 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1980/2169
K: 1980/4159
T: 28.3.1980
1086/m.7
Taraflar arasındaki trafik kazasından doğma tazminat davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı 21.150 liranın faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya ödenmesine ilişkin hükmün süresi içinde davalı bakanlık avukatı ve diğer davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu:
KARAR :
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir yolsuzluk görülmemesine göre davalı Şükrü'nün bütün temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Yasalarımızda biri ( ihtiyari ) ve diğeri ( mecburi ) olmak üzere iki tür tahkim öngörülmüştür. Bazı hallerde, taraflar arasında tahaddüs eden ve özel hukuk alanına ilişkin uyuşmazlıkların, evvelce bu konuda bir tahkim sözleşmesi yapılmamış olmasına rağmen, sıfatları belirtilen kişiler tarafından halli zorunlu kılınmıştır ki, buna ( mecburi ) ya da ( kanuni ) tahkim denilmektedir. Tahkimin hangi hallerde mecburi olduğu, özel kanun hükümleri ile tayin edilir; mecburi tahkime tabi iş ve davalarda, taraflar Devlet mahkemelerinde yani genel mahkemelerde dava açamazlar; kanunla gösterilen hakemlere başvurmaya, bir başka söyleyişle hakemler de dava açmaya mecburdurlar. Bu yasaya göre, "bu kanunda tasrih edilmiş daire ve müesseseler arasında doğan uyuşmazlıklardan, adliye mahkemelerinin görevi içine girenler, bu kanunda yazılı tahkim usulü dairesinde şekil bakımından bu güne kadar uygulama konusunda herhangi bir uyuşmazlık doğmamıştır. Ancak, 3533 sayılı Kanunun kapsamına giren daire ve müesseseler arasında çıkan uyuşmazlığın halli için hakeme başvurma sırasında bu kanunun uygulama alanı dışında kalan gerçek ve tüzel kişiler davalı olarak gösterildiği takdirde, bu kişiler bakımından da hakemin yetkisinin devam edip etmeyeceği uyuşmazlık konusudur. O halde, soruna esaslı bir teşhis konulabilmesi ve sağlam bir sonuca varılabilmesi için 3533 sayılı Yasanın tedvin edilme amacı üzerinde durulmasında zorunluluk vardır.
Anılan yasanın gerekçesindeki sözlere ve bilimsel görüşlere göre; 3533 sayılı Yasanın kabul edilmesiyle gerçekleştirilmesi istenen amaç; bu kanun kapsamına diğer idare ve müesseselerin aralarında çıkan uyuşmazlıkların, gerçek kişiler arasında çıkan uyuşmazlıklardan farklı nitelikleri ve özellikleri bulunması, bu kuruluşların hukuk müşavirliklerine sahip olmaları nedeniyle işi kolaylıkla inceleyip az masrafla kısa zamanda uyuşmazlıkların sonuçlandırılması ve genel mahkemelerin işlerinin azaltılmasıdır. Nitekim, bir kısım hakemler tarafından verilen kararların kesin olması ve bir kısım kararların da ancak itirazının mümkün bulunması, gerçek amacın bu olduğunu belirlemektedir. Bu düşünce iledir ki dairemiz öteden beri, davalı olarak, 3533 sayılı Kanuna tabi kuruluşlar yanında özel veya özel hukuk tüzel kişilerinin de davalı olarak gösterilmesi halinde, idareler ile kuruluşlar arasındaki uyuşmazlığın hakemde çözümlenmesi ve özel kişiler hakkındaki dava dilekçesinin de genel mahkemelerde görülmek üzere görev yönünden reddi gerektiği görüşündedir. Nitekim Yargıtay Ticaret Dairesi 04/02/1952 gün ve 891/620; keza 27/10/1950 gün ve 5097/4940 ve 3. Hukuk Dairesi 06/01/1956 gün 135/139 sayılı kararlarında, dairemizin görüşü doğrultusunda içtihatta bulunmuştur.
Dairemizin bu müstakar görüşüne göre:
a ) 3533 sayılı Yasaya tabi bir idare ve kuruluş yanında davalı olarak özel bir kişi dava edildiği takdirde, bu davanın mecburi tahkime tabi tutulması diğer bir deyimle uyuşmazlığın hakemde görülmesine yasal olanak yoktur.
Şöyle ki; Anayasanın 32. maddesi hükmünce hiç kimse, kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Davalı olan özel kişiler yönünden bu davaya genel mahkemelerde bakılması gerekir. Bu itibarla davalı özel kişilerin daha az tazminatlı olan, çoğunlukla kesin olarak verilen ya da ancak itirazı mümkün olan bir kararla karşı karşıya bırakılması, Usul Yasasının kendisine tanıdığı kanun yollarına başvurmaktan alıkonulması sonucunu doğurur ki bunun kabulü mümkün değildir.
Kaldı ki 3533 sayılı Yasa özel kişi bakımından böyle bir görev hükmü de kabul etmemiştir; etmiş olsa dahi Anayasanın 32. maddesinin 2. fıkrası hükmü muvacehesinde böyle bir hükmün uygulanma olanağı bulunmamak gerekir. Çünkü anılan hükümle anayasamız bu uygulamayı önlemiş bulunmaktadır.
b ) 3533 sayılı Yasaya tabi bir idare ve müessese yanında davalı olarak özel bir kişi dava edildiği takdirde, davalı idare, özel kişiye tebaen onun yanında genel mahkemeye de gönderilemez ve idarenin davası genel mahkemelerde görülemez.
Çünkü; önceki paragrafta öngörülen ( tabi olduğu mahkeme ) ( tabii hakim ) kuralı zedelenmiş olur; 3533 sayılı Yasanın güttüğü amaç ihmal edilmiş ve davalı idare yasanın amacına aykırı şekilde daha fazla giderlere maruz bırakılmış olur. En önemli olarak da, bu görüş davacı idare bakımından birçok sakıncalar doğurur. Örneğin, davalı idare 3533 sayılı Yasanın kendisi için kapattığı yasa yollarına başvurma hakkını kazanır ve bundan davacı idare en azından zaman bakımından zarara uğrar. O halde ve davaya konu uyuşmazlığın niteliği de gözetilerek, davalı bakanlık aleyhine açılan davanın 3533 sayılı Yasa hükümlerince hakemde görülmesi için dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmek gerekirken, bakanlık aleyhine açılmış davanın de esasının incelenmiş olması bozmayı gerektirir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın ikinci bentte gösterilen nedenlerle davalı bakanlık yararına ( BOZULMASINA ), davalı Şükrü'nün temyiz itirazlarının birinci bentte gösterilen nedenle reddiyle hakkındaki hükmün ( ONANMASINA ) ve davalılardan Adalet Bakanlığının peşin harcının istek halinde geri verilmesine, onama harcının temyiz eden davalı Şükrü'ye yükletilmesine 28/03/1980 gününde oybirliğiyle karar verildi.