 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E: 1980/139
K: 1980/203
T: 12.05.1980
DAVA : İftira ve yalan tanıklıktan sanıklar Hatice, Fındık'ın hükümlülüğüne dair (Develi Ağır Ceza Mahkemesi)nden verilen 14.6.1979 gün ve 18/46 sayılı hüküm sanıklar vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 8. Ceza dairesi'nce incelenerek bozulup yerine geri çevrilmiştir.
İlk hükümde direnmeye ilişkin aynı mahkemeden verilen 5.2.1980 gün ve 91/5 sayılı son hükmün Yargıtay'ca incelenmesi sanıklar vekili tarafından süresinde verilen dilekçe ile istenilmiş, koşulu da yerine getirilmiş olduğundan, dosya C.Başsavcılığı'nın hükmün onanması istemini bildiren 31.3.1980 gün ve 8/1958 sayılı tebliğnamesiyle 1. Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : İftira suçundan sanık Fındık'ın yalan tanıklık suçundan sanık Hatice'nin cezalandırılmalarına ilişkin hüküm, özel dairece:
1 - Olay günü çalınan ve Tatar Köyüne götürüldüğü maddi bulgularla saptanan ineğin daha önceden bedeli tam olarak ödenmediğinden sanıklardan biri tarafından alınmış ve geri verilmiş olması karşısında araya giren öldürme olayı nedeniyle de aralarında aşırı derecede düşmanlık bulunan kişileri, bu fiilin failleri olabileceği kesin kanı ve yargısı ile sanık Fındık'ın ihbar ve şikayet etmesi ve soruşturma aşamalarında ithamını yoğunlaştırması eyleminde uygulanan TCK.nun 285. maddesinde yazılı iftira suçunun kasıt öğesi oluşmadığı halde, yazılı şekilde cezalandırılması,
2 - Çalınma suçunun sübutu bakımından gerçek ve geçerli sayılmasına olanak bulunmayan, çelişik ve tutarsız, aşamada farlılık gösteren, bu nedenle de hükme yeterli görülmeyen sanık Hatice'nin anlatımlarından hangisinin gerçek, hangisinin gerçek dışı olduğu, savunmanın aksine kesin olarak kanıtlanmadığı halde, ineğin çalınmasıyle zarara uğrayan ve hırsızlık suçundan yargılanan kişilerle mevcut düşmanlığını açıklayan 65 yaşını aşmış ve okur yazar olmadığı anlaşılmış bulunan sanğın, son soruşturmada, yemin ve tanıklığın önemi hususunda CMUK.nun 55. maddesi uyarınca gereği gibi uyarılmadan ve sonuçları ölçülüp tartışılmadan takdiren yeminli dinlenmesi ve yazılı şekilde yalan tanıklık suçundan mahkumiyetine karar verilmesi..) isabetsizliğinden bozulmuştur.
Yerel mahkeme ise; sanık Fındık'ın suçsuz olduğunu bildiği müdahillere, mevcut husumeti nedeniyle bilerek, isteyerek kasten iftira ettiği, soruşturma aşamasında yalan söyleyerek ve diğer sanığın tanıklığını müdahillerin aleyhine çevirtip kanıt da yaratmak suretiyle kesin suçlamaya dönüştürdüğü; diğer sanık Hatice'nin iftira edildiğini bilerek ve iftiranın doğruluğunu kanıtlamak amacı ile ve sanık Fındık'ı kayırarak hırsızlık olayı faillerini görmediği ve tanımadığı halde duruşmada tanık olarak görmüş ve tanımış gibi anlattığı CMUK.nun 55. maddesindeki ihtarın zorunlu bir ihtar olmadığı, vesaire belirterek önceki hükümde direnmeye karar vermiştir.
Dosyaya oluşa ve delillere göre:
Müdahil Mehmet'in oğlu, Mevlüt'ün yeğeni, İsmail'in akrabası Mesut'un, sanık Hatice'nin oğlu, Fındık'ın da gayri resmi kocası Hikmet tarafından öldürüldüğü iddiası ile adı geçen hakkında adam öldürmek, sanıklar Fındık ve Hatice haklarında da suç delillerini saklamak suçlarından kamu davası açılması nedeniyle taraflar arasında şiddetli bir düşmanlık, bulunduğu, olay gecesi gayri resmi gelin-kaynana olan sanıkların beraber oturdukları evlerinin ahırının kilidi kırılmak suretiyle, daha önceden müdahillerden satın aldıkları ancak bedelini ödeyemedikleri için müdahiller tarafından alınıp, götürülen ve bilahare bedeli ödenerek geri alınan ineğin çalınıp müdahiller Mehmet ve Mevlüt'ün oturdukları Tatar Köyü'ne götürüldüğü, bunun üzerine sanık Fındık'ın, bu fiilin faillerinin mmüdahiller olabileceği kesin kanı ve yargısı ile ihbar ve şikayette bulunduğu ve adı geçenler hakkında hırsızlık suçundan soruşturmaya başlandığı, soruşturma aşamalarında ithamını yoğunlaştırdığı; sanık Hatice'nin de çelişik ve değişik biçimde ve hırsızlık suçunun sanıkları müdahillerle mevcut düşmanlığını da açıklayarak hazırlık ve ilk soruşturma aşamasında failleri görmediğini, tanımadığını beyan ettiği halde son soruşturma aşamasında müdahilleri ineği götürürlerken gördüğünü söylemek suretiyle tanıklık yaptığı, yapılan yargılama sonunda hırsızlık suçunun sanıkları olan müdahillerin hükümlülüklerine yeter, kesin ve inandırıcı bir kanıt elde edilemediğinden beraatlerine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Olayın yukarıda açıklanan oluş biçiminden de anlaşılacağı gibi taraflar arasında uyuşmazlık konusu olmuş bir inek alış verişi vardır. Satıcı durumunda olan müdahil taraf bedeli ödenmedi diye ineği alıp götürmüş, alıcı taraf bedeli ödeyip ineği geri almıştır. bu arada öldürme olayından dolayı aralarında ileri derecede düşmanlık baş göstermiştir. Sanık Fındık, suç delillerini saklamaktan, gayriresmi kocası Hikmet de adam öldürmekten yargılanmışlardır. Olay gecesi sanıkların ineğinin çalındığı bir gerçektir. Bu nedenlerle sanık Fındık'ın, ineğin müdahiller tarafından çalındığı kesin kanı ve yargısı ile ihbar ve şikayette bulunmak ve giderek ithamını yoğunlaştırmaktan ibaret olan eyleminde iftira suçunun kasıt unsurunun oluştuğu düşünülemez. Hırsızlık suçunun sanıkları olan müdahillerin beraatlerine karar verilmiş olması da sanığın iftira suçunu işlediğinin kesin delili olamaz.
Diğer sanık Hatice'nin durumuna gelince: Bu sanığa atılan suç yalan tanıklıktır. Bilindiği gibi TCK.nun 286. maddesindeki yalan tanıklık suçunun unsurları; yalan söylemek, gerçeği inkar veya bilgisini saklamak suretiyle gerçeğe aykırı beyanda bulunmaktan ibarettir. Ancak, bu eylemin bilerek, isteyerek yani kasten işlenmesi gerekir. Kasten yalan söyleyen veya gerçeği gizleyene yalancı tanık denir, Yalan gerçeğin kasten değiştirilmesidir. Ancak, yanılarak, ihmal ederek veya bilmeyerek.. söylenen sözlerde yalan tanıklık suçunun unsurlarının varlığından söz edilemez.
Burada konu ile ilgisi ve önemi yönünden tanıklık psikolojisine kısaca değinmekte yarar vardır.
"Yanılmaların esasını anlamak için ihsasların mahiyetini düşünmek lazımdır. İhsaslar, idrak haline geçerken bazı saklı unsurlarla temasa gelirler, saklı unsurlar, yeni ihsasa benzeyen, eski ihsaslardan şuurda kalanlardır. Eski unsurlar, yeni ihsaslara eski manayı vermeğe, idrak mekanizmasını sevk ederler, bundan yanılmalar benzetmeler hasıl olur... Karanlık, heyecan, telkin diğer şahitleri taklit, vak'a ile dinlenme arasında zaman geçmesi veya sanığı teşhise yetmeyecek kadar az görmüş olmak yanılmaları artırır.. ihtiyarların görmeğe müstenit şahadetlerinde samimi hatalar pek çoktur... dikkat azalır. Hissetme uzuvlarındaki zayıflamadan hasıl olan boşlukları gayri şuuri olarak doldurma temayülü kendini gösterir. Bu gayri şuuri doldurma, hadiselerin yanlış tefsiri, şekil değiştirmeler neticesini doğurur. Hafıza zayıflaması yeni intibardan eskiye doğru gider.. İhtiyarlarda telkin kabiliyeti artar... Muayyen şahısların tesiri altında kalırlar. Umumiyetle ihtiyarlıkta bir ruhi değişme kendini gösterir, daha ziyade kendilerini düşürme hali başlar.. Cahil şahidin ruhi hali, mühim miktarda davadaki tarafların kendi üzerindeki tesirine bağlıdır. Bu sebeple ya iki, taraftan birini tutar, yahut söylemeyi daha münasip görür. Bu sebeple, CMUK.nun 55. maddedeki kaide, basit bir formalite değil bir ana hüküm telaki edilmelidir.
Dava ile az veya çok menfaat veya alakanın bulunması halinde şahidin tarafsızlığından haklı olarak hakim şüpheye düşer... Aile, bağı, kan birliği, menfaat rabıtası. (taraflarla) şahit arasında bir tesanüt hissi doğurmuş olabilir" (Prof. Dr. Faruk Erem, Adalet Psikolojisi, Sahife: 307 ve devamı, Ankara 1977).
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 11.3.1957 gün ve 4/37-40 sayılı kararında da dikkatsizlik, zihni meşguliyet, unutma ve saire gibi sebeplerle sanığın tanıklığının diğer tanıklığa uymayabileceği böylece belirecek aykırılığın yalan tanıklık olarak nitelendirilemiyeceği belirtilmiştir.
Genel nitelikteki bu açıklamalardan sonra olayımıza gelince: 1328 doğumlu olan sanık Hatice, dava konusu beyanında, kalın çizgileri ile: Hazırlık tahkikatında jandarmaya: üç kişiyi gördüğünü, tanıyamadığını, ancak sanıklardan başkasının ineği götürmeyeceğini; ilk tahkikatta, hazırlık ifadesini tekrar ettiğini; son tahkikatta ise, isim bildirerek üç sanığın ineği götürülürken gördüğünü.. belirtmektedir. Özel Daire kararında da değinildiği gibi, sanık Hatice yaşlı ve cahil bir kadındır. Oğlu Hikmet, müdahillerin oğlu Mesut'u öldürmekten kendisini de bu öldürme olayında suç delillerini saklamaktan yargılanmaktadır. Bu yüzden aralarında ileri derecede bir husumet mevcuttur. Ve bu husumeti duruşmada da açıklamıştır. Oğlu Hikmet ve gelini Fındık ile aynı evde oturmaktadır. İneğin çalınması ile kendisi de zarara uğramıştır. Öte yandan, soruşturma aşamalarında farklılık gösteren, çalma suçunun sübutu bakımından gerçek ve geçerli sayılmasına olanak bulunmayan, bu nedenle de delil niteliğinde görülmeyen anlatımlarından aksine, kesin olarak kanıtlanamamıştır. Herne kadar CMUK.nun 55. maddesindeki kural, her tanık için uygulanması zorunlu bir kural değilse de olayımızdaki gibi bir tanığın tanıklığının değerlendirilmesi bakımından uygulanmasında yarar ve hatta zorunluk vardır.
Bütün bu hususlar kül halinde ele alındığında sanık Hatice'nin eyleminde yalan tanıklık suçunun yasal unsurlarının özellikle kast unsurunun oluşmadığı sonucuna varılmıştır.
Bu nedenlerle, özel daire bozma kararı yerinde olup uyulmak gerekirken yazılı şekilde önceki hükümde direnilmesi usul ve yasaya uygun görülmediğinden sanıklar vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk kararına katılmayan bir üye; Yerel mahkeme direnme kararındaki düşünceyi benimseyerek hükmün onanması gerektiği yolunda oy kullanmıştır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, tebliğnamedeki isteme aykırı olarak, direnme hükmünün BOZULMASINA, depo parasının geri verilmesine, 12.5.1980 gününde üçte ikiyi geçen çoğunlukla karar verildi.