 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
7. Hukuk Dairesi
E:1981/1516
K:1981/1884
T:23.02.1981
ÖZET : 1 - Taraflar arasında oluş biçimi uyuşmazlık konusu olmayan ya da kesin deliller ile akışı kanıtlanmamış olanı maddi olayın yanlış anlaşılmasına yani maddi yargıya dayanan Yargıtay bozma kararına mahkemenin uymuş olması olayın, dairenin bozma kararında kabul ettiği biçimde Oluştuğu yönünde usulü kazanılmış hak meydana getirmez.
2 - 1617 sayılı Kanunun 20. maddesiyle Tapulama Kanununun 33. maddesinde yapılan değişikliği geriye doğru yürüten ek madde hükmü, daha önceki mevzuu hukukun belli ettiği koşullara göre tescil hükmü oluşan tapu kayıtlarını etkilemez.
(YİBK., 9.5.1960 gün ve 21/9 s.)
Taraflar arasında tapulama tesbitinden doğan dava sonunda verilen hükmün Yargıtay'ca incelenmesi istenilmekle temyiz isteğinin kanuni süresinde olduğu anlaşıldı, tetkik raporu ve dosyadaki kağıtlar okundu, tetkik hakiminin açıklaması dinlendi, gereği görüşüldü
Hükmüne uyulan daire bozma kararında nizalı 1422 ve 1424 sayılı parsellerin tapulama tesbiti sırasında Hazine adına tesbit edildiği, davacı tarafın tapu kaydına ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanan itirazının mahkemece kabul edildiği belirtilmiş, davacının dayandığı tapu kaydının getirtilip uygulanması ve gerektiğinde taşınmazların öncesinin yitik kişilerden kalıp kalmadığının araştırılması ve dava derdest iken 1617 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesi nedeni ile sözü edilen Kanunun 20. maddesi ile değişen Tapulama Kanunun 33. maddesinin son fıkrası hükmünün olayda uygulanıp uygulanmayacağının tartışılması gereğine değinilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyulduktan sonra yapılan soruşturma sonunda davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, Hazine tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı taraf 1951 yılında verilen ve asliye hukuk mahkemesinin tescil hükmüne göre oluşturulan tapu kaydına dayanmıştır- Herne kadar dairece bozma kararında, davacının tapu kaydına dayanmaktan vazgeçmesin in, kaydın Hazine yönünden uygulanmasına engel olmadığı belirtilmiş ise de; gerçekte davacı taraf, bu tapu kaydına dayanmaktan vaz geçmemiştir. Mahkemenin yapmış olduğu 18.9.1971 gönlü keşifde, daha önce kayıt sahibi Makbule ölmüş olduğundan iştirak halindeki mirasçılardan sadece kocası olan kişi, "Makbule'nin dedeleri adına kayıt var ise de; bunların uygulama olanağı bulunmadığını zilyetliğin araştırılmasını istediğini" söylemiştir. İştirak halindeki bir paydaşın, hakka etkin olacak biçimde tek başına yapmış Olduğu tasarruf, terekeyi bağlamayacağı için, keşif sırasındaki bu söz aslında vazgeçme sayılmamakla beraber, terekeyi de bağlamaz. Dairenin maddi hayata dayanan bu yoldaki bozma kararında açıklaması, usulü kazanılmış hak olarak nitelendirilemez.
Gerçekten 1617 sayılı Kanunun 20. maddesi ile değişen Tapulama Kanunun 33. maddesinin son fıkrası, 1617 sayılı Kanunun ek maddesi ile derdest bulunan davalarda dahi uygulanmasını öngörmüş ve yitik kişilerden kalan taşınmazlara ilişkin olarak açılan davalar görülmekte iken, 1617 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesi ile o davalarda da, yitik kişilerden kalan taşınmazların kazandırıcı zamanaşımı ile iktisap edilemiyeceği kuralını uygulatmak zorunluğu doğmuştur. Ne varki olayda davacının dayanmış olduğu tapu kaydı 1951 yılında asliye hukuk mahkemesinin vermiş olduğu tescil hükmüne dayanılarak oluşturulmuştur. 1617 sayılı Kanunun 20. maddesinin geriye doğru yürümesi kuralı, sözü edilen kanunun yürürlüğünden önce meydana gelmiş halkları etkileyemez. Daha açık bir anlatımla: Hazine'nin davacı tarafın dayandığı tapu kaydını MK.nun 932. maddesi hükmünce yolsuz tescil olarak nitelendirebilmesi için, tescilin yapıldığı günde. ki mevzu hukuk kurallarına göre tescilin yolsuz ve haksız olması gerekir. Örneğin. Hazine'nin hasım olmadığı bir davada zilyet yararına iktisap zamanaşımı koşulları o zamanki mevzu hukuka göre doğmadığı halde tescil sağlanmış l60, bu takdirde yolsuz tescilin varlığından söz edilebilir. MK.nun 639. maddesi hükmüne göre, 1951 yılında mahkemece verilen tescil ilamı ile Medeni Kanunun 633. maddesi hükmünce mülkiyet hakkı doğduktan ve tescil işlemi yapıldıktan sonra yürürlüğe giren yasa, önceki mevzu hukuka ters düşmüş ve iktisap koşullarını değiştirmiş ise, sonraki yasanın derdest davalara uygulanacağı hükmü, daha önce doğan mülkiyet hakkını ortadan kaldırmaz ve bu yasa hükmü MK.nun 932. maddesinde sözü edilen "haksız ve lüzum ifade etmeyen" koşuluna olayda varlık vermez. Aksi halde sonradan çıkan kanunlar, daha önceki mevzu hukuka göre oluşmuş tüm haklar ortadan kaldırır ki bu doğrultuda bir anlayış hukukun temel kurallarına, dolayısiyle Anayasaya aykırı düşer. Bu itibarla mahkemenin nizalı parselleri içine aldığını saptadığı ve mahkeme hükmü ile 1951 yılında oluşmuş bulunan tapu kaydına değer vermiş olması isabetli olup Hazine'nin bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerinde bulunmamaktadır. Ancak tapulama hakimi tarafların iddia ve savunmaları dışında Tapulama Kanunun 54. maddesi hükmünce gerçek hak sahibini saptamakla görevidir. Olayda Makbule'nin mirasçılarından Muzaffer ile Sabriye'nin ölmüş Olduğu bilirkişiler tarafından haber verildiği ilamda da Muzaffer'in öldüğü kabul edilmesine rağmen mirasçıların saptanmaması ve onların paylarının kendi adlarına tesciline karar verilmemiş bulunması isabetsiz bulunmaktadır. Bu itibarla temyiz itiraz[arının kabulü ile hükmün gerçek hak sahibi yönünden (BOZULMASINA), 766 sayılı Tapulama Kanunun 73. maddesi uyarınca harç alınmasına yer olmadığına, 23.2 1981 gününde oybirliğiyle karar verildi.