Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1981/10-428
K: 1982/839
T: 22.10.1982
  • MALULİYETİN SAPTANMASI
ÖZET: Çalışma gücünün yitirilme oranının saptanmasında Yasada sözü geçen tüzüğün gözönünde bulundurulması ve malüliyete ilişkin doktor muayeneleri sonucunda düzenlenecek raporların da tüzük hükümlerine uygun olması zorunludur.
Bağ - Kur Yasasının 28. maddesinde öngörülen "Çalışma gücü)) belirli bir mesleki e bağlantılı çalışma gücü değil genel nitelikteki çalışma gücüdür.
(1479 s. Bağ-Kur K m. 28)
Taraflar arasındaki "malüliyetin tesbiti ile, sataşmanın önlenmesi" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda (Ankara 9. İş Mahkemesi)'nce davanın kabulüne dair verilen 25.12.1980 gün ve 695 - 792 sayılı kararın incelenmesi davalı Bağ - Kur vekili tarafından istenilmesi üzerine; Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin 19.2.1981 gün ve 349 - 887 sayılı ilamıyla (... davacının sol kolu, maruz kaldığı işkazası sonucunda, dirsek üstünden kesilmiştir. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloyi Kürsüsünün 5.5.1980 tarih ve 1877 sayılı raporunda, söz konusu arızanın, vücut çalışma gücünün % 70'nin kaybına yol açtığı bildirilmiştir.
Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu'nun 18.6.1980 gün ve 1980 141 - 296 sayılı raporunda da "sigortalının 2/3 oranında iş gücünü kaybetmiş durumda sayılmasını gerektiren bir bulgu mevcut olmadığına" karar verilmiştir. Bu raporun, davacının % 66,66 ve daha fazla bir oranda çalışma gücünü kaybetmediği anlamını geldiği belirgindir.
Ankara Numune Hastahanesinin 15.12.1980 tarih ve 51000 sayılı raporunda ise, sigortalının "... % 60 oranında işgücünü kaybettiği ... şoförlük mesleğini icra yönünden tamamen malül olduğu. . . " belirtilmiştir. "tamamen malül sözcüklerinin, meslekte kazanma gücünün % yüz oranında kaybedildiğini ifade eylediği ortadadır.
1479 sayılı Bağ - Kur Kanununun 2229 sayılı Kanununun 10. maddesiyle değişik 28/3 maddesi "sigortalıların hangi hallerde çalışma gücünün en az 2/3 sini yitirmiş sayılacakları, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa istinaden çıkarılan (Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğündeki) esaslara göre tesbit olunur" hükmünü içermektedir.
Anılan Tüzüğün, 12.11.1978 tarih ve 7/16989 sayılı Tüzükle değişik 10/G,- 36. maddesine göre "bir kolun kürek kemiği veya omuzdan kayb'ı" halinde Sigortalı, çalışma gücünün en az 2/3 sini yitirmiş sayılır. Sözü edilen raporların hiçbirinde, anılan tüzük maddesine dayanılmadığı gibi, % 70, % 66'dan az, % 60, % 100 oranında çalışma gücü kaybı oranlarının nereden çıkarıldığı anlaşılamamaktadır. Malüliyet oranları değişik ve çelişik olduğu gibi, Ankara Univcrsitesi Tıp Fakültesi Ortopçdi ve Travrnatoİoyi Kürsüsü raporunda sol kolun ampüte edildiği bildirilmiş, Ampütasyon yeri belirtilmemiş, rapor eki güdüğü gösterir grafı getirtildikten sonra, sol kolun omuzdan ampüte edilmediği anlaşıldığından gerek Bağ - Kur Genel Müdürlüğü ve gerekse Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu, çalışma gücünün 2/3 nün kaybedilmediği sonucuna varmışlar: işbu davadan sonra davacının muayeneye gönderilmesi üzerine, Numune Hastahanesi Sağlık Kurulunca düzenlenen raporda ise "sol kolun omuzdan ampüte olduğu" bildirilmiş olmakla, davacıda tesbit edilen hareket sistemi arızasının niteliği bakımından dahi bir çelişki ortaya çıkmış bulunmaktadır. Diyelim ki, 2.4.1980 tarihli Ankara Umum Otomobilciler ve Şoförler Derneği Başkanlığı yazısında da davacının "sol kolunu dirsek üstünden kestirdiğinden sözedilmektedir. Bu durum karşısında, Tıp Fakültesi raporunun dayanağını oluşturan ve bu fakültenin 20.5.1980 tarih ve 541 sayılı yazısıyla Bağ - Kur Ankara Şube Müdürlüğüne gönderildiği anlaşılan, güdüğü gösterir grafinin getirtilmesi ve buna göre Anıpütasyon yerinin dirsek üzeri mi omuzdan mı olduğunun ve güdük ve grafisi bulunmasına göre omuzdan olmadığı anlaşılınca da, davacının sol kolunun bir kere de omuzdan ampüte edilip edilmediğinin, edilmiş ise ilk kez yapılan ameliyatın devamı ve tıbbi bir zorunluk icabı olarak mı, yoksa kişinin durumunu, 1479 sayılı Kanunun 28 ve anılan Tüzüğün 10/G - 36 maddelerine uydurabilmek açısından temarüzenmi yapıldığının belirlenmesi, arıza niteliği ve malüliyet oranları yönünden ortaya çıkan çelişkinin giderilmesi ve davacının çalışma gücünün en az 2/3'nü yitirmiş sayılıp sayılamayacağının saptanması için yöntemince, Adli Tıp Meclisinden düşünce alınması zorunludur.
Öte yandan 1479 sayılı Kanunun madde; 28, malüllük aylığı bağlanması konusunda çalışma gücünün en az 2/3'nün yitirilmesi koşulunu aramaktadır. 506 sayılı Kanunun 33. maddesinin 2167 sayılı Yasa ile değişik (C) bendinde Olduğu gibi, malüliyet nedenine göre malüliyet oranında bir azaltma öngörmemektedir. 1479 sayılı Kanununun 28. maddesi 2229 sayılı Kanunla değiştirildiği halde, sözü edilen türden bir değişiklik yapılmamıştır. Yasayla öngörülmeyen bir değişiklik ve ayrımın ve 506 sayılı Yasadakine benzer şekilde malüliyet nedenine göre malüliyet oranında indirim yapma ve bunun sonucunda da sigortalıya bir hak tanıma olgusunun, yorunyoluyla, kıyasen gerçekleştirilmesine de olanak yoktur...) gerekçe. siyle bozularak dosya yerine geri çevirmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, Mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden : davalı Bağ - Kur vekili.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra. gereği görüşüldü:
Davacı vekili (... Bağ - Kur sigortalısı olan müvekkilinin 18.7.1979 günü- işinde geçirdiği kaza sonucu sol kolunu omuz ile dirsek arasından kaybettiğini, bu yüzden beden gücünün % 70 azaldığını, mesleği olan şoförlüğü yapamaz hale geldiğini; hal böyle iken Bağ - Kurşun malüliyet aylığı bağlamayı reddetmek suretiyle muarazada bulunduğunu...) ileri sürerek, (müvekkilinin beden gücünün 2/3'sini kaybettiğinin, mami sayılması ve kendisine malüliyet aylığı bağlanması gerektiğinin tesbitiyle, davalı Bağ - Kur'un bu yoldaki istemin reddine ilişkin olan kararının kaldırılmasına ve sataşmanın önlenmesine) karar verilmesini istemektedir.
Davalı vekili (... malüliyet aylığı bağlanması için Bağ - Kur Yasasının 28. maddesinde öngörülen (çalışma gücünün en az üçte ikisinin yitirilmiş olması) koşulunun davacı yönünden gerçekleşmediğini...) savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Bilindiği gibi, bir davada, maddi olayların ileri sürülüşü taraflara, 'bu olaylara uygulanması gereken hukuk kurallarını saptayıp uygulamak görevi ise hakime aittir. Ayrık haller dışında, hakim tarafların iddia ve savunmalarıyla bağlıdır (HUMK. 74 ve 76). Kamu düzenine ilişkin bazı haller dışında, tahkikatın, üzerinde uyuşmazlık bulunan yönler açısından yapılması da diğer bir usul ilkesidir.
Davaya konu olan somut olayda, davacının Bağ - Kur Üyesi, mesleğinin şoförlük ve 18.7.1979 günü geçirmiş olduğu bir iş kazası sonucunda, sol kolunun (omuz ile dirsek arasından) ampüte edildiği (kesildiği) hususunda taraflar arasında bir çekişme bulunmamaktadır. Davacı, dava dilekçesinde, sol kolunu (omuz ile dirsek arasında) kaybettiğini hiçbir duraksamaya yol açmayacak biçimde açıklamış ve davanın açılmasından sonra da bu iddiasını değiştirecek herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Hernekadar, davanın açılmasından sonra, Ankara Numune Hastanesi Sağlık Kurulu'nca verilen 15.12.1980 günlü raporda, sol kolun (omuzdan) ampüte olduğu yazılı ise de, bu belirtmenin davacının bildirimine ters düştüğü ve iddiayı dahi aşan bir belirleme olduğu açıktır. Herhalde davacının, dava ve istemine dayanak yaptığı ve kendi vücut organlarından birisi üzerinde meydana gelmiş olan açık bir operasyonun gözle görülür sonucunu, aleyhine bir uygulamaya yol açacak şekilde değiştirmeye kalkışması beklenemeyeceğine göre, az önce yukarıda sözü edilen rapora değer verilmesi söz konusu olamaz. Kaldı ki, sol koldaki ampütasyonun, dava dilekçesinde belirtilen şekilde olduğu, yani sol kolun (omuz ile dirsek arasından) ampüte edildiği, özel daire bozma kararından sonra davacı tarafça dosyaya ibraz olunan fotoğraflarda da açıkça görülmektedir. O halde, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde, kesinlikle saptanmış olan maddi olgu, davacının sol kolunun omuz ile dirsek arasından ampüte edilmiş olmasıdır. Bu nedenle, kolun kesilme yerinin araştırılmasına ve özel daire bozma kararında içerikleri açıklanmış olan raporlar arasındaki bu yöne ilişkin çelişkinin giderilmesine gerek bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca şimdi üzerinde durulması gereken en önemli yön, yukarıda belirtilen maddi olgu nedeniyle davacının malül sayılmasına yasal olanak bulunup bulunmadığı sorunu olmalıdır. Esasen, davanın tarafları arasındaki asıl uyuşmazlık da bu noktada toplanmaktadır. Hukuksal nitelikteki bu sorunun çözümlenmesinde gözden uzak tutulamayacak olgular, davacının Bağ - Kur sigortalısı ölması ve bu sıfatına dayanarak Bağ - Kur Yasasında düzenlenen bir hak (malüliyet aylığı bağlanması) tam yararlanma istemini adı geçen Kurumca olumlu sonuca bağlanmaması nedeniyle, bu istemini dava yoluyla ileri sürmesidir. Açıklanan maddi olgular ve bu olgulara dayanılarak ileri sürülen istem açısından konuyu düzenleyen Yasadaki özel hükümlerin öncelikle uygulama yeri bulacağı kuşkusuzdur.
1479 sayılı Bağ - Kur Yasasının 28. maddesinin 1. fıkrasına göre "bu kanunun uygulanmasında çalışma gücünün enaz üçte ikisini yitirdiği tesbit edilen sigortalı malül sayılır"; yine aynı maddenin, olay gününde yürürlükte bulunan ve 2229 sayılı Yasanın 10. maddesiyle değişik son fıkrası ise "sigortalıların hangi hallerden çalışma gücünün enaz üçte ikisini yitirmiş sayılacakları 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa istinaden çıkarılan Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğündeki esaslara göre tesbit olunur" hükmünü taşımaktadır. Bu düzenlemeye göre, Bağ - Kur sigortalısının malül sayılabilmesi için çalışma gücünün en az üçte ikisini yitirmiş olması yasal zorunluk olarak görülmektedir. Hangi hallerde çalışma gücünün en az üçte ikisinin yitirilmiş sayılacağı ise yine Yasa hükmü ile Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğüne bırakılmıştır. Anılan Tüzüğün, 12.11.1978 gün ve 7/16989 sayılı Tüzükle değişik 10/G - 36 maddesine göre "bir kolun kürek kemiği veya omuzdan kaybı" halinde sigortalı, çalışma gücünün en az üçte ikisini yitirmiş sayılır.
Öyle ise çalışma gücünün yitirilme oranının saptanmasında, Yasada sözü geçen Tüzüğün gözönünde bulundurulması ve malüliyete ilişkin doktor muayeneleri sonucunda düzenlenecek raporların da Tüzük hükümlerine uygun olması zorunludur. Aksi halde bu konudaki raporların dikkate alınmaması ve mahkeme kararlarına dayanak yapılmaması gerekir. Çünkü, Yasanın amacı, çalışma gücünün yitirilme oranının saptanmasında, Tüzükle belirlenen objektif halleri ortaya koymak ve bu halleri belirli sonuçlara bağlamak suretiyle uygulamada yeknesaklığı sağlamak, benzer olaylarda değişik sonuçlara varılmasını önlemektir.
Nitekim, davacının beden kaybında değişiklik olmadığı halde, ayrı ayrı zamanlarda ayrı sağlık kuruluşlarınca düzenlenen raporlarda, davacının çalışma gücünü yitirme oranı farklı saptanmıştır. Bunun nedeni, yapılan muayene ve düzenlenen raporlarda Tüzük hükümlerinin gözönünde bulundurulmamasıdır. Hal böyle olunca mahkemece yapılması gereken inceleme yukarıda da etraflıca açıklandığı üzere, davacının sol kolunun omuz ile dirsek arasından kaybı nedeniyle Bağ - Kur Yasasının 28. maddesinde sözü geçen Tüzük hükümlerine göre çalışma gücünü 2/3 oranında kaybedip etmediğinin Adli Tıp Meclisi'nden alınacak raporla saptanmasından ibarettir.
Burada üzerinde durulması ve vurgulanması gereken diğer bir husus da Bağ - Kur Yasasının 28. maddesinde öngörülen (çalışma gücü), belirli bir meslekle bağlantılı çalışma gücü olmayıp, genel nitelikteki çalışma gücü olduğu gerçeğidir.
Öte yandan az önce anılan ve davanın yasal dayanağı olan Yasa hükmü 506 sayılı Kanunun 53. maddesinin 2167 sayılı Yasa ile değişik (C) bendinde Olduğu gibi malüliyet nedenine göre malüliyet oranında bir azaltma öngörmemektedir. Sözü edilen 28. maddede 2229 sayılı Yasayla değişiklik yapıldığı halde, 506 sayılı Yasanın 53. maddesinin (C) bendine paralel ve ona benzer bir değişiklik yapılmamıştır. Bu nedenle Bağ Kur Yasası açısından öngörülmeyen bir değişiklik ve ayrımın, 506 sayılı Yasadakine benzer şekilde uygulanmasına yorum ve kıyas yoluyla olanak bulunmamaktadır. O halde, bu esaslara ters düşen, usul ve yasaya aykırı bulunan direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç : davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen sebeplerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), 22.10.1982 gününde ikinci müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini