 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1981/12393
K: 1982/393
T: 14.01.1982
DAVA : Taraflar arasındaki destekten yoksun kalma ve manevi tazminat davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı 1.213.841 lira 31 kuruşun faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara ödenmesine ilişkin hükmün davalılardan Tacettin avukatı tarafından temyiz edilmesi ve cevap layihasında davacılar avukatı tarafından duruşma istenilmesi üzerine; dosya incelendi gereği konuşuldu:
KARAR : Davacılar, gazete muhabiri olan destek ve miras bırakanlarının, gazetesinde yaptığı bir açıklamadan dolayı hınç duyan davalılar tarafından dövülerek öldürüldüğünü ileri sürerek 750 bin lira destek, 750 bin lira manevi olmak üzere toplam 1.500.000 lira tazminatın her üç davalıdan müştereken ve müteselsilen tahsilini istemişlerdir.
Davalılardan Tacettin vekili ise, müvekkilinin öldürme eyleminin asli faili olmadığını, müşevvik ya da fer'an zimethal olarak da eyleme katılmadığını, bu cihet ceza mahkemesince de benimsenerek Tacettin'in TCK'nun 464/1. maddesi uyarınca cezalandırıldığını, o itibarla öldürme eylemine dayalı isteğinde müteselsil sorumlu tutulamıyacağını, öte yandan kendi bağımsız eyleminden (kavga esnasında el uzatma) dolayı da bir tazminat istenmediğine göre, davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkeme davayı tümüyle kabul etmiş ve "ceza mahkemesince Aliyar'ın TCK'nun 448. maddesi gereğince cezalandırıldığını, diğer davalılar Tacettin ve Tufan'ın kavganın hudusuna sebebi asli olmaları nedeniyle hüküm giydiklerini ve BK'nun 50. maddesi ile ceza ilamına göre müteselsil sorumlu tutulmaları gerektiğini" belirterek ve bu gerekçe ile toplam 1.213.841 lira maddi ve manevi tazminatın her üç davalıdan müştereken ve müteselsilen alınmasına karar vermiştir.
Burada, maddi olayı ve buna dayalı olarak kurulan mahkeme hükmünü incelemeden önce, sağlıklı sonuca varabilme bakımından BK'nun 50 ve 41. maddelerinin unsurları, TCK'nun 464. maddesine giren eylemlerin özelliği ve aynı Kanunun 467. maddsinin özel bir teselsül hükmü getirip getirmediği hususları üzerinde durmakta yarar vardır.
Bilindiği gibi, BK'nun 50. maddesi gereğince bir çok kişinin bir ve aynı zarardan sorumlu tutulabilmeleri için, ortada BK'nun 41. maddesi anlamında bir haksız fiilin mevcut olması yanında "ortaklaşa neden olma", "müşterek kusur", "o haksız eyleme asıl yapan önayak olan ve yardım eden sıfatlarıyla katılma" ve "bir ve aynı zararı meydana getirme" koşullarının da gerçekleşmiş olması lazımdır.
BK'nun 41. maddesi anlamında haksız bir eyleme vücut veren beş unsurdan (1- Eylemin zarar vericiliği, 2-Eylemin hukuka aykırılığı, 3- Eylemi yapanın kusursuzluğu, 4- Zarar, 5- Nedensellik bağı), özellikle konumuz açısından en önemlisi, "illiyet" nedensellik bağıdır.
Öz bir anlatımla, zarar ve eylem arasında illiyet "nedensellik" bağı demek, o zararın, söz konusu eylemin bir sonucu olarak ortaya çıkması, doğmuş bulunması demektir. Böyle bir bağın varlığı mantıksal kurallarla belirmiş ise de, mantık kuralları içinde illiyet bağının kesin ve belirgin göründüğü her olayda eylemciyi eyleminin bütün sonuçlarından sorumlu tutmak her zaman adalet duygusuna uygun düşmeyebilir. O nedenle, sorumluluğun var olduğunu kabul edebilmek için, öğretide ve Türk ve İsviçre uygulamasında da benimsendiği gibi eylemin nitelikleri itibarıyla olayların doğal ve alışılmış (mutad) akışına, hayat denemelerine (tecrübelerin) ve objektif olasılığa (ihtimale) göre meydana gelmiş olan zarar türünden bir zararı doğurmaya elverişli (salih) bulunması lazımdır ki, buna "uygun illiyet" denir. Eğer sonuç hayatın doğal akışına ve hayat denemelerine göre beklenilmeyecek bir nitelikte ise, eylemle sonuç arasında mantıksal açıdan bir nedensellik (illiyet) bulunsa dahi, eylemi işleyen bu anormal ve illiyete uygun düşmeyen sonuçtan dolayı sorumlu tutulamaz.
Zararlı sonucun, birden çok sebebin ortak etkisiyle meydana gelmesi çeşitli şekillerde görülebilir ki bunlar "ortak (müşterek) illiyet", "birlikte (müterafik = kümülatif) illiyet" ve "seçimlik (tevali eden = alternatif) illiyet" şekilleridir.
Zararlı sonucu doğurmaya, sebeplerden sadece birisinin yetmediği ve diğer olayların da buna eklenmesi gerektiği hallerde, ortak illiyet var demektir. Böylece, zararın doğumu için birden çok sebeplerin birleşmesi durumunda BK'nun 50. maddesi uygulama yeri bulur.
Birlikte (müterafik = kümülatif) illiyetten söz edilebilmesi için, her biri yalnız başına bir zarar meydana getirmeye yeterli, birbirinden bağımsız birden çok nedenin aynı anda bir araya gelmesi lazımdır.Bu gibi durumlarda da, BK'nun 50. maddesinde ifadesini bulan tam teselsül söz konusu olur.
Seçimlik (tevali eden = alternatif) illiyette ise, zararın bir çok nedenlerden yalnız biri tarafından meydana getirilmiş bulunmasına rağmen, zarar doğuran nedenin bunlardan hangisi olduğu belli değildir. Ancak, zararı doğuran bu birden çok nedenler "bir birlik görüntüsü arzediyorsa", TCK'nun 463. maddesinin düzenlendiği hallerde olduğu gibi, mevcut asli-maddi iştirak nedeniyle, suçu birlikte işlemiş ve sonucu oluşturan icra eylemlerine ortak olmuş bulunan kişiler hem cezai ve hemde hukuki yönden sorumludurlar. İşte buradaki hukuki sorumlulukta BK'nun 50. maddesine dayanan müteselsil (dayanışmalı) sorumluluktur.
Hukuki sorumlulukta dayanışmanın (teselsülün) varlığı için yukarıda açıklanan müşterek sebebiyetin (ortaklaşa bir eylemin bulunması) yanında gereken ikinci koşul, "ortak kusurdur. Bir başka deyimle, dayanışmadan söz edilebilmesi için, zararlı sonucun bir çok kişinin ortak kusurundan meydana gelmesi lazımdır. Yargıtay'ın süregelen uygulamasına göre de, kusurların ortaklaşa sayılabilmesi için, önceden bilerek ve isteyerek birlikte hareket etmiş olmak (kasti ittihat) gerekir. Ceza ve hukuk yönünden bir arada bir ilişki mevcut olmamakla bebarer, suç niteliği taşıyan haksız eylemlerde de durum böyledir. Şöyle ki; TCK'nunda iştirak için, kasıtbirliğinden başka, eylemin icrasına katılma beraber işlemiş olma, işleyeni azmettirme, tazminat ve tarifatta bulunma, araçları tedarik etme, önceden veya eylem sırasında yardım etme durumları da öngörülmüş ve bu durumların gerçekleşmesi sonucu birden çok kişinin mahkum olmaları halinde bunların madde ve manevi zararın tazmininde müteselsil sorumlu bulundukları kabul edilmiştir (TCK. m. 64-67,39/2).
BK'nun 50. maddesi, zararlı sonucu doğuran eyleme önayak olanı (müşevvik), o eylemi asıl yapanı (fail) ve yardımcıyı (fer'an methaldar olan) dayanışmalı olarak sorumlu tutmuştur. Şu halde, zararlı sonuç doğuran bir eylemden dolayı dayanışmanın söz konusu olabilmesi için, o eyleme başkalarıyla birlikte asıl fail, müşevvik ya da fer'an zimethal olarak katılmış bulunmak gerekmektedir. Kavram olarak "asıl yapan" kendi eylemiyle zararlı sonucu meydana getiren, "önayak olan "müşavvik" bir kimsede haksız eylemi işlemek için istek yaratan ve "yardımcı (= fer'an methaldar)" da o kimsenin haksız eylemini kolaylaştıran ve başarıda katkısı bulunan kimsedir.
BK'nun 50. maddesinin uygulanabilme koşullarından biri diğeri de, birden çok kişinin ortaklaşa ve eylem ve davranışlarından, "bir de aynı zararın" değişik bir ifade ile "bölünemeyen toptan bir zararın" meydana gelmiş bulunmasıdır. Şu halde, birçok kişinin ortaklaşa eylem ve davranışları ile birbirinden bağımsız ayrı ayrı zararlı sonuçlar doğarsa eylemi yapanlara dayanışmalı sorumluluk hükümlerini uygulamak olanaksızdır.
Buna karşın BK'nun 51. maddesi hükmünde ortaklaşa kusuru bulunmayan bir çok kişinin değişik nedenlerle "aynı zarardan" sorumluluğu öngörülmüştür. Oysa BK'nun 50. maddesinde sorumluluk için ortaklaşa nedenden başka ortaklaşa kusurun da varlığı gerektiği yukarıda açıklanmıştı.
TCK'nun 464. maddesine gireneylemlerin özelliğine gelince; TCK'nun bu maddesinde iki ayrı eylem öngörülmektedir.Bunlardan birisi adam öldürülmesi veya yaralanması eylemi, ikincisi de bu sonuçların doğmuş olması koşulu ile ölene ya da yaralanana el uzatılmış olması eylemidir. Şu halde sözü edilen yasa hükmü, kavgada el uzatılmasını, öldürme veya yaralama eylemine iştirak veya TCK'nun 65. maddesi anlamında müzaharet olarak benimsememiştir. Yani TCK'nun 464. maddesiyle güdülen amaç, öldürme veya yaralama eylemini değil, bu sonuçları doğuran kavgaya katılma eylemini cezalandırmaktır. Bundan çıkan sonuçta kavgaya katılanların, ölüm ya da yaralama eylemlerinin ortak sorumluları olmadıklarıdır. Çünkü, birinci eylemi işleyenlerin kasıtları öldürme veya yaralama, ikinci eylem sahiplerininki ise, kavgada ölen veya yaralanana el uzatmaktan ibaret olup birbirinden tamamen ayrıdırlar. Bu nedenle de, kavgada el uzatanın ölümden veya yaralanmadan doğan zararın tamamından teselsül kuralları uyarınca sorumlu tutulması mümkün değildir.
Öte yandan TCK'nun 467. maddesi; sözü edilen Kanunun (şahıslara karşı cürümler) başlıklı dokuzuncu babındaki üç fasıla giren suçları işleyenlerin, ayrıca maddi ve manevi tazminatla da sorumlu olacağını öngörmüş ve fakat özel bir teselsül hükmü getirmemiştir. Esasen, kavgaya katılma, öldürme eyleminden ayrı bir suç olarak kabul edildiğine ve bu son eylemi işleyen ayrı bir ceza ile cezalandırıldığına ve yasa koyucu kavgaya katılanı TCK'nun 64. müteakip maddeleri uyarınca öldürme eylemine ortak saymadığına göre, böyle bir kimseyi öldürme suçuna ilişkin tazminat ile sorumlu tutmak, bir başka ifade ile ağırlıkları çok farklı olan değişik fiilleri aynı düzeyde kabul ederek sorumlulukta eşitliğe gitmek, ceza ve tazminat hukuku kurallarına, hak ve adalet ilkesine ters düşerdi. Şu halde, zincirleme işlenen ve fakat sonuçları ayrı olan haksız eylemlerde, eylemlerde, eylemi işleyenlerden birinin ölü veya yaralıya el uzatması durumunda ona BK'nun 50. maddesi hükmü değil, daha özel nitelikteki TCK'nun 467. maddesi hükmünün uygulanması gerekir.
Yukardan beri açıklanan ve dairemizin 14.1.1972 tarih, 13552/8730, 25.5.1976 tarih 5263/5405, 19.9.1977 tarih, 7150/8449, 6.4.1979 tarih 88/4709 ve 22.6.1979 tarih 3098/8430 sayılı kararlarında da benimsenen ilke ve kuralların ışığı altında dava konusu incelendiği zaman mahkemenin BK'nun 50. maddesi ile TCK'nun 464 ve 467. maddelerini yorumlamada ve maddi olaya uygulamada yanılgıya düştüğü görülmektedir.
Kesinleşmiş ceza mahkemesi ilamından anlaşıldığına göre, davalılardan Tacettin ve Tufan, davacıların miras bırakanı maktul Cengiz'e bidayette birlikte oturdukları masada birer yumruk vurmuşlardır. Bu ilk eylemden ve araya bir zaman dilimi girdikten sonra gece kulübünün fırayesine çıkan maktule, ilk olayda masasının devrilmesinden hınç duyan diğer davalı Aliyar eline geçirdiği içki şişesini çok yakın mesafeden fırlatarak başında parçalamış, bununla da yetinmeyerek saçlarından tutup lambir kaplı sert duvara müteaddit defa vurarak komaya sokmuştur. Sonuçta Cengiz bu son eylemlerin etkisiyle komaya girmiş ve beyin zarı kanaması beyin ödemi ve travma şokundan ölmüştür. Ceza mahkemesi de, olayın bu akış ve gelişim biçimini dikkate almak, her bir davalının olayın etkisi içindeki rol ve eylemlerini ayrı ayrı nitelendirip değerlendirme suretiyle Aliyar'ı TCK'nun öldürme fiiline ilişkin 448. madesi, hükmü temyiz eden davalı Tacettin'i de, ölümle sonuçlanan kavganın hudusuna sebebi mali olarak kabul etmek suretiyle aynı Kanunun 464/1 son maddesi uyarınca cezalandırmıştır. Ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararıda kabul edilen bu maddi olgunun hukuk hakimini de bağlayacağı açıktır.
Şu hale, göre davalı Tacettin öldürme eyleminin asli faili, müşevviki veya fer'an zimethali olmadığı gibi, Aliyar'ın bağımsız eyleminden (kafaya şişe ile vurma ve başı duvara çarpma) doğan sonucu (ölüm) meydana gelmesinde ne müşterek kusuru ne de ortaklaşa neden olması söz konusu değildir. Onun eylemi, sadece kavganın hudusuna sebebi mali olmaktan ibarettir ve bu eylemle ölüm arasında uygun illiyet bağı da bulunmamaktadır.
Bu nedenlerle Tacettin'in dava konusu olan zararlı sonuçtan, yani ölümden dolayı ne tam (BK. m. 50) ne de eksik teselsül (BK. m. 51) esaslarına dayanarak dayanışmalı tazminat sorumlusu olarak kabulüne olanak yoktur. O ancak, TCK'nun 464/1 son maddesi uyarınca cezalandırılan kendi eyleminden dolayı 464. madde gereğince sorumlu tutulabilir ki; bu konuda da açılmış bir dava ve ileri sürülmüş bir istem mevcut bulunmadığına göre, hakkındaki davanın reddi gerekir.
O halde yukarıdan beri açıklanan hukukun ana kurallarına, olayların oluş biçimine ters ve usul ve yasa hükümlerine aykırı düşen hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Hükmün yukarıda belirtilen nedenlerle davalı Tacettin yararına (BOZULMASINA) ve diğer hususların incelenmesine şimdilik gerek bulunmadığına ve davalı Tacettin yararına takdir edilen 3.000 lira duruşma avukatlık parasının davacılara yükletilmesine ve peşin harcın istek halinde geri verilmesine 14.1.1982 gününde oybirliği ile karar verildi.