Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E:1982/9-88
K:1982/166
T:26.04.1982
  • BASIN SUÇU
  • YAZARI BELLİ OLMAYAN YAZI
  • MÜSTEAR AD
* ÖZET:Müstear adla veya imzasız ya da remizli imza ile yayınlanan yazılardan dolayı yazı işleri müdürleri hakkında Basın Kanununun 16/2. maddesi uygulanır.
Olayımızda, gazetenin sorumlu müdürü, yazarını belirtmeksizin, dava konusu yazıyı, müstear ad ile yayınlamakla, yazıyı yazan durumuna geçmiştir. Bu nedenle Basın Yasasının 1611. maddesinden yararlanamaz.
(5680 s. Basın K m. 16/1,16/2(2231 s.K.Ia Dğş.))
Neşir yolu ile hükümetin manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif etmekteki sanık Saadettin' in hükümlülüğüne dair (İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi) nden verilen 8.7.1981 gün ve 296/343 sayılı hüküm sanık vekili tarafından temyiz edilmiş olduğundan Yargıtay 9. Ceza Dairesince incelenerek 27.1.1982 gün ve 4044/348 sayılı ilam ile onanmasına karar verilmiştir.
C. Başsavcılığının; CMUK.nun 322. maddesi uyarınca özel daire onama kararına ittihaz etmesi, onama kararının kaldırılması ve hükmün bozulması istemini bildiren 15.2.1982 gün ve 29 sayılı itiraz namesiyle dosyanın 1. Başkanlığa gönderilmesi üzerine; Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
Neşir yolu İle hükümetin manevi şahsiyetini tahkir ve tezvlf etmek suçundan sanık Saadettin' in 2231 sayılı Yasa ile değişik 5680 sayılı Yasanın 16/2. Maddeside Talebiyle TCK.nun 159/1, 59. maddeleriyle tecziyesine ilişkin hükmün, özel dairece (... Hazırlık tahkikatında sanığın ifadesi alınmadan dava açılmış olması, açılan davanın sadece sanığın sorgusuna dayanmaması nedeniyle sonuca etkili ve bozmayı gerektirecek usulü bir hata olarak görülmediği, zira mahkeme huzurunda mutlaka yapılması gereken sanık sorgusu ile bu eksikliğin doğal olarak giderildiği belirtildikten sonra:
Dosya kapsamı ve yukarıdaki açıklamalarla müsnet suçun sabit olması karşısında sanığın 5680 sayılı Basın Kanununun 2231 sayılı Kanunla değişik 16. maddesi muvacehesinde sorumluluğunun ne ola. cağının saptanması gerekmektedir.
Sözü edilen 16. maddede basın suçlarından dolayı sorumluluk 3 ayrı bentde ve birbirinden müstakil olarak düzenlenmiştir. Bu bentlerden 1. ve 2. si mevkutelerle; 3. sü mevkute tanımına girmeyen eserlerle işlenen suçlarla ilgili sorumluluğu belirtmektedir. Olayımız. da suç mevkute ile işlendiğine göre; sanığın sorumluluğunun 1 ve 2. bentlerden hangisine uyduğunun belirlenmesi lazımdır.
Anılan yasa metni incelendiğinde görülmektedir ki; sorumlu müdürler hakkında verilen hürriyeti bağlayıcı cezaların para cezasına çevrilmesini zorunlu kılan 16/1. maddedeki hüküm; yayının gerçekleştiği anda yazarı belli olan ve yazarla sorumlu müdürün beraber mesul oldukları hale münhasırdır. Yazar, yazı metninden - muhtevadan dolayı birinci derecede, yazı işleri müdürü de yazara bu imkanı vermek suretiyle yayını gerçekleştiren kişi olmaktan ötürü ikinci derecede sorumludur. Sorumluluktaki bu derecelenmenin sonucu olarak yazı işleri müdürünün cezası bu bent de paraya çevrilmektedir.
16. maddenin 2. bendinde ise; yazı, namını müstearla veya remizle yazılmış olup yazar belli değildir. Bu itibarla 2. bent 1. bentden tamamıyla ayrı ve sorumlu müdürün tek başına sorumluluğunu düzenleyen bir hüküm getirmektedir. Buradaki sorumluluk, yayını gerçekleştirmeden doğan ve yalnız sorumlu müdüre ait bulunan asli sorumluluktur 16/2. maddeye göre sorumluluğun belirlendiği hallerde artık, yazı işleri müdürü sıfatı söz konusu bulunmadığından 16/1. maddenin uygulanması mümkün olmayacak ve bu bentte hiçbir aşirette dönüşme olanağı kalmayacaktır. Çünkü; sahibi belli olmayan yazının yayımın, gerçekleştiren kişi yasa maddesinin 1. bendinde kendisine tanınan yazı işleri müdürlüğü sıfat ve ayrıcalığından feragat etmiş, muhtevadan doğan yazarın sorumluluğunu yayını gerçekleştirmek suretiyle üzerine almıştır. Kendi rıza ve İradesiyle yüklendiği 2. Bentdeki sorumluluğundan, anonimlik hukukunu ve sonuçlarını ters çevirmek ve geriye döndürmek suretiyle kurtulması artık mümkün değildir. Aksi kabul; sanık ohri bir kimseye o kamu davasında ceza sorumluluğu açısından önemli tasarruf yetkisi tanımak anlamına gelir. Buna ne yasa metni, ne de genel hukuk kuralları olanak vermez. Yazı işleri müdürlüğü bu sıfatından dolayı değil de, yasanın kendisini yazar mesabesinde kabul ettiği ve ayrı tedvine tabi tutulduğu 16/2. maddedeki eyleminden dolayı da 'birinci bentteki sorunluluğa tabi tutmak, her iki bendi aynı sonuca ulaştırma neticesini ortaya çıkaracağından ve bentler arasındaki ayırımı yok saymak anlamına geleceğinden bu tür bir tatbikata yasal olanak bulunmamaktadır... vs.) belirtilerek onanmasına karar verilmiştir.
C. Başsavcılığı itirazında ise özetle: (... Sanık hakkında 5680 sayılı Yasanın 16/1. maddesi aracılığıyla dava açıldığını, 'bu tarihte 2231 sayılı Kanunun yürürlüğe girmediği, hazırlıkta savunmasının alınamadığı, son soruşturmada ise müeyyide yönünden bir ayırım bulunmadığı için yazı içeriğinin suç oluşturmadığını savunduğunu; ancak, sanık hakkında 5680 sayılı Yasanın 16/2. madde ve fıkrası aracılığı ile tecziyeye ilişkin C.Savcısı mütalaası üzerine gazeteden ayrılmış olmasının verdiği güçlük içinde yazarı belirleyip bildirdiğini; öte yandan müstear İsmin tanınmış olmasının da sanığın yazarın bilindiği düşüncesiyle hareket ettiği izlenimini verdiğini ve davanın açılış biçiminin de bunu doğruladığını; ayrıca 2231 sayılı Yasa ile yapılan değişikliğin son soruşturma sırasında yürürlüğe girmesinin sanık yönünden bir özellik yarattığını, bu yüzden hakkında takibata başlandığını öğrendiği anda bildirmemesinin aleyhine değerlendirilmemesi gerektiğini kabul ettirdiği. belirtildikten sonra:
Bu oluş içerisinde sanığın sorumluluğunun tayini 5680 sayılı Yasanın değişik 16/2. maddesinin değerlendirilmesinde düğümlerim ektedir. Gerçekten bu fıkra yazı işleri müdürü için asıl sorumluluk taşımaktadır. Ancak, fıkrada yer alan birinci cümlenin bu asil sorumluluğu belirleyen bir niteliği mevcut olup gazetecilikte müstear adla veya remizle yazı yazılmasının yada karikatür çizilmesinin yerleşmiş, alışılmış, gazetenin topluma sevdirilmesi, gazeteye yazı bulma gibi gazeteyle ilgili ve bu suretle bünyesinden kaynaklanan bir olgu olması, gazetenin genel yönetimiyle ilgili bu olguda gazetenin çalışanlarından olan yazı işleri müdürünün genel yönetime ait bir sorumluluğu üstlenmek zorunda bakılmaması gereği ile ilgilidir. Bir soruşturmanın olmadığı halde bu kuralın yer alıp almamasının önem taşımadığı gözetildiğinde gerçekten kuralın asil sorumluluğun doğuş nedenini gösterdiği ortaya çıkmaktadır. Bu itibarla, bir soruşturmaya muhatap olan yazı işleri müdürü, yasayı bilmediğini ileri süremiyeceği gibi zorlamaya da maruz kalmadan yazanı açıklayacak ya da açıklamayacaktır. Açıklaması, asli sorumluluğu yüklerin,ediğini; aksi ise değişik 16/2. madde ve fıkrası kapsamına girişini gösterecektir. Bu açıklama kendi sorumluluğu ile ilgili olup esasen müstear adla veya remizle yazanın kaderini ve sorumluluğunu yüklenmek zorunda olamıyacağı düşüncesinin bir sonucudur.
Bu nedenle, olayımızda, açıklanan oluş özellikleri içinde sanığın asli sorumluluğu yüklenemediğini kabul etmek ve yazı işleri müdürü olarak sorumluluğunu varsaymak yasa amacına ve oluşla belirlenen sanık eylemine daha uygun düşeceği sonuç ve kamsına ulaştırmaktadır görüşüyle özel daire onama kararının kaldırılması yerel mahkeme hükmünün tebliğ name uyarınca bozulması talep edilmiştir
Dosyaya, oluşa ve delillere göre: Sanığın, İstanbul'da yayınlanan Gazetesinin sorumlu yazı işleri müdürü olduğu, bu gazetesinde 31 .3.1978 günlü nüshasında birinci sahifesinde (Adı Değmez) müstear adı ile yayınlanan (Bu Defter Dürülecektir) başlıklı yazıda yer alan (Manevi Sefalet Medeni Yankesicilik İdari Fuhuş Hükümet Otoritesini Yatağa Uzatmak Siyasi Rezalet Efsanevi Şekavet Memleketi Moskof istila etmişçesine Belki Moskof'un Bile Yapamayacağı Tasarrufları Yapmak Milli Haysiyeti Küçültücü Davranışlar İçinde Olmak...) gibi sözlerle Hükümetin manevi şahsiyetinin tahkir ve tezyif edildiği; C.Savcılığınca derhal soruşturmaya başlanarak adıgeçen gazete sorumlu yazı işleri müdürü olan sanığın celp ve savunmasının alınmasına çalışıldığı, bu cümleden olarak sanığın celbi için çıkarılan davetiyenin çalıştığı yerden ayrılması nedeniyle bile tebliğ iade edildiği, bunun üzerine C.Savcılığınca Emniyet Müdürlüğüne yazılan 6.4.1978 tarihli bir yazıda sanığın gazetenin idare merkezinden öğrenilecek adresinden celbi ile 14.4.1978 günü müracaatının temininin istendiği, bu isteğin sanığa iletilmek üzere adıgeçen gazetenin müessese müdürü (MA.) ya tebliğ edildiği, sanığın belirtilen günde gelmemesi üzerine C.Savcılığınca Emniyet Müdürlüğüne yazılan 26.4.1978 tarihli bir yazıda sanığın hüviyet ve adresinin tesbit edilip bildirilmesinin istendiği, bu isteğin de aynı gazetenin müessese müdürüne tebliğ edilmekle beraber Emniyet Müdürlüğünce sanığın arandığı ancak bulunamaması üzerine durumun 29.5.1978 tarihli bir yazı ile C.Savcılığına bildirildiği C.Savcılığınca düzenlenen 30.5.1978 tarihli fezleke ile Bakanlıktan takibat izni istendiği ve Bakanlıkça gerekli iznin 8.6.1978 tarihinde verilmesi üzerine dava açma süresinin dolmasına 15 gün kala 16.6.1978 tarihli iddianame İle sanık hakkında kamu davasının açıldığı;
26.9.1978 tarihinde duruşmadaki ilk sorgusunda sanığın; "Yazının kimin tarafından yazıldığını ilişmediğini, genellikle anonim yazılardan olduğunu, yazıyı okuduğunu, suç unsuru görmediği için bastığını..." beyan ettiği, C.Savcısının sanık hakkında 2231 sayılı Yasa ile değişik 5680 sayılı Yasanın 16/2. maddesinin uygulanmasını isteyen esas hakkındaki mütalaası üzerine ek savunması alınmak üzere celbedilen sanığın 18.12.1979 tarihli celsede : "Yazıyı kendisinin yazmadığını yazanın kim olduğunu araştırılıp mahkemeye bildirmek üzere mehil talep" ettiği, 18.4.1980 tarihli celsede ise: "Suç konusu yazının telefonla alındığını, yazarının da (N.F.K.) olduğunu, (Adı Değmez) mahlasını (N.F.K.)in kullandığını..." beyan ettiği tanık olarak mahkemeye davet edilen ancak hastalığı nedeniyle gelemeyen (N.F.K.)in mahkemeye gönderdiği yazılı beyanlarında: "Söz konusu yazı ile uzaktan ve yakından hiçbir alakası bulunmadığını, (Adı Değmez) imzasının müstear bir isim olup kendisi ve kendi fikir muhitine mensup pek çok kişi tarafından kullanıldığını, bu imza ile yazının kendisine ait olduğu hissinin yazarı tarafından verilmiş olabileceğini..." belirttiği, 4.11.1980 tarihli celsede bu beyana karşı diyeceği sorulan sanığın: "Buna karşı diyeceği olmadığını, ancak adı geçen gazeteden halen ayrılmış Olduğunu, (Adı Değmez) isimli bu yazının (N.F.)ye ait olduğunun gazeteden sorulmasını" istediği, adı geçen gazete yazı işleri müdürünün mahkemeye gönderdiği 2.2.1981 tarihli cevabi yazıda ise: "... Suç konusu yazının fikir ve muhteva olarak (N.F.K.)den kaynaklandığı ve fakat o zaman ki Genel Yayın Müdürü (1.0.) tarafından kaleme alındığı ve ona ait müstear isim ile neşredildiğinin anlaşıldığı, asıl metinlerin ancak altı ay saklanmak mecburiyeti olduğundan yazının orijinaline rastlanamadığının. . .." bildirildiği, adı geçen (Lojnun ise ölmüş olduğunun, sanığın 23.12. 1981 tarihli dilekçesinde belirtildiği, anlaşılmaktadır.
Olay ayrıntıları ile bundan ibarettir.
Ceza Genel Kurulunun önüne gelen uyuşmazlık şudur:
Müsteşar adla, remiz kullanılarak veya imzasız olarak yayınlanan yazılarda, yani yazarın kim Olduğunun bilinmediği ahvalde; sorumlu müdürün cezası 2231 sayılı Yasa ile değişik Basın Yasasının 16/1. maddesine göre zorunlu olarak para cezasına çevrilecek midir? Yazarın araştırılmasına gidilecek midir?
Yoksa; aynı Yasa maddesinin 2. bendinin 2. cümlesi uyarınca, yazarın araştırılmasına gerek kalmadan sahibi belli olmayan bu tür yazıdan dolayı sorumlu müdüre hürriyeti bağlayıcı ceza mı verilecektir?
İşte çözümlenecek sorun budur.
Konumuzla ilgili olmamakla beraber ilave edilmelidir ki, kuşkusuz koşulları varsa 647 sayılı Yaranın 4. maddesi hükümleri saklıdır.
Sorunun Çözümüne Basın Yasasının 16. maddesinin incelenmesiyle başlanması gerekmektedir.
16.maddede mevkutelerle işlenen suçlarda yazı işleri müdüre nin sorumlulukları, İki ayrı bentde ve birbirinden bağımsız [müstakil] olarak, birinden diğerine dönüşme mümkün olmayacak biçim. de ve iki ayrı türde düzenlenmiştir:
1. Bentde: Sahibi belli olan yazıdan dolayı sorumlu müdürün mesuliyeti,
ikinci Bentde: Sahibi belli olmayan yazıdan dolayı sorumlu müdürün mesuliyeti belirlenmiştir.
Özel daire kararında da değinildiği gibi, birinci bentde, yayının gerçekleştiği anda yazarı belli olan yazıdan dolayı belli olan bir yazar ile sorumlu müdürün beraber mesul olmaları hali düzenlenmiştir. Sözü edilen bu beraber mesuliyette; yazar; yazı metninden (muhtevadan) dolayı birinci derecede; yazı işleri müdürü de yazara bu İmkanı vermek suretiyle yayını gerçekleştiren kişi olmaktan dolayı ikinci derecede sorumludur. Sorumluluktaki bu derecelenmenin sonucu olarak; birinci derecede sorumlu kabul edilen yazarın cezası hürriyeti bağlayıcı ceza olarak kalmakta; ikinci derecede sorumlu görülen yazı işleri müdürünün cezası paraya çevrilmekle, daha doğru bir ifadeyle para cezası olarak hükmedilmektedir.
Nitekim, 2231 sayılı Yasanın Millet Meclisi'ndeki müzakeresi sırasında, Millet Meclisi Adalet Komisyonu'nca düzenlenen 10.4.1979 gün ve 93 sayılı raporda : e... zira yazı işleri müdürlerinin sorumluluğu ilkesi yazıyı yazanın, resmi veya karikatürü yapanın mücerret bunları yazmış ve yapmış olmasından değil yazı işleri müdürünün suç unsuru taşıyan yazı, resim veya karikatürün mevkutede basılıp yayınlanmasına müsaade ve muvafakat etmiş, ya da buna karşı çıkmamış olmasından doğmaktadır. Filhakika bir yazı, resim veya karikatür suç unsuru taşısa bile yayınlanmadıkça cezai kovuşturmaya konu olamaz ve yayımı ise sorumlu yazı işleri müdürünün onayı İle mümkün olabilir. Bu nedenle, komisyonumuz suç teşkil eden bir yazı, resim veya karikatürün mevkutede yayınlanmasından ötürü yazı işleri müdürünün de bir ölçüde sorumlu tutulması gerektiği görüşünü benimsemiştir. Ancak, yazı işleri müdürlerinin, yayınına izin verdikleri yazı, resim veya 'karikatür içine yazarı veya yapanı tarafından yerleştirilmiş bulunan suç unsuları açısından yazanın veya yapanın amacına katılmamış olması mümkün ve muhtemel olabileceğinden komisyonumuz, yazı işleri müdürlerine şahsi hürriyeti bağlayıcı ceza yerine para cezası verilmesini hukuk, adalet ve toplum yararı açısından daha uygun bulmuş ve 16. maddenin 1. bendi bu sebeplerle değiştirilerek kabul edilmiştir.)(Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem - 5, Cilt - 12, Toplantı - 2, 80. Birleşim, Sahife: 335). Millet Meclisi 18.4.1979 günlü oturumunda söz alan sözcüklerce de aynı ilke ifade olunmuştur.
16. maddenin ikinci bendinde ise üç ayrı cümlede üç ayrı husus düzenlenmiştir.
-1. cümle, anonimlik hakkı,
-2. cümlede, konumuz olan; yazarı belli olmayan yazıdan dolayı yazı işleri müdürünün asli sorumluluğu, diğer bir deyişle hürriyeti bağlayıcı ceza ile mahkum edileceği hali,
- 3. cümlede, gazete sahibi tarafından, yazı işleri müdürünün rızası hilafına yayınlanan yazıdan sorumlu tutulamayacağı hali düzenlenmiştir.
Anonimlik hakkından maksat "Bir kimsenin neşrettiği yazı, makale ve kitapları imzalamağa mecbur tutulmaması ve yine kimsenin imzasız veya remizle yahut namı müstearla münteşir bir yazının muharriri öğrenilmek üzere tazyik olunamamasıdır" (S. Dönmezer; Basın Mevzuatı, Sahife - 15). Bu itibarla; İmzasız yazı yazan kişinin korunmasına yönelik olan ve son Yasa değişikliğinde 16. maddenin 2. bendinin birinci cümlesinde ver alan hüküm, anonimlik hakkının yasal ifadesinden başka bir şey değildir.
16.maddenin 2. bendinin 2. cümlesinde yer alan "Sahibi belli olmayan yazıdan dolayı sorumluluk yayın unsurunu gerçekleştiren sorumlu müdüre aittir" hükmü, birinci bentden tamamıyla ayrı ve sorumlu müdürün tek başına sorumluluğunu düzenleyen bir hükümdür. Buradaki sorumluluk, yayını gerçekleştirmekten doğan ve yalnız sorumlu müdüre ait olan asil sorumluluktur. Bu durumda artık, yazı işleri müdürlüğü sıfatı söz konusu olmadığından, birinci bendin uygulanması veya birinci bende dönüşme mümkün değildir.
Zira, sahibi belli olmayan yazıyı yayınlayan kişi; birinci bentde kendisine tanınan yazı işleri müdürlüğü sıfatından doğan ayrıcalığından ve hürriyeti bağlayıcı ceza verilmemek şeklinde korunan statüsünden feragat etmiş, şahsi eyleme yönelmiş; muhtevadan doğan mesuliyeti, yayını gerçekleştirmek suretiyle üzerine almıştır. Artık yazı işleri müdürünün kendi rıza ve iradesiyle yüklendiği ikinci bentdeki sorumluluğundan; anonimlik hakkı ile mutlak korunmaya alınmış bulunan yazarın adını ortaya atmak suretiyle onu mahkum ettirmesi, kendisini kurtarması veya kısa olan dava süresini geçirerek hem kendisini hem de onu kurtarıp kamuyu mahkum hale düşürmesi Olanaksızdır Aksine bir kabul, sanık olan bir kimseye o kamu davasında, ceza sorumluluğu yönünden, çok önemli tasarruf yetkisi vermek olur ki, buna ne yasa metni ne de hukuk kuralları imkan vermez. Böyle bir uygulama yazı işleri müdürünün ikinci bentdeki asli sorumluluğun, birinci bentdeki tali sorumluluğa dönüşebileceğini kabul etmek sonucunu doğurur. Bu da yasanın amacına ve önem verip sorumluluk türlerinde yaptığı ayrımı yok saymak, diğer bir anlatımla ikinci bendi sanığın istediği yerde ilga etmesine, uygulanamaz hale getirmesine müsaade etmek olur ki bunun hiçbir hukuk sisteminde yeri yoktur.
Yasa koyucunun iradesinin de bu doğrultuda olduğunu belirlemek bakımından şu hususlara da değinilmekte yarar vardır:
1 - Birleştirilerek müzakere edilen Balıkesir Milletvekili Sadullah Usumi ve Kars Milletvekili Doğan Arsalı'nın teklifinde : "Sahibi belli olmayan yazı veya resim veya karikatürden dolayı sorumluluk neşir unsurunu gerçekleştiren sorumlu müdüre yazı veya resim veya karikatürün sahibi imiş gibi tereddüt eder" biçiminde ifade edilmiştir (Adı geçen, Tutanak Dergisi, Sahife: 335).
2 - Adalet Komisyonunun, yukarıda sözü edilen raporunda: "Böylelikle sorumlu müdürlerin anonimlik hakkına dayanarak suistimal yapmaları önlenmek istenmiştir. Komisyonumuz, bu cümlede yer alan "sahibi belli olmayan" hükmünün kapsamına, sahibi aleyhine Türk mahkemelerinde dava açılmayanları da dahil görmektedir" denilmiştir (Adıgeçen Tutanak Dergisi, Sahife: 335).
3 - Yasa teklifinin gerekçesinde de: "Geçimini sağlamak için gazetecilik ve yazı işleri müdürlüğü yapanların başkalarının fiilinden dolayı hapis yatmalarını önlemek amacı ile hazırlanan bu kanun teklifi ile hapis cezaları para cezasına çevrilmektedir. Fakat, yazı işleri müdürü olmak ile yazar olmak arasındaki fark kesin biçimde bu yasa teklifi ile ortaya konulmakta, suçu oluşturan yazıyı yazan, resmi çizen ve takma ad kullanan yazarın gerçek kimliğini saklayan yazı işleri müdürleri için yasalardaki hapis cezaları işletilmektedir. Aynı biçimde, mahkeme kararına davalı tekzipleri yayınlamamakta israr eden yazı işleri müdürleri de aynı şekilde hapisle cezalandırılmaktadırlar (Adıgeçen Tutanak Dergisi, Sahife - 335).
4 - Basın Yasasına 2231 sayılı Yasa ile eklenen geçici 4. madde de aynen şöyledir: "Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, sorumlu müdürler hakkında 16. maddenin 1. bendi yoluyla verilip kesinleşen hürriyeti bağlayıcı cezalarla infazına başlanmış hürriyeti bağlayıcı cezaların infazı durur. Bu kimseler hakkında bu Kanunun 16. maddesinin birinci bendi uyarınca para cezasına hükmolunur."
5 - 5680 sayılı Basın Yasasının 27. maddesinin (kısmi anonimlik hakkının müeyyidesi olan maddenin) 2231 sayılı Yasanın 2. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış olması da bu hususun diğer bir Yasal dayanağıdır.
Görülüyor ki, gerek yasa metninin infazından, gerekse yukarıda sözü edilen metinlerden yasa koyucunun iradesi kesin çizgileri ile açıklığa çıkmaktadır. Aksine bir düşünce, yasa koyucunun amacına aykırı olduğu gibi sahibi belli olmayan yayınlar yapmak suretiyle önlenmesi mümkün olmayan suistimallere de yol açabilir. Örneğin: Casusluk örgütü kurmaya ve gizli çalışmaya gerek kalmayabilir: "Haber aldığımıza göre... " diye başlayıp her türlü Devlet sınırı ifşa, vatana ihanet suçunu gazete ile işleyip para cezası ile kurtulmak mümkün hale getirilebilir.
C.Başsavcılığı itirazında değinilen, yazı işleri müdürü olan sanığa, yazarın kim olduğunun sorulmamış olması, bu hususun tahkik edilmemiş bulunması hususuna gelince; yukarıdaki açıklamalarda da vurgulandığı gibi, sorumlu müdür 16/l'deki durumundan rızası ile vazgeçip yazarı belirtmeksizin müstear adla yazıyı neşretmekle ikinci bentdeki sorumluluğu kabullenmiş ve bu statüye yani yazan durumuna geçmiştir. Artık ondan ne sormaya ne de söylemesini beklemeye gerek vardır. Bu anonimlik hukukunun gereğidir. 2. bentdeki sorumluluktan birinci bentdeki sorumluluğa dönüşü, Yasa koyucu bu tedvin biçimi ile kabul etmemiştir.
Yukarıda olayların ve tahkikatın seyri, sanığın tutumu kronolojik sıra içinde ve ayrıntılı biçimde özetlenmişti. Bu özet tekrar göz önüne alındığında durum bütün açıklığı ile ortaya çıkacaktır: Yazarın belirsizliği, hatta yokluğu; bildirme teşebbüsünün kanuna karşı hileden ibaret olduğu anlaşılacaktır.
Burada diğer bir konuya değinmekte yarar vardır: Yukarıda açıklandığı gibi 2231 sayılı Yasanın 16. maddesinin 2. bendinde sahibi belli olmayan yazıdan dolayı sorumlu müdürün mesuliyeti düzenlenmiştir. "Sahibi belli olmayan" yazı ile ne amaçlanmaktadır? Sözü edilen Yasada bu konu açık ve seçik bir biçimde tanımlanmıştır. Gerçekten 16. maddenin 2. bendine göre: Müstear adla veya imzasız ya da remizli imza ile yazılan yazıların sahibi belli değildir. Yasanın bu açık tanımı karşısında savunmasız durumda bulunan ve anonimlik hukuku ile mutlak korunma altına alınan kimsenin yazar olduğunu kabul hukuken mümkün değildir. Aksi yöndeki bir uygulama anonimlik hukukunun koruduğu kimseyi sıfatı olmadığı bir davada ve gıyabında mahkum etmek anlamını taşır.
Bu açıklamalara göre varılan sonuç şudur: Ortada yazar yoktur Yayından sonra bildirilmiş olsa dahi sonucun değişmemesine rağmen yazar gene de bildirilmemiştir. Yazının müstear adla yazı işleri müdürünün asli sorumluluğunda yayınlandığı kesindir. Konu; maddi olay, hukuki yön ve yasal tedvin açısından açıklığa kavuşmuştur.
Bu nedenle, C.Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir
Çoğunluk kararına katılan Üye Ali Rıza Önder: (31 Mart 1978 günlü Gazetesi'nde "Bu Defter Durulacaktır" başlığı altında "Adı Değmez" imzası ile yayımlanan dava konusu yazıda hükümetin manevi kişiliği tahkir ve tezyif edilmiştir. Ancak, yazıyı gazete görevlilerine telefonla yağdıran asıl faik hakkında süresi içinde dava açılmamıştır. Bu yazıdan dolayı gazetenin sorumlu müdürü (S.(.E.) hakkında kamu davası açılmış ve adı geçenin TCK.nun 159/1 ve 59. maddelerine göre mahkumiyetine karar verilmiştir. Bu karar, yerel mahkemece, 5680 sayılı Basın Kanununun 2231 sayılı Yasa ile değişen 16. maddesinin 2. bendindeki koşulların gerçekleşmiş olması gerekçesine dayandırılmış ve Yargıtay 9. Ceza Dairesi de 27.1.1982 gününde hükmü oyçokluğuyla onamıştır. Yüksek Ceza Genel Kurulu ise 26.4.1982 günlü toplantısında C.Başsavcılığı'nın görüşümüz doğrultusundaki itirazım çoğunlukla reddetmiş bulunmaktadır. Bu red kararını, aşağıdaki nedenlerle yasanın amacına aykırı buluyorum.
Her üç kararda da Basın Kanununun değişik 16/2. maddesinde yazılı "müstear" ad teriminin katı ve yanlış yorumlanması ve en geniş anlamı ile kabulü düşüncesi baskın gelmiştir. Oysa buradaki müstear ad terimini, bu sözcüğün genel anlamına oranla çok daha sınırlı olarak kabul etmemiz gerekir. Terim olma niteliği burada doğar. Şöyle ki; maddenin yazılışından da anlaşılacağı üzere müstear adla, imzasız ya da remizli imza ile yayınlanan yazılardan doğacak asli sorumluluğun, gazetedeki yazı işlerinden sorumlu olan kişiye yükletilebilmesi için yazı sahibinin belli olmaması koşulu öngörülmüştür. Her üç durumda da asıl yazara ait gerçek kimliğin gizli tutulması hali esas olarak alınmıştır.
Bir takma ad bir yazıda ilk kez kullanılıyorsa veya asıl yazarı belli etmeyecek biçimde kullanılmış ise zaman bu maddedeki müstear ad kavramının kapsamı içine girer. Aksi halde, sırf yazarın nüfustaki adı dışında benimseyip yazılarında sürekli olarak kullandığı başka bir ad söz konusu ise, maddenin kapsamı dışında kalır. Takma adın madde kapsamına girebilmesi için asıl yazarı gizleyicilik vasfını taşıması gerekir.
Bu yorumumuzu açıklayabilmek için bazı ön bilgileri burada tekrarlamam gerekir. Müstear sözünün anlamı, "İstlare edilmiş, ariyet olarak alınmış" biçiminde açıklanıyor Ariyet ise "Hacet bitirmek için muvakkaten alınan veya verilen şey" demektir (Lügat-ı Naci, 1895, İstanbul). Bu günkü Türkçe'miz ile müstear sözcüğü; ödünç, iğreti, geçici anlamlarına gelir. Bu nedenlerle bu nitelikteki imzalar için takma ad dahi denilmektedir.
Bu durumda, terim anlamını aşan genel anlamdaki bütün takma adları, yasada yazılı müstear ad kavramının sınırları içinde düşünemeyiz. Olayımızda görüldüğü gibi "Adı Değmez" takma adının (N.F.}C.) ye aıt ol basın ve yayın çevrelerinde bilinen bir gerçek iken bunun sahibi belli olmayan müstear ad olarak kabulü, adalete esas olacak gerçeklerin bulunması ilkesi ile bağdaştırılamaz.
İncelenen dosyadaki yazıda, müstear ad değil, bir "ikinci ad" vardır. Buna çift imza kullanan yazarın "Eş değerli adı" da diyebiliriz. 2. adlar aslında gerçek ad değer ve niteliğindedir. Bunu böyle kabul ettiğimizde maddedeki "sahibi belli olmayan yazı" ögesi gerçekleşmemiş olur.
İslam-Türk edebiyat tarihinde ikinci ad niteliğinde takma ad kullanılması köklü bir gelenek olarak görülür. İmam-ı Azam Ebu Hanife, Farazi, Ibni Sina, Ibni Kemal gibi kişiler bilim dünyasına kendilerini bu takma adlarla kabul ettirmişlerdir. Aslında hiçbirisinin gerçek adı bunlar değildir. Ama bu adlar ikinci ad olarak gerçek adlarının yerine geçmiş ve onları gölgede bırakarak unutturmuştur.
Yakın tarihimizde de gerçek ad değerinde yerleşmiş olan şu takma adlan anımsatmak isterim: Hüseyin Avni, "Aka Gündüz" adını, Peyimi Safa kimi romanlarında "Server Bedi adını, Cevat Şakir Kaba ağaçlı, "Halikarnas Balıkçısı" adını, Behçet Kemal Çağlar bir kısım şiirlerinde "Arğara'h Aşık Ömer" adını kullanmışlardır. Bu adlar üsulü kalem sahiplerinin gerçek adları kadar kendilerini tanıtan ikinci, adlar niteliğindedir. İşte, (N.F.K.) de tıpkı bunlar gibi ikinci bir ad benimsemiş ve sanatla ilgili olanlar dışındaki yazılarını "Adı değmez" takma adı ile kaleme almıştır. Bu ad, tam anlamı ile bir ikinci addır. Gerçek adından farkı yoktur ve yasadaki müstear ad kavramının dışında kalır. Yazar bu takma adı, gerçek kimliğini saklamak için değil, yayın hayatına renk vermek, çeşni kazandırmak amacıyla, keyfi istediği için benimsemiştir. Bu durum, dosyada bulunan, (N.F.) imzalı yazıda, gazete yetkililerinin mahkemeye gönderdiği bir cevap yazısında ve sanığın son açıklamalarında belirtilmiş bulunmaktadır.
Bunlar dışında bu adın (N.F.) ye ait olduğunu şu bilgi ve belgelerle kanıtlamak zorunda kalıyorum.
Türk Ansiklopedisi'nin Kısa kürek (N.F.) maddesinde, Yeni İstanbul Gazetesi'ndeki yazılarında adı geçerin Adı değmez imzasının kullandığı belirtilmiştir. Devletçe çıkarılan bu ansiklopedinin tanıklığı yetersiz görülürse, (N.F.)nin yıllar boyunca ve bazı aralıklarla çıkardığı haftalık "Büyük Doğu" Dergisi'nin koleksiyonlarına göz atabiliriz:
1943 ve onu izleyen yıllara ait ilk ciltlerde bu imzayı kullanmayan (N.F.), 1948'den itibaren yeniden yayınlamaya başladığı dergisinin her sayısında ve beşinci sayfalarında "halkadan pırıltılar" genel başlığı altında kaleme aldığı yazılarında "Mb Değmez" imzasını kullanmış ve bu sütunlarda İskim Tarihi'nden aldığı çeşitli konulan işlemiştir. 1959 yılında yeniden yayımlamaya başladığı aynı dergide ise bu ikinci adla yazdığı yazıların genel başlığında bir değişiklik yaparak "Altın Halkalar" demiştir. Bu ikinci adın (N.F.)ye ait olduğunda hiçbir duraksamaya yer olmadığını aynı dergide ara sıra görülen kitap reklamlarından açıkça öğreniyoruz. 1 Nisan 1949 günlü Büyük Doğu'nun üçüncü sayfasında aynen (N.F.)nin Adı değmez imzası altında eski Büyük Doğularda intişar eden evliya menkıbeleri kitap halinde çıktı, tükenmek üzeredir, şeklinde bir duyuru vardır ki, çıkan kitabın adı, bu duyuruda "Halkadan Pırıltılar" olarak verilmiştir Bundan yıllarca sonra 23 Nisan 1954 günlü Büyük Doğu Dergisi'nin birinci Sayfasında ise, "Altın Halka" başlıklı bir tanıtma yazısı vardır. Burada, (NF) nin Halkadan Pırıltılar isimli eserinin ikinci baskısının yapıldığı bilmektedir. Bu bilgiler bu 'takma adın adı geçene ait olduğunu gösteren kesin delillerdir.
Büyük Doğu Dergisi, yıllarca yaşamış bir yayın organıdır. İçinde, ilke çarpında tanınmış birçok yazarların yazıları yer almıştır. Mustafa Şekip Tunç, Hilmi Ziya Ulken, Ali Fuat Başgil', Eşref Edip, Peyami Safa, Rasılı Nuri İleri, Suphi Nuri İleri, Reşit Ekrem Koçu, Ethem İzzet Behice, Salih Murat Uz dilek, Kazım Nami Duru, Mahmut Ye sari gibi ünlü imzaları bu arada sayabiliriz. 0 zamanın genç yazarlarından Oktay Ak bal' da bu dergide öyküler yayımlamıştır. Bu durum da gösteriyor ki Büyük Doğu, geniş okuyucu kesimi bulunan bir dergidir. Bu dergide yer alan Adı değmez imzasının da ülke çapında tanımmış (N.F.)ye ait olduğu herkesce bilinen bir gerçektir. Yüksek Genel Kurulda yaptığım ve burada tekrarladığım iş bu açıklamalardan sonra Basın Kanununun 16. maddesindeki "Yazarı belli olmamak" koşul ve ögesinin oluşmadığını kabul etmek gerekirken çoğunluğun, dairece verilen onama kararını desteklemesi bizce isabetsiz olmuştur.
Meslektaşlarımı bu yolda karar almaya iten etken, öyle sanıyorum ki, şekil hukuka fazla bağlılık gösterilmiş olmasıdır. "Madem ki maddede müstear ad denmiştir, o halde Adı değmez imzasını da bu kavram içinde düşünmek zorunludur" düşüncesi ağır basmıştır. Oysa, bu müstear ad, sözcüğünün,, yazarı gizleyecek nitelikte olması koşulu gözlerden kaçmıştır. Bizce şekil amaca varılmasını kolaylaştırdığı oranda önemli ve yararlıdır. Aksi halde asıl amaç olan hak ve adaleti bulma yolunda zararlı bir engel olmaktan öteye gidemez.
Şimdi, Meşrutiyet yıllarında İstanbul Hukuk Fakültesi'nde hocalık yapan Seydişehirli Müderris Mahmut Esat Efendi' nin şekli hukukla ilgili bir açıklamasını aktararak düşüncemi pekiştirmek istiyorum:
"Roma hukuku haddi zatında formalisttir. Herşeyi bir şekle irca eder. Onun hususiyet ve kuvveti bundadır. Şeriat-i İstinye' nin hassası ise bilakis şekle ehemmiyet vermemektir. vukuda itibar, makasın ve maniyedir, el faz ve zebaniye değil (Mecelle). Her şey terazi-i tarafeyne alı valin delaletine, Hakimin takdirine terk edilmiştir. Kava id-i Diniyeyi müstenit bazı ahkam müstesna olmak üzere şeriat-i islamiye ile bugünkü Avrupa kanunları beyninde büyük bir tefavvüd yoktur" (Tarih-i tim-! Hukuk, İstanbul, 1915, Sayfa 253).
Çağdaş Türk hukukunda da amaç ve içeriğin, şekil ve infazı tercih edildiğinden hiç şüphemiz bulunmamaktadır.
Sözcüklere anlam verirken şekle ve lafza fazla bağlanmamak gerektiğini gösterir başka bir örneği de meşrutiyet anayasasından vereceğim: Kanun-u Esasinin 42. maddesinde "Meclis-i Umumi, Heyet-i Ayan, ve Heyet-! Mebusa namlarıyla başka başka iki heyeti muhtevidir" denmiş ve bu heyet sözü öteki maddelerde de tekrarlanmış okluğu halde pratik hayatta bu Sözcük, yerini "Meclis"e bırakmıştır. Meclisi Ayan ve Meclisi Mebus an Sözleri yazı ve konuşma dilinde yerleşmiştir. Bu meclislerin kendi Zabıt çeviri. delerin" bile durum böyledir.
Kişisel inancıma göre müsteşar ad sözüne anlam verirken bunun yasa terimi olarak sınırlarını iyi çizememek sonunda hataya düşülmüştür. Genel Kurul kararı, yalnız para cezası ile mahkumiyeti gereken sanığın hapis cezası ile de hüküm giymesine yol açan mahkeme kararına kesinlik kazandırmıştır.
Sanığın, bu ikinci adın asıl sahibinin kim olduğunu yargı organlarında geç açıklamış olması, aleyhine yorumlanamaz. Sanık olunanın ortaya çıkardığı ruh haleti bakımından içine düştüğü şaşkınlığı ve tereddütleri kötü niyetli olduğu yolunda değerlendirmek için geçerli bir neden yoktur. Bildirilen adın kime ait olduğu konusunda görevli savcı ve bakim yeterli bilgiye sahip olmayabilirler. Ama bunu öğrenmelerine ve gerçeği bulup saptamalarına engel olacak hiçbir usul kuralı yoktur) belirterek;
Başkan M. Sabri Livanelioğlu, Üyeler H. Hilmi Erdem ve Mustafa Kaya ise, Üye A R. önder'in karşı oyundaki ve itirazdaki görüşü benimseyerek:
C.Başsavcılığı itirazının kabulü ile özel daire onama kararının kaldırılması ve 'yerel mahkeme hükmünün bozulması gerektiği yolunda oy kullanmışlardır.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle, C.Başsavcılığı itirazının (REDDİNE), 26.4.1982 gününde üçte ikiyi geçen oyçokluğuyla karar verildi.
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini