 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1980/2010
K: 1981/679
T: 16.10.1981
DAVA : Taraflar arasındaki "tenkis" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Tire Asliye Hukuk Mahkemesi)nce davanın kabulüne dair verilen 16.5.1979 gün ve 442-230 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 18.10.1979 gün ve 6717-7439 sayılı ilamiyle, (... Taraflardan emsal sorulması, vermedikleri taktirde mahkemece doğrudan doğruya araştırılıp bulunması ve taşınmazların niteliğine göre seçilecek bilirkişiler eliyle emsal kıyaslaması yapılarak temlike konu olan ve olmıyan taşınmazların ölüm günündeki değerlerinin tespit edilmesi ve sonucu uyarınca tereke hesabının yapılması gerekir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararla direnilmiştir.
Temyiz eden: Davalı vekili.
Temyiz incelemesine konu teşkil eden dava, bir "tenkis davası" dır. Bilindiği gibi tenkis davası saklı pay (muhfuz hisse) sahiplerine, saklı paylarına miras bırakanın yaptığı tecavüzü ortadan kaldırmak ve miras bırakanın yaptığı işlemleri tasarruf nisabı sınırı içine sokmak olanağı sağlıyan, bu yolla kişisel hakkın korunmasını amaç tutan ve yenilik doğuran (inşai, ihdasi) nitelikte bir dava türüdür.
Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi, bu tür davalarda saklı payın ve dolayısıyla tasarruf nisabının gerçeğe en yakın bir şekilde tespiti büyük önem taşır (MK. m. 453). Çünkü, tenkis davalarında doğru ve adil bir sonuca ulaşılabilmesi, net terekenin bilinmesi ile mümkün olur; yani, bu tür davalarda saklı pay bütün tereke üzerinden hesaplanır. Bu cümleden olarak terekeye dahil taşınmazların da ölüm günündeki değerlerinin gerçeğe en yakın bir şekilde tespiti şarttır.
Ancak, tenkis davasını düzenleyen MK.nun 502 ve onu izleyen maddelerinde saklı payın hangi yöntem izlenerek tespit olunacağı yolunda özel bir düzenleme yoktur. Ne varki uygulamada istek üzerine tarafların gösterdiği emsallerin net terekenin tespiti sırasında dikkat nazara alındığı gözlenmektedir. Hatta denilebilir ki mahkeme, tarafların emsal göstermesi halinde bu doğrultuda araştırma ve inceleme yaptırmakla ve bilirkişi de raporunda bu emsalleri kıyaslamak ve tartışmakla yükümlüdür.
Buna karşın mahkemece emsal sorulmasına rağmen tarafların vermemeleri üzerine bu kez re'sen emsal araştırma yapılması zorunluluğundan sözeden bir hüküm yukarıda anılan maddelerde mevcut bulunmaktadır. Bu bakımdan özel dairenin aksi doğrultudaki bozma nedeni yerinde görülmemiştir.
İnceleme konusu bu davada, taraflar emsal göstermedikleri cihetle doğal olarak bilirkişi raporunda bir kıyaslamaya rastlanmamıştır. Ancak mahkemece hükme dayanak tutulan rapor incelendikte, ileri sürülen görüş ve kanaatın tamamın soyut ve indi olduğu, inandırıcı hiç bir gerekçe ve açıklamayı içermediği hemen göze çarpmaktadır. Özellikle de temlike konu olan ve olmıyan taşınmazların (ölüm günündeki) değerlerinin tespitinde hangi ölçülerin ele alındığı bilirkişi raporunda açıklanmış değildir.
Bilirkişiler, gerek 1.12.1978 ve gerekçe 27.2.1979 günlü raporlarında sadece taşınmazların m2. değerini bildirmekle yetinmişler, mesela; bu yerlerin kira gelirleri, verimlilik dereceleri vs. gibi değere etki yapabilecek sair konularda bir mukayese yapmamışlardır. Öte yandan, her üç bilirkişinin emlak sahibi olması, özel bir bilgi ve yeteneği gerektiren bu konuda bilirkişilik yapmaları için yeterli bir neden olarak kabul edilemez. Esasen hakimin harhalde bilirkişi beyanı doğrultusunda karar vermesi de kendisinden beklenemez. Kaldı ki bilirkişi raporları özellikle Yargıtay'ın denetim görevini yapabilmesine olanak sağlıyacak ayrıntıları, dayanakları ve gerekçeleri ihtiva etmesi şarttır. Oysa hükme dayanak tutulan her iki raporun yukarıda anılan niteliklerden tamamen yoksun olduğu hemen göze çarpmaktadır; genel ve soyut nitelikte bir raporun ise hükme dayanak tutulması, (özellikle bu tür davaların niteliği gereği) mümkün değildir.
O halde, bu konda özel ihtisası bulunan kişilerden yeniden oluşturulacak bir bilirkişi kurulu eliyle yeniden bir inceleme yapılması için direnme kararı bozulmalıdır. Hukuk Genel Kurulu'nca benimsenen özel daire ve bozma kararına bu nedenle uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen sebeplerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 16.10.1981 gününde oybirliği ile karar verildi.