ölüme bağlı tasarrufun hüküm ve sonuç doğurmasının bağlandığı olayın müstakbel olması, onun şart olarak kabul edilmesi için lazım ve fakat - yeterli değildir; aynı zamanda bu müstakbel olayın vukuunun şüpheli [meşkük) olması, diğer bir deyişle, onun ilerde gerçekleşip gerçekleşmeyeceği hususunun önceden bilinememesi ve nihayet taraf iradelerinin de bu konuda düğümlenmiş bulunması gerekir.
Oysa dar ve teknik anlanıdaki mükellefiyetin mahiyeti şudur. Ölüme bağlı bir tasarrufta (ivazsız bir tevcihte) bulunan kimse, bu arada bir amacının gerçekleştirilmesini istiyorsa, bu tasarruf veya tevcihine bir mükellefiyet ekleyebilir. Bu mükellefiyetle gerçekleştirmek istediği amaç; hayri, dini, ilmi, insani, aileyi ve hatta şahsi olabilir. Görülüyor ki, mükellefiyet, kendisine teberruda bulunulan kimseye bir edimde bulunmak mecburiyetini yüklemektedir. Akıntürk'ün de belirttiği gibi (...Bu, esasen mükellefiyetin, bir amacın gerçekleştirilmesine hizmet etme fonksiyonu ile de tutarlıdır. Gerçekten, ivazsız tevcihte bulunan bir kimse bu tevcihini bir mükellefiyetle takyit ettiği zaman, bununla belli bir amacının gerçekleştirilmesini arzuladığını ifade etmiş olmaktadır. Bu arzusunun tahakkuku ise, teberruda bulunulan kimsenin kendisinden istenen hareket tarzını ihtiyar etmesi, başka bir deyimle "edirnini yerine getirmesi" ile mümkündür. Kendisine teberruda bulunulan kimse edimini ifa etmediği sürece tevcihte bulunanın gayesinin gerçekleşmiş olmasından söz edilemez...)(Turgut Akıntürk - Şart ve Mükellef!yet Kavramları Üzerinde Bir İnceleme - Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi - Cilt XXVII - 1970- Sayı 3-4, sayfa 235). Gerçi mükellefiyet, teberruda bulunan kimseyi bir edimde bulunmaya zorlar; ancak, mükellefiyet hiçbir zaman bundan faydalanacak olanlara "alacak hakkı" bahşetmez. Mükellefiyetten faydalanacak olanların ya da ilgililerin sadece "mükellefiyetin yerine getirilmesini dava etme hakları vardır" (MK. 462/1).
Buraya kadar yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı veçhile şart ile mükellefiyet arasındaki farklar şunlardır. Şart, her türlü hukuki muameleye eklenen bir kayıt olduğu halde, mükellefiyet sadece ivazsız kazandırıcı muamelelere eldenebilen bir kayıttır. Şarta (özellikle iradi şartta) şartın gerçekleştirilmesi (icrası) bir tarafça diğer taraftan istenemeyeceği, başka bir deyişle karşı tarafı bu konuda zorlama imkanı mevcut olmadığı halde; mükellefiyette, mükellefiyet borçlusu ifaya zorlanır. Bir başka ifade ile, şartın gerçekleşmemesinin müeyyidesi (taliki şartta) iktisaptan mahrumiyet veya (infisahi şartta) iktisabın kaybıdır. Oysa mükellefiyet borçlusunun mükellefiyeti yerine getirmemesinin müeyyidesi, vaki iktisabın kendiliğinden kaybedilmesi değil, az yukarıda da belirtildiği gibi mükellefiyet borçlusunun ifaya zorlanmasıdır. Öte yandan şart, feri nitelikte bir kayıttır; yani, ancak bir ana hukuki muameleye eklenebilir. Bu itibarladır ki şart tek başına bağımsız bir irade beyanının muhtevası olamaz; mükellefiyet ise, münhasıran fer'i nitelikte değildir; başlı başına bir ölüme bağlı tasarruf olabileceği gibi (bağımsız mükellefiyet), ölüme bağlı tasarrufun fer'i niteliğinde de (bağımsız olmayan mükellefiyet) olabilir.
Şu kısa açıklamalardan sonra, davanın konusunu oluşturan ölüme bağlı tasarrufta (vasiyetnamede) bulunan kaydın, taliki ya da infisahi bir şart olmayıp tamamen bir mükellefiyet olduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır. Nitekim bu yön genel kurulca oybirliği ile benimsenmiştir. Kuşku yoktur ki miras bırakan bu vasiyetname ile davalıya bazı mükellefiyetler yüklemiştir. Bunlar yukarıda bir numaralı paragrafta da açıklandığı veçhile (KESİNLİKLE TAYİN EDİLMİŞ BİR ARSANIN TAHSİSİ, ÜZERİNE HASTANENİN İSTEDİĞİ ŞEKİLDE BİR PAVYON YAPILMASI VE BU PAVYONA MİRAS BIRAKAN İLE KOCASININ ADININ VERİLMESİDİR). Nevar ki, lehine vasiyette bulunulan davalı, kendisine yüklenen bu mükellefiyeti yerine getirmediği bir yana, aksine vasiyetnamede öngörülen yere bir başkasının teberru ile bir pavyon yaptırmış ve bu pavyona o kişinin adını vermek ve üstelik heykelini de dikmek suretiyle mükellefiyetin ifasını bizzat kusurlu davranışı ile imkansız hale getirmiştir. davalı taraf bu davada, şu ya da bu şekilde bu mükellefiyetin yerine getirilmesi olanağı bulunduğu yolunda bir savunma da ileri sürmüş değildir. Öte yandan, hastane ve civarında başkaca bir ek pavyon yapılmasına olanak veren bir arsa bulunmadığı yönü de ihtilalsizdir. Kaldı ki bu yön hem yerel mahkeme kararında ve hem de özel daire bozma ilamında benimsenmiştir. Nitekim davacı taraf bu maddi ve hukuki olgulardan yani, vasiyetnamede öngörülen mükellefiyetin yerine getirilmesinin bizzat davalı tarafın kusurlu davranışı ile imkansız hale geldiğinden söz ederek, vasiyetnamenin ilgili bölümünün iptaliyle, vasiyet konusu taşınmazların adına tapuya intikalen tesciline karar verilmesini istediğine göre, bu davada özellikle üzerinde durulup çözümlenmesi gereken sorunlar;
a) Mükellefiyetin yerine getirilmemesinin doğuracağı hukuki sonucun ne olacağı,
b) Mükellefiyetin ifasını istemenin bir süre ile sınırlı olup olmadığı,
c) Yapıldığı anda yerine getirilmesi mümkün olan bir mükellefiyetin, bizzatlehine vasiyette bulunulan davalının kusurlu davranışı ile yerine getirilmesinin artık imkansız bulunması karşısında, bu davranışın vasiyetnameyi hükümsüz hale getirip getirmeyeceği ve eğer getirmesi mümkün ise böyle bir hükümsüzlüğün tesbiti davasının bir zaman ile sınırlı olup olmadığı hususları olmalıdır.
Yukarıda, şart ve mükellefiyetin tanımlan yapılıp, her ikisi arasındaki farklar kısaca belirtilirken de açıkça vurgulandığı gibi, ivazsiz bir tasarrufta (ivazsız tevcihte) mevcut bir mükellefiyetin yeri- ne getirilmemesi kural olarak o tasarrufun (muamelenin) geçerliğini etkilemez; yani mükellefiyetle takyit edilmiş olan ivazsız kazandırıcı muamele kendiliğinden ortadan kalkmaz. Bu durumlarda yapılacak iş, bu mükellefiyetten yararlanacak olan ilgililerin MK. 462/t fıkra hükmünden yararlanarak, sadece mükellefiyetin aynen yerine getirilmesini istemekten ibarettir; müeyyidesi budur. Esasen mükellefiyetin ifasını talep hakkı şahsa bağlı bir hak olduğundan başkasına dahi temlik edilemez; bunun haczi de kabil değildir. Bu hak, zamanaşımına da tabi değildir (Zahit İmre - Türk Miras Hukuku İstanbul 1978,dip not 217)(Kemal Oğuzman-Miras Hukuku Dersleri - İstanbul 1978 - Sayfa 181 - dip not 325 ile ilgili metin ve orada anılan eserler)(Necip Kocayusufpaşaoğlu - Miras Hukuku - İstanbul 1978 - Sayfa 284 - dip not 42 ile ilgili metin).
Yukarıda belirtildiği gibi davanın dayanağı, asla MK.nun 499 ve 500. maddeleri değildir. Davacının vasiyetnamenin iptali isteği ile bu davayı açmış olması sonucu da etkilemez. Zira Hakim, davacının dava dilekçesinde bildirdiği hukuki sebeple bağlı olmayıp, dava dilekçesinde açıklanan olaylara ve dava sebebine göre taraflar arasındaki hukuki ilişkiyi ve olaya uygulanacak hukuki sebebi resen araştırıp bulmak ve uygulamakla görevlidir (HUMK. ni. 76). Esasen bu davada ileri sürülen maddi ve hukuki olgulara nazaran da bu davanın MK.nun 499 ve 500. maddelerinde düzenlenmiş olan bir iptal davası olmadığı açıktır. Çünkü, davacının ileri sürdüğü sebep anılan maddelerde öngörülen sebeplerden hiçbirine uymamaktadır. Anılan maddelerde iptal sebepleri sınırlı olarak belirtilmiştir; bunlar dört tanedir (Ehliyetsizlik, irade fesadı, hukuka ve ahlaka aykırılık, şekil eksikliği)(Oğuzman - age - 227) ve genişletilemez. Kaldı ki, olayımızda öngörülen mükellefiyetin manasız ve sıkıcı olmadığı da izahtan müstağnidir. 0 halde, iptal sebeplerinin hiçbirisi bu davada söz konusu olmadığına göre, MK.nun 501. maddesinde iptal davaları için öngörülen 1,5 ve 30 yıllık zamanaşımı süreleri bu davada uygulanmaz. Bu itibarla, gerek yerel mahkemenin 1 yıllık ve gerekse Genel Kurula katılmış bulunan bazı üyelerin 30 yıllık zamanaşımının uygulanmasına ilişkin görüşleri kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Öte yandan, dava konusu vasiyette öngörülen mükellefiyet, vasiyetnamenin yapılması anında yerine getirilmesi mümkün olan, yani ifası istenebilecek bir mükellefiyet idi. Bu yön bir tartışmayı ve duraksamayı gerektirmeyecek derecede açıktır. Hal böyle olunca bu davada yerine getirilmesi baştanberi imkansız olan bir mükellefiyetten söz edilerek, bu mükellefiyet olmaksızın vasiyetname gereklerinin acaba yerine getirilmesi gerekir mi gerekmez mi sorusunu ortaya atıp buna cevap aramak gereksiz kalmaktadır. Yine yukarıda vurguladığı gibi, gerçekleşen maddi olgular karşısında davacıyı sonuç alınması mümkün olmayan bir ifa davası açmaya zorlamanın da hiç faydası olmadığı kuşkusuz bulunduğuna göre, bu yönü de artık bu davada tartışma konusu yapmanın gereği kalmamıştır. 0 halde, bu davada son olarak üzerinde durulması gereken en önemli sorun, yukarıda 3/c paragrafında açıklandığı gibi:
"Yapıldığı anda yerine getirilmesi mümkün olan bir mükellefiyetin, bizzatlehine vasiyette bulunulan davalının kusurlu davranışı ile yerine getirilmesinin imkansız bulunduğunun gerçekleşmesi halinde, bu davranışın vasiyetnameyi hükümsüz hale getirip getirmeyeceği ve bu yolda açılacak bir davanın herhangi bir zamanaşımına bağlı bulunup bulunmadığı" hususudur.
Hemen belirtilmelidir ki, yukarıda da açıklandığı gibi, ivazsız bir muamelede öngörülen bir mükellefiyetin ifasının talep ve dava edilmesi nasıl bir zamanaşımına tabi değilse, böyle bir mükellefiyetin ifasının artık imkansız olduğundan bahisle muamelenin hükümsüzlüğünün tesbiti isteğinin de bir zamanla sınırlı olmaması gerekir. Çünkü ilgililer tarafından bir zamanaşımına bağlı olmaksızın her zaman açılması mümkün olan bir ifa davasından (imkansızlık nedeniyle) bir sonuç alınamıyacağı aşikar olduğu halde ilgiliyi evvela bir ifa davası açmaya ve bu davası reddedilince de hükümsüzlük davası ikarnesine mecbur etmek, herşeyden önce mantık hükümleri ile bağdaşmaz. O halde, bu davanın bir zamanaşımına bağlı olmaması nedeniyle direnme kararı yersizdir.
Öte yandan, imkansızlık konusunda özel daire ile mahkeme arasında bir uyuşmazlık yoktur. Hal böyle olunca, imkansızlık nedeniyle yerine getirilmeyen bir mükellefiyetin müeyyidesinin ne olacağı sorusuna verilecek yanıt, aynı zamanda bu davanın çözümü olacaktır. Defaatla vurgulandığı gibi, kural olarak, mükellefiyet borçlusunun mükellefiyeti yerine getirmemesi halinde, mükellefiyetle takyit olunmuş bulunan ivazsız kazandırıcı muamele kendiliğinden ortadan kalkmaz. Mükellefiyetli bağışlamalarda Borçlar Kanunumuz bu gibi hallerde bağışlayana bağışlamasından rücu olanağı tanımıştır. Oysa Medeni Kanunumuz bu konuda anılan hükme benzer bir hüküm ihtiva etmemektedir. Bundan esinlenerek mükellefiyetin hukukumuzda ciddi bir müeyyideden mahrum olduğu acaba ileri sürülebilir mi; özellikle de bu mükellefiyetin lehine vasiyette bulunulan davalının kusurlu davranışı ile imkansız hale gelmesi halinde dahi aynı görüş paylaşılabilir mi? Bu soruya olumlu bir yanıt vermek mümkün değildir. Hele gerçekleşen maddi olgular karşısında bu davada böyle bir düşünceye yer vermek, (mükellefiyetin yukarıda açıklanan fonksiyonu karşısında) mümkün olmamak gerekir.
Şöyle ki: Bu olayda miras bırakan davalıya belli bir mükellefiyet yükleyerek vasiyette bulunmuştur. Miras bırakanın bu davranışının gerçek amacı kendisinin ve kocasının bu tevcih yoluyla hamiyetli bir kişi olduğunu kamu oyuna duyurmak, kendisinin ve kocaşının adını bu yolla kendi düşüncesine göre ebedileştirmektir. Miras bırakanın böylece mükellefiyetin yerine getirilmesini, tasarrufun hüküm ifade etmesinin bir şartı olarak koyduğu, yani mükellefiyetin yerine getirilmesi şartıyla tevcihi yaptığı kabul edilmek gerekir. Öyle ise, bu kaydın (miras bırakanın iradesini gerçekleştirmesi yönünden) ayrı bir fonksiyonu olduğunu kabul zorunludur. Böyle bir kabul yaşamın olağan akışma ve yaşam deneyimlerine de uygundur. Bu davranışlara ve kayıtlara yaşam boyu rastlanmaktadır. Miras bırakanın mükellefiyetin ifasını sağlamak bakımından vasiyetnameye bu konuda "mahrum edici bir kayıt" koymamış olması, yukarıda varılan sonucu etkilemez. Çünkü, miras bırakan çok açık bir ifade ile esasen VASİYETİN GEREKLERİNİN HARFİY. YEN YERİNE GETİRİLMESİNİ istediğine göre, aksi bir kabul ve yorum onun gerçek irade ve arzusuna aykırı düşer. 0 halde, vasiyetnamenin amacından ve amacına uygun yorumundan da (bizzat davalının kusurlu davranışı ile) imkansız hale gelen bu mükellefiyetten sarfınazar etmek suretiyle tevcihin (vasiyetnamenin) mükellefiyetsiz olarak ifası şeklini benimsemeye de imkan yoktur. Esasen böyle bir yorumun az yukarıda belirtildiği gibi, yaşamın olağan akışına ve yaşam deneyimlerine aykırı düşeceği bir yana, vasiyetnamelerin, vasiyetçinin son arzularının, onun hatırasına hürmeten yerine getirilmesi gerektiği yolundaki düşünce ve ana ilke ile bağdaşmaz.
O halde, ölüme bağlı teberru ile mükellefiyetin birbirine çok bağlı olduğu kuşkusuz bulunan bu olayda, bu mükellefiyet olmadan miras bırakanın bu tasarrufu yapmayacağı anlaşıldığından, ifası imkansız hale getirilen bu mükellefiyetle birlikte ölüme bağlı teberrunun davalı ile ilgili hükmü de, hükümsüz sayılmalıdır. (tmreage - 220)(Fikret Eren - Türk Medeni Hukukunda Ölüme Bağlı Tasarrufların İptali Davası - Ankara 1966 - Sayfa 64 vd. ve orada anılan eserler)(KT. Gürsoy - age - Cilt X, Sayı 1 -4, sayfa 538 ve özellikle Cilt XI sayı - 1 -2, sayfa 451 vd. ve orada anılan eserler). Bu itibarla, yukarıda anılan nedenlerle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı görülmüştür. 0 halde, direnme kararı bozulmalır.
Sonuç: Temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerle HUMK. nı.m 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), 26.11.1982 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini