 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1981/7633
K: 1981/8562
T: 12.06.1981
DAVA : Taraflar arasındaki maddi ve manevi tazminat davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı 3600 lira maddi tazminatın faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine ve manevi tazminat isteminin reddine ilişkin hükmün süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu:
KARAR : Davacı, davalıya ait köpeğin, küçük oğlu (R.)'yi yaralaması sebebiyle maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkemece tedavi için katlanılan giderlere hükmedilmiş manevi tazminat talebi ise, "yaralanan kişinin davacının oğlu olması, haksız eylem sonucu manevi tazminat isteme hakkının münhasıran haksız eylemden doğrudan doğruya zarar gören kişiye ait bulunması" gerektiğinden bahisle reddedilmiştir.
Manevi tazminat isteme hakkı, kural olarak zarar görene ait bir haktır. Ancak zarar gören ölmeden önce dava açmış veya dava açma iradesini izhar etmiş ise, manevi tazminat isteme hakkı mirasçılarına intikal eder. Mirasçılar açılmış davaya devam edebilirler veya dava henüz ikame edilmemiş ise, bizzat dava açabilirler (H.G.K. 3.4.1983 gün ve 4-80 Esas, 42 sayılı Kararı, 4. H.d. 17.9.1962 gün ve 5218/8846 sayılı kararı, 4. H.D. 7.11.1968 gün ve 3112/8654 sayılı kararı)
Dava konusu olayda ceza davası sırasında küçük (R. Ö.)'e velayeten babası (N.Ö.) 18.7.1977 günlü dilekçe ile ceza davasına müdahale talebinde bulunmuş, maddi ve manevi tazminat hakkını saklı tuttuğunu açıklamıştır. Böylece yaralanan küçük, henüz hayatta iken onun adına yasal temsilcisi tarafından manevi tazminat isteme iradesi izhar edilmiştir. Yaralanan (R.Ö.) olaydan sonra ve iş bu tazminat davası açılmazdan önce 4.2.1980 günü bir başka rahatsızlık nedeniyle ölmüştür. Ceza dosyası içinde bulunan 11.12.1978 günü Adli Tıp Meclisi Raporuna göre, küçük (R.) çehrede sabit iz ve eser bırakacak şekilde yaralanmıştır. Yine ceza dosyası içinde bulunan Bolu Devlet hastanesinin 11.5.1977 günlü raporuna göre de bu yararın beş gün mutad iştigale engel teşkil edip onbeş günde iyileşeceği anlaşılmaktadır. Görülüyorki küçük (R.), davalının tedbirsiz ve dikkatsiz davranışı sonucu cismani zarara maruz kalmış ve Borçlar Kanununun 47. maddeye göre manevi tazminat talep etmeye hak kazanmıştır. Az yukarıda da değinildiği gibi zarar gören (R.) henüz hayatta iken ceza davasına müdahale dilekçesinde manevi tazminat hakkı saklı tutulmakla, bu konuda ileride talepte bulunulacağı ifade edilmiştir. Bu nedenle artık onun ölümünden sonra mirasçıları dava açarak zarar verenden manevi tazminat talebinde bulunabilirler.
Bu dava, cismani zarara maruz kalan küçük (R.)'nin ölümünden sonra (24.4.1980) tarihinde mirasçısı olan davacı baba tarafından açılmıştır. Gerek dava dilekçesinde ve gerekse 11.2.1981 günlü dilekçedeki (velayeten müdahale edilen ceza davasında saklı tutulan manevi tazminatın istendiği yolundaki) açıklamalara göre, ölen (R.)'nin mirasçısı sıfatiyle manevi tazminat istendiğinin kabulü gerekir. Ne varki 18.2.1980 günlü veraset ilamının incelenmesinden ölen (R.)'nin mirasçısı olarak babası (N.Ö.) ve annesi (N. Ö.)'ın kaldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda davacı (N.Ö.)'e diğer mirasçıyı da davaya iştirak ettirmesi veya terekeye bir temsilci tayin ettirmesi için mehil verilmelidir. Zira bu davada istenen manevi tazminat ölen (R.Ö.)'in terekesine dahil bir hak olduğundan mirasçıların tümünün dava etmesi veya miras şirketi temsilcisi tarafından davanın açılması gerekir. Bu eksiklik tamamlattırıldıktan sonra yukarı açıklanan ilkelerin ışığı altında manevi tazminat isteği hakkında bir karar verilmek üzere hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın gösterilen nedenlerle BOZULMASINA 12.6.1981 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Kural olarak zarar görene ait bulunan manevi tazminatı isteme hakkının; onun ölümü ile mirasçılarına hangi şartların oluşması halinde geçeceğinin belirlenmesine, Medeni Kanunun nişanlanmaya ilişkin faslında yer alan nişanı bozmanın sonucu olarak orada belirtilen koşulları varsa manevi tazminata hükmedileceğine dair 85. maddesinin ikinci fıkrasındaki hüküm yorumlanması, yoluyla ulaşılmaktadır. Bu hükme orada yer verilmiş olmasındaki maksat yalnız nişanın bozulması halinde manevi tazminat alacağının hangi şartlarda mirasçılarına intikal edebileceğinin tesbiti olmadığından onun Medeni Kanunun 24. maddesi gibi umumi mahiyeti haiz bir yerde yazılmış olması uygun olurdu. Aksi halde nişanın bozulmasına münhasır bir hüküm olurdu ki o takdirde kanun koyucunun nişandaki manevi tazminatla, diğer yerlerdeki manevi tazminat arasında bir fark görüldüğünü kabul etmemiz gerekecekti. Oysa aynı mahiyetteki hakların böyle ayrı ayrı hükümlere tabi tutulduğu düşünülemez. Kanunda bunun aksine başka bir açıklama olmamasına göre bu hükmü esas bir kural olarak kabul etmek ve kanunun sarahat bulunmayan yerlerinde mesela Borçlar Kanunun 47 ve 49. maddeleri ile Medeni Kanunun 24, 25, 126, 143 ve 305. maddelerine uyan olaylarda uygulamak gerekir. Bu davada da Borçlar Kanununun 47. maddesine uyan bir olay söz konusudur. Yukarıda sözü edilen fıkra hükmüne göre manevi tazminat davası mirascıya intikal etmez; şu kadarki miras açıldığı zaman iddia kabul edilmiş veya dava ikame olunmuş ise mirasçılara intikal eder). Bu fıkranın aslına nazaran anlatmak istediği fikir şudur: (Manevi tazminat davası başkasına devredilemez; Şu kadarki miras açıldığı zaman borçlu aleyhine dava açılmış veya iddia kabul edilmiş ise mirasçılara intikal ederx) (Bakınız: Prof. Esat Arsebük, Medeni Hukuk, Cilet: II, sayfa 531 ve M.) görülüyor ki anılan fıkrada manevi tazminat advasının mirascıya intikal etmesi için mirasın açıldığı anda şu iki halde birinin gerçekleşmiş olması gerekmektedir.
1- İddianın kabul edilmiş olması,
2- Davanın ikame olunmuş olması,
Bu davaya konu olan işte cismani zarara duçar olan kişi tarafından ölümünden önce açılmış bir dava olmadığından sözü edilen hallerden ikincisi yoktu. O halde üzerinde durulacak yön birinci halin gerçekleşip gerçekleşmediğidir.
Davalı hakkında başlangıçta kamu davası açılmış ve bu davaya vekil aracılığı ile katılan mağdur (R), sanığın cezalandırılmasını istemekle beraber manevi tazminat isteme hakkını saklı tuttuğunu açıklamıştır. Çounluğun görüşüne göre kamu davasına katılma isteğine dair dilekçedeki bu açıklama manevi tazminatı isteme iradesinin izharıdır ve bu izhar manevi tazminat davasının mirascıya geçmesi için yeterlidir. Bu düşünceye aşağıda belirttiğimiz nedenlerle katılamıyoruz. Öncelikle kanun maddesinde iradenin izharından değil iddianın kabul edilmiş olmasından sözedilmiştir. Bundan çıkan sonuç, iddia kabul edilmiş olmadıkça mücerret iradenin açıklanmış olmasının manevi tazminat davasının mirascıya intikal etmesine yeterle olmayacağıdır. Kaldı ki katılma isteğine dair dilekçede manevi tazminat talep edildiğine dair bir irade izharı da yoktur. Orada sadece manevi tazminat talepetmek hakkının saklı tutulduğu bildirilmiştir. Bir hakkın saklı tutulduğunun bildirilmiş olması onun talep edilmiş olduğu anlamına gelmez. Gerçekten Hukuk Mahkemesinde dava açarken olduğu gibi ceza davasına katılınırken de bir hakkın saklı tutulmasını istemek, o hakkı kullanmak demek değildir. Meseela bir akdin şekil eksikliği nedeniyle iptali istenilirken hile nedeniyle iptali istendiğinden saklı tutulmuş olduğunun bildirilmesi o akdin hile nedeniyle iptali konusunda sakatlama beyanında da bulunduğuna delalet etmez. Bu nedenle ortada manevi tazminatın istenildiği konusunda bir irade açıklamasının varlığından sözedilmesi mümkün değildir.
Bu konuda Doktrine bakılacak olursa manevi tazminati steminin başkasına devredilebilmesi özellikle mirascılara geçmesi için, iddianın kabul edilmesi hali olmadığı görülmektedir. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi Sayın Başkanı Mustafa Karahasan, Sorumluluk ve Tazminat Hukuku adlı yapıtının 1142. ve sonraki sayfalarında diğer bazı eserlere de gönderme yaparak manevi giderim isteminin başkasına devredilebileceğini açıkladıktan sonra (Manevi giderimin mirascılara geçmesi için Medeni Kanunun 85. maddesinin ikinci fıkrasında zarar gören tarafından dava açılmasının gerekli olması onun bu yolla alacağını ileri sürmesi yönünden iradesinin belirtilmesini sağlamak amacına dayanır. Bir hakkın devredilmesi de onu arama iradesinin açığa vurulması sayılır. Manevi giderim isteminin devri olanak kiçi olunca, miras yolu ile mirascılara geçmesi gerekir. Ölenin davranışları onun hakkından vazgeçmek niyetinde olmadığını gösteriyorsa manevi giderimin istemi mirasçılar tarafından ileri sürülebilir.) demek suretiyle alacaklı sağlığında manevi tazsminat isteğini herhangi bir şekilde ileri sürmüşse davanın açılmış olması gerekmeksizin bu hakkın mirasçılara geçeceği görüşüne katılmış görünmektedir. Buna karşılık Adalet Bakanlığı tarafından çevrilen Dr. H. Beeker'in İsviçre Medeni Kanunu Şerhi'nin Borçlar Hukukunun genel hükümlerine ilişkin bölümünün 284. sayfasında aynen (manevi tazminat talebinin bir kere dermeyan edilince, mağdurun şahsına bağlı olmaktan çıkması fonksiyonunun bir sonucudur. Bu itibarla miras yolu ile intikal eder ve temlik edilebilir. Medeni Kanunun 93. maddesindeki nişanın bozulması halindeki müsabih tanzim tarzından dolayı V. Thur hakkın dermeyanı olarak yalnız Mahkemede dava açılmasının kabulünü tavziye eder. Bu gerçekten doğru olarak görünmektedir.) denilmiş ve Oser-Schoönen beg'e gönderme yapılmıştır. Demek bu konuda Doktrinde bir fikir birliği yoktur.
Aynı konudaki Yargıtay Kararlarına bakacak olursak sayın Mustafa Reşit Karahasan'ın aynı yapıtında sözünü ettiği Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 23.7.1970 gün, 7205 Esas, 7888 Karar sayılı ilamında (Bir kimsenin sağlığında haksız eylem yüzünden bedence bir zarara fğraması halinde manevi tazminat isteyebilme hakkı ancak kendisi tarafından ileri sürülebilir. Çünkü bu hak kişiye sıkı suretle bağlı haklardandır. Bu hak şayet, bir mahkeme önünde ileri sürülmemiş ve böylece kullanılmamış ise bu hak sahibinin sonradan başka bir nedenle ölümüyle mirasçılara geçmez. Mirasçılara ölenin doğmuş, fakat kullanılmamış bulunan manevi tazminat haklarına zarar verse karşı dava konusu yapamaz) denilmiş olmasına göre yapıt sahibinin görüşüne katılınmamıştır. Yine aynı yerde buna karşılık olarak sözü edilen Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 7.11.1968 gün 3112 esas, 8654 karar sayılı ilamına konu olan işte ise alacaklının manevi tazminat davasını açtıktan sonra ölmüş olması nedeniyle o kararında bu görüşü doğruladığı söylenemez. Çoğunluğun görüşünde sözü edilen kararlara gelince bunlardan Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 17.9.1972 günlü ve 5218/8848 sayılı ilamına konu olan işte manevi tazminat davası cismani zarara uğrayan ikiş tarafından sağlığında açılmış olduğundan bu olaya emsal teşkil edemez. (Bakınız: Arkun Kudat, Cismani Kazalardan Doğan Zararlara İlişkin Değerlendirme Prensipleri ve Türk-İsviçre iştihatları, sayfa 74 ve 75) Keza Hukuk Genel Kurulunun 3.4.1963 günlü ve 80/41 veya 42 sayılı içtihatında da durum aynıdır. (Bakınız Aynı eser sayfa 85) Nihayet Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 7.11.1968 gün ve 3112/8654 sayılı kararına baktığımızda mağdurun sağken açtığı dava ile ölümünden sonra yakınları tarafından açılan davanın birleştirilerek yapılan muhakemesi sonunda ilk davanın reddine ilişkin kararın (Manevi tazminat davası açıldıktan sonra açan kimsenin ölmüş olması isteğin reddini gerektirmez) gerekçesiyle bozulmuş olmasına göre orada mağdurun sağlığında açılmış bir davanın var olduğu görülmektedir. Görülüyor ki çoğunluğun görüşünde sözü edilen Yargıtay kararları o görüşü doğrular nitelikte değildirler.
Bu nedenler karşısında ancak sonucu itibariyle doğru olan kararın gerekçesi değiştirilerek onanması oyundayım.