Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 1982/6168
K. 1982/7199
T. 26.11.1982
DAVA : Taraflar arasındaki sözleşmenin iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün davacı avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine, dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı, tahliye tehdidi altında bırakılarak 1.4.1979 tarihinde yeniledikleri sözleşme ile kira parasını "her ay; 30 gram 24 ayar külçe altın" üzerinden ödemeyi kabul etmek zorunda kaldığını, altın fiyatları tasavvurların üstünde artış gösterdiğinden, borcun edasının, gayri mümkün, çekilmez hale geldiğini söz ederek, sözleşmedeki kira bedelinin, altın olarak ödeme koşulunun hükümsüzlüğüne, sözleşmenin kurulduğu 1.4.1979 gününden itibaren aylık kira parasının ( TL ) olarak tesbitine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, sözleşme serbestiyesi ve sözleşmeye bağlılık kuralı altında, davanın hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, kaldı ki, 1.4.1979 tarihinden beri davacının altın olarak düzenli ödemelerde bulunduğunu savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkeme, kira bedelinin altın olarak belirlenmesinde yasalara aykırı bir yön bulunmadığı, ayrıca sözleşmenin kurulmasında ikrah şartlarının da kanıtlanmadığı gerekçesi ile davayı reddetmiş, hüküm davacı yanca temyiz edilmiştir.
1 - Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2 - Adi kira öyle bir akittir ki, bununla, kiralayan bir şeyin kullanılmasını bir bedel karşılığında kiracıya terketmek borcu altına girer ( BK. m.248 ). Adi kira tam iki yanlı sözleşmedir. Diğer bir anlatımla ivazlı, karşılıklı, taahhütleri havi akittir; kullanma bir bedel karşılığında terkedilir. Somut olayda belirtmek gerekirse, kiracının karşı edimini "kira parası" oluşturur. Konusu altın olan borçların ödenmesinde -mislen piyasadan sağlanması araştırılıp bulunması olanaklı bulundukça- mislen işlem yapılması, aksi takdirde B.K.'nun 83 ve TTK.'nun 566, 643. maddeleri gereğince ödeme günündeki ve ödeme günü bulunmayanlarda, yasa uyarınca ivedi olduğu gündeki sürüm değerin, temel tutulması gerekir. Türk parasının değerinin korunması ve para işlerinin düzenlenmesini esas tutan 1567 sayılı Kanun ve bu Kanun'un verdiği yetki dairesinde, çıkarılan kararnameler uyarınca da yalnız altının memleket dışarısına çıkarılması memnu olup, 14.1.1938 tarih ve 2/8030 sayılı kararname ile altın alım ve satımına konmuş olan bazı takyit ve tahditlerde 23.9.1939 tarih ve 2/12019 sayılı kararname kaldırıldıktan sonra; bugün, memleket dahilinde altın alınıp satılması tamamen serbest bulunmaktadır ( E.1946/15, 1947/1. K.1947/7, 19.2.1947 sayılı Y.İ.B.K. ). Öyleyse bu anlaşmanın geçerliliğinde asla duraksamaya yer yoktur. Davacının bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
3 - Sözleşme hukukuna, egemen olan ve Türk Hukukunda kabul edilen kural; "sözleşmeye bağlılık kuralıdır"; Pacta Sun Servanda adı ile anılan bu kurala göre, sözleşme ifa edilmelidir. Şartlar taraflardan biri, özellikle borçlu için sonradan ağırlaşmış olsa bile, bu kimse borcunu yerine getirmelidir. Kökleri Roma Hukukunda bulunan bu kuralın mutlak olarak uygulanması, bazı durumlarda sonuç itibariyle hakkaniyet kurallarına ve adalet duygularına ters gelebilir. Taraflar karşılıklı menfaatlerini sözleşme ile tanzim etmişlerdir. Ne var ki, sözleşmeler, durumun değişmeyeceği şartı altında yapılmaktadır. Eğer taraflar durumun değişeceğini bilse idiler, ya buna göre tedbir alırlar ya da sözleşmeyi hiç yapmazlardı. Kaldı ki, bir süre sonra önceden görülemeyen sebeplerle, şartların olağanüstü değişmesi yüzünden, taraflardan birinin ( borçlunun ) durumu katlanılamayacak derecede ağırlaşabilir ve bununla da sözleşme ile kurulmuş olan edimler arasındaki denge bir taraf aleyhine olarak, büyük ölçüde bozulmuş olabilir. Sözleşmedeki dengeyi bozan olağanüstü hallere örnek olarak harp, ekonomik krizler, para değerinin düşürülmesi, aşırı enflasyon gösterilebilir ( Bkz. Asistan M.Enis Sarıal Beklenmeyen Halin Sözleşmeye Etkisi, Yargı, 1980, Sayı.47, sh.24 ).
Yerine getiremezlik; bazen de "ekonomik nedenlerden" ileri gelebilir.Genellikle edimin ifası alacaklıya sağlayacağı yararlar ölçülemeyecek derecede ve iyiniyetle bağdaşamayacak şekilde borçlu için çok ağır bir yüke katlanmayı gerektirecek hallerde söz konusu olur ( F.N. Feyzioğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C.II, 2. Bası İstanbul 1977, sh.173 ).
Yurdumuzda, ekonomik koşullar önemli derecede değişmiş, üretim ve tüketim mallarının fiyatları yükselmiş, enflasyonist durum, giderek ferdin hayat yükünü çekilmez düzeye çıkarmıştır. Bu enflasyonist ortam; zorunlu olarak altın fiyatlarında sürekli artışlara neden olmuştur. Altın fiyatlarındaki olağanüstü artışların beklenilmeyen sözleşmenin mali şartlarını alt üst eden, sezilemeyen kusur dışı gerçek olaylar olduğunu kabul etmemek, adalet ve iyiniyet kurallarını rencide eder. Borç ilişkisinin kurulmasından sonra, borçlunun kusuru olmaksızın edim ( borç ) imkansızlaşmışsa bu durumda, borç sona erer. "İmkansızlık" denilen hallerde edimin yerine getirilmesi söz konusu olmamaktadır ( BK.m.117 ). Oysa borçlu yönünden, edimin yerine getirilmesinin ( ifasının ) aşırı ölçüde güçleşmesi, BK.m.117'nin kapsamının dışında kalır. Gerçekte de aşırı güçlük, "İfa İmkansızlığıyla" karıştırılmamalıdır. Aşırı güçlük hallerinin imkansızlığa dahil edilmesi doğru değildir. Zira imkansızlık hali, borç ilişkisini, kendiliğinden ( ipsojure ) sona erdirir ve ya hep ya hiç diyerek, sözleşmenin yeni durumlara uydurulmasına imkan vermez ( M.Dural Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki İmkansızlık, İstanbul, 1976 sh.38 ).
Sözleşmenin parasal koşullarını, edim ve karşı edim arasındaki oranı; esaslı suretle sarsan olağanüstü olaylara, beklenilmeyen olaylar ve bu durumların, hukuki hükümlerini düzenleyen sisteme de "Beklenilmeyen Haller Hukuku" denir ( A.P. Gözübüyük; Hukuki Mesuliyet Bakımından Mücbir Sebepler ve Beklenmeyen Haller, Ankara 1957 sh.125 ).
Bu olaylar karşısında kalan borçlu, sözleşmenin metnine değil, ne var ki, kendi borcuna bir sınır çizen, adalet-iyiniyet kurallarına dayanmak gerektiğini ileri sürer. Beklenilmeyen olaylar, borcun yerine getirilmesini ( ifasını ) esaslıca güçleştiren nedenlerdir. Hukukumuzda, birinci planda, sözleşmeye uyma kuralı geçerlidir. Önceden görülemeyen değişikliklerin borçlunun, borcunu ifa etmesini olağanüstü güçleştirmesi halinde, sözleşmenin yeniden gözden geçirilmesi hakkında genel bir hüküm yoktur. Sadece, bazı sözleşmelere ilişkin özel hükümlere yer verilmiştir ( örneğin, BK.m.82; 264; 282; 286; 344; 365/2; 517/1; 535/7 ). O nedenle, gerek sözleşmede ve gerekse yasada, hukuksal ilişkinin yeni duruma ayarlanmasını, ya da sona erdirilmesini, öngören bir hüküm bulunmaması durumunda, nasıl bir çözüme kavuşulacağı sorusuna bir yanıt bulunmalıdır.
Alman ve İsviçre Hukuk öğretilerinde baskın olan "işlem temelinin çökmesi ya da sarsılması" görüşünün dayandığı değiş-tokuş sözleşmelerinde, edimler arası denge görüşü uyarınca, daha sonra ortaya çıkan ve zorlu neden niteliğinde bulunmayan olağanüstü durumlarda, yanların edimleri ( borçları ) arasında denge önemli ölçüde sarsılırsa, hüküm MK.m.1 ve 2 çerçevesinde, ya sözleşmeyi sona erdirir ya da değişen durumlara uyarlar. Ne var ki, sözleşmenin yeni durumlara uydurulması imkanı varsa, yani edimler arasındaki denge bozulmuş ise, yeni durumlara uydurma kural, sona erdirme istisna olmalıdır. Sona erdirme ve uyarlama konusu taraflarca sözleşmede öngörülmüş ya da yasada özel bir kuralla düzenlenmiş ise, ( az yukarıdaki yasa maddeleri ) bu olasılıkta hakim, sözleşme ya da yasa hükmü kuralını gözetir ve uygular.
İşte bu şekilde, işlem temelinin çöktüğü hallerde, nasıl hareket edilecektir? Bu soruya hukuksal yanıt ve kaynak olarak MK.m.2'deki doğruluk ve dürüstlük kuralını gösteririz. İşlem temelinin, çöktüğünün dikkate alınması dürüstlük kuralı icabıdır. Diğer bir deyişle, durumun değişmesi halinde, sözleşmede ısrar etmek dürüstlük kuralına aykırı bir tutum olur ( K.T. Gürsoy Hususi Hukukta Clasula Rebus Sic Stantibus ( Emprevizyon Nazariyesi ) Ankara 1950, S.6 ). Konumuzla ilgili dürüstlük kuralından amaçlanan husus, her sözleşmede bulunması ve tarafların da buna uygun olarak hüküm koymaları gereken, her sözleşmeye özgü, denkleştirici adalet şartı ve tarafların bu şarta uygun, dürüst düşünüş şekilleridir ( M.Dural, age, S.41 ).
Yani, işlem temelini, sözleşmenin anlamından çıkan ya da denkleştirici adalet yönünden terk edilmeyecek esaslar teşkil eder. Bu nedenle önce taraf iradelerine önem vermek gerekir. Taraflara, sözleşme yapılırken düşünmedikleri hususların zorla kabul ettirilmesi gerekir. İşte tarafların gerçek iradelerinin ne olduğu, ise sözleşmenin sözünden değil de yorumundan elde edilir. Ancak, burada sadece yorumla kalınmayıp, yorum aşılmaktadır. Zira, münhasıran, tarafların iradesinin ne olduğunun araştırılması ile yetinilmeyip, aynı zamanda sözleşme düzeltilmektedir. Bir yanda, yorum sonucu tarafların denkleştirici adaletin gözönünde tutulması gereken haller için tedbirler almadıkları nedeniyle, sözleşmede bir boşluk olduğu sonucuna varılmakta, diğer yandan da bu boşluk doldurulmaktadır ( MK. m.1 ). İşte bu boşluğun doldurulması, sözleşmenin düzeltilmesidir. Değişen durumların, sözleşmede kendiliğinden bulunan sözleşme adaletini bozması halinde, taraflar bu haller için bir tedbir almadıklarından, sözleşmede bir boşluk vardır ve bu boşluğun doldurulması için, sözleşmenin anlamı gözönünde tutularak, yorum yolu ile ve dürüstlük kuralına uygun olarak doldurulacaktır. Aksi takdirde tarafların gerçek iradesi, gözönünde tutulmamış olduğu için, irade serbestisi kuralı ihlal edilmiş olur. Demek ki burada, sözleşmenin yorum yoluyla düzeltilmesi söz konusudur. Yorumlayacıdır; zira, sözleşmenin gerçek anlamı bulunmaktadır; düzelticidir; zira sözleşmenin sözü düzeltilmektedir; yoksa sadece sözleşme tamamlanmamaktadır ( Larenz, Gesehaeftsgrundlage, sh.165-166 M. Dural age; sh.41, BGE 47 II 314=JDT 1921 1 561. 14.7.1921, Doç.Dr. Şener Akyol Medeni Hukukla İlgili İsviçre Federal Mahkemenin Kararları İstanbul 1980, sh.171 ).
Acaba taraflarda biri, BK.m.264 dışındaki bir yolla, sözleşmenin çözülmesi, ya da yeni durumlara ayarlanmasını isteyebilir mi, sorusuna bir yanıt bulmak gerekir. Anılan bu yasa hükmü; kira sözleşmesinin önemli ( muhik ) sebepler yüzünden feshi kuralının MK.m.2'deki objektif hüsnüniyet ilkelerinden "Clausula rebus Sic Stantibus- sözleşmeler değişen durumlara uydurulmalıdır" kuralının özel bir uygulama durumu olduğu için; ( Bkz. GUHL, Das Schweizerische obligationenrecht, Zürich 1956, S.315/316 ile aradaki İsviçre Federal Mahkemesi Kararları, Sungurbey, Medeni Hukuk Eleştirileri Cilt.1, İstanbul 1963 S.20 S.143 ). BK. m. 264 dışında, işlem temelinin çökmesi nedeniyle, kira sözleşmesinin çözülmesi söz konusu olmaz. Ne var ki, yanları değişen durumlara göre, edimler arasındaki dengenin yeniden kurulması ve böylece, edimler arasındaki dengenin sağlanması yönünden istemde bulunabilirler. "Bkz; Reymond, Claude: İn Schweizerisches Privatrecht; VII/1. Basel un Stuttgart, 1977; sh.251, Larenz, Karl: Lehrbuchdes; Band I; Allgemeiner Teil, 12, Auflage, München 1979; sh.267; 270 vd.; Emmerich Volker: Das recht der Leistungss törüngen, München 1978, sh.205 vd; Alman İmparatorluk Mahkemesi ( RGZ ) 99; 258 ( 260 ) vd."
"Der" wichtige Grund" und seine Anwendung in ZGB und OR" ( önemli=Muhik sebep ve Medeni Kanun ile Borçlar Kanunu'nda uygulanması ) adlı doktora tezi ( Zürih tezi, Aoraul 1956 ) yazmış olan Hans ROGG WİLLER de, kira ücretlerinin sonradan son derece yükselerek, edim ve karşı edim arasındaki denklik ilişkisinin bozulması gibi objektif ilişkilerde meydana gelen değişikliklerde değil de feshi ihbar edenin şahsına ilişkin kişisel bir sebep ortaya çıkması durumunda, İsviçre-Türk Borçlar Kanunu 269/264'ün başlıca uygulama alanı bulacağını belirtmektedir ( Bkz. Sungurbey age. Sh. 126 ).
Özetlersek; ekonomik koşullarda aşırı enflasyon, para değerinin büyük ölçüde düşmesi vesaire nedenlerle meydana gelen olağanüstü değişiklik ve dolayısiyle güçlükler, edimin olduğu gibi yerine getirilmesini borçludan beklenemez, duruma getirmişse; doğruluk ve dürüstlük kuralları gözönünde tutularak "işlem temelinin çökmesi ya da sarsılması ilkesi" uyarınca sözleşme yeni durumlara uydurulmalıdır. Değişen durumlarda, sözleşmede ve yasada bir hüküm yoksa boşluk kabul edilmeli. M.K. m.1 ve 2 gereğince; hakim sözleşmeye el atarak, sözleşmeyi yeni durumlara uydurmalıdır ( Bkz. Prof. Dr. Fikret Eren, Sözleşmeden Doğan Sorumluluğun Şartları ve Sonuçları "teksir, Yıl:1979-1980, sh. 26/a-27, not.13 ). Öyle ki; değişen durum ve koşullar sonucu bozulan ekonomik dengenin objektif olarak yeniden dengelenmesinde hakim MK. m.4'ün kendisine tanıdığı takdir yetkisinin sınırları içerisinde kalarak en iyi çözümü bulmaya yönelik bir karar vermelidir ( Bkz. Sarıal, age. 1980, s.48, Sh.28 ).
Ayrıca şu yönlere de değinmekte yarar vardır. Sözleşmenin yeniden gözden geçirilmesi, tam iki yanlı ( karşılıklı ) sözleşmeler yönünden işlerlik kazanabilir. Öte yandan MK.m.2'nin ve onun sonucu olan işlem temelinin çökmesi kavramının uygulanabilmesi için, sonradan meydana gelen değişikliklerin önceden kestirilmemiş ( tahmin edilememiş ) olması gerekir. ( Prof. Dr. İsmet Sungurbey age. C.II, Yıl, 1974, sh.130-131 ).
Sonuç olarak belirtelim ki; sözleşmenin yeniden gözden geçirilmesi için, önceden görülemeyen, borçlunun şahsı ve işletmesi dışında meydana gelen bir olayın neden olduğu değişiklikler yüzünden, sözleşmedeki ekonomik ( çıkar ) denge bozulmuş ve sözleşmenin yanlardan birine yükletilmesi gereken tehlike ( riziko ) sınırı objektif olarak aşılmış olması gerekir ( Sarıal, age.1980, S.48; sh.27 ).
4 - Dava dilekçesinde sıralanan olguların hukuksal açıdan nitelenmesi ve uygulanacak kuralların aranıp bulunması görevi doğrudan hakime yükletilmiştir.
Liberal ekonomik sistemde altın fiyatlarının kendisine özgü artış ve düşüş politikası vardır. Tüm diğer eşyaların fiyatlarının oluşumunda etken olan ekonomik koşullar yanında, dünyadaki ekonomik siyasetin getirdiği zorunluluklar dahi altın fiyatlarını, devamlı değişkenlik altında tutarlar.
Her ülkenin kendine has bir ekonomik yapısı ve bu yapı sonucu kendini gösteren "olağan" bir fiyat artış sınırı vardır. Oysa altın fiyatları, dünya altın borsasının fiyat grafiklerine paralel olarak kararsızlık gösterir. Bu kararsızlık az gelişmiş ülkelerle, gelişmiş ülkeler arasındaki yapı farklılığından da yararlanarak, az gelişmiş ülkeler aleyhine önemli ekonomik sonuçlar doğurur. Bunlardan ayrı, altın fiyatları bir ülkenin ekonomik siyaset ve düzeniyle, onun koşullarıyla sıkı bağlılık içindedir. Örneğin; Merkez Bankasının altın ihtiyaçları ile banknot emisyonu arasındaki ilişkiler, eflasyonist ekonominin getirdiği, paraya karşı güvensizlik, altın talebini artırması sonucu, altın fiyatlarının hemen hemen hergün insicamsız bir şekilde yükselmesine neden olması, enflasyonist ekonomiye karşı devletin aldığı tedbirler topluluğu, deflasyon siyasetleri, iktisadi ve sosyal dengesizlikler, yabancı paradaki değişiklikler, işsizlik, devlet borçlarının artması, sosya anlaşmazlıklar neticesinde para istikrarının kalkması, devletler arası siyasi ve ekonomik ilişkilerde ortaya çıkan ani, beklenilmeyen, sezinlenemeyen sorun ve olaylar, altın fiyatlarını düzenli bir ortamda tutmaz ve yarını belli olmayacak şekle sokar.
Davada, dayanılan maddi olgular, hukuksal açıdan nitelendirildiğinde; kira parası olarak kararlaştırılan altın fiyatlarının, olağanüstü artışı nedeni ile işlem temelinin çöktüğü ve sözleşmenin yeni durumlara uyarlanmasının istendiği açık ve seçik belirgin olduğu görülmektedir. Hal böyle olunca, yukarıdan beri yapılan açıklamaların ışığı altında dava konusu somut olayda kira sözleşmesinin ( m.2-4 ) altın fiyatlarındaki artış nedeni ile yeni duruma uyarlanması gerekip gerekmediği sözleşmenin içeriği ve açıklanan tüm hukuki koşullarda gözetilerek değerlendirilmeli, varılacak uygun sonuç çerçevesinde uyuşmazlık, çözüme bağlanmalıdır. Yerel Mahkemece bu yönlerin gözden kaçırılması, özellikle uyuşmazlığın hukuki tanımda hataya düşülerek, davanın reddine karar verilmesi Usul ve Yasa'ya aykırı olup bozmayı gerektirir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle kararın ( BOZULMASINA ), 5.000 lira duruşma avukatlık parasının davalıdan alınarak davacıya ödenmesine ve istek olursa, peşin harcın iadesine bozmada oybirliği, bozma sebebinde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
1 - Davacının, 1974 yılından itibaren kiracı olarak oturduğu dükkanına ait 1.4.1979 tarihinde bir yıl süreli yenilenen kira sözleşmesinde taraflar, aylık kira bedelinin altın esası üzerinden ödenmesini kararlaştırmışlardır. 1.4.1979 başlangıç tarihli kira kontratosunun özel şartlarının 3 ve 4. maddeleri aynen şöyledir: "Madde 3 - Kira Ödeme Şartları: Aylık kira her ayın birinci günü ödenecektir. Aylık kira bedeli 30 gram ve 24 ayar külçe altın olarak ödenecektir. Madde 4 - Mücbir sebepler olur ve altın alım satımı yasaklandığı takdirde, kiracı o ayın birinci günü altın değeri ne ise ona göre 30 gram ve 24 ayar altının tutarı hesaplanıp ona göre ödeme yapılacaktır. Bu ahvaller olmadığı takdirde kiracı aylık kira 30 gram ve 24 ayar külçe altını kira olarak ödeyecektir."
Görüldüğü gibi, taraflar burada kira karşılığını vade zamanında Türk Lirası olarak değil, aynen altın olarak ödenmesini, başka deyişle bir "altın kaydı" kararlaştırmışlardır.
Davacı kiracı, kira bedelinin aynen altın verilerek ödenmesi şartının yasaya aykırı olduğunu, bu sebeple hükümsüz bulunduğunu ileri sürmüştür.
Gerek adi kirada ve gerek ürün kirasında eşyanın kullanılmasını bırakma ivazlı ( karşılıklı ) dır. Kullanma, bir bedel karşılığında terkedilir. Bu karşılığın paradan oluşmasının zorunlu olup olmadığı ise, doktrinde tartışmalıdır. ( Karş. Dr. H.Becker, Obl.igationenrecht, II. Abteihung Die einzelnen Vertragverhaltnisse Bern 1934, Art, 253, açıklama; 14 sh. 189; Prof. Kenan Tunçomağ, Türk Borçlar Hukuku, II Cilt, Özel Borç İlişkileri 3. Bası, İstanbul 1977, sh.442; Prof. Haluk Tandoğan Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri 2. Bası, Ankara 1974 sh.313 ve özellikle Not 57 ).
Üstelik kira bedelinin mutlaka bir miktar para olarak tayininin gerekli olmadığını savunanlar arasında da bir görüş birliği yoktur. Para dışında ancak misli eşyanın kira karşılığı olabileceğini kabul edenlerin yanında ( Prof. Haluk Tandoğan, age. sh.313 ve aynı sayfada not 57 ) diğer bir bölüm yazarlar da kiranın paradan gayrı herhangi bir malı, bir hizmet, bir eser imal etme gibi karşılıktan da oluşabileceğini mümkün görmektedirler ( Prof, Feyzi Necmeddin Feyzioğlu, Borçlar Hukuku, 2. Kısım, Akdin Muhtelif Nevileri 4. Basım, İstanbul 1980, sh.427 ve not 43a ).
B.K.'nun 248. maddesi bir şeyin kullanılmasının "ücret" karşılığında terk edileceğinden söz etmektedir. Aynı şekilde ürün kirasına ilişkin 270. maddede de "ücret" terimi kullanılmıştır. Bu sözcük nakit ödemeyi ve kira bedelinin para olması gereğini ifade etmektedir. Bu yön 270. maddenin ikinci bendinden açıklıkla anlaşılmaktadır. Anılan bent hükmü şöyledir: "Kiraya nakit yahut devşirilecek semere veya hasılatın bir hissesi olabilir. 2. surete iştirakle kira denir." Kiranın devşirilecek semereden pay şeklinde olmasına izin verilen iştirakli kira dışında, kiranın nakit olması zorunluluğu bu hükümde açıkça vurgulanmıştır. O halde, BK.na göre, kira bedelinin bir miktarı paradan ibaret olduğu söylenebilir.
Öte yandan memleketimizin ekonomik ve sosyal şartları, konut ve işyeri darlığı gibi kamu düzenine dayalı nedenlerle taşınmaz mallarda kiracı-kiralayan ilişkileri 6570 sayılı Yasa ile özel düzenlemeye tabi kalınmış ve Y.İ.B.K. ve Daire İçtihatları ile Devletin kiraları kontrol altına almak amacı doğrultusunda, kira parasının tesbit ve takdiri ve kiralara zam oranları belirli ve tarafların çıkarlarını bağdaştırmaya çalışan genel esaslara bağlanmıştır. İşte mevzuatımızdaki kira konusunda konmuş olan sınırlamaların işlemesi ve etkili olması için 6570 sayılı Yasa'ya tabi taşınmazlarda kira karşılığının ancak para olarak belirlenebileceği ve ödenebileceği, kira olarak paradan başka şeylerin ivaz olarak kararlaştırılamayacağı veya sözleşmeye kira bedeli miktarının belli bir cins altının veya yabancı paranın vade tarahindeki tarihine göre hesaplanması şeklinde hükümler konulamayacağı görüşündeyim. Özellikle bu olayda olduğu gibi kira ivazı olarak altın gibi değeri günün dünya ve yurdumuz siyasi, ekonomik ve sosyal şartların etkisiyle heran değişebilen, hassas ve spekülatif amaçlar için kullanılabilen maddelerin gösterilmesi caiz olmamak gerekir. Aksi halde, kira bedeli olarak sözleşme süresi içinde dahi her ay değişik ve önceden belirli olmayan miktarlarda zamlı bir tutarın ödenmesi onaylanmış olur.
Mahkeme kararında dayanılan 13.2.1947 gün ve 1-15 sayılı İ.B.K. nın da, kira bedeli konusunda takyit edici bir yönü yoktur. Anılan bu İ.B.K. altın alacaklarında sözleşmenin yapıldığı veya vadenin hululü tarihlerinden hangisinin nazara alınacağı konusundadır ve kararda Kağıt Paraya İlişkin Kanunlar ile Türk Parasının Değerinin Korunması Kanunu hükümlerine göre genel olarak sözleşmelerde altın ile ifanın şart koşulmasının mümkün olduğunu tesbit etmiştir. Kira bedelinin altın olarak ödenmesinin caiz olup olmadığı sorunu ise, sözü edilen İ.B.K.nın dışındadır ve kira sözleşmesinde altınla ödeme veya vade tarihindeki altın değerine göre kiranın hesaplanması kaydının caiz olmadığı düşüncesinin sözü edilen İ.B.K.na aykırı düşen bir yönü yoktur.
Bu nedenlerle davada söz konusu olan sözleşmenin kira bedelinin belirlenmesine ve ödenmesine ilişkin altınla ödeme esası, BK.na, 6570 sayılı Kira Kanunu hükümlerine ve Yargıtay İçtihatlarına aykırı olduğundan hükümsüz sayılması ve mahkemenin sözleşmede kira bedeli konusunda ortaya çıkan boşluğu doldurmak için bilirkişi aracılığı ile bu konudaki Yargıtay İçtihatları uyarınca 1.4.1979'da başlayan bir yıllık ilk kira devresi ile 1.4.1980'de başlayan ikinci kira dönemi için kira parasını tayin ve takdir etmesi gerekir. Davanın reddine ilişkin kararın önce bu nedenle bozulması gerektiği düşüncesindeyim.
2 - Yerel mahkeme kararında ve dairemizin çoğunluk kararında yazılı olduğu gibi, kira karşılığının altın olarak ödenmesinin hukuken geçerli olduğunun kabul edilmesi ve davanın sözleşmedeki kira bedelinin belirlenmesine ilişkin hükmünün geçersiz olduğuna dair davacı isteğinin reddi halinde de kararın aşağıdaki nedenlerle bozulması görüşündeyim:
Tetkik konusu olayda 1.4.1979 tarihi itibariyle ve kiranın altın olarak aynen ödenmesi kaydıyla düzenlenen kira sözleşmesi bir yıl sürelidir. Altın kaydı geçerli de olsa, kiracının mahkemeden 1.4.1980'de başlayan yeni kira süresi için kiranın para olarak ve rayiç kira esasına göre tesbitini istemeye yetkili ve bunda menfaati olduğunda tereddüt yoktur. Çünkü, 18.11.1964 tarih ve 2/4 sayılı İ.B.K.nın gerekçesinin 5 numaralı bendinde kiracı tarafından da gelecek dönem için kira parasının tesbiti davası açılabileceği belirtilmiştir. Yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarına göre, kiracılar da kira parasının tesbiti davası açabilirler. Nitekim davacı yeterli süre önce, 10.3.1980'de kiralayana gönderdiği ihtarnamede 1.4.1980 tarihinden itibaren aylık kiranın 12.500 lira olarak ödenmesini teklif etmiştir ve 31.5.1980 tarihinde İzmir 5. Sulh Hukuk Mahkemesine açtığı dava ile sözleşmedeki altınla ödemeye ilişkin hükümlerin iptalini ve aynı zamanda 1.4.1980 tarihinden geçerli olmak üzere aylık kiranın 12.500 lira olarak saptanmasını istemiştir. Sulh Hukuk Mahkemesi sözleşme hükmünün iptali isteği nedeni ile görevsizlik kararı verirken, yanlış anlama sonucu davacının menfaati olmadığı gerekçesiyle kira tesbiti talebinin reddine karar vermişse de, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 10.3.1981 günlü onama kararında kira parasının görevli mahkemece tesbit edilmesi gerektiği nedeni ile davanın kira parasının para olarak tesbitine dair kısmının reddine ilişkin mahkeme kararını kaldırmıştır. Görevsizlik kararının onanması üzerine davacı kiracı, 18 Şubat 1982'de bu davayı yeniden harç vererek açmış ve sözleşmenin kira bedelinin belirlenmesine ilişkin hükmünün hükümsüzlüğüne ve 1.4.1979 tarihinden geçerli olmak üzere aylık kiranın para olarak tesbitine karar verilmesini istemiştir.
Böyle bir talep, yeni kira döneminin başlangıcı olan 1.4.1980 gününden itibaren kira bedelinin para olarak tesbiti isteğini de kapsamı içine almaktadır ve hakim davacının gösterdiği hukuki sebeplerle bağlı olmayıp davacının dava dilekçesinde açıkladığı olaylara ve dava sebebine uygulanacak kanun hükmünü re'sen nazara almak ve uygulamakla yükümlüdür. Bu nedenlerle mahkemenin yeni kira dönemi olan 1.4.1980 tarihinden geçerli olmak üzere bilirkişi aracılığı ile rayiç kira esasına göre bedelini Türk Lirası olarak tesbit ve takdir etmesi gerekir.
Mahkemenin, davanın tamamen reddine karar vermesi Yasa'ya ve bu konudaki Yargıtay İçtihatlarına aykırı olduğu ve kararın kabul şekline göre bu nedenle bozulması gerektiği görüşündeyim.
3 - Mahkemenin davanın reddine ilişkin hükmü, dairemizin çoğunluk kararı ile altın fiyatının olağanüstü artması nedeniyle kira sözleşmesinin yeni duruma uyarlanmasının gerekip gerekmediğinin mahkemece araştırılması ve belirlenmesi yönünden bozulmuştur.
Olağanüstü olay ve durumlar dolayısıyla sözleşmenin yeni duruma uydurulması demek, sözleşmedeki 24 ayar, 30 gram altın yerine dava tarihi itibariyle işlemiş ve işleyecek süre için her ay kira bedeli olarak kaç gram altın verilmesi uygun olacağının tayini demektir. Ne var ki, dava dilekçesinde davacı, altınla ifa kaydının iptalini ve kiranın para olarak tesbiti ve ödenmesini istemiştir. Öte yandan borcun yerine getirilmesinin olağanüstü olaylar nedeni ile aşırı derecede zorlaşması halinde sözleşmede değişiklik yapılabilmesi için, bu olayların kestirilmemiş tahmin edilmemiş olması gerekir.
Davada, bir yıl gibi kısa süreli bir kira sözleşmesi söz konusudur. Kısa süreli sözleşmelerde genel olarak sözleşme süresi için olayların gelişmesi az veya çok tahmin edilebilir niteliktedir. Ayrıca bu olayda olağanüstü durum olarak dayanılan olgu, altın gibi fiyatı çok istikrarsız spekülasyona konu olması mümkün bir maddenin fiyatının aşırı yükselmiş olduğudur. Oysa davacı tacirdir. Tacir olan bir kişinin meslek ve hayat tecrübeleri ile 1979 yılında kira borcunu altınla ödeme taahhüdünde bulunurken, altın fiyatının sözleşme süresince yerinde durmayacağını ve az ya da çok artabileceğini tahmin etmiş olması gerekir.
Diğer bir husus da, sözleşmenin on ay yerine getirilmiş olması ve davacı kiracının bir yıllık sürenin sonunda, 1.4.1980'de başlayan yeni dönem için, Y.İ.B.K. ları uyarınca kira tesbiti davası açarak kira bedelini Türk Parası olarak ve rayice uygun şekilde tesbit ve takdir ettirme hakkına sahip olmasıdır. Davacının değişen altın fiyatları dolayısıyla borcunu ifada karşılaştığı zarar ve zorluklardan yasal bir yol olan kira tesbiti davası açarak korunması mümkün olduğu bir olayda sözleşmedeki ekonomik denge bozulduğundan dolayı, M.K.'nun 2. maddesindeki dürüstlük kuralını uygulamaya koymak ve hakimin sözleşmeyi yeniden gözden geçirmesini ve sözleşmeyi yeni şarta uydurmasını kabul etmek doğru değildir. Esasen kanunda davacı açmış olduğu davada kira tesbitine ilişkin bu yasal hakkını da kullanmış bulunmaktadır.
Bu nedenlerle Dairemiz çoğunluğunun bozma gerekçesine katılmıyorum ve bozma nedenine muhalifim.
Yukarıda açıklanan nedenlerle Dairemiz bozma kararında yazılı gerekçeye muhalifim ve yerel mahkeme kararının 1. ve 2. bentte gösterilen nedenle ( BOZULMASI ), gerektiği düşüncesindeyim.
13.H.D. Başkanı

Dr.A. Suad DURA
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler



YARGITAY KARARLARI :
İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

Diğer Bölümlerimiz +
Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini